spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelZafer yakında! - Başaran Aksu

Zafer yakında! – Başaran Aksu

Grup Yorum’dan “İşgal altında Filistin” marşını tekrar tekrar çevirerek, dinleyerek yazıyorum. Filistin halkının direnişiyle işçi sınıfımızın direncini örtüştürmeye çalışıyorum aklımda.

“Her evimiz bir kale, her evimiz bir okuldur.. Her evde bir direniş, her evde bir fedai, dilimizde zafere kadar devrim..

İşgal altında Filistin

Filistin, benim vatanım.

Eğilmem, işgale direnirim

Yiğitler var umutlu

Yiğitler var ÖFKELİ

İşgalciyi korkutuyor İNTİFADA!”

Son cümle işçi sınıfımızın kurtuluşunun kapısını açacak imgelerle yüklü. İntifada. İşgalciyi korkutan İntifada…

Sömürenin, tahakküm kuranın, rekabete zorlayanın, yarıştıranın, mobbing yapanın boyunduruğunda, taciz, küfür, aşağılama altında güvencesiz koşullarda yoğun ve ucuz çalışarak hayatını sürdürmeye; namussuzluğa, şerefsizliğe, ahlaksızlığa düşmeden;  çoluğuna çocuğuna kirsiz ekmek götürmeye, onurlu bir gelecek bırakmaya çalışan milyonlarca işçi, emekçi birer işgalci olan holding, şirket sahipleri karşısında ödünsüz, acımazsız bir sınıf savaşına girişebilir mi?

Holding, şirket yöneticilerinin (Tüsiad, Müsiad, vb.) üst mesleki örgütleri var, işveren sendikalarına üyeler. Ticaret ve sanayi odaları, her ile/ilçeye yayılmış işveren, girişimci dernekleri  var. Soldan sağdan siyasi partilerde, evet hepsinde, yerelden genele yöneticileri, vekilleri var. İşletme bünyelerine, tarikatı, cemaati, her türden kültürel oluşumdan, mezhepten temsilciyi, o yerelin mafyasını, eşrafını, güçlüsünü taşeron olarak içermişler. İşletmeye  patronun denetiminde olan muhasebe, İK biriminin emir eri gibi çalışan bir sarı sendikayı davet etmişler, işçileri bunlara üye olmaya zorla mecbur bırakmışlar, her ay aidat yani haraç ödemeye mahkûm etmişler. Sarı sendika, holding yöneticilerinin atadığı ve işçileri mezhepsel, yöresel kimlikler üzerinden kontrol edebilecek özelliklere sahip, yüksek ücretler alan, soysuzlaşmış aşağılık bir zevat tarafından yönetilir. İşletmeyi yöneten hiyerarşinin bölgesel üst düzeyinde o yerelin farklı farklı siyasi, kültürel, dinsel oluşumları içinde de roller üstlenmiş unsurlar olur. Şirket yönetimi işçilerin yörelerine, kültürlerine, kimliklerine göre aidiyet hissettiği derneklere, oluşumlara bağışlar yaparak; işe almayı o oluşumlar üzerinden yürüterek bunları da içerirler. O yerellerdeki basın genelde sermayesi  güçsüz olduğu için kudretli şirketlerin, OSB yönetimlerinin katkılarına muhtaçlar, işçiler lehine bir şey yazmaz, yazamazlar. Bu şirketlerin en tepelerinde oturan oligark tarzıyla hareket eden baronlar karşısında eğilmeyen yerel devlet bürokrasisinden yönetici kural olarak istisnaidir. Yüzlerce, binlerce işçi çalıştıran bu şirketler istihdam olanağının yanı sıra çalıştırdıkları işçiler, dahil ettikleri taşeron ağlar, eşraftan muhasebeci, avukat, iş yeri hekimi, mühendis, vb. üzerinden o yerelin seçmen davranışlarını da belirlemek isterler ve bu belirme kapasitelerini tehdit olarak bürokrasinin tepesinde sallandırırlar… İktidar ve muhalefet partilerinin ilçe, il yönetimlerini belirler, markajlarında tutarlar. Hakim, savcı, kaymakam, belediye başkanı, vali, emniyet müdürü, jandarma komutanı, vb. yerel bürokrasinin mensupları, siyasi olarak sürgün, işten atma, konum düşürme gücü olan yereli yukarıda sıraladığım mekanizma aracılığıyla yönlendirme, manipüle etme, korkutma gücüne sahip bu yapıya karşı gelme gücüne asla sahip değildir. Aklı olan zaten buna kalkışmayıp bu oligarşinin parçası, tetikçisi gibi hareket etmeyi olağan görüp eşyanın tabiatı gereği olan konumda yer alır; sorgulayan, baş kaldıran işçinin karşısına dikilir. İşçinin annesi, babası, ağabeyi kurallara uymasını, sarı sendikayla ters düşmemesini telkin eder. Mafya ekmeğini ye; yoksa ayağını denk al… der. Tarikat temsilcisi aç açık değilsin, tamah et, şükret, haksızlığı da Allah’a havale et der. Siyasiler, sen yalnız değilsin çocukların da buradan ekmek yiyecek sen böyle yaparsan onlar işsizlik çeker der. Patronun gasp ettiklerini örtmek üzere din, iman, vatan, bayrak hamaseti kullanılır. Tüm bunlara rağmen cürret edip başkaldıran işten atılmak, bir daha o havzada; hatta iş kolunda iş bulamamak, açlığa düşmemek için başka bir ile, yöreye hatta ülkeye taşınmaya mecbur kalabilir.

Nadiren atılan işçilerden bazıları birlik oluşturup bu oligarşik yapının güçleri hakkında herhangi bir fikre sahip olmadan kavgaya tutuşurlar.

Agrobay kadın sera işçilerinin yaptığı gibi…

Sendikaya üye olduktan üç gün sonra önce beş işçi atılır, sonra o iş yerinde çalışan işçilerin tamamı atılan beş işçinin kendi kardeşleri olduğunu, haksızlık yapıldığını düşünüp, geri alınmaları talebiyle kapının önünde toplanıp servislerin giriş çıkışlarına izin vermezler bir süre. Yeni kurulmuş sendikanın yöneticileri de yanlarındadır. Bu şanslarıdır; ama bunun ne türden bir şans olduğunu da henüz bilmezler; çünkü yaşadıkları ülkede patronlar ülkedeki üç işçi sendikasını da kontrolleri altına almışlardır. Bu sendikalar patron, devlet sınırlarını asla zorlamazlar.

Kapının önünde toplaşan işçilerden 34’ü de atılır. 36’sı kadın, 3’ü erkek 39 işçi direnişe başlar. Patron bir kadındır, İK müdürü de bir kadındır. On yıllardır onların ve yönetici tayin ettiklerinin aşağılamaları, küfürleri, hakaretleri altında çalışmışlardır. Kadın sera işçileri direnişe başlarlar. Konuşmaya başlarlar. Ellerim hiç altın bilezik görmedi, jandarma tak kelepçeyi bana derler. Korkusuz oldukları anlaşılır. 18 yıl çalıştım, 15 yıllık sigortam var, 3 yılım ve mesailerim çalındı der 65 yaşındaki Naime teyze. 60-80 derece sıcağın altında çalıştık. Erkek işi yaptırdılar bize. İşim değildi; ama patron Arzu Hanım’ın havuzundaki pislikleri temizledim iş sonraları der Ayşe abla… Sonra savcı talimat verir jandarma, polis şiddetle, işkenceyle gözaltına alır. Hakim sendika yöneticilerine iş yerine 500 metre yaklaşmama cezası verir. Adli kontol uygular. Ziyarete gelen yurttaşların araçlarına jandarma uyduruk gerekçelerle trafik cezaları yazar, ziyaretçi gelmesin diye. İşçilerden olan eşini ve arkadaşlarını gönüllü taşıyan Hasan amcanın servis minibüsüne 20 bin TL para, 2 ay trafikten men cezası, kadınlar iş yeri önüne direniş alanına gelemesin diye kesilir. İşçiler tekrar kapının önünde yol keserler tekrar gözaltına alınırlar, parmaklar kırılır, beyin travması geçirilir, kollar çıkar işkenceden bu kez gözaltıyı onlarca astı dururken, herkesten hiddetli, öfkeli görünen ilin alay komutanı, saçları beyaz, megafon elde herkesi tehdit eden bir Albay yapar. Koca Albayın kadın işçilere bu kadar öfkelenmesinin ardındaki motivasyon ne olabilir acaba? Kuvvet komutanı mı aradı acaba?

Aslında mesele basit.

Bayburt Holding meğerse CHP liderinin 5’li çete söylemi içerisine İsviçre Çakısı gibi çok özellikli merkez yöneticisi Tuncay Özkan sayesinde girmemiş. Bayburt Holding Binali Yıldırım döneminin ihale şampiyonu. Yüzlerce kamu ihalesi adrese teslim alınmış. Sera içinde Binali Yıldırım’ın heykeli var. Sık sık gelir gidermiş seraya, kadın işçiler sık görüyorlar. Tuncay Özkan da sık gelip gidenlerden. Holding’in Agrobay şirketini yöneten Arzu Şentürk’ün nikah şahidi, Özkan. Şirketin avukatı, Ergenekon davasında yargılanırken Tuncay Özkan’ın da avukatlığını üstlenmiş. Şirketin avukatlarından olan Sedat Aksakallı İYİ Parti’nin Genel Başkan Yardımcısı. Şirketin AKP’li Bergama Belediye Başkanı’yla da, CHP’li Dikili Belediye Başkanı’yla da arası iyi. İki belediye başkanı da doksan gün boyunca seçmenleri olan kadın işçilerin yanına tek bir gün gelmedi. Patroniçe katıldığı yayında başkanlara minnettar olduğunu söyledi. CHP İl Başkanı, İzmir’in yerelinden olan vekillerinin hiçbiri doksan gün boyunca işçilerin direnişini ziyaret bile etmediler. Direniş kamuoyunda gündem olunca Genel Merkez çözüm için devreye girdi; ama bir ay geçti. Tuncay Özkan’ın Genel Merkez’in tavrını tavsattığı bize iletildi. Kılıçdaroğlu’yla kadın işçiler görüşürken Kılıçdaroğlu, yöneticilerine dönerek “bu Binali’nin holdingi değil mi diyor”. Yöneticiler, “evet onunki” diyorlar. İşçilere dönüyor, “ben Binali’yi arar çözdürürüm” diyor. O Binali ki bir ay önce Kınık ilçesinde katıldığı festival sırasında etrafını çeviren 4 kadın işçiyi önce dinliyor. Tablonun vahametini anlamış gibi davranıyor. Sonra kadın işçilerden birini kolundan tutuyor, yürürmüş gibi yaparak beş altı adım ilerliyor. İşçi Behice’ye “sen neden atıldın” diyor. “Sendikaya üye oldum 3 gün sonra atıldım” diyor Behice. “Hıım. Çık o sendikadan” diyor. Anlamadım diyor, Behice. “O sendikadan çıkarsanız belki ben çare bulurum” diyor Binali ve uzaklaşıyor.

Bu Agrobay. Onun yerine Düzce Aluform Pekintaş işçilerinin olağanüstü baskılar, kuşatma altındaki direnişini de anlatabilirdim. Dersim’de kazanımla biten Fedaş Direnişi’ni de Finans Merkezi’ne karşı direnen inşaat işçilerini de Antep Şireci Tekstil işçilerini de Soma maden direnişlerinden herhangi birini de Metal Fırtına döneminde ayağa kalkan herhangi bir fabrikayı da akılda kalmış direnişlerden Sibaş, Flormar, Cargill, Kentpar, Çimsataş, Ekmekçioğlu, Kazankaya, Farplas, Corning, Çiftay Divriği, İliç, Develi direnişlerini de Trendyol direnişini de anlatabilirdim. 2000’lerin başından bu yana yaşanan hangi direnişi anlatsam Agrobay işçilerinin yaşadığı türden birleşik bir politik blok işgalini karşısında buldu işçiler. İktidarından muhalefetine, devlet kurumlarına, kolluğa, yargıya, tarikatlara, mafyalara, sarı sendikalara, yerel basına kadar herkes karşılarında oldu. Tıpkı İsrail’in yanında açıktan ya da örtük yer alan emperyalist güçler ve işbirlikçileri gibi. Tıpkı Filistin’in yanındaymış gibi görünün el altından İsrail ile ilişki yürütenler, sessiz kalanlar gibi.

Dikili Emek ve Demokrasi Platformu ve Kadın Platformu Agrobay direnişini ilk ay ziyaret ettiler çokça. Sağ olsunlar. Sonra kadın işçiler, Agrobay patronuyla yakın ilişkisi olan CHP Dikili Belediye Başkanı Adil Kırgöz’ün sorunun çözümünde aktif bir konum almaktan kaçtığını birlikte Dikili Belediyesi önünde çözüm için tavır almaya zorlayan eylem yapalım, yaparsak direnişin talepleri için bir çözüm zemini doğar dediklerinde bundan kaçındılar. O teklif sonrası iletişim azaldı, bir iki insana daraldı. CHP’nin daha solunda, farklı örgütlerden dostlarımız bu insanlar; ama belediye başkanını karşılarına almaktan çekindiler. Çünkü İŞGAL güçlü, dostlarımız da korkuyorlar. Düzenle bağlarını muhalefet zemininden doğru kuran CHP’den korkuyorlar. Bu, neoliberal küreselleşme çağında dönüşen Anadolu’nun her bir yerelinin trajedisidir. Bu trajedi yerelden başlar, ulusalda işte bu seçimlerde gördüğünüz sonuçları yaratır.

Biz bu yerel bağları ulusal düzeyde de görüyoruz. Tele1’e Koç Holding şirketleri hayrına reklam vermiyor. Türk Metal Sendikası geçen dönem boş yere Tele1 yöneticisine ödül vermedi. Her dönem olduğu gibi satışla sonuçlanan MESS Sözleşmesi finalinde sarı sendikanın genel başkanı Pevrul Kavlak genele seslenişi Yüzyılın Sözleşmesi adıyla cilalayarak Tele1 ekranından yaptı. Mess de Türk Metal de Koç Holding’e ait. Bu yılki Mess Sözleşmesi’nin taslak açılış takdimini Cumhuriyet Gazetesi’ne tam sayfa mülakatla yaptı Türk Metal Başkanı. Onca sağcı, İslamcı yayınlar dururken sağcı Türk Metal başkanı neden buralardan anlatmak istiyor derdini? Erdoğan karşıtlığı cambaza bak misali kullanılarak bu işgal sağından soluna ülkenin her siyasi tutumuna bulaştırıldı. İşte bu pratiklerin sonucunda işçi sınıfının tavan ücreti olarak anılan MESS Sözleşmesi’nde belirlenen ücretler 4 asgari ücretten 1,1 asgari ücret seviyesine geriledi.

Ülkemiz tarihinin gördüğü en büyük proleterleştirme, mülksüzleştirme sürecini yaşıyor. Emekçi halkımızın yüzde sekseni işçileşmenin, mülksüzleşmenin, yoksullaşmanın sorunlarıyla boğuşuyor. Hukuk yanlarında değil. Emperyalist merkezlerden planlanan üretim, sömürü, iş bölümü çerçeveleri doğrultusunda, emperyalizmle entegrasyonu derinleşmiş holdingler ve yukarıda tanımladığımız yerel yandaşlarının kuvvetli ağlarının oluşturduğu oligarşik nitelikli merkezden yerele bir işgal saldırısı altında yaşıyoruz. Enerji, maden şirketleri ya da OSB’ler için yeni alanlar açılsın diye tarım arazileri ormanlar yağmalanıyor, on bin yıldır aynı yerde yaşayan halk oradan sürülüyor. Emekçilerin tarlası, konutu el konulacak bir birikim olanağı olarak görülüyor. Devlet artık tüm mekanizmalarıyla ve ilişkileriyle holdinglerin arkasına dizilmiş holdingci bir kuvvet olarak hareket etmektedir. Tarafsızlık, hakem rolü diye bir şey yok bugünün devletinin kamu idaresinin tüm erklerinin emekçiler karşısındaki somut konumlanışında. Bu çıkar zincirleri organize bir şekilde işgal ordusu gibi hareket ediyorlar. Üniversitesinden, tarikatine, medya araçlarından, mafya çetelerine Türkiye’de her yapı ucuz iş gücüne ve yoğun sömürüye dayanarak var oluyorlar. Tüm kurum ve kurallarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin güncel temeli budur. Emperyalizmin içsel bir olgu olması tanımlamasının güncel tezahürü bu işbirlikçilik sarmalı, bu merkezden yerele inşa edilmiş oligarşik ağdır. Bu zemini sorunsallaştırmadan bu zemine saldırmadan emperyalizme, kapitalizme karşı mücadele soyut teorik önermelerden, tarihten bugüne keyfi aparılmış liberal saflaşma mesnetleriyle tanımlanan sosyalistlik, devrimcilik iddialarından ibaret kalır.

Emeğin ve doğanın emperyalist direktifler ve çıkarlar doğrultusunda holdingler ve holdingcilerce tam boyunduruk altına alınması, sömürgeleştirilmesi hakikatiyle karşı karşıyayız. Düşman, tüm bu ilişki ağı. Bu toplam, oligarşik zemindir. İşte biz yukarıdaki örneklerle uzun izahlarla robot resmini çizdiğimiz düşmanı kamuoyunun önünde teşhir edip onu yenmek mücadelesini yükseltmek niyetindeyiz. İşçilerin bedeninin, emek gücünün, toprağının, suyunun, rüzgârının, güneşinin holdingler ve holdingçiler tarafından gasp edilmesine karşı bir sınıf savaşı yürütüyoruz.

Bu kavga ülkede yapay olarak inşa edilmiş saflaşmaları, sınıfsal saflaşma üzerinden yeniden gerçek bir dizilişe zorlama kavgasıdır. İşçi sınıfı ve emekçi halktan zorla gasp edilmiş iktidar dahil her şeyin holdinglerden, holdingcilerden geri alınması gerekir. Emperyalizmin bu topraklarda oligarşik nitelikli yapılar üzerinden yeniden ürettiği sömürü, tahakküm, baskı saltanatını alaşağı etmek dışında işçi sınıfının kurtuluş şansı yoktur.

Bir fabrikada, ilçede, havzada, ilde işçilerin direniş ve mücadeleyle yarattığı umudun civarındaki coğrafyaları da cesaretlendirdiğini, güçlendirdiğini gördük. Yerel ölçeklerde halkın tamamının direnişlerin etrafında kenetlendiği durumlarda yukarıda sıraladığımız kudretli ilişki yapılarının işlemez olduğunu, çaresiz kaldığını gördük. Bu yüzden işçiler, emekçiler ucuz çalıştırılmanın yanı sıra yoğun da çalıştırılıyor. Bedenlerinin, ruhlarının iyice yorulup kadavralaşması isteniyor, böylece muhalif düşünceden, devrimci eylemden yoksun yığınlar olarak hareketsiz kalmaları hedefleniyor. Bizim kavgamız yepyeni bir fikir, taptaze bir ruh ve coşkunlukla yaşamına, doğasına, geçmişine sahip çıkma iradesi olarak ortaya atılmak durumundadır.

Tüm bunlardan Umut-Sen olarak çıkardığımız sonuç şudur.

Örgütlenmeyi, mücadele etmeyi kafasına koyan yüreğini buna hazırlayan tek bir işçi, emekçi kardeşimizin kendini yalnız, çaresiz, güçsüz hissetmeyeceği güveni sunan neresi olursa olsun her bir yere koşan yetişen kendini dayatmayan o anın görevlerini, tarzını, dilini kavramış umutlu bir cesaret zemini lazım şimdi bize…

İşçi sınıfının gücünü koruyacak geliştirecek doğru hareketini garanti edecek mücadele, direniş, örgütlenme ve dayanışma için yurt çapında birlikte davranışı inşa edecek sınıfın özgücüne dayalı kapasiteler geliştirecek her bir işçinin sınıfının bayrağı olarak gururla taşıyacağı onu düşmandan ayrıştıran emekçilerle birleştiren bir bağımsız sınıf çizgisine dayalı politik bir zemin olarak bir siyasi cepheyi aciliyetle yaratmalıyız. Cephemiz, emperyalizmin, sermayedar sınıfının, devletinin ve işbirlikçi bağlaşıklarının, işçi sınıfımız ve ezilen, emekçi halklarımızın bugününe, geleceğine karşı yürüttüğü işgalci saldırganlığı önce geriletmeye, sonra da dağıtmaya odaklanacaktır. Bu andan itibaren tüm görevlerimizin merkezinde sınıfın siyasi cephesini yaratmak görevi vardır. Mutlaka başaracağız. Zafer kavgamızla gelecek. Zafer yakında!

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler