spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriGüneş enerjisinin yarattığı güvencesiz emek coğrafyaları - Ryan Stock

Güneş enerjisinin yarattığı güvencesiz emek coğrafyaları – Ryan Stock

CO2 emisyonlarını 2030 yılına kadar 2010 seviyelerinin %45 altına indirmek ve 2050 civarında net sıfıra ulaşmak, yüzey sıcaklığını 1,5°C’ye sınırlamak için gereklidir (IPCC 2018). Güneş fotovoltaik (PV) teknolojileri, 2050 yılına kadar 4,9 gigaton karbondioksiti azaltabilir; bu, BM Paris Anlaşması hedeflerini karşılamak için gereken emisyon azaltımlarının kabaca %21’ine tekabül ediyor (IRENA 2019a). Bu hayati göreve talip olmak, temel yenilenebilir enerji altyapılarını mekâna tatbik etmek için, kısacık bir zaman diliminde muazzam düzeyde bir insan enerjisine ihtiyaç duyulacağı anlamına geliyor (Jacobsen ve Delucchi 2011; Sovacool 2016). Küresel enerji repertuarında yenilenebilir enerji geçişleri hâlihazırda devam ediyor. Güneş enerjisi ekonomik bir patlama yaşıyor ve şu anda hızlı bir yabancı yatırım ve finansallaşma süreci yaşanıyor (Kennedy 2018; bkz. Bracking 2019). 2010’dan 2019’a kadar güneş enerjisi kapasitesine yapılan yatırımlar 1,3 trilyon doları buldu (UNEP 2019). 2050 yılına kadar emisyon azaltma hedeflerine ulaşmak için yenilenebilir enerjiye yapılacak yatırımların 120 trilyon dolara çıkması gerekecek (IRENA 2018). Geleneksel enerji üretiminden güneş enerjisine geçiş, şu anda bölgesel politik ekonomileri ve işgücü dokusunu dönüştürüyor (Kennedy 2018; Siamanta 2018; ayrıca bkz. Partridge 2020). Güneş enerjisinin gerçek anlamda küreselleşmiş meta zinciri, kıtalara yayılan birbirine bağlı işgücü gereksinimleri ile sermaye yoğun süreçler ve altyapılardan oluşuyor (Mulvaney 2019). Güneş enerjisi sektöründe çalışan emekçiler iş tanımına giren görevlerle ürettiği artık değere dayalı olarak, farklı kurumsal koşullara diyalektik olarak eklemlenirler. Güneş enerjisi sektörünün küreselleşmiş işgücü, küresel karbonsuzlaştırmanın vazgeçilmez bir unsurudur. Ancak bu, yenilenebilir enerji geçişlerini inceleyen akademisyenler tarafından emek gücünün sınıf politikasına ilişkin yeni bir anlayış geliştirmenin hilafına ihmal edilen bir araştırma alanı olmaya devam ediyor.

Güneş enerjisi endüstrisiyle ilgili iş fırsatları her zaman adil değildir ve işçiler için ekonomik ilerlemeye yol açmaz. Küresel Güney’deki güneş enerjisi sektörünün gelişimi, sosyal eşitsizlikleri (yeniden) üretip ve yerel muhalefetle karşılandı (Batel ve Devine-Wright 2017; Phadke 2011) ve diğer küresel ölçekli büyük enerji altyapılarında da karşımıza çıktığı gibi, kırsalda dışlanmış nüfuslar üzerinde orantısız bir olumsuz etki yarattı (Cantoni ve Rignall 2019; Rignall 2016; Yenneti ve diğerleri 2016). Bu nüfusun yaşadığı sosyopolitik sürtüşmeler, eski geçim kaynaklarından koparılmak ve kendilerini güneş enerjisi ekonomisinin yeni işgücü içinde konumlandırmak şeklinde gerçekleşiyor. Güneş enerjisi sektörünün 2018’de 3,6 milyon olan istihdamının 2050’ye kadar 18 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor (IRENA 2019a). Güneş enerjisi emekçileri, dünyayı kirleten enerji sistemlerini dönüştüren “gezegeni kurtarma” becerileri nedeniyle normatif olarak değer görürken, sektördeki firmalar ve devlet kurumları tarafından maddi olarak hak ettiklerinden mahrum bırakılıyorlar. Küresel değer zincirinde giderek daha ucuz işgücü maliyetleri sağlayan aşağı doğru bir uyumlaştırma baskısına maruz kalan bu heterojen işgücü, bir sosyal yeniden üretim kriziyle karşı karşıya. Bu, özellikle güneş enerjisi sermayesinin yeniden üretimi için gerekli olan tehlikeli görevleri yerine getiren kayıt dışı işçiler için geçerli. Yine de birleşik siyasi mücadeleler yoluyla, bu heterojen ve güvencesiz işgücü -güneş enerjisi praeclariat sınıfı haline gelerek- bir sınıf bilinci geliştirebilir ve bu da güneş enerjisinin ekonomi politiği içindeki sömürücü üretim ilişkilerini değiştirme olanağı sağlacaktır.

Marx’ın emek değer teorisine dayanan ve tarihsel materyalist yaklaşımı benimseyen bu çalışma, güneş enerjisinin değer yaratma süreçlerini ve emek coğrafyalarını analiz etmek için diyalektik bir yöntem kullanmaktadır (bkz. Brincat ve Gerber 2015; Gidwani ve Maringanti 2016). Küresel güneş enerjisi sektörünün gizli figürlerini aydınlatmak ve onları yenilenebilir enerji geçişlerinin ekonomi politiğinin sınırlarına yerleştirmek için politik ekoloji ve enerji coğrafyası literatürüne başvuruluyor. Bir sonraki bölümde, güneş enerjisinin yarattığı heterojen emek coğrafyalarına bakılacak.

Güneş Enerjisinin Emek Coğrafyaları

Burjuvalar arasında artan rekabet ve bunun sonucunda ortaya çıkan ticari krizler, işçilerin ücretlerini daha da dalgalı hale getirir. Makinelerin hızlı gelişimi, işçilerin geçimlerini daha güvencesiz hale getirir; tek tek işçilerle tek tek burjuvalar arasındaki çarpışmalar giderek iki sınıf arasındaki çarpışmalar niteliğini alır (Marx ve Engels 2012: 81).

Güneş enerjisinin küresel ölçekte yaygınlaşması için gereken işgücü, büyük ölçüde ekonomik merdivende zayıf bir şekilde konumlanmış ve genellikle sosyal olarak dışlanmış bireylerden oluşuyor. Küreselleşmiş meta zinciri boyunca (yukarıdan aşağıya), güneş enerjisini tesis eden emek heterojendir; işgücü farklı pozisyonlara ve farklı vasıflara sahiptir ve çalıştığı iş koşulları da aynı şekilde çeşitlidir ve belirli çalışma düzenlemelerine ve ortamlarına bağlıdır. Bazı güneş enerjisi emekçileri, finansal, yaratıcı ve yönetimsel becerileri aracılığıyla sürdürülebilir bir enerji devrimini başlatan, normatif olarak “akıllı” bir işgücü olarak gösterilen “yeşil” ekonominin beyaz yakalı çalışan rahatlığından yararlanır. Diğer emekçiler ise “yeşil” ekonominin hayati önem taşıyan mavi yakalı işlerini, yani güneş panellerinin imalatını, kurulumunu ve onarımını gerçekleştirir (Şekil 1). Her zaman karşıt olmasa da, güneş enerjisi emeğinin bu iki kategorisi, güneş enerjisi sektörünün değer zincirinde farklı konumlarda yer alır. Bu yazıda, güneş enerjisi sektöründe çalışmanın üçüncü bir çeşidi, yani kolayca gözden çıkarılabilen ve görünmeyen, tehlikeli çalışma koşullarında çalışan ve çevresel adaletsizliklere maruz kalan işçilerin ekonomik merdivendeki yerlerinin, tamamen yok olmasa bile güvencesiz olduğu bir çeşidi incelenecek.

Güneş enerjisinin mavi yakalı işgücünün çalışma coğrafyaları da oldukça heterojendir. Amerika Birleşik Devletleri’nde güneş enerjisi tesisatçıları, aldıkları yıllık ortalama 44.890 dolar ücretle “orta sınıf” ekonomik grupta konumlandırılıyor. Bu mesleğin 2028 yılına kadar “ortalamadan daha hızlı” bir büyüme yaşayacağı öngörülüyor (Bureau of Labor Statistics 2020). ABD’de bu sektörde sendika temsili çeşitlilik gösterse de (LIUNA 2020), son zamanlarda özel sektörde sendikalaşmaya karşı olan düşmanlık, temsilde bir düşüşe işaret ediyor (bkz. Gurley 2019). İşçiler “yaralanma ve ölüme neden olabilecek ark parlaması (ark parlaması yanığı ve patlama tehlikesi), elektrik çarpması, düşme ve termal yanık tehlikelerine” maruz kalabileceğinden, güneş panelleri kurma işi hafif derecede tehlikeli olarak sınıflandırılıyor (OSHA 2020). Ancak bu işlerin çoğu, resmi iş sözleşmeleri ve iş güvenliğini düzenleyen yasalara tabi olan güneş enerjisi şirketleri aracılığıyla yapılıyor (OSHA 2020). Yine de erkek egemen bu alandaki çeşitlilik eksikliği, bu meslek için güvenlik endişelerinden daha büyük bir tehdit olarak ele alınabilir. Güneş enerjisinin mavi yakalı emeği büyük bir cinsiyet dengesizliğinden mustarip (Pearl-Martinez ve Stephens 2016). ABD’nin toplam güneş enerjisi işgücünün %26,9’unu oluşturan kadınlar, güneş enerjisi tesisatçılarının yalnızca %24,7’sini oluşturuyor. (IRENA 2019b). Stock ve Birkenholtz (2019:14), Hindistan’daki güneş enerjisi mühendislerinin, çalışma ortamlarını “bekar mekânı” olarak tanımladıklarını aktarıyor.

Güneş panelleri üreten işgücü rutin olarak toksin maddelere maruz kalır (Mulvaney 2014b). İnce film fotovoltaikler genellikle kadmiyum tellür (CdTe) gibi kadmiyum bileşiklerini içerir. Elemental kadmiyum oldukça toksiktir ve bilinen bir akciğer kanserojenidir, ancak daha az çözünen CdTe’nin toksikolojisi belirsizliğini korumaktadır (Fthenakis ve Zweibel 2003). Amerika Birleşik Devletleri’nde kadmiyuma maruz kalan işçiler için izin verilen sınır, metreküp hava başına beş mikrogramdır (OSHA 2004). Ancak ince film güneş enerjisi paneli üretimi sırasında kadmiyum kirliliğine akut olarak maruz kalan işçilerde bile böbrek, akciğer veya kemik rahatsızlıkları gelişebilir (Mulvaney 2019). Kristalin silikon paneller üzerinde çalışan işçiler genellikle kadmiyuma maruz kalmazlar, ancak bu üretim süreci güneş panellerinin yaşam döngüsü boyunca daha fazla emisyon üretebilir (Fthenakis ve ark. 2008). Güneş panelleri için kadmiyum kullanımı, çinko, kurşun ve bakır madenciliği ve eritilmesinden kaynaklanan bir atık ürün olduğu için güneş enerjisi şirketleri tarafından bir geri dönüşüm biçimi olarak çerçevelenmektedir (Mulvaney 2014a). İnce film paneller artık işlevsel olmadığında, güneş panelleri e-atık olarak çöplüklere atılır. Atık ürünlerden (kadmiyum) üretilen temiz teknolojiler (güneş enerjisi panelleri), düzenleyici limitlerin çok üzerinde, yüksek bir sızıntı potansiyeline sahiptir ve çevresel kirlenme riski oluştururlar (Ramos-Ruiz ve ark. 2017).  Ayrıca, Çin’deki üretim tesislerinin yakınında karasal ve deniz ekosistemlerine zarar veren güneş paneli üretimiyle bağlantılı çok sayıda toksin madde örneği (örneğin silikon tetrakolid, hidroklorik asit) tespit edilmiştir (Mulvaney 2013; ayrıca bkz. Hong ve ark. 2016). Tehlikeli olmasına rağmen güneş paneli üretim işi büyük ölçüde sabit ücret, istikrarlı istihdam ve bir nebze işyeri koruması vaad edilen mavi yakalı işgücü tarafından yapılıyor (Bureau of Labor Statistics 2020). Güneş enerjisi tesisatçıları, imalatçıları, teknisyenleri ve mühendislerinin işi, küresel yenilenebilir enerji geçişleri için oldukça değerli kabul edilir. Bununla birlikte, güneş enerjisi sermayesini yeniden üretmek için gereken tehlikeli ancak gerekli görevleri yerine getiren, gözlerden uzak bir güneş enerjisi emeği alt tabakası mevcuttur. Sonraki bölümde, güneş enerjisi madenciliğinin, üretiminin ve bertarafının güvencesiz emek coğrafyaları incelenecek.

Güneş Enerjisinin Diyalektiği: Değer ve Atık

Güneş enerjisi sistemlerinin tesisi, kapitalizmin iç çelişkilerinden kaynaklanan iklim krizini hafifleten altyapılar olarak kültürel ve etik değer üretir -diğer taraftan bu üretim tarzı, durmaksızın artı değer peşinde koşarken doğayı metabolize ederek kendi üretim koşullarının altını oyar (Moore 2015; O’Connor 1998). Yine de güneş enerjisinin ekonomik değeri, kapitalizmin ikiz çelişkilerinin (yani emeğin sömürülmesi ve ekolojik bozulma) her ikisinden de kaynaklanır. Güneş panelleri, normatif bir sürdürülebilirlik kalkanı altında doğa ve emek sömürüsünü gizlice devam ettirerek ekolojik ve ekonomik krizlerin etrafından dolaşmayı kolaylaştırabilen, coğrafi olarak sabit altyapılardır (bkz. Ekers ve Prudham 2015; McCarthy 2015).

Güneş enerjisinde değer, aynı zamanda atık-olmayan şeylerle de yaratılır (örneğin, yandığında sera gazı üreten fosil yakıtlardan elde edilen enerji). Değer gibi atık da emek süreçleri aracılığıyla gerçekleşir. Esasen, “…atık, kapitalist değerin kaynağı ve kurucu unsurudur” (Gidwani ve Maringanti 2016:130). Değerin ve atığın, bir enerji sermayesi biçimi olan güneş fotovoltaik panelleri yoluyla dolaşımı, farklı emek ve doğa biçimleri (Huber 2017), yani piyasa değişimi için metalaştırılan hayali metalar (Polanyi 2001) arasında değiş tokuş edilebilirliğin sağlanmasına dayanan bir doğa-toplum ilişkisidir. Emeğin ve doğanın değiş tokuş edilebilirliğini dile getirmek, insan ve insan olmayan doğaların mülksüzleştirilmesi ve bozulması yoluyla sermaye birikimini kolaylaştıran şedit bir soyutlama sürecidir (Prudham 2013). Maddenin enerji altyapıları aracılığıyla dönüştürülmesiyle biriken artı değer, insan yaşamının emek aracılığıyla farklı şekilde değerlendirilmesine dayanır ve emeğin niteliğine ve koşullarına bağlı olarak diyalektik olarak “değer” veya “atık” olarak ifade edilir (bkz. Gidwani ve Maringanti 2016; Gidwani ve Reddy 2011).  Lennon’a göre (2017:24), “…yakıtlar aracılığıyla maddede değişiklik yaratma konusundaki benzersiz insan yeteneği, hayatta kalma ve geçim gibi belirli konulara değer ve önem atfeden sosyo-kültürel sistemlerin tüm altyapılarını da yaratır”. Bu açıdan bakıldığında enerji üretimi, emeğin değerlendirilmesi yoluyla sosyal farklılıklar yaratır.

Enerji coğrafyalarını incelemeye yönelik değer-teorik yaklaşımlar, değerin enerji altyapılarıyla (örneğin güneş enerjisi) bağlantılı küresel meta zincirleri boyunca nasıl aktığını inceler (Huber 2018). Bu bölümde, güneş enerjisinin küresel değer zincirinde değersizleştirilen emekçilerin geçim ve hayatta kalma stratejilerini resmederek “diğer bedenler ve ekolojiler pahasına değer elde eden güçlü aktörlerin” (Huber 2018:154) etkilerini ortaya koymayı hedefliyorum. Gidwani ve Maringanti’nin (2016:115) güneş enerjisinin atık-değer diyalektiğinin “atığını” oluşturan paha biçilmez emekçileri; Güneş enerjisi endüstrisinin değerli ancak istikrarsız madencilik, üretim ve bertaraf düğümlerinde “bir kenara atılan ve göz ardı edilen insanlar ve yerleri (ve aslında şeyler) ortaya çıkarma konusundaki öncülüğünü takip ediyorum.

Atık-Değerin Doğumu: Güneş Enerjisi için Madencilik

Güneş enerjisinin geliştirilmesi, küresel olarak tedarik edilen çok çeşitli minerallerin, metallerin ve malzeme bileşenlerinin çıkarılmasında önemli işgücü talepleri gerektirir. Güneş panellerini oluşturan silikon, genellikle yüksek sıcaklıklarda bir ark fırınında pişirilen kuvars veya kuvars bakımından zengin kum ile başlar (Mulvaney 2014b). Kuvars, bitişik altyapıları ve ekosistemleri tehlikeye atabilecek bir süreç olan büyük açık ocak madenlerinde topraktan çıkarılır (Kuzu ve Ergin 2005). Çin, Norveç ve Rusya’nın da önemli rezervleri ve üretim kapasiteleri olmasına rağmen (USGS 2020), güneş panelleri için kuvars ve silika büyük ölçüde ABD’nin Appalachian bölgesinden temin ediliyor. Unimin/Sibelco, Quartz Corp gibi birkaç şirket küresel tedarik zincirine hakimdir. Kuvars ocaklarında yapılan madencilik önemli miktarda silika tozu üretir. Çalışmalar, silika tozuna sürekli maruz kalmanın, iltihaplanma ve yara izi ile karakterize bir akciğer hastalığı olan silikozise yol açtığını gösteriyor (Buchanan ve ark. 2003; Mulvaney 2014b). Kuvars aynı zamanda bilinen bir insan kanserojenidir ve silika tozuna tekrar tekrar maruz kalmak da belirli akciğer kanseri türlerine yol açabilir (Borm ve Tran 2002).

Bakır, güneş enerjisi üretmek için gereken kablolar, invertörler ve transformatörlerde hayati bir bileşendir. Küresel Güney’deki bakır madenleri, özellikle tarihsel olarak ötekileştirilmiş nüfuslar için birçok çevresel adaletsizliğin kaynağıdır (Martinez-Alier 2001). Rudel (2018), Ekvador’daki yerli topraklarını bakır madenciliği için gasp eden ve onları su kaynaklı çevresel kirlenmeye maruz bırakan küresel “çıkarma zorunluluğu” hakkında belgeler sunmuştur. Kuvars madencileri gibi bakır madencileri de silika tozuna maruz kalmaları nedeniyle solunum yolu rahatsızlıklarına yakalanma riski altındadır (Ngosa ve Naidoo 2016). Küçük ölçekli bakır madenlerinde çalışmak, genellikle yoksul ve eğitimsiz yerel işgücü tarafından gerçekleştirilen emek yoğun ve tehlikeli bir iştir (Sovacool vd. 2020). Küçük ölçekli bakır madencileri genellikle uygun ekipmana, resmi iş sözleşmelerine ya da kendilerine güvenli bir çalışma ortamı veya iş kazası geçirdiğinde sağlık hizmeti sağlayacak bir işçi sendikası temsilciliğine sahip değildir.

