5 Kasım Pazar günü “Düşmanı tanı, dağıt ablukayı” başlığı ile gerçekleştirdiğimiz konferansımızda Umut-Sen Hukuk Kolektifi adına konuşan Yağız Timoçin’in “Savunma elbet saldıracak” başlıklı konuşmasını kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Umut Sen Hukuk Kolektifi olarak Umut Sen’in kurulduğu tarihten beri faaliyetimizi sürdürüyor ve faaliyet alanımızı büyütüyoruz. Hukuk mefhumunun her geçen gün hayatımıza daha da temas eden, toplumdaki çelişiklerin parçasına dönüşen bir konuma geldiğini görüyoruz.
Hukuk her kesimden vatandaşın üzerinde birçok şekilde etki bıraktığı gibi, hukukun toplumda düzene karşı başını kaldırmaya yeltenene bir sopa gibi, bir kılıç gibi sallandığını da görüyoruz. Hukuk, iktidar tarafından gerek rıza gerekse zor aracı olarak işlevsel biçimde kullanılıyor.
Umut Sen Hukuk Kolektifi olarak bize hukuk fakültelerinde öğretilen ve toplumun her kesiminde üretilen “liberal hukuk” anlayışını kabul etmiyoruz. Engels’in tabiriyle “hukuki renklere boyanmış gözlükleri” gözümüzden çıkarıp, somut durumun somut tahlilini yapmaya çalışıyoruz.
Kapitalist düzende hukukun siyasal iktidarın bir aygıtı olarak kullanıldığını biliyoruz. Bu yüzden tarafımızı hukukun tarafı olarak değil, proletaryanın, işçin, çocuk işçinin, emekçinin, kadının, gencin, öğrencinin, göçmenin, LGBTİ+’nın, daha doğru tabirle “mücadele edenlerin tarafı” olarak belirliyoruz. Biz de omuz omuza mücadeleye etmeye, gerekirse de gömleğimizi kırıştırmaya da hazırız.
Emek alanında her geçen gün kanunların işlevsizleştiği, işçinin haksızlığa uğradığı koşullarda düzen hukukunun işçiye tek sunduğu imkan, iki üç yıl sonra enflasyonla erimiş, faiz işletilmemiş bir teselli tazminatının verilmesinden ibaret. Bu da tabii ki işçi avukata ulaşırsa, işyerindeki sarı sendika temsilcisi satmazsa, tanık bulursa, delil bulursa, işverenin oyunuyla kağıtlara imzalar atmazsa alabileceği bir tazminat.
Sendikal hakkın bir anayasal hakmış gibi lanse edildiği ama fiilen neredeyse uygulama alanının kalmadığı, 6356 sayılı kanunun bir emniyet sibobu olarak üç beş durumda kullanımının açılmış olması, hatta sendikalı olmanın neredeyse suç sayıldığı, sendikal hakkını kullandığında tutanaklar, işten atmalar, iş kanunu 25/2’ye göre işten çıkarmaların, eylem yaptığında gözaltılarla, uzaklaştırma kararlarıyla karşı karşıya kalınan bir durumdayız.
Sendikal hak dediğimiz mefhumun hukuk nezdinde artık bir karşılığı yoktur. Konfederasyonların, bir elin parmağını geçmeyecek mücadeleci sendikalar hariç tüm sendikaların bürokratlaştığı, sarardığı, asgari ücret toplantılarında, MESS toplantılarında masalarda işçilerin satıldığı tüm emek hareketinin, tüm ilişkilerin sermayenin, iktidarın, holdinglerin, yerel oligraşik güçlerin güdümüne girdiği bir tablo görüyoruz.
“İşçinin kanuni hakkı var,” diyen hataya düşmüş olur. Bir hak varsa bile bu hak kanundan, yönetmelikten değil işçilerin verdiği tarihsel mücadelesinden kaynaklanıyor. Bu hakkın kullanımı da sadece davalarla, başvurularla, dilekçelerle değil fiili meşru mücadeleyle sağlanabilir.
Kadına karşı şiddete karşı konmuş tedbirlerin uygulanmaması, tacizlerin, tecavüzcülerin mahkemelerde aklandığı, cezasız kaldığı ya da iyi halden yırttığı; kendine kanunları, idari kararları dayanak alıp doğanın sermayeye kar getirme imkânı tanıyan her taşını, toprağını, ağacını metalaştırdığı, doğayı katlettiği; gençlerin idari soruşturulmalarla, yurttan atma, burs kesme cezaları ile bastırılmaya çalışılıp, gözaltılarla, tutuklamalarla, davalarla yıldırılmaya çalışıldığı; Can Atalay, Selçuk Kozağaçlı, Gülhan Kaya gibi meslektaşlarımızın mesleki faaliyetlerince tutuklandığı, Selahattin Demirtaş gibi siyasi tutsakların ve daha birçok siyasi sebeplerle tutuklu gazetecinin, gencin, devrimcinin yıldırılmaya çalışıldığı bu düzende savunma hattı kurmaya talibiz.
Biliyoruz ki hukuk mücadelemizin elbet karşılığı vardır. İşçinin kriz anında bir telefonla bilgi vermenin, bir toplantıda işverenin bir küçük kötü niyetli hareketlerden korunma için taktik vermekten direnişin gücüyle beraber iş kanuna geçici madde ekletip, 2911 sayılı kanundan madde iptal edecek kadar işlevselliğini biliyoruz.
Biz adliyede, duruşma salonlarında, karakollarda, direniş alanlarında, cezaevlerinde, toplantılarda, eğitimlerde, sokaklarda, direniş çadırlarında, eylem alanlarında, gözaltı araçlarında var olacağız ve savunmanın sesini olabildiğince gür çıkaracağız.
Buradan tüm avukatlara, stajyer avukatlara, hukuk fakültesi öğrencilerine, akademisyenlere açık çağırımızdır. Verilecek bir kavga var. Bu kavga bizi bekliyor. Gelin bu kavgayı beraber verelim.
Bu vahşi kapitalist düzen nasıl hukuku bir sopa gibi, bir kılıç sallıyorsa da unutulmasın bizler de kalkan olup ayağı zincirlileri savunmaya hazırız.
Unutulmasın, bu zincirler eritilip elbet silaha dönecektir. Ve elbet savunma da saldıracaktır.