spot_img
spot_img
Ana SayfaEkolojiAkbelen’in mücadelesi ve yalnızlığı

Akbelen’in mücadelesi ve yalnızlığı

Umut Kocagöz

Akbelen direnişi sürüyor.Bu yazıAkbelen Ormanı kesilmeden önce, kesimi durdurabilmek için direnişçiler olarak yaptığımız çalışmaları, Umut-Sen Ekoloji Kolektifi üyelerinin sahadaki gözlem ve tecrübeleriyle harmanlamak ve eksikleri, hataları geleceğe aktarmak için yazılmaya başlandı. Ancak 24 Temmuz 2023 tarihinde kesim ekiplerinin gelmesiyle birlikte pek çok şey değişti. Çamlar kesilmiş olsa da İkizköy’de mücadele sürüyor; başka yerlerde de sürecek. Bu yazının bu mücadeleler içerisinde sorumluluk alacak dostlarımıza bir hatırlatma, direniş pratiklerimize katkı olmasını temenni ediyoruz.

-1-

İkizköy Çevre Komitesi tarafından örgütlenen ve Akbelen Ormanlarının kesilmesine karşı hukuki, fiilî, meşru pozisyon alan direniş, 2023 yılının başında 500. gününü devirmişti. Hukuki olarak ciddi yenilgiler alınmış, orman kesiminin önündeki “yürütmeyi durdurma kararı” kaldırılmıştı. Bu esnada direniş tüm Türkiye’deki ekolojist camianın ilgisine mahzar olmuş, uluslararası kamuoyundan da ilgi görmüştü. Nöbet alanında sayısız etkinlik düzenlenmiş ve bu etkinliklere farklı kesimlerden insanlar ve gruplar katılmıştı. Akbelen direnişinin kamuoyuna bu ölçekte ulaşabilmesinde etkili olan faktörler arasında sosyal medyayı iyi kullanan ekoloji aktivistleriyle kurulan bağın da rolü vardı. Çevreci/ekolojist kurumlar, STK’lar, örgütler, siyasi partilerin çevre kolları bu hâli beslemişlerdi ve direnişin bu “ekolojist/çevreci” yönünü pekiştiren bir hatta katkılarını sürdürüyorlardı.

İkizköy’deki direnişçiler uluslararası kamuoyuna ulaşmakta başarılı olurken direnişin civar köylerde ve maden projesinin önümüzdeki dönemde etkileyeceği Milas’ta benzer bir karşılık bulmadığını gözlemledik. Bunun pek çok gerekçesi olabilirdi; her halükarda, direnişin karşı karşıya kaldığı mevcut durum buna müdahale edilmesini zorunlu ve acil kılıyordu çünkü kesim için her an gelebilirlerdi ve kesimi engellemek birinci öncelikti. Yani başta İkizköylülerin, civar köylülerin ve Milaslıların Akbelen’e daha güçlü bir şekilde sahip çıkması gerekiyordu.

4 Haziran 2023 tarihinde Akbelen’de düzenlenen bir forum için civar bölgelerden gelen çevreciler, köylülere hangi enerjinin madene karşı alternatif olabileceğini anlatıyor; güneş mi rüzgâr mı daha iyi sorusunu, termik santral kapatıldığında ve madenler son bulduğunda bölgenin rehabilite edilmesi için hangi enerji kaynağının (özellikle güneşten ve GES’lerden bahsediyorlardı) daha iyi olabileceği konusunu gündeme getiriyorlardı. Velhasıl çevreci grupların asli gündemi, olası bir kesim girişiminden çok, yasal olarak çoktan mühürlenmesi gereken termik santrallerin yerine hangi enerji kaynağının ne türden bir geçişle hayata geçirileceği (mesela ‘adil geçiş’ ile maden ve termik santral işçileri de başka türlü istihdam edilebilirdi), bunun iklim değişikliği bağlamında ne türden bir anlamı olduğu tartışmasıydı. Üstelik bu tartışma “Akbelen Ormanı Mücadelesi” gibi son derece hayati bir başlık altında yapılan bir forumda gerçekleşiyordu ve farklı tipte pek çok oluşum böylesi bir tartışmadan pek de rahatsız görünmüyordu.

Esasında Akbelen direnişi bir yandan fazlasıyla kalabalıktı: Farklı türde ve ölçekte, farklı yöntemlerle hareket eden gruplar köylülerle bir şekilde temas kurmuş, nöbet alanıyla ilişki ve bağ kurmuş, buraya bir şey katmış, burada bir yer kazanmışlardı. Elbette bu grupların Akbelen direnişine dair tahayyül ve ufukları da çeşitliydi. Direnişi bir kadın direnişi olarak gören, bir ekoloji mücadelesi olarak gören, bir köylü mücadelesi olarak gören, toprak kavgası olarak gören, hükümet karşıtı olarak gören farklı kişi ve oluşumların, dolayısıyla burada yarattıkları kalabalık da burada oluşturdukları yalnızlık da farklı ve çeşitliydi. Bunlar arasında, çeşitli uluslararası fon kuruluşlarıyla birlikte çalışan ve gündemlerinin de bunlarla birlikte şekillenmesinin pek muhtemel olduğu STK’lar, ekoloji aktivistleri, çevreciler bulunmaktaydı. Bunlar arasında iktidar partisine ve/veya ana muhalefet partisine, ittifaklara vs. siyasi olarak mesafelenen, farklı/karşıt düşünceden insanlar ve gruplar (örneğin sosyalistler, anarşistler, demokratlar ve bunların örgütleri, partileri) yer alıyordu. Köylülerin yaşamlarına, geçimlerine, hayatlarına ilgi ve saygı duyarak bu hayatları paylaşan kişiler olduğu gibi, daha profesyonel bir ilişki kuran kesimler de oldukça fazlaydı. Dolayısıyla bu grupların bir kısmının dahiliyeti ve tercihleri, aldıkları fonlar ve bütçe kalemleri tarafından koşullanıyor, bir kısmınınki de mevcut parlamenter siyasi gerilimler ve ideolojik pozisyonlar tarafından belirleniyordu.

Elbette maden faaliyetini sürdüren YK Enerji’nin (Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.), “5’li çete” ifadesindeki 5’linin biri olan Limak Holding ile İçtaş Holding’in (İÇ Holding) ortaklığında kurulmuş bir şirket olması da bu mücadeleye ilginin artmasına vesile olmuştu. Zira Limak Holding’in iktidar partisiyle olan yakınlığı, hemen her muhalefet partisinin Akbelen konusunda “kendine yakın” bir siyasi söylem geliştirmesine zemin hazırlamıştı.

Bu kalabalık bağlamda, uluslararası fonlarla işleyen STK ve çevreciler mücadeleyi ‘kömür karşıtı’ programla ilişkilendirerek kurmayı tercih etti. Geniş planda sosyalistler ve demokratlar AKP karşıtlığında ortaklaştı. Sosyalistler ve ekolojistler, bunun bir ‘sermaye projesi’ olduğu konusunda ortaklaşıp doğanın sömürüsü karşısında bir dil ve propaganda kurmayı tercih etti. Farklı türde çevreciler ve ekolojistler ise “doğanın hakları” söylemine yaslanmayı tercih etti ve bu minvalde ‘doğa savunucu’ bir program önerdi. Kadın örgütlerinin pek çoğu, köylü kadınların mücadele içindeki öncü rolünü öne çıkaracak bir yaklaşım ve söylem geliştirdi.

Haziran ayının başında, fiili direniş 700. gününe yaklaşırken direnişin öncelikli hedefi olan ormanın kesilmemesi meselesi riske girmişti. Köylüler bunu dile getiriyor olsa da çevrecilerin ve diğerlerinin bu sesi duyması zorlaşmıştı.

Çevreciler kendi tartışmalarını ön plana almışlardı. Esasında İkizköy’e “dışarıdan” gelen gruplar buradaki mücadelenin dilini, söylemini, iletişim araçlarını, önceliklerini, gelişimini, hedeflerini belirlemede son derece etkili olmuş; Akbelen direnişini “ekoloji hareketlerinin” bir bileşeni hâline getirmiş; köylülerin mücadele araç, yöntem, dil ve tarzları itibariyle kendi habituslarından kopmalarında bir pay sahibi olmuşlardı. Ezcümle, 4 yıldır sürdürülen bir mücadele ve 700. gününe yaklaşan fiili nöbet, temellerinde çevrecilerin, ekolojistlerin ve ekososyalistlerin söylem ve eylem biçimlerini sahiplenmiş bir topluluk olarak kamuoyunda bir görünüme ve ilgiye sahipti.

-2-

Tarihsel-toplumsal sorumluluğumuz gereği buradaki direnişin muhtevasını anlamak için öncelikle direnişin gerekçelerini çözümlememiz gerekiyordu. Yaklaşık 40 yıldır faaliyet gösteren ve sayısı günümüzde üçe ulaşmış termik santraller, bu santrallere (bugün artık yetmese de) kaynak sağlayan kömür madenleri; eskiden çoğunlukla tütünle geçinirken bugün artık termik santral, maden, tarım/balıkçılık işletmeleri, turizm işletmeleri ve çeşitli hizmet işlerinde çalışan, İkizköy’ün kalan mahallelerinde, civardaki büyük köyler olan Çamköy’de, Karacahisar’da, devamında madenin genişlemesinden etkilenecek olan 37 köyde yaşayan insanlar ve onların yaşantılarına müdahale etme biçimi üzerinden buradaki direnişi anlamaya çalıştık. Karşılaştığımız tabloda, 40 yıllık süreçte evinden, köyünden, tarım pratiğinden koparılmış, bahsettiğimiz iş kollarında çalışmak durumunda bırakılmış köylerin gerçekliği içerisinde, büyüyen bu madencilik pratiği ile maden alanlarının dışında kalan köy yaşantısı arasında böylece geniş ölçekli bir gerilim olduğunu gözlemledik. Madenin genişlemesi mülksüzleşme demekti, göç demekti, işçileşme demekti, geleneksel yaşam pratiklerinden kopmak demekti, kentte daha pahalıya yaşamak demekti, temiz hava, su ve beslenmeden kopmak demekti. Köyü, toprakları, zeytinlikleri savunmak; her ne kadar köylü tarımı giderek zorlaşsa ve yakın bölgedeki işletmelerde işçilik yapmak zorunlu hâle gelse de mevcut mülksüzleştirme dinamiklerine bir direnç, bir var kalma stratejisiydi.

İkizköy’ün geniş mahallelerinden biri olan Işıkdere’nin madene teslim olması sonrasında burada yaşanan kazı, yıkım ve göç süreci madenin genişlemesinin durdurulması noktasında civar mahalleler olan Akbelen, Ova ve Karadam’daki köylülerde bir etki yaratmıştı. Bu etki esas olarak köylülerin yaşadıkları yerde yaşamaya devam etme, tarımla uğraşma, kültürel-sosyal-tarihsel ilişkilerini sürdürme; köylerinden gitme durumu olduğunda karşılaşacaklarının ne olacağına dair Işıkdere’den ve Milas’ın diğer köylerinden edindikleri tecrübeler, hayatın giderek pahalılaşması, mülksüzleşme ve şehirde yaşamın giderek güçleşmesi gibi pek çok dinamiği barındırıyordu. Maden çalışmasının yarattığı ağır yıkımın da psikolojik, sosyal, ekolojik etkileri vardı; bunlar görülüyor, biliniyor, hissediliyor ve deneyimleniyordu. Akbelen Ormanı, bu tarihsel durumun ifade bulduğu en somut gerçeklik, en sembolik ifade düzeyiydi aynı zamanda.

Burada ortak bir gelecek inşa etmek için hakiki bir çaba, derin bir bağ, odaklanma, fazlaca emek gerekiyordu. Çünkü esas olan ortak gelecek ve kader birliği hissinin çoktan çözülmesi, yok edilmesiydi. Neoliberal politikalarla oluşan toplum yapısı esas olarak toplumu çözmüştü ve birey birey, yahut en fazla hane hane “kendi bacağından asılma” düşüncesini kutsayarak ortaklığı, birliği, imeceyi tarihe gömmüştü.

Akbelen Ormanı’nın buradaki sembolik önemi, madenin genişlemesinin önündeki temel engel olmasıydı. Gerek taşıdığı biyoçeşitlilik özellikleriyle gerek civar köyler için madenin etkilerinden korunma konusundaki ekolojik katkısıyla gerekse tarımsal üretime sağladığı zenginlikle ve mikro klima etkisiyle bu ormanın bölgenin ekolojik varlığı açısından esaslı bir zenginlik olduğu açıktı. Bu zenginliğin yanında madeni fiilen engelleyen yapısı sebebiyle de direnişin sembolü olarak bu ormanın fiiliyat kazanması manidardı.

Akbelen Ormanı, kömür madeninin genişlemesine karşı yürütülen mücadelenin -dolayısıyla- o gün için en stratejik unsuruydu. Bir yandan köylülerin geçim ve yaşam pratiklerine katkısı, bir yandan mücadeleye çevrecilerin ve farklı kesimlerin katılımını kolaylaştırması, bir yandan da -son derece önemli bir özellik olarak- ormanın köylülerin mülkiyetinde olmaması sebebiyle bir ortak varlığa işaret etmesi, mücadelenin Akbelen Ormanı ismini alması açısından ciddi belirleyici özelliklerdi.

Mücadeleyi bu genişliği ve bütünlüğü açısından kavramak, mücadele stratejisini güçlendirmek açısından elzem. Pek çok çevre ve ekolojist kişi ve grupların, hatta ekolojist sosyalistlerin en başından, teorik ve pratik olarak faaliyet yürüttüğü düzlemin bu açıdan dışındayız. Bizim açımızdan esas olan, civardaki üç termik santralin kapatılması hedefini merkeze alarak, iklim değişikliği ve çevresel sorunları öne alan bir bakış açısıyla bir ekolojist özne icat etmek değil, tüm sorunları nedenselliği içerisinde kavrayarak, o nedenselliğe etki edebilecek bir toplumsal örgütlenmenin temellerini atabilmektir. Bizim açımızdan gerçeklik, bu bütünlükle ve bu bütünlük içindeki ilişki dünyalarıyla ancak ele alınabilir. Örneğin, o ilişki dünyası içinde bölge köylülerinin önemli geçim faaliyetlerinden biri olan zeytinciliğin sorunları ve bu sorunlara karşı mücadele yöntemleri de ele alınır. Örneğin, köylülerin çalıştığı balık işletmelerinde yaşanan sorunlar ve bu sorunlara karşı neler yapılabileceği de bizim açımızdan Akbelen direnişinin bir meselesidir. Örneğin, madende çalışan işçileri holdinge ve holdingci güçlere ezdiren sarı sendikaya karşı mücadele etmek Akbelen direnişinden bağımsız değildir. Tüm bu ilişkilerin ve bu ilişkiler etrafında var olan toplumsal güçlerin örgütlenmesi, harekete geçirilmesi ve mücadelenin parçası kılınması esastır.

-3-

Farklı geleneklerden çevrecilerin/ekolojistlerin örtük olsa da esas önermesinin “iyi” bir şey yaptıkları ve dolayısıyla da “meşru” oldukları düşüncesi olduğu söylenebilir. Oysa ki bu, aktüel bir gerçek değildir; kimse toplumsal olarak -kendinde- meşruiyet sahibi değildir. Ekolojistlerin öncüllerine kaynaklık eden bu ahlaki meşruluğun tarihsel-toplumsal dayanağı olmayınca, bu meşruiyet üzerinden geliştirilen pratikler de belirli sınırlarda dolanır. Ahlaki doğruluk toplumsal gerçekliğe çarpar. Bir ağacı, ağaçların bütününden oluşan bir ormanı özünde sevebilir ve korumak isteyebilirsiniz; hatta doğanın hakkından da bahsedebilirsiniz. Lakin bu hakkın altını dolduran şey o hakka sahip çıkmanın tarihsel ve fiilî meşruiyeti, mücadelesi ve oluşturduğu toplumsal güçtür.

Mücadele farklı güçler arasında gerçekleşir. Dolayısıyla buradaki soru da en geniş planda “madenin genişlemesine karşı nasıl olacak da biz bunu durdurmanın yollarını bulacağız”, yani, toplumsal gücü nasıl inşa edeceğiz, olmalıdır. Bunun bir boyutu hukuki süreci sonuna kadar yürütmektir. İptal davaları, yürütmeyi durdurma talepleri başta olmak üzere her türlü hukuki süreç meşrudur ve yürütülebilir. Lakin bu, mücadelenin yalnızca bir boyutudur. Hukuki süreç güçlerin karşı karşıya geldiği bir arenadır; ama güçler yalnızca bu arenada karşılaşmaz. Sokak, toplumsal güçlerin karşılaştığı başka bir arenadır ve bazı durumlarda kaçınılmazdır. Özellikle, hukukun bittiği, artık ikna edici olma özelliğini yitirdiği yahut holding güçlerinin devlet şiddetini kendi çıkarlarına yönelik kullandığı durumlarda, güçler arasındaki karşılaşma başka bir boyuta taşar. Bazen de fiziki güç esas değildir, o gücün karşısında onu çok daha aşacak bir meşruiyet yer alabilir. Bu da sizin güç dizilimini ne kadar kazanacak şekilde yaptığınıza bağlıdır.

4 Haziran 2023 günü karşımızda belirmiş olan şey, Akbelen direnişinin kalabalıkmış gibi görünen yalnızlığında, köylünün toplumsal olarak izole kalmasında, bu direnişin kamuoyunda bir çevre mücadelesi, hükümet karşıtı bir mücadele gibi kendi esas bağlamı dışındaki siyasallaşmaların yükünü taşımak durumunda kalmış bir mücadele olmasıydı. Bu durum, tarihsel iyiye ve haklılığa sahip olmanın bir konfor alanı gibi mücadelenin içine söylem ve örgütlenme düzeyinde sirayet etmesinde kendini gösteriyordu. Ekolojistlerin kendinde meşru tutum ve ilişki tarzının yarattığı özne biçimi, buradaki sosyal dokuyu, toplumsal ilişkileri önemsizleştirecek türde bir sınırlılık yaratıyordu. Direniş uluslararası boyutta tanınırken kendi çevresini mobilize edebilmekte zorlanmıştı. Lakin, holdingci güçleri sınırlayacak esas dinamik, köylerde toplumsal dayanışmayı tabandan örgütlemek, bu toplumsal dayanışmanın merkezine de bölgede yaşayan tüm köyleri, Milas’ı, Muğla’yı yerleştirmekti. Başta İkizköy olmak üzere, civar köylerde yaşayan köylülerin, işçilerin, Milas’ın emekçi kesimlerinin Limak’a ve holdingin bölgede ördüğü oligarşik yapıya karşı (ve bunun tüm farklı ve çeşitli siyasi uzantılarına rağmen) kendi birliklerini inşa etmeleri esastır.  Bunun kendi meşrebince, kendi dokusunca, kendi özgünlüğünde yapabileceğini hatırlamak gerekir. Çevrecilerin, siyasi partilerin, STK’ların desteği bu noktadan sonra bir anlam kazanır.

Ekoloji camiasına sirayet eden bu tarih ve nedensellik dışı ahlaki pratik, kendini salt bir düşünme biçimi ve pratik mukavemet biçimi olarak değil, esas olarak toplumla bir ilişki kurma biçimi, bir örgütlenme biçimi olarak göstermektir. İnsanlara kendi içinde yaşadıkları gerçekliği -sanki onlar deneyimlemiyorlarmış gibi- anlatacak türde -ve süslü- materyaller üretmek, o gerçeklikleri kendi akıl-fikirlerindeki doğrularla şekillendirmek, o köylü kaosuna bir şekil şemal vermek, akıl vermek ve ondan öğrenmeye açık olmayan; ama ona öğretmeyi ve sürekli öğretmeyi önüne koyan bir pratiğe uç veren bu ahlaki yaklaşıma ekolojizm diyebiliriz. Ekolojizm, herhangi bir yerdeki holdingci güçlerin projelerine karşı mücadeleye başlayan toplulukların tarihsel-toplumsal gerçekliğini ve nedenselliklerini anlamakta ve dönüştürmekte dar bir bakış açısı üretir. Bu durum, Akbelen mücadelesindeki “kalabalıklığın” ardında yatan derin yalnızlığın nedenlerinden biridir.

Esas olan, bizim için ilişki kurmanın biçimidir. Böylece nereden geldiğimizi ve nereye varmak istediğimizi biliriz. İçinde yer aldığı sosyal dinamiklerin kökenine dair dönüştürücü etkilere uç verecek tarzdaki pratikler olmadıkça, bir mücadelenin, bir direnişin, gösteri ilişkilerinin bir parçasına dönüşmesi çok daha kolay hâle gelir. Oysa, hâkim temsil ilişkisini tersyüz etmek, doğanın ve emeğin metalaşmasına karşı mücadelelerin temel, karakteristik bir özelliğidir. Biz esasen bir güç inşası pratiği içinde, egemen gösteri siyasetine bir fark yaratabiliyorsak anlamlı bir pratik içinde olmuş oluruz. Bunu yapmak için desteklediğimiz direnişin kendi özgül ihtiyaçlarını gözetiriz. Bize pusula olan şey, direnişi yürüten öznelerin örgütlenme kapasitesini güçlendirmek; kendi direnişlerinin sahibi olmalarını sağlamak, bu konuda sağından soluna gelecek her türlü sakatlayıcı pratiğin karşısında durabilmek (bu bir yerde sarı sendika pratiği, bir yerde ajan bir STK, bir yerde de yanlış siyasal pozisyonlar ve örgütlenme biçimleri olabilir); sermaye devletinin karşısında halkın yanında olmak, her türlü bilgi, enformasyon, propaganda ihtiyacını karşılamaktır. Direnişin örgütlenmesine dair yaklaşımı bunun üzerine kurmak; kendi topluluğumuzun gündemlerini buraya taşımak yerine direnen topluluğun talepleriyle bir rezonans kurmaya vesile olur. Aslolan, sermaye sınıfının genel düzeydeki saldırılarının karşısında halkın öz gücünün inşa edilmesinin zeminlerini yaratmaktır.

-4-

4 Haziran’da düzenlenen forumdan sonra tespit ettiğimiz ihtiyaçlara yönelik merkezinde köylülerin ve köy çalışmasının olduğu bir pratik sergiledik. Komitenin kendi etki alanını güçlendirmesine yönelik köy çalışmaları, köylülerin köylülerle konuşmasını ve birbirlerine duydukları inancı ve güveni pekiştiren bir araç oldu. Çadır nöbetinin 700. gününde başlamış olan çalışmamız, 16 Temmuz 2023’te, yani nöbetin 2. yıl dönümünde bu çalışma vesilesiyle katılan pek çok köylünün dahil olmasıyla belirli bir aşamaya da ulaşmış; ancak şirket bundan bir hafta sonra kesimi organize ederek bu çalışmanın gelişimini hızlıca engellemişti.

Biz 16 Temmuz’a hazırlanırken, sınıf mücadelesinin bölgedeki güncel gelişimi açısından esas olarak köylünün bu işin başındaki özne olmasını sağlayacak bir pratik geliştirmeye çalıştık. Bu amaçla, öncelikle bir durum tablosu çıkardık ve köylülerin bu mücadeleye katılması için neye ihtiyaç olduğunu tespit etmeye çalıştık. Buna bağlı olarak da bir çalışma planı çıkardık. Temelde iki amaç güttük. Birincisi, mevcutta dört senedir var olan, ağırlığını köylülerin oluşturduğu İkizköy Çevre Komitesi’nin, bu komitenin sahibi olup bütün sürecin temel ağırlığını üstlenen ve mücadelenin başındaki köylülerin çevre/ekoloji/parti gruplarının farklı gündem dayatmaları karşısında seslerinin kısılmasına karşı güçlendirilmesiydi. İkincisi, çevre komitesine, direniş nöbetine ve olası bir kesim müdahalesinde mücadeleye sahip çıkacak köylü sayısını artırmak, bu amaçla başta İkizköy olmak üzere civar köylerde köylülerle görüşmekti. 16 Temmuz’da yapılan ikinci yıl etkinliğinin gerek örgütlenme biçimi gerek sunumu gerekse de katılımcı profili -dolayısıyla- bu çalışmayı yansıtmıştı. Köylere gitmeyi ve daha önce mücadele içinde olmayan köylüleri sürece ikna etmeyi çalışmaların merkezine koyduk. Bunu da köylülerin hayata geçirmesini sağlayacak şekilde yaptık. Bu ilişki kurma ve çalışma biçimi daha sonra direnişe dair bizim aldığımız pozisyona yönelik yer yer küçümseyici, yer yer düşmanca tutumların da esas sebebidir. Direnişe dahil olan çeşitli kesimler köylülerin kendi bağımsız kararlarını almalarını ve mücadele yollarını üretmelerini istememiştir. Bunu, tüm ülke kamuoyuna mal olmaya başlamış bir direnişte kendi etki alanlarının (zaman zaman kişisel egoların, menfaatlerin) zayıflaması olarak yorumlayanlar olmuştur. 24 Temmuz’la birlikte başlayan yeni süreç ülke kamuoyuna her daha fazla mal olmasında bilakis köylülerin mücadeledeki özneliklerinin zayıflama riski artmış; ancak yapılan köy çalışmasının pozitif ve birleştirici etkisi mücadelenin bu yönünün devamı noktasında fayda sağlamıştı. Yine de yeterli bir toplumsal güç yaratamamış olduğumuzdan dolayı oluşan kamuoyu da siyasi şov çabaları da görüntüler de yetersiz kalmıştır.

24 Temmuz sabaha karşı önümüzde icra edilen güç gösterisi, 16 Temmuz tarihinde çadır nöbetinin yıldönümünü kutlamak için bizim örgütlediğimiz güç gösterisini katbekat aşıyordu, ne yazık ki. 23 Temmuz’u 24’e bağlayan gece alanda nöbet tutanlar olarak karşımıza dikilen gücü muhtemelen daha önce en fazla 1 Mayıs Taksim eylemlerinde görmüşüzdür. Köy yolu üzerinde onlarca jandarma aracı, gözaltı aracı, kesim aracı, 4 adet TOMA, sonrasında onlarca jandarma personeli, alanda sayısı 10’u ancak bulan nöbetçi sayısını ve sonrasında gelen, en kalabalık olduğunda sayısı birkaç yüzü ancak bulabilen toplamı bir hayli zorlamıştı. Buna rağmen köylüler, kolluğun karşısına dikilmekten de kavga etmekten de geri durmamıştı.

-5-

Akbelen direnişindeki stratejik birleştirici öge olan Akbelen Ormanı, çevreci, ekolojist, demokrat, sosyalist, feminist pek çok unsuru bir arada toplamayı başarmıştı; ancak, ülkenin siyasal atmosferi, seçimler, hükümet partisinin karşısında oluşturulan söylem ve etkinlikler, direnişin asli gündemi olmayan konuların zaman zaman baskın hâle gelmesi, çevrecilerin evrensel ahlaki haklılık ilişki biçimini zaman zaman direnişe taşımaları, kariyerist bazı kişilerin kendi kişisel egolarıyla ve köylüleri yok sayarak aldıkları konumlar, pratikler yani “başkası adına konuşmanın utancı”, mücadeleci köylüleri mücadele içinden vekillik, belediye meclis üyeliği, belediye başkan adaylığı gibi türlü makam, mevki önerileri yoluyla çekmeye çalışmak, mücadeleyi zayıflatan unsurlar olarak gözümüze çarpmıştır.

Hakeza, 2023 Temmuz’unda Akbelen mevkiinde tarihsel bir direniş yaşanmış, mukavemet gücü ve direnişin zekâsı sonuna kadar zorlanmış, yenilinmiş, yenilinmiş ve sonrasında, mücadelenin sonraki ve daha çetrefilli aşamasında; verilen sözlerin, boyu hayli aşan büyük konuşmaların unutulduğu sessizlikte; ekolojist grupların, STK’ların, siyasilerin ve daha pek çok grup ve kişilerin çoğu zaman uğramadığı, kendi gündemleriyle ilişkindirmek söz konusu olmadığı sürece arayıp sormadığı, bayramlaşmadığı köylü, koca bir yıkımın içinde yalnızlığa terk edilmişti. Çeşitli bireysel inisiyatifleri ve kısmi çabaları bir yana bırakırsak, nöbet alanının işgal edildiği 12 Eylül 2023’ten bu yana Akbelen mücadelesi pek çok kişisel ve siyasal şova, ego tatminine, hatta en son bu mücadele alanında kullanılmayan siyasi bayrak ve flamaların gölgesinde seçim yarışının malzemesine bile dönüştürüldü; ama gerçekten, samimiyetten, sahicilikten gelen bir mücadelenin parçası haline dönüştürülemedi. Elbette bu durum, genel olarak ekolojistlerin, sosyalistlerin, devrimcilik iddiası taşıyanların daha önceleri hem daha mütevazi hem de daha gerçekçi ilişkilerle bir toplumsal çalışma yapma gerçekliğinden giderek bir “kimliğe” yerleşmeleri ve onun ihtiyaçlarına göre bir takım eylem ve davranışları üretmeleriyle ilgili genel manzaranın bir sonucudur. Bu bir siyasal bakış açısı ve örgütlenme sorunudur. Bu manzarayı değiştirmek mümkündür ve değiştirmeliyiz. Zira, İkizköy sonrası Karacahisar, Çamköy ve devamındaki başkaca çok sayıdaki köy için holding güçlerinin yıkım ve sömürü tehlikesi devam etmektedir. Dolayısıyla “ekolojik tahribat” güncelliğini korumaktadır. Ayrıca, Akbelen ormanı kesilmiş olsa da Akbelen ormanına da ismini veren esas olarak İkizköy içindeki bir mevkidir, Akbelen mevki, Ova ve Karadam ile birlikte köylülerin hâlâ yaşadığı, tarımla uğraştığı, topraklarını terk etmediği, direnişe devam ettiği bir yer…

24 Temmuz 2023 itibariyle, fiilî mukavemet ve direnişin zekasıyla birlikte üretilen çeşitli eylemler, meclis ziyareti ve orada Akbelen üzerine özel bir oturumla meclisin toplanması, türlü açıklamalar, direniş nöbetinin sürdürülmesi gibi çeşitli eylem pratikleri, maden çalışmasının durdurulmasına yetmedi. Hukuk yetmedi, fiziki güç yetmedi, zekâ yetmedi, meclis yetmedi; büyük bir tarihsel-toplumsal dönüşümün, karşımızda son derece iştahlı, organize ve devletin olanaklarını kuşanmış bir şirketin gücüne zayıf düştük. Tarihsel haklılığımız yetmedi. Kendi güçsüzlüğümüzü aşacak farklı toplum kesimlerini harekete geçirmeyi başaramadık. Belki geç kaldık. Direnişe desteğe gelmiş kesimlerin doğru ve etkin eylemlerini organize etmekte zorlandık. Pek çok hata, zaaf, eksik; temmuz ayının son günlerinde yaşanan Akbelen direnişi için söylenebilir; bunun hesaplarını biz de yapmaya devam edeceğiz.

Böyle devasa bir yıkım karşısında haysiyetli duruşunu koruyan, inancını ve iradesini koruyan, topraklarını koruyan, mevcut birliğini koruyan, birbirine kenetlenmiş bir köylü topluluğu, pek çok kişinin türlü çeşit emeğiyle varlığını sürdürüyor. Bu, direnişin en büyük kazanımıdır, bunu ileri götürmek zorundayız. Dışarıdan gelen müdahalelere karşı birliği koruyarak; Limak Holding’e ve holdingci güçlere karşı birliği büyüterek gerçek bir toplumsal örgütlenme inşa etmek hepimiz için esaslı bir görevdir.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler