Umut Kocagöz
Bu yazı Akbelen Ormanı kesilmeden önce, “direnişin güncel ihtiyacı nedir” sorusuna cevap aramak üzere alınan notlara dayanarak yazılmaya başlanmıştı. O dönem aldığım notlar daha çok Akbelen mücadelesinin somut analizini yapmaya çalışıyordu. Ancak 24 Temmuz 2023 tarihinde kesim ekiplerinin gelmesiyle birlikte pek çok şey değişti. Çamlar kesildikten sonra İkizköylüler ciddi bir yalnızlık içine gömüldüler. 5 senelik mücadelelerinin sonucu olarak muhtarlığın kazanılması dahi bu yalnızlık içinde gerçekleşti, çölde açan bir çiçek gibi, mücadelenin önemli bir kazanımı olarak da tarihe geçti. Yazının yayınlanmasına vesile olan temel şey, seçimler öncesi Akbelen direnişine destek veren pek çok kesimin aldığı tutumu eleştirmek ve bunun ideolojik temellerini ortaya sermekti. Dolayısıyla, burada ele alınan şey esas olarak köylülerin mücadelesi değil, buraya destek veren, dayanışma gösteren kesimlerin ilişki kurma biçimi ve bunun eleştirisidir.
Yazının bu ikinci versiyonunda, ilk versiyonunda yanlış anlaşıldığı görülen yahut çeşitli mecralarda çarpıtılarak dolaşıma sokulan bazı ifadelerin, kafalarda başka soru işaretlerine yer vermeyecek şekilde düzeltilmesi ve fazla anlamlardan arındırılması hedeflenmiştir. Bu amaçla bazı ifadeler düzeltilmiş, açılmış veya çıkartılmıştır.
Çamlar kesilmiş olsa da İkizköy’de mücadele sürüyor; başka yerlerde de sürecek. Bu yazının bu mücadeleler içerisinde sorumluluk alacak dostlarımıza bir hatırlatma, direniş pratiklerimize katkı olmasını temenni ediyoruz.
-1-
Akbelen Ormanlarının kesilmesine karşı hukuki, fiilî, meşru direniş 2023 yılının başında 500. gününü devirmişti. Geceli gündüzlü 7/24 süren Akbelen direnişi, köylülerin büyük fedakarlığı ve özverisiyle, pek çok emek ve bedelle bu günlere kadar gelmişti. Hukuki olarak ciddi yenilgiler alınmış, orman kesiminin önündeki yürütmeyi durdurma kararı kaldırılmıştı. Bu esnada direniş tüm Türkiye’deki ekolojist camianın ilgisine mazhar olmuş, uluslararası kamuoyundan da ilgi görmüştü. Nöbet alanında sayısız etkinlik düzenlenmiş ve bu etkinliklere farklı kesimlerden kişi ve gruplar katılmıştı. Direniş kamuoyunda güçlü bir ekoloji mücadelesi görüntüsü veriyordu ve bunun oluşmasında çevreci/ekolojist kurumların, STK’ların, siyasi partilerin çevre kollarının burayla kurduğu ilişkinin etkisi büyüktü. Ayrıca, Akbelen direnişinin kamuoyuna bu ölçekte ulaşabilmesinde etkili olan faktörler arasında sosyal medyayı iyi kullanan ekoloji aktivistleriyle kurulan bağın da rolü vardı.
Lakin gerçeklik görüntü kadar güçlü değildi. Akbelen direnişi uluslararası kamuoyuna ulaşmakta başarılı olurken direnişin civar köylerde ve maden projesinin önümüzdeki dönemde etkileyeceği Milas’ta benzer bir karşılık bulmadığı görülüyordu. İkizköy dahil bölge köylülerinin bu mücadele içindeki yeri ve mobilizasyon kapasitesi sınırlıydı. 4 Haziran 2023 tarihinde Akbelen’de düzenlenen bir forumda dile getirilen “her an kesime gelebilirler” çığlığı kesimi durdurabilecek çapta bir gücün ve görüntünün hızlıca inşa edilmesi gerektiğini gösteriyordu. Bana göre bunu yapmanın tek yolu daha fazla köylünün hızlıca örgütlenmesi ve mücadeleye kendi renklerini verebilecekleri söz ve söylemler üretmeleriydi.
Bu düşüncemi besleyen bir diğer faktör, aynı forumda yapılan tartışmaların bana göre acil gündemin çok dışında olmasıydı. Bu forumda, yıllardır Akbelen mücadelesini takip eden, destekleyen, omuz veren kişi ve grupların kesime karşı direnişi nasıl daha güçlendirebileceğimizi tartışmak yerine maden alanlarının nasıl rehabilite edilmesi gerektiğini tartışması bende ciddi bir hayal kırıklığına yol açtı. Termik santral kapatıldığında ve madenler son bulduğunda bölgenin rehabilite edilmesi için hangi enerji kaynağının (özellikle güneşten ve GES’lerden bahsediyorlardı) daha iyi olabileceği konusunu tartışmak anlamlı olabilirdi elbette, ama bana kalırsa yeri ve zamanı değildi. Üstelik bu tartışma “Akbelen Ormanı Mücadelesi” gibi son derece hayati bir başlık altında yapılan bir forumda gerçekleşiyordu ve ne yazık ki farklı tipte pek çok oluşum böylesi bir tartışmadan pek de rahatsız görünmüyordu. Forum sonrasında bazı köylülerle yaptığımız sohbette köylü katılımının artırılması yönünde bir çalışmanın ihtiyaç olduğunda ortaklaştık ve bu sürece destek olabileceğimi ifade ettim.
-2-
Tarihsel-toplumsal sorumluluğumuz gereği Akbelen direnişinin görünenin ötesindeki muhtevasını anlamak için öncelikle direnişin gerekçelerini çözümlemek gerekiyordu. Yaklaşık 40 yıldır faaliyet gösteren ve sayısı günümüzde üçe ulaşmış termik santraller, bu santrallere (bugün artık yetmese de) kaynak sağlayan kömür madenleri; eskiden çoğunlukla tütünle geçinirken bugün artık termik santral, maden, tarım/balıkçılık işletmeleri, turizm işletmeleri ve çeşitli hizmet işlerinde çalışan, İkizköy’ün kalan mahallelerinde, civardaki büyük köyler olan Çamköy’de, Karacahisar’da, devamında madenin genişlemesinden etkilenecek olan 37 köyde yaşayan insanlar ve onların yaşantılarına müdahale etme biçimi üzerinden buradaki direnişi anlamaya çalıştık. Karşılaştığımız tabloda, 40 yıllık süreçte evinden, köyünden, tarım pratiğinden koparılmış, bahsettiğimiz iş kollarında çalışmak durumunda bırakılmış köylerin gerçekliği içerisinde, büyüyen bu madencilik pratiği ile maden alanlarının dışında kalan köy yaşantısı arasında böylece geniş ölçekli bir gerilim olduğunu gözlemledik. Madenin genişlemesi mülksüzleşme demekti, göç demekti, işçileşme demekti, geleneksel yaşam pratiklerinden kopmak demekti, kentte daha pahalıya yaşamak demekti, temiz hava, su ve beslenmeden mahrum kalmak demekti. Köyü, toprakları, zeytinlikleri savunmak; her ne kadar köylü tarımı giderek zorlaşsa ve yakın bölgedeki işletmelerde işçilik yapmak zorunlu hâle gelse de mevcut mülksüzleştirme dinamiklerine bir direnç, bir var kalma stratejisiydi.
İkizköy’ün geniş mahallelerinden biri olan Işıkdere’nin madene teslim olması sonrasında burada yaşanan kazı, yıkım ve göç süreci madenin genişlemesinin durdurulması noktasında civar mahalleler olan Akbelen, Ova ve Karadam’daki köylülerde bir etki yaratmıştı. Bu etki esas olarak köylülerin yaşadıkları yerde yaşamaya devam etme, tarımla uğraşma, kültürel-sosyal-tarihsel ilişkilerini sürdürme; köylerinden gitme durumu olduğunda karşılaşacaklarının ne olacağına dair Işıkdere’den ve Milas’ın diğer köylerinden edindikleri tecrübeler, hayatın giderek pahalılaşması, mülksüzleşme ve şehirde yaşamın giderek güçleşmesi gibi pek çok dinamiği barındırıyordu. Maden çalışmasının yarattığı ağır yıkımın da psikolojik, sosyal, ekolojik etkileri vardı; bunlar görülüyor, biliniyor, hissediliyor ve deneyimleniyordu.
Akbelen Ormanı’nın buradaki sembolik önemi, madenin genişlemesinin önündeki temel engel olmasıydı. Gerek taşıdığı biyoçeşitlilik özellikleriyle gerek civar köyler için madenin etkilerinden korunma konusundaki ekolojik katkısıyla gerekse tarımsal üretime sağladığı zenginlikle ve mikroklima etkisiyle bu ormanın bölgenin ekolojik varlığı açısından esaslı bir zenginlik olduğu açıktı. Bu zenginliğin yanında madeni fiilen engelleyen yapısı sebebiyle de direnişin sembolü olarak bu ormanın fiiliyat kazanması manidardı. Akbelen Ormanı, kömür madeninin genişlemesine karşı yürütülen mücadelenin -dolayısıyla- o gün için en stratejik unsuruydu. Bir yandan köylülerin geçim ve yaşam pratiklerine katkısı, bir yandan mücadeleye çevrecilerin ve farklı kesimlerin katılımını kolaylaştırması, bir yandan da -son derece önemli bir özellik olarak- ormanın köylülerin mülkiyetinde olmaması sebebiyle bir ortak varlığa işaret etmesi, mücadelenin Akbelen Ormanı ismini alması açısından ciddi belirleyici özelliklerdi.
Tüm bu yıkım ve var olma çabası içinde, ortak bir gelecek inşa etmek için hakiki bir çaba, derin bir bağ, odaklanma, fazlaca emek gerekiyordu. Çünkü esas olan ortak gelecek ve kader birliği hissinin çoktan çözülmesi, yok edilmesiydi. Neoliberal politikalarla oluşan toplum yapısı esas olarak toplumu çözmüştü ve “kendi bacağından asılma” düşüncesini kutsayarak ortaklığı, birliği, imeceyi tarihe gömmüştü.
-3-
Akbelen direnişinde köylüler yanında farklı türde ve ölçekte çalışmalar yürüten kişi ve gruplar yer alıyordu. Elbette bu grupların Akbelen direnişine dair tahayyül ve ufukları da çeşitliydi. Direnişi bir kadın direnişi olarak gören, bir ekoloji mücadelesi olarak gören, bir köylü mücadelesi olarak gören, toprak kavgası olarak gören, hükümet karşıtı olarak gören farklı kişi ve oluşumların, dolayısıyla burada geliştirdikleri söylemler, örgütlenme tarzları, kurdukları ilişkiler farklılık ve çeşitlilik gösteriyordu. Çevre/ekoloji örgütleri, siyasi partiler, yerel/ulusal ölçekli dernekler ve platformlar (STK’lar), uluslararası ağların parçası olan STK’lar, aktivistler, örgütçüler, gazeteciler, belgeselciler, videocular, araştırmacılar, bu mücadele içinde yer alan çeşitli aktörler olarak ifade edilebilir.
Bu aktörlerin mücadeleye taşıdıkları, mücadelenin renk bulmasına ve şekillenmesine vesile olmuştur. Kömür ve termik santral karşıtlığı mücadele içindeki baskın söylemlerden biri olmuştur. Bu söylemin oluşmasında çevreci/ekolojist kişi ve grupların programları yanında STK’ların da etkisi fazladır. Geniş planda sosyalistler ve demokratlar AKP karşıtlığında ortaklaşıyordu. Sosyalistler ve ekolojistler, madenin bir sermaye projesi olduğu konusunda ortaklaşıp doğanın sömürüsü karşısında bir dil ve propaganda kurmayı tercih etti. Farklı türde çevreciler ve ekolojistler ise “doğanın hakları” söylemine yaslanmayı tercih etti ve bu minvalde ‘doğa savunucu’ bir program önerdi. Kadın örgütlerinin pek çoğu, köylü kadınların mücadele içindeki öncü rolünü öne çıkaracak bir yaklaşım ve söylem geliştirdi.
Elbette maden faaliyetini sürdüren YK Enerji’nin (Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.), “5’li çete” ifadesindeki 5’linin biri olan Limak Holding ile İçtaş Holding’in (İÇ Holding) ortaklığında kurulmuş bir şirket olması da bu mücadeleye ilginin artmasına vesile olmuştu. Zira Limak Holding’in iktidar partisiyle olan yakınlığı, hemen her muhalefet partisinin Akbelen konusunda “kendine yakın” bir siyasi söylem geliştirmesine zemin hazırlamıştı.
İşte bahsi edilen bu çeşitliliği bir arada tutan asli şey Akbelen Ormanı ve köylülerin bu ormanı korumaktaki ısrarıydı. Oysa, Haziran ayının başında, fiili direniş 700. gününe yaklaşırken direnişin öncelikli hedefi olan ormanın kesilmemesi meselesi riske girmişti. Çevreciler kendi tartışmalarını ön plana almışlardı. Seçim sonrası yenilgi atmosferi bu durumu besliyordu. Ancak bir çıkış yolu ne görülüyor ne tartışılıyordu.
-4-
Söylemin merkezinde civardaki üç termik santralin kapatılması hedefi bulunuyordu. İklim değişikliği ve çevresel sorunları öne alan bir bakış açısı ile mücadele kurulmuştu. Örgütlenme biçimi de buna bağlı olarak şekillendirilmişti. Bir toplumsal güç oluşturmayı merkezine alan kitle örgütlenmesi yerine, ilgilileri ve destekçileri kapsayan bir örgütlenme tercih edilmişti. Bunun aksi yönünde, kitle temelli bir örgütlenme çalışması yapılmıyordu. Akbelen direnişi bir ekoloji mücadelesi olarak tanımlanmaktaydı ve ekolojizm ideolojisinden temelennen bir örgütlenme ve mücadele biçimi Akbelen direnişini de belirlemekteydi.
Ekolojizm örtük olsa da kendinde “iyi” ve “meşru” olma düşüncesiyle işler. Oysa ki bu, aktüel bir gerçek değildir; kimse toplumsal olarak -kendinde- meşruiyet sahibi değildir. Ekolojistlerin öncüllerine kaynaklık eden bu ahlaki meşruluğun tarihsel-toplumsal dayanağı olmadığı için otomatik olarak güç inşa etmeye vesile olmaz. Ekoloji camiasına sirayet eden bu tarih ve nedensellik dışı pratik, kendini salt bir düşünme biçimi ve pratik mukavemet biçimi olarak değil, esas olarak toplumla bir ilişki kurma biçimi, bir örgütlenme biçimi olarak göstermektedir. İnsanları ilgilerine, inançlarına, kimliklerine göre örgütlenmeye çağırmak ekolojizmin diğer kimlik siyasetleriyle ortak özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mücadele farklı güçler arasında gerçekleşir. Dolayısıyla buradaki soru da en geniş planda “madenin genişlemesine karşı nasıl olacak da biz bunu durdurmanın yollarını bulacağız”, yani, toplumsal gücü nasıl inşa edeceğiz, olmalıdır. Bunun bir boyutu hukuki süreci sonuna kadar yürütmektir. İptal davaları, yürütmeyi durdurma talepleri başta olmak üzere her türlü hukuki süreç meşrudur ve yürütülebilir. Lakin bu, mücadelenin yalnızca bir boyutudur. Hukuki süreç güçlerin karşı karşıya geldiği bir arenadır; ama güçler yalnızca bu arenada karşılaşmaz. Sokak, toplumsal güçlerin karşılaştığı başka bir arenadır ve bazı durumlarda kaçınılmazdır. Özellikle, hukukun bittiği, artık ikna edici olma özelliğini yitirdiği yahut holding güçlerinin devlet şiddetini kendi çıkarlarına yönelik kullandığı durumlarda, güçler arasındaki karşılaşma başka bir boyuta taşar. Bazen de fiziki güç esas değildir, o gücün karşısında onu çok daha aşacak bir meşruiyet yer alabilir. Toplumsal örgütlenme bu güç oluşumunun en önemli dinamiğidir.
4 Haziran 2023 günü karşımızda belirmiş olan şey, Akbelen direnişinin kalabalık ve güçlü görüntüsünün ardında derin bir yalnızlık olduğudur. Bu yalnızlığın tarihsel ve toplumsal sebepleri vardır. Ayrıca, burada kurulan örgütlenme biçimi de etkendir. Mücadele içindeki köylülerin toplumsal olarak izole kalmasında, bu direnişin kamuoyunda bir çevre mücadelesi, hükümet karşıtı bir mücadele gibi kendi esas bağlamı dışındaki siyasallaşmaların yükünü taşımak durumunda kalması da etkili olmuştur. Bu durum, tarihsel iyiye ve haklılığa sahip olmanın bir konfor alanı gibi mücadelenin içine söylem ve örgütlenme düzeyinde sirayet etmesinde kendini gösteriyordu. Ekolojistlerin kendinde meşru tutum ve ilişki tarzının yarattığı özne biçimi, buradaki sosyal dokuyu, toplumsal ilişkileri önemsizleştirecek türde bir sınırlılık yaratıyordu. Direniş uluslararası boyutta tanınırken kendi çevresini mobilize edebilmekte zorlanmıştı. Lakin, holdingci güçleri sınırlayacak esas dinamik, köylerde toplumsal dayanışmayı tabandan örgütlemek, bu toplumsal dayanışmanın merkezine de bölgede yaşayan tüm köyleri, Milas’ı, Muğla’yı yerleştirmekti. Başta İkizköy olmak üzere, civar köylerde yaşayan köylülerin, işçilerin, Milas’ın emekçi kesimlerinin Limak’a ve holdingin bölgede ördüğü oligarşik yapıya karşı (ve bunun tüm farklı ve çeşitli siyasi uzantılarına rağmen) kendi birliklerini inşa etmeleri esastı. Bunun kendi meşrebince, kendi dokusunca, kendi özgünlüğünde yapabileceğini hatırlamak gerekir. Çevrecilerin, siyasi partilerin, STK’ların desteği bu noktadan sonra bir anlam kazanır.
-5-
Bizim için böylesi mücadelelerde esas olan şey kurulan ilişkinin biçimidir. Kurulan ilişkinin, başta yereldeki toplumsal ilişkileri dönüştürücü etkisi olması gerekir. Hâkim temsil ilişkisini tersyüz etmek, doğanın ve emeğin metalaşmasına karşı mücadelelerin temel, karakteristik bir özelliğidir. Bunun için işçilerin, köylülerin birliğinin sağlanması esastır. Güç inşa ederken, gösteriye ve gösterişe dayanan egemen siyaset biçimine bir fark yaratabiliyorsak yaptıklarımız anlamlı olur. Bunu yapmak için desteklediğimiz direnişin kendi özgül ihtiyaçlarını gözetiriz. Bize pusula olan şey, sermaye saldırısına karşı ayağa kalkan kesimlerin örgütlenme kapasitesini güçlendirmek; kendi direnişlerinin sahibi olmalarını sağlamak, bu konuda sağından soluna gelecek her türlü sakatlayıcı, odak kaydırıcı, güçsüz düşürücü pratiğin karşısında durabilmek; bilgi, enformasyon, propaganda ihtiyacını karşılamaktır. Direnişin örgütlenmesine dair yaklaşımı bunun üzerine kurmak kendi topluluğumuzun gündemlerini buraya taşımak yerine direnen topluluğun talepleriyle bir rezonans kurmaya vesile olur. Aslolan, sermaye sınıfının saldırılarının karşısında halkın öz gücünün inşa edilmesinin zeminlerini yaratmaktır.
4 Haziran’da düzenlenen forumdan sonra daha fazla köylünün mücadeleye dahil olmasına yönelik yapılan köy çalışmalarına dahil olduk. Temel amaç köylülerin birliğinin kurulmasıydı. Köy çalışmaları, köylülerin köylülerle konuşmasını ve birbirlerine duydukları inancı ve güveni pekiştiren bir araç oldu. Köylerde birebir hane ziyaretleri yapıldı, mevcut durum üzerine konuşuldu. Köylüler kendilerini etkin birer özne haline dönüştüren bu süreçte mücadele içindeki merkezi rollerini inşa ettiler. Kendi gündemlerini, kendi karar alma süreçlerini oluşturdular. 16 Temmuz 2023’te yapılan çadır nöbetinin ikinci yıldönümü etkinliğinin gerek örgütlenme biçimi gerekse de icra edilişi bu çalışmayı yansıtmıştı. Köylerde hane ziyaretleri etkisini göstermiş ve mücadeleyi destekleyen köylülerin sayısı artmıştı.
24 Temmuz sabaha karşı önümüzde icra edilen güç gösterisi, 16 Temmuz tarihinde çadır nöbetinin yıldönümünü kutlamak için köylülerin örgütlediği güç gösterisini katbekat aşıyordu, ne yazık ki. 23 Temmuz’u 24’e bağlayan gece alanda nöbet tutanlar olarak karşımıza dikilen gücü muhtemelen daha önce en fazla 1 Mayıs Taksim eylemlerinde görmüşüzdür. Köy yolu üzerinde onlarca jandarma aracı, gözaltı aracı, kesim aracı, 4 adet TOMA, sonrasında onlarca jandarma personeli, alanda sayısı 10’u ancak bulan nöbetçi sayısını ve sonrasında gelen, en kalabalık olduğunda sayısı bine ancak yaklaşabilen toplamı bir hayli zorlamıştı. Buna rağmen köylüler, kolluğun karşısına dikilmekten de kavga etmekten de geri durmamıştı.
Köy çalışmalarının başladığı Haziran ayından bugüne kadar, köylülerin birliği ve karar alma süreçlerindeki merkezi rolünü güçlendirmeye yönelik her türlü etkinliği destekledik ve üzerimize düştüğü oranda buna katkı sunmaya çalıştık. Herhangi bir şova veya kendimizi gösterecek türde reklama asla başvurmadık. Bu ilişki kurma ve çalışma biçimi daha sonra direnişe dair bizim aldığımız pozisyona yönelik yer yer küçümseyici, yer yer düşmanca tutumların da esas sebebi oldu. Direnişe dahil olan bazı çeşitli kesimler köylülerin kendi bağımsız kararlarını almalarını ve mücadele yollarını üretmelerini istememiş, kendi kararlarını ve örgütlenme biçimlerini dayatmıştır. Bu durum bizim açımızdan her daim eleştiri konusudur.
-6-
Akbelen direnişindeki stratejik birleştirici öge olan Akbelen Ormanı, çevreci, ekolojist, demokrat, sosyalist, feminist pek çok unsuru bir arada toplamayı başarmıştı; ancak, ülkenin siyasal atmosferi, seçimler, hükümet partisinin karşısında oluşturulan söylem ve etkinlikler, direnişin asli gündemi olmayan konuların zaman zaman baskın hâle gelmesi, örgütlenme biçimleri, kariyerist bazı kişilerin kendi kişisel egolarıyla ve köylüleri yok sayarak aldıkları konum ve pratikler, mücadeleci köylüleri mücadele içinden vekillik, belediye meclis üyeliği, belediye başkan adaylığı gibi türlü makam, mevki önerileri yoluyla çekmeye çalışmak gibi şeyler mücadeleyi zayıflatan unsurlar olarak gözümüze çarpmıştır.
Hakeza, 2023 Temmuz’unda Akbelen mevkiinde tarihsel bir direniş yaşanmış, mukavemet gücü ve direnişin zekâsı sonuna kadar zorlanmış, yenilinmiş, yenilinmiş ve sonrasında, mücadelenin sonraki ve daha çetrefilli aşamasında; ekolojist grupların, STK’ların, siyasilerin ve daha pek çok grup ve kişilerin çoğu zaman uğramadığı, kendi gündemleriyle ilişkilendirmek söz konusu olmadığı sürece arayıp sormadığı, bayramlaşmadığı, tebrik etmediği köylü, koca bir yıkımın içinde yalnızlığa terk edilmiştir.
Çeşitli bireysel inisiyatifleri ve kısmi çabaları bir yana bırakırsak, nöbet alanının kolluk tarafından işgal edildiği 12 Eylül 2023’ten bu yana Akbelen mücadelesi pek çok kişisel ve siyasal şova, ego tatminine, hatta seçim öncesinde bu mücadele alanında kullanılmayan siyasi bayrak ve flamaların gölgesinde seçim yarışının malzemesine bile dönüştürüldü; ama gerçekten, samimiyetten, sahicilikten gelen bir mücadelenin parçası haline dönüştürülemedi. Elbette bu durum, genel olarak ekolojistlerin, sosyalistlerin, devrimcilik iddiası taşıyanların daha önceleri hem daha mütevazi hem de daha gerçekçi ilişkilerle bir toplumsal çalışma yapma gerçekliğinden giderek bir “kimliğe” yerleşmeleri ve onun ihtiyaçlarına göre bir takım eylem ve davranışları üretmeleriyle ilgili genel manzaranın bir sonucudur. Bu bir siyasal bakış açısı ve örgütlenme sorunudur. Bizim temel eleştirimizin hedefi bu fikre ve örgütlenme biçiminedir. Bu manzarayı değiştirmek mümkündür ve değiştirmeliyiz.
Zira, İkizköy sonrası Karacahisar, Çamköy ve devamındaki başkaca çok sayıdaki köy için holding güçlerinin yıkım ve sömürü tehlikesi devam etmektedir. Dolayısıyla “ekolojik tahribat” güncelliğini korumaktadır. Ayrıca, Akbelen ormanı kesilmiş olsa da Akbelen ormanına da ismini veren esas olarak İkizköy içindeki bir mevkidir, Akbelen mevki, Ova ve Karadam ile birlikte köylülerin hâlâ yaşadığı, tarımla uğraştığı, topraklarını terk etmediği, direnişe devam ettiği bir yer…
24 Temmuz 2023 itibariyle, fiilî mukavemet ve direnişin zekasıyla birlikte üretilen çeşitli eylemler, meclis ziyareti ve orada Akbelen üzerine özel bir oturumla meclisin toplanması, türlü açıklamalar, direniş nöbetinin sürdürülmesi gibi çeşitli eylem pratikleri, maden çalışmasının durdurulmasına yetmedi. Hukuk yetmedi, fiziki güç yetmedi, zekâ yetmedi, meclis yetmedi; büyük bir tarihsel-toplumsal dönüşümün, karşımızda son derece iştahlı, organize ve devletin olanaklarını kuşanmış bir şirketin gücüne zayıf düştük. Tarihsel haklılığımız yetmedi. Kendi güçsüzlüğümüzü aşacak farklı toplum kesimlerini harekete geçirmeyi başaramadık. Belki geç kaldık. Direnişe desteğe gelmiş kesimlerin doğru ve etkin eylemlerini organize etmekte zorlandık. Pek çok hata, zaaf, eksik; Temmuz ayının son günlerinde yaşanan Akbelen direnişi için söylenebilir. Akbelen direnişinin bundan sonraki gelişimi ve başkaca yerlerdeki mücadelelerde başarılı olmak için bu değerlendirmeler yapılmalıdır.
Böyle devasa bir yıkım karşısında haysiyetli duruşunu koruyan, inancını ve iradesini koruyan, topraklarını koruyan, mevcut birliğini koruyan, birbirine kenetlenmiş bir köylü topluluğu, pek çok kişinin türlü çeşit emeğiyle varlığını sürdürüyor. İnşa edilen birlik muhtarlığın kazanılmasıyla taçlanmıştır. Mücadelenin bu şekilde sürmesi, direnişin en büyük kazanımıdır, bunu ileri götürmek zorundayız. Dışarıdan gelen müdahalelere karşı birliği koruyarak; Limak Holding’e ve holdingci güçlere karşı birliği büyüterek gerçek bir toplumsal örgütlenme inşa etmek hepimiz için hâlâ asli görevdir.