spot_img
spot_img
Ana SayfaEkolojiGüneş bedava değil: GES’lerle sürdürülebilir sömürgecilik ve emek sömürüsü

Güneş bedava değil: GES’lerle sürdürülebilir sömürgecilik ve emek sömürüsü

Burcu Arıkan

Seçim döneminde gerek iktidarın gerek muhalefetin programlarına baktığımızda yeşil kapitalizmin önemli bir yer kapladığını görmüştük. “Sanayide Yeşil Dönüşüm” projesiyle özellikle organize sanayi bölgelerinde güneş enerjisi kullanımına ciddi teşvikler yapıldığını biliyoruz. Aynı şekilde KOBİ’lere de “yeşil enerji” kullanımı için teşvikler ve bankaların oldukça yaygınlaşan yeşil enerjiye yatırım amaçlı verdikleri krediler bulunuyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yeşil dönüşüm ve enerjide dışa bağımlılığın azalmasını orta vadeli programın öncelikli başlığı olarak ifade ediyor. Yakın zamanda Dünya Bankası ile Türkiye bu bağlamda 895,7 milyon avroluk kredi anlaşması imzaladı. İktidarın Türkiye’yi bir güneş enerjisi tarlasına çevirme stratejisi bu coğrafyayı bir OSB ve lojistik depo/hat cehennemine çevirme stratejisiyle ilintili. Enerji ihtiyacı artıkça ve uluslararası ilişkiler dönüştükçe de yeşil enerji odağı bir zorunluluk haline geliyor. Aynı zamanda Türkiye, Afrika gibi coğrafyalara güneş paneli ihracatı da yapan bir pozisyon elde etmeye çalışıyor.

Şirketlerin tamamlanmış projelerini incelediğimizde neredeyse tamamının OSB, fabrika ve depo odaklı olduğunu görüyoruz. Yeşil enerji piyasasının önünü açmak için çıkarılan “Lisanssız Elektrik Üretimi Yönetmeliği” sayesinde enerji giderek daha da özelleşiyor. Yatırımcıların ağzını sulandıran bu dönüşüm için sadece OSB ya da fabrika çatılarının yetmediğinden onlar yakınarak daha fazla arazi talep ediyor. Yenilenebilir enerji piyasasını daha çok konuşmamız gerekiyor. Özellikle de “kömürsüz bir gelecek” söyleminin sol siyasete de sızmayı başarmış olduğunu düşünürsek bu konuda ayakları yere basan bir bakış açışı geliştirmek çok daha elzem görünüyor.

Ekoloji hareketinin tarihsel materyalist bakış açısından ve yöntemden kopuk şekilde birkaç slogan üzerinden yarattığı gündem maalesef yeşil kapitalizmin propagandasını besliyor. Geldiğimiz bu noktada, neredeyse kapitalizmin kendi reklamını aktivistlere yaptırdığı bir tablo var. Salt kömür karşıtlığı üzerinden kurulan siyaset biçimi sınırlı kalıyor. Örneğin maden işçileri açısından dışlayıcı, bunun yanı sıra alternatif olarak sunulan senaryolara dair somut bir tahlil de yapılmıyor. Ana muhalefet “güneş bedava” diyor örneğin, ama güneş enerjisi santralleri (GES) ve yeşil dönüşüme dair hakiki bir araştırma ve analiz yaparsak hiç bedava görünmüyor.

2011’de Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun Güneş Enerjisine Dayalı Elektrik Üretim Tesisleri Hakkında Yönetmeliği çıktı. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler ile imzalanan anlaşmalar üzerinden 1980’lerden beri devam eden bir “Güneş Enerjisi Araştırma ve Geliştirme Merkezinin Kurulması” başlığı var. Kararlara bakıldığında özellikle 2019-2020 senelerinde yoğun bir acele kamulaştırma görünüyor. Van, Mersin, Silopi (Şırnak) ve Burdur doğrudan GES; Balıkesir, Sinop, Manisa, İzmir, Çanakkale ve Kırklareli RES’e gereken enerjiyi sağlamak amacıyla kurulan GES ile adı geçen bölgeler. Bunlar dışında Soma’da 2022 senesinde Kolin TES Elektrik Üretim Tesisi yardımcı kaynağı olarak GES yapılıyor. Uşak’ta Aydem’in büyük bir santrali var. YEO Solar, Tosyalı Holding, Cengiz Holding, Aydem ve Akfen GES işinde adı geçen bazı şirketler. Bu işe en çok eğilenler Kalyon ve CW enerji gibi görünüyor. Kalyon fotovoltaik panel de üretiyor. Akfen’in Denizli, Konya, Amasya, Tokat, Malatya, Elazığ ve Van’da santralleri var. Yeşil enerji ve sermayenin ilişkisini daha yakından tanımak için Kalyon’un hazırladığı oldukça detaylı raporlara ve buna karşın ne sağladığı belirsiz agresif sosyal medya tanıtımlarına bakabiliriz. CW Enerji de bütün diğer enerji şirketleri gibi bu işin sayısal propagandasını sosyal medyada sürekli hane sayısı üzerinden verirken bu hanelerin neredeki hangi hane oldukları belirsiz kalıyor. Örneğin CW Uşak’taki Hibrit GES tesisinin yılda 59 bin 420 hanenin enerji ihtiyacı sağladığı söyleniyor, ama henüz bu hanelere dair somut bir veri göremiyoruz.  

Kalyon Holding’in Türkiye’nin en büyük GES’i olarak anılan Karapınar YEKA-1 sürecine dair detaylı raporları var. Konya-Karaman’da bulunan bu santralin 2 milyon kişinin 1 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacağı söyleniyor. 2600 futbol sahası büyüklüğünde bir alanda 3,5 milyon panelden oluşuyor. Santral, 8 Eylül 2012’de yayımlanan 2012/3574 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile “Karapınar Enerji İhtisas Endüstri Bölgesi” ilan edilen alanda yer alıyor. Bu alan iki etaptan oluşup ilk etap 27.186.031 m2, ikinci etap 32.400.031 m2 alan kaplıyor, yani 8345 futbol sahası büyüklüğünde bir alandan bahsediyoruz. Bu durumda Kalyon’un sahası Endüstri Bölgesi’nin yüzde 31’ini kaplamış oluyor.

Kalyon, şirket raporlarında “paydaşlar” listesini detaylıca paylaşıyor. Bu paydaşlar arasında bulunan Uluslararası Kalkınma Planı, J.P. Morgan Kalkınma Finansmanı Enstitüsü ile Birleşik Krallık İhracat Kredisi Ajansı UK Export (UKEF) gibi kurumların 217 milyon sterlin finansman garantisi sağladığı ifade ediliyor. Bu astronomik rakamın bugüne kadar Birleşik Krallık dışına verilen en büyük finansman garantisi olduğu iddia ediliyor.

Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan 7 numaralı Erişilebilir Temiz Enerji, 8 numaralı İnsana Yakışır İş ve Büyüme, 13 numaralı İklim Eylemi ve 15 numaralı Karasal Yaşam maddelerine riayet etme iddiası var şirketin. Burada BM ile yürüyen güneş enerjisi sürecinin izlerinin 1979’da Kalkınma Programı kapsamında imzalanan ”Güneş Enerjisi Araştırma ve Geliştirme Merkezinin Kurulması” konulu anlaşmaya kadar uzandığını eklemek gerekir[1]. Bu anlaşmanın amacı, “Türkiye’nin geri kalmış bölgelerine ucuz, yerli, yenilenebilir enerji kaynakları tedariki” olarak belirtilmiştir. Burada ifade edilen coğrafyayla günümüzde ortaya çıkan tablo süreklilik gösterir.  Bu amacın yerine getirilmesinden oldukça uzakta oluşturması amaçlanan OSB ve lojistik depo/ hat cehennemine ve özelleştirme zincirinin enerji ayağına hizmet etmektedir.

Görsel 1: Güneş Enerjisi Araştırma ve Geliştirme Merkezinin Kurulmasına dair rapordan alıntı 1979[2]

Bu dönem aynı zamanda özelleştirmelerin başladığı döneme tekabül eder. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 1965’te kurulmuştur. Dünya Bankası’nın Yapısal Uyum Programları da bu döneme denk gelir. Burada MTA üzerinden başlayan süreç İTÜ, ODTÜ, Harran Üniversitesi gibi kurumlarda uygulama ve araştırma merkezleri kurulmasıyla ilerlemiştir. Bu gelişmelerin enerji ayağı için hukuki düzenlemelere bakabiliriz. 1984’te 3096 sayılı kanunla “Türkiye Elektrik Kurumu dışındaki özel hukuk hükümlerine tabi sermaye şirketleri statüsüne sahip yerli ve yabancı şirketlerin elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticaretiyle görevlendirilmesi” düzenlenmiştir. Bunların hepsi çok daha kapsamlı ele alınması gereken konular olmakla birlikte kapitalizmin işleyiş mekanizmalarını anlamak ve sürdürülebilir enerji hikayesini bir bağlama ve tarihselliğe oturtmak açısından her biri önemli başlıklar. Bugün neredeyse tüm şirketlerin bir kolu enerji sektörüne uzanmaktadır. Eczacıbaşı’nın madenleri, Kalyon’un güneş enerjisi santralleri bu holdinglerin gözbebekleridir. Son döneme bakarsak her birinin mutlaka “sürdürülebilir enerji” işine girdiğini görürüz. Bu girişimin arkasındaki uluslararası sermaye ve ona hizmet eden kurumların etkisini de atlamamamız gerekir.  Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi ve bu sisteme dahil olmayan ülkeleri etkileyecek olan “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” geçiş sürecini 2025 sonu olarak belirliyor. Özellikle sanayide yeşil dönüşüm heyecanının arkasında bu türden uluslararası ticaret kaygıları da yatıyor.

Enerji sektöründe çok yoğun bir üretim kapasitesine sahip olan CW Enerji GES alanında da ciddi faaliyetler yürüten bir şirket. Hem çatı hem de arazi tipi GES imalatı ve kurulumu yapıyor. Uygulanan örnekler OSB ya da fabrikalara enerji sağlamak ya da RES’lere enerji desteği sağlamak işlevleriyle karşımıza çıkıyor. Ayrıca bu teknolojinin askeri alanda kullanımı üzerine yoğunlaşıyorlar. Genel olarak OSB, fabrika ve orduya enerji sağlamak konusundaki somut örnekleri bin türlü tanıtım videosuyla anlatan sermayenin sosyal medyalarında Kalyon’un göstermelik PR işlerinden olan konteyner kentte kurulan paneller hariç halkın doğrudan fayda sağladığı bir örnek yok. Tabii ki burada da halkın ne kadar faydalanabildiği belirsiz. Daha önce deprem bölgesinde kurulan konteyner kentlerin sermaye ile ilişkilerinin halkın lehine görünmediği konusundan bahsetmiştik.[3]

Kalyon’un bir başka göstermelik şovu “katılımcı” süreç belgesi olan bir raporla karşımıza çıkıyor. Burada sayılan paydaşların içerisinde köylüleri, muhtarları ve pek çok yerel aktörü görüyoruz.[4] Şunu unutmamak gerekir ki sermaye hiçbir zaman yerel aktörlerden kendisine taraf koparmadan var olamaz, dolayısıyla bu rapor bize hiçbir şey söylemiyor. “Yerel” ve “merkez” gibi ikilikler akıl bulandıran kelime oyunları, çünkü kapitalizm tarihi boyunca mutlaka yerellerde ayanları, sermayedarları ve hatta çaresizlik ile kuşatılmış halkı da kendisine bağlayarak yayılır. Resmî Gazete’de gördüğümüz acele kamulaştırma kimleri toprağından ediyor, bu katılımcılık listelerinde göremiyoruz. Raporda itinayla tarım arazisi ve mera alanlarında GES yapılmamasına dair hassasiyet vurgulansa da 2022’de Aydın ilinin Kuşadası ilçesine bağlı Kirazlı köyünde ve 2023 yazında Samsun ilinin Ladik ilçesine bağlı Tatlıcak köyünde gerçekleşen direnişleri düşününce bunu inandırıcı bulmak mümkün değil. Kirazlı köyündeki alanlar 3 Mart 2022 tarihli acele kamulaştırma kararıyla gasp ediliyor. Kirazlı’daki köylüler bu alanların verimli, kiraz ve incir yetiştirdikleri topraklar olduğunu söylüyor. Samsun örneğinde bir başka kritik konu var, gaspın arkasında bir acele kamulaştırma kararı yok. Burada köylüler köylerin mahallere geçişi ile köy tüzel kişiliği hakkı olan toprakların belediye tarafından alındığını ifade ediyorlar. Bu esnada pek çok mera alanının ellerinden alındığını anlatıyorlar. Buradan anlıyoruz ki şirketlerin halkın topraklarını gasp etmesinin tek aracı acele kamulaştırma değil; birçok farklı manevra ile halkın arazilerini ele geçiriyorlar. Belediyeler eliyle de kırsal alanların talanı dört koldan sürüyor. Peki, bu esnada tanıtım filmlerinde anlatılan o 2 milyon insan, o 59 bin hane kim oluyor? Elektrik faturası ödeyemediği için elektrik kesintisi yüzünden makineye bağlı yaşayan çocukların öldüğü bir ülkede bütün bu rekor rakamlar nereye gidiyor? Kalyon “şeffaf” bir şekilde yürüttüğü süreçte herkese açık bir raporla “paydaşlar” diye yerelin görüşünü almış tiyatrosu oynarken direnenler kim? Onlar yereldeki ilişki ağlarının kuşatmasına da başkaldıranlar belli ki. Kalyon bu itirazlara cevaben olacak Karaman’da kurduğu GES santrali altında biten otların ve fotovoltaik panellerin gölgesinde otlayan koyunların videosunu sürüyor piyasaya.

Burada devrimci siyaset açısından en kritik sorun yeşil dönüşüm konusunun çevre hareketine ve oradan da tüm siyasete sirayet etme biçimi. BM IPCC (BM Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli) gibi düzen içi bile denemeyecek doğrudan düzenin aygıtı olan kurumların programlarında ortaya çıkan “iklim adaleti” ya da “adil dönüşüm” gibi kavramlar sendikaların, siyasetlerin savunduğu ve hatta propagandasını yaptığı kavramlar haline gelmekte. Burada kapitalizmin krizi değil de iklim krizi vurgusu ön plana çıktığında örneğin kömürden “yenilenebilir enerjiye” geçiş savunulur oluyor. Ancak bu propaganda metinlerinin hiçbirinde bu dönüşümün somut karşılığının ne olduğunu göremiyoruz. Örneğin güneş enerjisi panelleri ya da rüzgar enerjisi tribünlerinin nasıl üretildiği, bu üretim için çıkarılması gereken lityum, kobalt, grafit, nikel, bakır ve alüminyum gibi maddelerin nasıl çıkarıldığı gündem edilmiyor. Ekoloji hareketi ağırlıklı olarak “kömürsüz” dünya savunusu üstlenirken dünyada “yenilenebilir enerji” üretimi için dev bir piyasa açılmış durumda. Acele kamulaştırma kararları ile halkın toprağına el koyularak yapılan güneş enerjisi tarlaları ve fotovoltaik panelleri üretmek için dağı taşı kazmaya devam eden şirketler bizler için ne kadar adil bir dönüşüm sağlayabilir? Bir yandan da Avrupa Birliği’nin 2026 Net Sıfır hedefine ulaşmak amacıyla korkunç bir hızla gerçekleştirilmek istenen bu dönüşümün maliyeti emekçilere kesiliyor. Bu üretim nasıl gerçekleşiyor? İşçiler ne koşullarda çalışıyor? Bu sorulara dair bırakın bir gündemi, soruların kendisi bile ortada yok.

Bu dönüşümü, daha fazla ve daha hızlı panel üretmek zorunda kalan işçiler de daha çok elektrik faturası ya da vergi ödemek zorunda kalacak emekçiler de gün geçtikçe çok daha ağır hissedecektir. Bu esnada sermaye kendi enerji krizini çözmek ve dönüşen lojistik hatlarıyla üretim merkezleri döneminde yeni enerji coğrafyasını kurmakla ilgileniyor. Kapitalizm var olduğu sürece büyük şirketlerin kurduğu devasa güneş enerjisi tarlaları elektrik kesintisi yüzünden hayatını kaybeden astımlı bir çocuğun dermanı olmayacak. Çevre hareketinin sınıfsal muhtevasının eksikliği ve hatta neredeyse yokluğu “sayesinde” yeşil kapitalizm doğrudan sol siyaseti kendi propaganda aracına dönüştürmeyi başarmış görünüyor. Biz bu noktada düzenin önümüze saçtığı kavramlara temkinli bakmak yeni teknolojileri katı bir karşıtlıkla değil, ama tedbirli bir detaycılıkla araştırmak ve sermayenin cümlelerini kuran bir pozisyona düşmeden siyaset üretebilecek bilgiyi üretmeliyiz. Bunun için de enerji piyasasını adım adım takip etmek sermayenin her adımından haberdar olmak ve ne yapacaksak yeşil dönüşümün faturasını ödeyen ve ödemeye devam edecek olan işçi sınıfıyla yapmalıyız. Maden işçisi ile ağaçları için direnen işçiyi karşı karşıya getiren yeşil kapitalizm propagandası bize silikon, indiyum, bakır, galyum, selenyum gibi malzemelere maruz kalmanın işçi sağlığına etkilerini ya da bunların çıkarılması için dünyanın ne kadarının kazılacağını ve hatta kazılıyor olduğunu söylemiyor. Sürdürülebilir enerjinin arkasında sürdürülebilir sömürgecilik ve emek sömürüsü devam ediyor, güneş bedava değil. Her şeyin bir bedeli var, bedelini de işçi sınıfı ödüyor.


[1] https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/16647.pdf

[2]Güneş Enerjisi Araştırma ve Geliştirme Merkezinin Kurulması”: Türkiye her sene bol miktarda radyasyon alan bir ülkedir. Aynı zamanda şu anda kullanılan enerji kaynaklarının maliyeti hızla yükselmekte ve bunların kullanımı ile birlikte, çevre kirlenmesinde tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Bu sebeplerden ötürü güneş enerjisinden faydalanmayı amaçlayan konularda araştırmalar yapılması büyük ölçüde teşvik edilmektedir. Bunun yanında Türkiye’nin özellikle doğu Anadolu bölgesindeki kırsal alanlarında yaşayan dar gelirli nüfusun enerji ihtiyacını karşılamak için uygulanabilir metotlar geliştirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple ucuz, yerli ve konvansiyonel olmayan enerji kaynaklarına ağırlık verilmelidir. Güneş enerjisi de bunlardan ilk akla gelenidir. Gerekli yöntem ve cihazları geliştirmek için Türk Hükümeti, M. T. A. Enstitüsü içinde bir Güneş Enerjisi Araştırma Geliştirme Merkezi kurmayı kararlaştırmıştır. Şu anda mevcut bulunan mahalli olanaklar bu merkezin tesis edilmesi için harekete geçirilmiştir. Ancak gelişmiş teknolojiyi bir an önce çalışan personele ulaştırmak ve çok gerekli bazı cihazları sağlamak gerekmektedir. Bu da dış ülkelerden burslar sağlanması ve yabancı danışmanlar getirilmesi ile mümkün olacaktır. Bu sebepten Türk Hükümeti merkezin kurulmasında BMKP yardımını istemektedir. Proje faaliyetleri Mayıs 1977’de imzalanan bir ön protokol gereğince başlamış olup, bu anlaşma ile mukavelenin esas belirlenmektedir.

[3] https://umutsen.org/index.php/2023/02/deprem-sonrasi-yeniden-insa-ve-anadoludaki-kuresel-fabrika-burcu-arikan-ve-m-onur-kocer/

https://umutsen.org/index.php/2023/09/konteyner-kentler-guncel-kapitalizmin-mekansal-orgutlenmesi-ve-burokratik-araclari/

[4] Paydaşlar:

• Karapınar Kaymakamı, • Karapınar Belediye Başkanı, • Tarım ve Orman Müdürlüğü, • Emniyet Müdürlüğü, • Jandarma, • Ziraat Odası, • Ziraat Borsası, • Ticaret Odası, • Karayolları Bölge Şefliği, • Fatih Mahallesi Muhtarı, • Reşadiye Mahallesi Muhtarı, • Karapınar esnafı ve halkından farklı yaş ve cinsiyette yaklaşık 50 kişi, • Büyükkarakuyu, Küçükkarakuyu, Kirkitoğlu, Ekmekçi, Seyithacı yaylalarındaki 60 hane, • Proje çalışanları (Kalyon Güneş Enerjisi Üretim A.Ş., Kalyon İnşaat ve alt işveren çalışanları). • Proje alanına yakın yerleşim yerlerinin sakinleri, • Yerel, ilçe-il ve ulusal resmî devlet kurumları, • STK (yerel, ulusal ve uluslararası) ve meslek odaları, • Girişimciler ve yerel işletmelerin sahipleri, • Finansal kurumsal yatırımcılar, kredi verenler ve diğer yatırımcılar, • Gazete, televizyon ve radyo kanalları gibi yerel ve ulusal ölçekte medya organları ile sosyal ağlar ve internet medyası, • Üniversiteler, • Siyasi partiler ve belediyeler, • Proje çalışanları, yüklenicileri ve tedarikçileri.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler