spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetMESEM’lerle çocukların eti de kemiği de sermayenin

MESEM’lerle çocukların eti de kemiği de sermayenin

Burcu Çıra

Sac büküm makinesine 16 dakika kafası sıkışan 14 yaşındaki çocuk işçi Arda Tonbul, üzerine sunta bloklar devrilen 15 yaşındaki çocuk işçi Erol Can Yavuz, 13 katlı bir inşaatta çalışırken yüksekten düşen 17 yaşındaki Murat Can Eryılmaz, 16 yaşındaki Zekai Dikici, 17 yaşındaki Ulaş Dumlu, 15 yaşındaki Ömer Girgin, 17 yaşındaki Ömer Çakar… MESEM kapsamında staj gördükleri işyerlerinde iş cinayetlerinde katledildiler. Bu yazıyı onlara ve isimlerini sayamadığımız yitirilmiş işçi çocuklarına adıyoruz…

Anadolu Türklerinden Osmanlı’ya varan, özellikle devlet ve özel sektöre ait fabrikaların açılmaya başlanmasıyla birlikte Hristiyan ve Müslüman kimsesiz kız çocukları ıslahhanede meslek öğretimi adıyla işçileştirilmeye başlandı. Cumhuriyet ile birlikte ise bu işçileştirme politikası, meslekî ve teknik eğitim adı altında devlet politikası olarak ele alınmıştı. Devletin çok eskilere dayanan yoksullaştırma ve buna bağlı olarak “hiçleştirme” politikasını en çok gettolardan, Türkiye Kürdistan’ından, iç göç almış Batı’nın bir başına bırakılmış mahallelerinden tanıyoruz. Buraları bu yazıda deşmeyeceğiz; ancak bu ağların birbiriyle bağlantısını ve sömürüyü sürdürmenin farklı biçimlerini tahayyül edebilmek adına değinmek yanlış olmaz. Bu yazının asıl meramına tekrar gelirsek, Türkiye Cumhuriyeti’nin sürdürdüğü sömürü geleneği hâli hazırda az sayıda devam etmiş olsa da özellikle 2016 yılından itibaren ciddi bir boyut kazandı. MESEM, (Mesleki Eğitim Merkezi) eski adıyla Çıraklık Eğitim Merkezi 9 Aralık 2016 tarihinde, örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alındı. MESEM’lerde usta-çırak ilişkisi yoluyla öğrenciye meslek edindirme paravanı altında aslında neler yaşanıyor, bu yazıda bunları ele alacağız.

Yoksulluğun had safalara dayandığı, emekçi halkların her gün açlıkla sınandığı dönemleri yakıcı şekilde yaşıyoruz. TÜİK verilerine göre dahi, açlık sınırı 15 bin, yoksulluk sınırı 50 bin TL’lere dayanmışken, 17.002 TL olan asgari ücret ile geçinebilmenin rasyonel bir karşılığı yok. Yaşayabilmek ve evlatlarını yaşatabilmek adına birkaç işte birden çalışmak zorunda kalan emekçi anne-babalar, bir yandan çocuklarını güvenceye almak adına meslek sahibi olması için güvendikleri devlete teslim ederken, bir yandan da yoksulluğun ittiği hâliyle çocuklarını MESEM’lere gönderiyor. Daha doğrusu MESEM’ler devletin, açlık politikası ve güvenceli meslek manipülasyonu ile çocukları ve aileleri çektiği sömürü merkezleri konumunu alıyor. Buralarda öğrenciler haftada 1 gün okulda teorik eğitim, işletmelerde ise 4 gün sözde “pratik eğitim” alıyor. Normal şartlarda staj eğitimi alan birisi çalıştırılmaz, gözlemci ve not alan taraf olur. MESEM kapsamında staj gören çocuklar ise tam zamanlı işçi olarak çalıştırılıyor. Ucuz iş gücü olarak kullanılan 14-17 yaş arasındaki çocuklar işsizlik verilerini düşürüyor ve yetişkin işçilere verilecek asgari ücretin dahi önüne geçiliyor. İş yerlerine haftanın 4 günü giden çocuklar, asgari ücretin üçte ikisini devletin karşıladığı şekilde ortalama 5 bin 100 ₺ ücret karşılığında ve “iş kazaları” dışında sigorta kapsamına girmeden çalışıyor. Ödemeler, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanıyor. Denetlemelerin, çay-kahve, sohbet şeklinde, formaliteden yürütüldüğü fabrika ve atölyeler çocukların iş cinayetlerinde hayatlarını kaybettiği cinayet mahalleri ya da potansiyeli durumunda. Kaldı ki sadece 2024’ün ocak ayında 18 yaş altında 7 çocuk işçi MESEM’lerde çalıştırılırken iş cinayetilerinde katledildi. Yaşanan ölümlerin yanında onlarca yaralanma, uzuv kaybı, “eti senin kemiği benim” tabiri altında psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalan çocukların artık eti, kemiği hatta yaşadıkları onca kötü koşul ve muamelenin karşında susturuldukları yerde çocukların sesleri de devlet eliyle sermayenin elinde.

2011-2012 eğitim öğretim yılında 4+4+4 eğitim sistemine geçişle beraber Türkiye’de özel meslek lisesi sayısı 45 iken, son üç yılda bu sayı yaklaşık 10 kat arttı. Teşvik ve hibelerin büyük bir bonkörlükle yapıldığı meslek liseleri sayesinde sadece 2023 yılında devletin kasasına 2 milyar lira keş para akıtıldı. Anlaşıldığı üzere eğitime dair bir projeden değil, üretimin yani sermayenin büyümesi ve genişlemesine dair tıkır tıkır işleyen bir plandan bahsediyoruz. Anadolu’da yaygınlaşan OSB’ler farklı sektörlerdeki birçok işletmenin açılmasına, haliyle güçlü bir işçi açığı oluşmasına yol açıyor. Buralara akıtılacak işçi potansiyelini, en az zararla yani en çok kârla kotarmak, sermayenin aklını elbetteki çocuklara kaydırıyor. Nasılı ortada, artık MESEM’ler var.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Hedefimiz, istihdama açılan kapı olarak gördüğümüz Mesleki Eğitim Merkezlerimizde inşallah yıl sonuna kadar 1 milyon çırak yetiştirmek.”

MESEM bir işçileştirme politikasıdır. Sadece artan OSB’ler etrafında kurulan işçi konteynerlerine dahi baktığımızda Bangladeş’e, Çin’e dönüştürülmek istenilen Türkiye’de çocuk, yetişkin demeden her insana potansiyel işçi gözüyle bakan emperyalizm ve sermaye aklı, her yere ulaşmak için türlü stratejiler, projeler içinde daima. Millî Eğitim Bakanlığı’nın yakın geçmişte MESEM’lere gönderilecek çocuklar için “barınma ihtiyacı” şeklinde sosladığı; ancak tam anlamıyla çocuk işçi kampları modelini anlattığı açıklamayı okuyan herkes, Anadolu’nun küresel fabrikaya dönüştürülme projesini yeniden kavrayacaktır.

“Mesleki ve teknik eğitim programlarının iş piyasasının ihtiyaçlarıyla uyumlu olmasını ve memnuniyetini sağlamak ve öğrencilere pratik deneyim kazandırmak için işverenler ve endüstri kuruluşlarıyla iş birliği yapılacak OSB’ler ve teknoparklar içinde meslekî ve teknik Anadolu liseleri ile meslekî eğitim merkezleri açılacak; ne eğitimde ne istihdamda olan gençler meslekî eğitim merkezi programlarına yönlendirilecek ve barınma ihtiyacı olan örgün eğitim çağındaki çıraklar için çırak pansiyonları oluşturulacaktır. Bağımsız meslekî eğitim merkezlerinin sayıları artırılacak, mesleki eğitim merkezi bulunmayan yerlere irtibat noktaları kurulacak, mesleki eğitim merkezlerinin mesleklere göre ihtisaslaşması sağlanacak ve yaygın veya serbest öğrenmeler yoluyla edinilen mesleki becerilerin tanınması ve belgelendirilmesine yönelik yöntemler çeşitlendirilerek belge alan birey sayısı artırılacaktır.”

6 Şubat depremlerinde yaşamı, yaşam alanları yerle bir olan halk, acıları daha taptazeyken devlet desteğindeki sermayenin, üretimi kalkındırma girişimlerine maruz kaldı. Acil çağrılarla hasar gören iş yerleri derhal onarıldı, göçe mahal verip istihdamı düşürecek tüm ihtimaller üzerine düşünüldü, yeni OSB’lerinin çekerlerine hızlıca işçi konteynerleri kuruldu. Ezcümle, “her şey sermaye için” sözünün ete kemiğe büründüğü zamanlara yeniden tanıklık etmiş olduk. Bu örneği veriyorum; çünkü MESEM projesi bu akıldan bağımsız değil. Eğitimin niteliksiz, işlevsiz hâle getirilmesi çok uzun soluklu bir proje. Detay detay çalışılmış, adım adım, sinsice uygulanmış ve nihayetinde de başarılı olunmuştur. Gençleri geleceksizliğe ve umutsuzluğa sürükleyen devletin eğitim politikası, tam da bu noktada çocukları istedikleri meslekler ve buna dair kurdukları hayallerini gerçekleştirmek için sağlıklı bir eğitim görmeleri yerine, geçinme ve hayatta kalabilme kaygılarının ortasında bıraktı. Okullarda eğitim görmesi gereken lise çağındaki çocuklar küçük yaşlarda fabrikalarla, atölyelerle tanışıyor. ‘Okuyup bir şey olamayacağız, bari meslek sahibi olalım’ diyen, ailelerinin yoksul kaderine mahkûm olmak istemeyen çocuklar sermaye ve devletin “şefkatli” kucağına gitmek zorunda kalıyor. Ucuz emek, hiç böyle tatlı gelmemiştir sermaye için.

Geçtiğimiz hafta Erzincan İliç’teki Anagold Madencilik’te yaşanan katliam ve hem geçmişe hem de katliam beraberinde yürütülen sürece baktığımızda MESEM’lerin tam da buralara hizmet edecek bir proje olduğunu söylemek gerekir. Yoksullaştır, işçileştir, köleleştir, katlet, katledemediğini sakatla; ama yeter ki madenlerden o altınları çıkarabilecek işçi gücüne eriş. Siyanürü de ölümü de kanseri de fakirliği de işçiye yükle. MESEM’lere giden çocukların akıbeti buralardan geçiyor. Bizim buraya dair bir akla, durup düşünmeye ve hayatlarımız için bir çözüm üretmeye yani birlikte bir mücadeleye ihtiyacımız var. Gelmekte olan yaklaşıyor, bütün çevre çeperimizi kuşatarak geliyor. Bunu bir umutsuzluk tablosu olsun da yılgınlığa düşelim diye değil, aksine durumun vehametini kavrayıp hem kendi yaşamlarımız hem çoluk çocuğumuzun gelecekleri hem de birbirimizin yaşamlarına sahip çıkmak adına birbirimize olan borcumuz olarak söylüyorum. Bunca cendereden çıkacak tek kurtuluş sıkı sıkıya kurduğumuz dayanışmamız ve tüm gücümüzle vereceğimiz örgütlü mücadelemizdir. MESEM bir bataklık ise çocuklarımızı o bataklıktan kurtarmak zorundayız. Bu projenin kaldırılması, o kampların yıkılması gerekiyor. Az da olsa durup düşünmeye hala vaktimiz varken, umudu mücadeleyle yeşertip yaşamlarımızı kazanana kadar durmak yok.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler