Ege Demirel
Kapitalizmin içinde olduğu ciddi bir sistemik kriz hakkında birçok tartışma yürütülüyor. Kapitalizmin muktedirlerinin, bu varoluşsal krize ellerindeki ideolojik ve materyal araçları çeşitlendirerek ve/veya yeni araçlar geliştirerek çare aradığına tanık oluyoruz. Bu bağlamda önde gelen araçlardan birisi de yeşil kapitalizm. Yeşil kapitalizm kapsamında ise yenilenebilir enerji öne çıkıyor. Son dönemde sıklıkla güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisi üzerine araştırmaların, yazıların ve tartışmaların yapıldığını görüyoruz. Bu durum istatistiki ve ekonomik verilerle [1] de uyumlu görünüyor. Zira güneş ve rüzgâr enerjisinin tüm üretim aşamaları ve kullanım aşamaları birlikte değerlendirildiğinde, gerek enerji sektöründe gerekse genel olarak ekonomide yükselen bir konumda [2] oldukları anlaşılıyor.
Son dönemde gündemde yeterince yer bulamayan, ancak yeşil kapitalizmin ve yenilenebilir enerjinin öncü unsurlarından biri olan hidroelektrik enerji ise biraz gündem dışında kalmış gibi görünüyor. Bu durum, güneş ve rüzgâr ile su arasındaki (sermaye için enerji kaynağına dönüştürülme süreçlerindeki) farklılıklarla da ilgili. Farklılaşan etken faktörler, üretim maliyetleri ve su kaynaklarına dair kritik sorunlar. Her halükarda yenilenebilir enerji alanında hâlâ göz ardı edilemeyecek bir önemi olan hidroelektrik enerjinin mevcut durumunu ve gelecekte karşılaşacağı muhtemel durumu değerlendirmek gerekiyor. Bu değerlendirmeyi okurken yaşamlarımızda her gün daha fazla hissettiğimiz su kıtlığı ve kuraklık tartışmalarını akılda tutmak yerinde olur.
Yap-işlet-devret ile gerçekleştirilen özelleştirmeler dışında, yaklaşık 2000 yılından beri yapılan yasal değişikliklerle, özel sektöre hidroelektrik enerji üretim ve satış yetkileri veriliyor. Söz konusu değişiklikler, akarsu havzalarındaki su kaynaklarının büyük bir kısmının yönetimi ve kontrolü sermayeye devredildi. 2010 yılından sonra ise HES projelerinde ciddi bir artış oldu. Bu açıdan daha önce enerji sektöründe olmayan şirketlerin ve uluslararası finans sermayesinin dahi HES projelerine (ortaklıklar aracılığıyla da olsa) dahil olması oldukça dikkat çekici. Dolayısıyla HES projeleri, sermayeye nehir suları üzerinde büyük bir egemenlik ve kontrol imkânı tanıdı. [3] Şu anda Türkiye’de aktif olan hidroelektrik enerji santrali (HES) sayısı 709; yapım aşamasında olan hidroelektrik santral sayısı ise 23. [4] Yani hidroelektrik enerji sermaye açısından önemini koruyor. Hatta HES üzeri GES projeleri gibi distopik derecede ürkütücü projeler söz konusu. Görünen o ki HES’ler, rant, talan ve sömürü araçları olarak yeşil kapitalistler tarafından daha uzun süre kullanılacak (Bkz. Şekil 1).
Şekil 1: HES Projelerinde Öncü Sermaye Grupları
Kaynak: mulksuzlestirme.org
Bu noktada hidroelektrik enerji nasıl elde edilir sorusuna gelelim. Belirli düzeyde yüksekliğe erişen suyun sahip olduğu potansiyel enerji, bazı işlemlerle kinetik enerjiye ve sonra makineler aracılığıyla elektrik enerjisine dönüştürülür. Süreç sonucunda elde edilen bu enerji, hidroelektrik enerji olarak adlandırılır. HES’lerin elektrik üretimi gerçekleştirmesi suyun akış gücünün kullanılmasıyla mümkün kılınır. Bunun için, su akış hâlindeyken barajlar aracılığıyla biriktirilir. Ayrıca yüksek düzeydeki su cebri borularla türbinlere iletilir. Söz konusu su, türbin çarklarını hızla döndürür. Bu süreç mekanik enerji yaratır. Bu enerji ise jeneratörle elektrik enerjisine dönüştürülür. [5] Bu aşamalar sonucunda elde edilen elektrik enerjisi artık, piyasanın tüketimine ve tahakkümüne sunulmaya hazır hâle gelmiştir.
Böylece su gibi en temel insan ihtiyaçlarından birisi dahi sermaye tarafından metalaştırılıp kâr getiren bir unsura dönüştürülür. Hidroelektrik santraller (HES) suyun metalaştırılmasının yöntemlerinden biridir. Daha önce enerji sektöründe faaliyet göstermeyen şirketlerin dahi HES projeleri içinde yer alması, HES’lerin sermaye açısından gözde “yatırım araçları”ndan biri olduğunu gösteriyor. Çevresel ve toplumsal maliyetlerin üstlenilmemesi, uzun vadeli ve garantili projeler olması gibi faktörler nedeniyle sermaye açısından HES’ler oldukça risksiz bir “yatırım aracı” olarak görülüyor. Ancak HES’lerin etkilerine baktığımızda, doğa ve halk açısından tam tersi bir durum söz konusu. Çünkü suyun HES ile baskılanması nedeniyle akarsu yatağındaki su azalıyor veya tamamen durabiliyor. Bu da akarsu yatağındaki ve çevresindeki ekosistemin de varlığını sürdürememesi veya çok kötü etkilenmesi anlamına geliyor. [6] Suyun metalaştırılaştırılması ve HES projeleri, mülksüzleştirme yoluyla da birikim araçları olarak kullanılıyor. [7] Çünkü HES proje alanındaki ekosistemin yok edilmesi veya sermayenin devlet desteğiyle elde ettiği arazilerin ve kullanım haklarının halk tarafından kaybedilmesi, söz konusu bölgede yaşayan halkın mülksüzleştirilmesi anlamına geliyor. Sermaye ise halkın mülksüzleştirilmesi yoluyla suyu metalaştırarak kârına kâr katabiliyor.
HES’lerin sermaye açısından kârlı bir yatırım aracı olmasındaki en önemli faktör, sudan enerji üretme maliyetinin oldukça düşük olması. Öte yandan HES’lerin inşa edilme süreçleri ve faaliyette oldukları süreçteki etkileri, doğaya ve ekosisteme çok ciddi zararlar vermeye devam ediyor. Üstelik bu yıkımın geri dönüşü yok. Bu noktada HES’lerin ürettiği enerji miktarının kaynağa gelen su miktarına göre değiştiğini ve istikrarlı bir üretimin garanti edilemeyeceğini hatırlatmak yerinde olur. Bu açıdan kuraklıkların HES’lerin üretim kapasitesini olumsuz etkileyeceği aşikârdır. Dolayısıyla gittikçe ısınan dünyamızda yağışların %25-35 oranında düşmesi beklenirken eğer aşırı kuraklık yaşanırsa, HES’lerin elektrik üretemeyeceğini göz önünde bulundurmak gerekir. [8] HES’lerin yaratacağı başka etkiler de var. Örneğin, HES’ler nedeniyle balık habitatların bozulabileceği ya da yok olabileceği, doğal sulama kaynaklarının azalabileceği veya tamamen yok olabileceği, aşağı havza topluluklarına tortu akışının duracağı bekleniyor. [9]
Suyun metalaştırılmasında oldukça önemli bir yeri olan ve HES projeleriyle yakından ilgisi olan barajların durumunu da ele almakta fayda var. Türkiye’de 2000 yılında, yaklaşık 600 barajın olduğu biliniyor. Türkiye hidro enerjide öncü ülkelerden biri. Dolayısıyla barajların, düzen siyaseti tarafından bir “kalkınma imgesi” olarak pazarlanabildiğini ve pazarlandığını da vurgulamak gerekir. [10]
Sadece HES’lerin olduğu bölgelerde değil, büyük enerji projelerinin bulunduğu her yerde yaşam, tüm yönleriyle ve derin bir şekilde sarsılıyor ve zarara uğruyor. Bu durum büyük barajlar söz konusu olduğunda çok daha çarpıcı boyutlarda gözlemleniyor. Baraj gölleri nedeniyle, dereler, vadiler, tarlalar ve yerleşim yerleri içinde bulunan okullar, evler ve iş yerleri dahil olmak üzere, tüm ekosistem ve yaşam olumsuz etkileniyor. Bekleneceği üzere bu bölgelerdeki insanlar, hayvanlar ve diğer canlılar yerlerinden ediliyorlar. Yerinden edilen insanlara ödenen istimlak bedelleri ve sunulan seçenekler (yeni yerleşim yerlerine taşınmak gibi) ise sorunları çözmek yerine büyütüyor, çeşitlendiriyor. [11]
Sermaye yeşil kapitalizm makyajıyla kendisini halklara pazarlamaya çalışıyor. Bu esnada bir yandan da kırsal bölgelerdeki geniş halk kesimlerini mülksüzleştiriyor. Kapitalizmin daha da büyüme ve genişleme arzusunun ve sorununun, “yeşilci” yöntemlerle çözülebileceği illüzyonu yaratılıyor. Bu açıdan enerji sektörüne yoğunlaşan özel bir çaba söz konusu. Örneğin, iklim krizi tartışmalarında petrol şirketlerinin desteği büyük rol oynuyor. Naomi Klein ve Bill Mckibben gibi öncü çevreci aktivistlerin önde gelen petrol sermayedarlarından (Rockefeller Vakfı gibi) fon almaları ya da BP gibi önemli enerji şirketlerinin reklamlarını yeşile boyayarak sunmaları, sermayenin pozisyonunu ve çabasını açıkça ortaya koyuyor. [12]
Hakikat şu ki güneş, rüzgâr ve hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji kaynakları, doğanın öngörülemezliği ve olası kesintiler nedeniyle kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlarla desteklenmek zorunda. Güneş panellerinin ve rüzgâr tribünlerinin genellikle birkaç on yıllık ömrü oluyor ve üretim sürekliliği için daha fazla enerji kaynağına duyulması kaçınılmaz. Alternatif olarak bataryalar bir çözüm olabilir gibi görünse de bu “alternatif” karbon salınımını azaltan değil, artıran bir seçenek. Dolayısıyla tamamen yenilenebilir kaynaklarla çalıştıklarını iddia eden Apple, Google ve EON gibi şirketler de hâlâ fosil yakıta bağımlı durumda. Bu büyük tablo önümüzde dururken yeşil sermaye ısrarla “temiz enerji” masalını sürdürüyor. [13]
Ekonomi büyüdükçe enerji ihtiyacı da artıyor ve kapitalizm içinde üretim bu hızda sürdükçe de artacak. Söz konusu enerji ihtiyacının iki ana kaynağı var. Birincisi, şu anda hâkim durumda olan fosil yakıtlar. İkincisi ise, her geçen gün enerjideki payını artıran yenilenebilir enerji kaynakları. Jevons Paradoksu olarak bilinen etkiye göre, “verimlilik arttıkça kaynak tüketimi azalır” argümanı doğru değil ve yenilenebilir enerji üretimindeki artışa rağmen fosil yakıt kullanımımda azalma yaşanmıyor. Dolayısıyla kapitalizmin enerji tarihinde, ikamelerin değil, ilavelerin esas olduğunu söyleyebiliriz. [14]
Sonuç olarak yenilenebilir enerji kaynakları fosil yakıtlara bağımlı olarak var olabiliyor ve yenilenebilir enerjinin yükselişi, doğanın gasbını, halkların mülksüzleştirilmesini ve evrenin yok oluşunu hızlandıran bir süreç olarak devam ediyor. Yenilenebilir enerjiyi kurtarıcı olarak görmek, yalnızca sermayenin ve sermaye devletlerinin yarattığı illüzyon içinde mümkün. Kapitalizmin ihtiyaç duyacağı kadar güneş paneli, elektrikli araba ve rüzgâr türbini üretmek ve işletmek imkânsız ve sermayedarlar da bunun farkında. [15] Yani hakiki bir sürdürülebilirliğin sağlanması, ancak burjuvazinin doğayı ve halkları yok sayan emek rejiminin ve rant düzeninin yıkılmasıyla mümkün olabilir.
Sermayenin yeşil makyajına ve hızlanarak devam eden sömürü ve talan düzenine rağmen halkların direnmekten vazgeçmediğini ve yaşamak için mücadele ettiğini hatırlatalım. Emekçiler, her şeyi birer sermaye birikim aracına ve kâr unsuruna dönüştüren katliam ve yenilenebilir sömürü düzenini reddettiğini birçok direniş pratiği ile gösteriyor. Bu kapsamda emekçilerin ve yerli halkların yaşam alanlarını, geçim kaynaklarını ve doğayı savunmak için yürüttüğü HES karşıtı mücadeleler, sömürü düzenine karşı verilen en önemli mücadeleler arasında yer alıyor. Biliyoruz ki bu mücadeleleri büyüterek ve yereldeki direniş pratikleri arasında bağlar kurarak ülke çapında daha kapsamlı ve somut bir kolektif hareketin yaratılması gerekiyor. Yenilenebilir enerji aracılığıyla kendisini yeniden üretmeye çalışan kapitalizmin ortadan kalkması, ancak her kesimden emekçinin her alanda birleşmesi ve dayanışmasıyla mümkün olacak.
Düzenleme: E. İrem Az ve Burcu Arıkan
[1] Örneğin bkz: https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S036054422031269X
https://ieefa.org/articles/surging-energy-prices-accelerating-pace-wind-solar-and-battery-adoption
[2] Bkz: https://www.ren21.net/what-are-the-current-trends-in-renewable-energy
[3] İrfan Şenlik, “Hidroelektrik Santrallerinin Çevre, Kültür ve Toplumsal Yaşama Etkileri… HES’lere Yeşil Enerji Sorgusu”, Elektrik Mühendisliği, S. 447, 2013, s. 46.
https://www.emo.org.tr/ekler/fd0636c8216400b_ek.pdf?dergi=927
[4] https://www.enerjiatlasi.com/hidroelektrik/
[5] Yakup Pat, “Hidroelektrik Santral Nedir?”, https://www.enerjisistemlerimuhendisligi.com/hidroelektrik-santral/2535/
[6] Ali Osman Karababa, “Kapitalizmin Neden Olduğu Doğa Yıkımları ve Toplum Sağlığına Etkileri”, Türk Tabipleri Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2014, s. 38.
[7] Ömür Kurt, “Ekmeğini ve Doğayı Savunmak: HES Karşıtı Mücadeleler”, s. 7
https://www.academia.edu/3315681/Ekmeğini_ve_Doğayı_Savunmak_HES_Karşıtı_Mücadeleler
[8] Yeşim Özbirinci, “Kapitalizmin yeni oyuncağı: Su – Maşası: HES”, We are the Hippies, 15 Ağustos 2017, https://www.wearethehippies.com/kapitalizmin-yeni-oyuncagi-su-masasi-hes/
[9] Sarah Cafasso, “Green Economies Can Flow from Strategic Hydropower”, Natural Capital Project Stanford University, 8 Haziran 2021, https://naturalcapitalproject.stanford.edu/news/green-economies-can-flow-strategic-hydropower
[10] Sinan Erensü, “Derenin Derdi: HES Karşıtı Mücadelenin İmkân ve Sınırları”, Toplum ve Hekim, Cilt 32, Sayı 3, 2017, s. 188.
[11] “Derenin Derdi: HES Karşıtı Mücadelenin İmkân ve Sınırları”, s. 189.
[12] Robbie Kirk, “Green Capitalism – Greenwashing over Sustainability?”, 89 Initiative,https://89initiative.com/green-capitalism-greenwashing-over-sustainability/
[13] Robbie Kirk, “Green Capitalism – Greenwashing over Sustainability?”.
[14] B. Güney Işıkara, “Küçülme-Yeşil Büyüme İkiliğinin Ötesinde: Ekolojik Yıkım ve Kapitalizm”, Praksis, 2020, s. 103.
[15] Robbie Kirk, “Green Capitalism – Greenwashing over Sustainability?”.