Doğrudan güneş panellerinde kullanılmasa da kobalt, güneş panelleri tarafından üretilen enerjiyi depolamak için kullanılan lityum-iyon pillerin katotlarında kullanılan kritik bir bileşendir. Küresel Güney’de kobalt madenciliği genellikle resmi olmayan işgücü düzenlemeleri yoluyla yoksul ve savunmasız nüfusa yaptırılıyor. Kobalt işçiliği yapan madenciler kaya düşmeleri, heyelanlar, kimyasal zehirlenme ve toza maruz kalma nedeniyle yaralanma riskleri de dahil olmak üzere, son derece tehlikeli işyeri koşullarında çalışıyorlar (Sovacool 2019a). Araştırmalar ayrıca kobalta sürekli maruziyetin madenciler ve madenlere komşu toplulukların sakinleri için önemli bir sağlık tehdidi oluşturduğunu da gösteriyor (Banza Lubaba Nkulu ve diğerleri 2009, 2018). Kobalt madenciliğinin emek coğrafyaları aynı zamanda cinsiyete dayalı eşitsizlik, ötekileştirme ve cinsel şiddet kalıplarını da yeniden üretiyor (Cuvelier 2017; Rustad ve ark. 2016). Örneğin Sovacool vd (2020), Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde, kadınları resmi olarak kobalt madencisi olarak çalışmaktan mahrum bırakan ataerkil kültürel normları ve yasal çerçeveleri detaylıca anlatır. Diğer taraftan kadınlar kobalt madenlerinde çalışmanın bir yolunu bulsa da, bunu daha büyük tehlikelerle ve sömürüyle yapmak zorundalar (Sovacool ve ark. 2020). Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin bakır ve kobalt madenciliği endüstrileri, maden çıkarma ve ayıklamayla ilgili tehlikeli işleri yerine getirmek için büyük ölçüde çocuk emeğini sömürüyor (Sovacool 2019a).

Atık-Yaşam Değeri: Güneş Enerjisi ile Üretim

İklim değişikliğini hafifletmek için devasa güneş enerjisi altyapıları kurmaya yönelik küresel telaş, hem mekânsal olarak geniş alanlar talep eder hem de sermaye yoğundur. Jacobsen ve Delucchi (2011), küresel yenilenebilir enerjiye geçişin bir parçası olarak 40.000 güneş enerjisi santraline ihtiyaç duyulacağını ve bu santrallerin küresel toprakların yaklaşık %1,16’sını kaplayacağını tahmin ediyorlar. Büyük ölçekli güneş enerjisi projelerinin kurulumu, emek coğrafyalarını yeniden yapılandırmakla kalmıyor bu süreçte yeni sosyopolitik sürtüşmeler de üretiyor (Rignall 2016; Yenneti ve Day 2016). Hindistan hükümeti, Ulusal Güneş Misyonu (MNRE 2012) aracılığıyla büyük ölçekli, şebekeye bağlı güneş enerjisi altyapılarını hızla geliştirmektedir. Hindistan Güneş Enerjisi Kurumu (SECI), Yeni ve Yenilenebilir Enerji Bakanlığı (MNRE) altında faaliyet gösteren ve güneş enerjisi altyapılarının uygulanmasıyla görevli bir kamu kuruluşudur. MNRE’nin güneş parkı geliştirme yönergelerine göre, eyalet hükümetleri, istimlak sürecini hızlandırmak için “devlete ait âtıl/tarım dışı arazilere öncelik vermelidir. Gerekli arazinin çoğunun devlete ait olması ve çok az özel arazinin edinilmesi tercih edilecektir” denmektedir (MNRE 2015: 20). MNRE’nin “âtıl alan” olarak adlandırılan arazileri işaret etmesine rağmen, geliştiriciler genellikle güneş parkları için bitişikteki özel arazilerin büyük bir bölümünü ya satın alıyor veya bunlara el koyuyor. Hindistan’da bu şekilde arazilerine herhangi bir bedel ödenmeden el konulan çok sayıda çiftçi vakası bulunuyor (Stock ve Birkenholtz 2019; Yenneti vd. 2016). Marjinal kamu arazilerinin güneş enerjisi santralleri için çitlenmesi, gıda ürünleri yetiştirmek, hayvan otlatmak ve yakacak odun toplamak için el konulan alanlara bel bağlayan, yerel kaynaklara bağımlı nüfusun alt kast ve yoksul köylüleri üzerinde orantısız bir şekilde olumsuz etki yarattığı görülüyor. Stock ve Birkenholtz (2020), Gujarat Güneş Parkı için kamu arazilerinin çitlenmesinin kadınların yakacak odun toplama alanlarına erişimini nasıl engellediğini ve onları bu kaynağı temin etmek için daha uzak mesafelere gitmeye zorladığını, bunun da alt sınıf ve alt kast kadınları orantısız bir şekilde etkilediğini göstermiştir. Sonuç olarak, bu bölgedeki güneş enerjisi geliştirme girişimi, kaynaklara erişimin katmanlaşması yoluyla toplumsal cinsiyet ve kast temelli sosyal gücü yeniden üretmiş (ayrıca bkz. Buechler vd. 2020) ve böylece belirli haneler için bir sosyal yeniden üretim krizi yaratmıştır.

“Âtıl” alanların “temiz” enerji üretimine uygun hale getirilmesi, birçoğu devletin resmi sınıflandırmasına göre “Diğer Geri Kalmış Kastlar” veya “Programlanmış Kastlar (Dalitler)” olarak tarif edilen alt kasttan yerel küçük çiftçi/köylü nüfusunun söylemsel düzeyde ırk ayrımcılığına maruz kalmaları şeklinde okunmaktadır. Yetkisi altında güneş enerjisi parklarını tesis eden farklı yönetim ölçeğindeki kurumlar “modern” bir güneş enerjisi ekonomisinin sunabileceği istihdam fırsatlarından yararlanabilecek “geleneksel” tarımsal geçim kaynaklarına sahip olan yerel nüfusu küçümseyici bir söylem geliştirmiştir. “Âtıl arazi” olarak adlandırılan bu alanlar çoğunlukla dışlanmış kast gruplarına mensup küçük toprak sahibi köylüler tarafından işgal edildiğinden, ilkel birikimi meşrulaştırmak için “geri kalmış” ve “ilkel” olarak ırksallaştırılarak toprağın aciz bekçileri oldukları ima ediliyor (Stock 2020; ayrıca bkz. Baka 2013). Özel arazi çitlemeleri yerel köylüleri üretim araçlarından uzaklaştırıyor. Ancak yeni güneş enerjisi ekonomisi, mülksüzleştirilmiş köylülere, güneş enerjisi panellerinin kurulumundan önce araziyi hazırlayan bir avuç geçici, kayıt dışı ve güvencesiz istihdamın ötesinde alternatif bir istihdam sağlamıyor (Stock 2021; Stock ve Birkenholtz 2019). Esasen, onların emeği, güneş enerjisi üretimi yoluyla sermayenin yeniden üretiminde fazlalık olarak ele alıyor ve bu da onları bir “artık nüfus” haline getiriyor (bkz. Li 2010). Topraksız köylüler yeni güneş enerjisi ekonomisinde ücretli emek işine çekilmediği sürece bu emekçilerin proleterleşmesi kesintiye uğruyor (Stock ve Birkenholtz 2019).

Köylü işgücünün yok edilmesi ve gereksizleştirilmesi, bir zamanlar “âtıl hale getirilen” toprakların yatırıma dönüştürülebilmesi, enerji ve emek coğrafyalarının yeniden yapılandırılabilmesi için gerekli bir söküp atma işlemine dönüşüyor. Gidwani (2015:591) bu hususta öngörülü bir kavrayış sunuyor:

“Hindistan’ın enformel atık ekonomileri, toplumun artıklarının heterojen biçimlerine ve zamansallıklarına ve bunların kapitalist yeniden üretim için oluşturduğu tehlikeye dikkat çekmektedir.”

Âtıl arazileri değerli topraklara dönüştürme işi, nihayetinde tek kullanımlık bir işgücüne, “topraklarını atıl tutan” görünürde “geri kalmış” köylülere bağlıdır. Güneş parkı geliştiricileri tarafından toprakları ve geçim kaynakları ellerinden alınan köylülerin bu âtıl arazileri santral kurmak için hazırlama “boş işleri”, değerli ve “temiz” güneş enerjisi ekonomi politiğinin yerli olmayan mühendisleri, teknisyenleri ve yöneticileri tarafından kendi “mesleki olarak yerinden edilme”lerine yol açıyor. Güneş enerjisinin artı değerini maksimize etmek için, güneş parkı geliştiricileri “artık” köylü nüfusu tamamen proleterleştirmeyecektir; şu hâlde boşa harcanan potansiyelleri değerli, emekleri tek kullanımlık ve güvencesiz kalmalıdır.

Ahiretin Atık Değeri: Güneş Enerjisinin Bertarafı

Güneş panellerinin yaklaşık 25-30 yıllık bir ömrü vardır (Mow 2018) ve bu sürenin sonunda bertaraf edilmeleri gerekir. 2050 yılına kadar dünya genelinde yılda 5,5-6 milyon ton güneş enerjisi atığı oluşacağı tahmin ediliyor (IRENA 2016). Domínguez ve Geyer (2017), 2045 yılına kadar sadece Meksika’da 690.907 metrik ton güneş enerjisi atığı olacağını tahmin ediyorlar. Uygun şekilde geri dönüştürüldüğü takdirde, güneş enerjisi atıkları ekonomik açıdan değerli bir emtiadır (Cucchiella vd. 2015; Oteng-Ababio vd. 2016). Düşük verimli modüllerin geri dönüşümü enerji tasarrufu bile sağlayabilir (Goe ve Gaustad 2014).

Güneş panelleri, insan sağlığı için potansiyel olarak tehlikeli olan çok sayıda bileşen ve madde içeriyor (Domínguez ve Geyer 2017), ancak buna rağmen kullanım ömrünü tamamlamış atıkların yönetimi konusunda önemli düzenlemelerin eksikliği ve tutarsız uygulama pratikleri devam ediyor (Pickren 2014). Güneş enerjisi atıkları, diğer e-atıkların çoğunun atık akışını takip eden, yani küresel Güney’de depolanan veya çöpe atılan bir elektrikli ve elektronik ekipman atığı (e-atık) türüdür (Cross ve Murray 2018).

Agbogbloshie, dünyanın en büyük e-atık çöplüklerinden biridir ve Gana’daki bu alan, genellikle hurdalıkların içinde yaşayan yoksul ve sosyal açıdan savunmasız nüfustan oluşan işgücü açısından kârlı ancak gayri resmi bir endüstridir (Amuzu 2018; Sovacool ve ark. 2020). İşçiler, şehrin resmileştirilmiş belediye katı atık yönetim sisteminin periferisinde elektronik eşyaları toplamakta, ayırmakta ve sökmektedir (Reddy 2015). Koruyucu ekipman, teçhizat ya da sendikal haklardan yoksun yerel kayıt dışı işgücü tarafından icra edilen ve atık yığınını parçalama, kesme, soyma, eritme ve yakma işlemlerini içeren e-atık sökme işi oldukça tehlikelidir. E-atık işçileri ciddi solunum yolu hastalıklarına, tekrarlayan stres yaralanmalarına, kazalara ve kimyasallara maruz kalmaya karşı oldukça hassastır (Sovacool 2019b).

Yukarıda bahsedilen iş düzenlemeleri, kayıt dışılıkları, esneklikleri, güvencesizlikleri ve nihayetinde gözden çıkarılabilirlikleri ile tanımlanan güvencesiz istihdam biçimlerini oluşturuyor. Yeşil işler olsa da bunlar pek temiz işler değildir (Mulvaney 2014a). Son yıllarda, bu güvencesiz ve kayıt dışı işlerin güvenliği, resmileştirilmiş kurumsal geri dönüşüm programlarının akınıyla tehdit ediliyor (Reddy 2015). Corwin (2019), e-atıkların ekonomik değerinin, işçi kategorilerine ve çalıştıkları coğrafyalara dayanan söylemsel oluşumlara bağlı olduğunu savunur: küresel Kuzey’deki kayıtlı emek piyasalarıyla ilişkilendirildiğinde değerli “yeşil” kaynak, küresel Güney’deki kayıt dışı emekle ilişkilendirildiğinde değersizleştirilmiş tehlikeli atık halini alır. Atık-değer diyalektiği, küresel enerji ve atık akışları üzerinde kültürel hegemonya kuran burjuva sınıfı tarafından emek-gücüne değer verilen bedenler üzerine söylemsel olarak yazılmıştır: değerli nesne ya da iğrenç atık (Reddy 2015).

Çeviren: Ramazan Oruç

Düzenleyen: Oya Gürsoy

Özgün metin: https://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/anti.12698

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler