spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetMasadakiler işçinin temsilcisi değildir

Masadakiler işçinin temsilcisi değildir

Azad Erdinç

Türkiye’de 2023 yılında yeni asgari ücret görüşmeleri başlamadan önce temmuzda açıklanan 11.402 liralık asgari ücretin durumuna bir bakalım. Asgari ücret açıklandığı gün 437 dolar yaparken bugün itibariyle 392 dolara gerilemiştir. Aradaki -44 dolar (1271 TL) işçilerin cebinden uçup gitmiştir. TÜİK rakamlarına göre enflasyon düşmüş gözükse de bağımsız enflasyon araştırması yapan ENAG’a göre asgari ücret belirlendiği günden itibaren enflasyon yüzde 21,55 artmıştır. Bu verileri istatistik olsun diye yazıda belirtmediğimizi baştan söyleyelim. Bugün TÜRK-İŞ başkanı Ergün Atalay asgari ücret görüşmelerinde açlık sınırını baz aldığını söylüyor; ama haziran ayında belirlenen asgari ücrete baktığımızda işçiler ilk zamlı maaşını alır almaz açlık sınırının altında kalmış oldu (Temmuz ayı açlık sınırı 11,525 TL).

Kısacası milyonlarca asgari ücretlinin temmuz maaşı ile birlikte parası pul olmuştur. Asgari ücret bir günde %54 arttı; ancak bundan asgari ücret belirleme komisyonu, sarı sendikalar ve patronlar dışında kimse memnun olmadı. Artık verilen ücret hiçbir işçi tarafından gelir olarak görülmüyor. Her ay borçlanarak yaşayan işçiler geçinemiyor, barınamıyor ne kendileri ne aileleri beslenemiyor. Yine her asgari ücret zammından sonra şirketler maliyetleri azaltma, işçiler ise artan enflasyon oranında ücretlerine zam alma telaşındayken, TÜRK-İŞ dışındaki sendikalar da tüm bunlara karşı durum tespitlerinden başka bir şey yapamadı. İki ateş arasında kalan işçiler ayakta kalma derdine düştü.

Ucuz ve nitelikli iş gücü cenneti olarak görülen bu ülkede tekellerin, holdinglerin, rantçıların kârlarının ne derece arttığını hepimiz biliyoruz. Yüzde 500-600 kârlar açıklayan şirketlerin bugün asgari ücretin çok arttığını söyleyerek işçi çıkarttıklarını ya da çıkartmakla tehdit ettiklerini de gördük. Bu dönem yine yan yana gelen ve bu konuları konuşacak olan sözde temsilciler asgari ücret düzeyini belirleyecekler. Peki bu masada kimler var? Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, TİSK ve TÜRK-İŞ’ten 5’er kişi oluşturuyor. Asgari ücretin bu ülkenin ana gündemlerinden biri hâline gelmesi ve işçilerin ezici çoğunluğunun asgari ücretle çalışmasının sorumlusu, bu masanın bileşenleri ve aynı zamanda ülkenin ücret politikasıdır. Bu masada patronların on beş temsilcisi vardır. Yıllardır masaya bir temsilciyle dahi oturamayan milyonlarca işçi ve ailelerini kimse temsil etmemektedir.

2024 yılının asgari ücretini belirlemek üzere yan yana gelecek olan bu heyet göreceğiz ki yine kırmızı çizgileri olan açlık sınırı altında bir asgari ücret belirleyecektir. Sözde işçi temsilcileri yılda bir defa olan bu görüşmelere katılıp ve ‘kırmızı çizgimiz’ dedikleri bir rakam söyleyip, örgütlü oldukları fabrikalardaki sefalet sözleşmelerini savunabilecekleri zeminler yaratmanın ve kendi üyelerini hareketsiz hâlde elde tutmanın derdine düşecekler. Üyelerinden sadece aidat alıp, başlarını eğip biz zaten gerekeni yapıyoruz dedikçe düzeni istenilen şekilde uyarlamaya çalışıyorlardı. Bu durum yine aynı şekilde devam edecektir. İşçiler mücadele ile ücretlerinde iyileştirmeler yapacak örgütlülük ve güçten yoksun oldukları için daha fazla mesaiye kalarak patronlara bağımlı hâle geliyorlar. İşçiler geçinebilmek için her gün en az 4 saat mesaiye kalmak zorunda. Ayda 150 saati aşan mesailere kalan işçiler birer makineye dönüşmüş durumda. 7 gün 17 saat aralıksız çalışan işçilerin bu masadan bir beklentisi yoktur. Beklentinin artık, işe yaramayacağını hepimiz anlıyoruz. Her yüzdelik artışın ardından işçilerin alım gücünün daha da düştüğünü, kiralarını ödeyemediklerini, çocuklarının giderlerini karşılayamadıklarını; yani, artık geçinebilmenin daha da zorlaştığını biliyoruz. Asgari ücret her ne kadar 11,402 TL olarak açıklansa da Anadolu’daki birçok şehirde işçiler asgari ücret dahi alamamaktadır. Birçok tekstil fabrikasında asgari ücreti banka kartına yatırıp yarısını geri aldığı gerçeklikler var. Van, Siirt, Batman, Adana gibi illerden ulaşan işçiler böyle çalıştıklarını, buna mecbur bırakıldıklarını söylüyorlar. Bir asgari ücret dahi alamayan işçilerin çocukları ve yaşlılar da işçileştirilmiş durumda. Hiçbir yasal denetimin olmadığı bu bölgelerde işçiler çok düşük maaşlarla daha fazla borçlanıyor ve ailenin her üyesinin işçi olduğu süreçler son birkaç yıldır yoğunlukla yaşanmaktadır.

Ülkede her ne kadar asgari ücret denilse de bu ücretler aslında ortalama ücretler olmuştur. Bu ülkede çalışanların %60’ı asgari ücret veya asgari ücretin üç yüz, dört yüz TL üstünü almaktadır. Milyonlarca işçi için asgari ücret üstü toplu iş sözleşmesi yapılan iş yerlerinde de durum farklı değildir. Masadakiler ‘sakin olun bu sadece asgari’ deseler bile aldığımız asgari değil gerçek ücrettir. Patronlar ve sendikalar işçileri asgari ücret almadığına ikna edebilmek için çeşit çeşit yöntemlerle üç kâğıt çevirmektedir. Birçok iş yerinin prim adı altında işçileri kontrol altında tutmaya çalıştığı ve aslında işçilerin bir türlü ücretlerini tam olarak alamadığı bu sistemle işçilerin örgütlenmesinin önü kesilmiş ve işçiler birbirleri ile yarışır hâle getirilmiştir.  İşçilere prim adı altında verilen ücretlerin hangi koşullarda nasıl alınacağı bilinmemekte ve yılın en az 8 ayında işçiler bu ücretleri alamamaktadır. Bazı kurumsal firmalar bu durumu işçilerin nasıl çalışıp çalışmayacaklarını denemek gayesiyle kullandıklarını söyleseler de asıl niyetlerinin iş yerlerinde işçileri birbirine kırdıran ve sürekli yarıştıran düzenlerden nemalanmak olduğunu; hatta tam da bu sebeplerden İSİG kuralların yok sayıldığı birçok durumla işçileri karşı karşıya bıraktıklarını belirtelim. Eldeki işçileri sürekli başka işçiler ile kıyaslayarak yarışma esaslı bir çalışma kültürü üreten ve işçiyi tamamıyla robotlaştırmaya yönelik kontrol sistemleri kuran bir emek düzenidir. Buna en net örnekler Amazon ve Trendyol diyebiliriz. Sürekli bir sirkülasyonla çalıştırılan işçiler, süreli iş sözleşmeleri ile bütün hakları gasp edilmiş, hiçbir şekilde ihbar ve tazminat hakkına sahip olmadıkları koşullarda çalışıyorlar. Amazon ve Trendyol’dan sonra diğer iş yerlerinde de süreli iş sözleşmeleri görmeye başlıyoruz. 2024 yılına kadar çıkaracağımız yüzlerce sonuç var. Bu dönemeçte kapitalizmin doğurduğu koşulların işçi sınıfına verdiği büyük zararı artık görmeliyiz. Her gün patronların daha fazla büyüme hırsları yüzünden daha fazla iş cinayetlerinin yaşandığı, göçmen işçilerin yasadışı ve güvencesiz çalıştırıldıkları, vahşi cinayetlerin gizlendiği bir düzen içinde giderek yoksullaşıyoruz. Ülkenin birçok yerinde geçinebilmek için işçilerin farklı illere gitmek zorunda kaldığı, kiranın 1000 TL daha uygun diye il ya da ilçe değiştirildiği durumları yaşıyoruz.

Yeni ekonomi modelini ‘tasarruf’ diye adlandıran Merkez Bankası Başkanı, bu tasarrufu sadece yoksul halkla sınırlandırmış durumda nedense. Bu kocaman ağın içerisindeki patron iş birlikçileri ve siyasi partiler, işçi sınıfını uyutmak ve sürekli dengede tutmak için varlar. Bu ağın içerisinde işçilerin örgütlenmesine engel olacak her türlü̈ kısıtlama, kollukla işçilere sürekli bir sopa olarak gösterilen işsizlik, yoksulluk ve borç, patronların keskin sopası hâline gelen 25/2 gibi yasal uygulamalar var.

Şimdi 2024 yılı için asgari ücret görüşmelerinde masaya oturacak olan TÜRK-İŞ, uzun zamandan sonra 4 işçi de masada olacak diye bir açıklama ile kendi üyelerini elde tutmanın derdine düşmüş durumda. Bu işçiler sadece sözde masada olacak; fakat fiili olarak hiçbir temsiliyete sahip olmayacak; çünkü karşı çıkma, sözünü yükseltme gibi bir imkânı olmayacak. Peki, bu temsilciler ile işçiler arasında nasıl bir fark var? Temsilci diye masaya oturan 80 bin 90 bin TL aylık maaş alan konfederasyon başkanları işçiyi temsil ediyor mu? Sürekli, işçileri bu cendereye kıstırıp şükredin diyen gruplar da var, geçmişle kıyas yapıp güncel durumu güzelleyen tarikatçılar, cemaatçiler de var…

Çok odalı evlerde oturan, en iyi arabalardan inip poz verenler, konuşma hakkını emekçiden gasp edip kendi masasını kurmuş ancak işçi sınıfını avucunda tutmaya devam etmek istiyor. Bu kadar kaosun ve kocaman sermaye ağlarının içerisindeki işçiler çok mu sessiz?

2021-2022 yılında birçok direnişe şahit olduk. Her biri kendi içerisinde bağımsız görünse de toplamda yüz bine yakın işçi bağımsız sendikalarla ya da kendi birliğini kurarak hak almak için ayağa kalktı; birçoğu da kazanarak direnişleri bitirmiş oldu. Bu bile bize bu sarı sendikaların, yani; işçilerin iradesinin yansımadığı hantal, içi boş patron sendikalarının işçiler nezdinde bir karşılığı olmadığını gösteriyor. Bu direnişler, ne kadar baskılansalar da yan yana gelebilen işçilerin öfkelerini gözler önüne serdi. Bu yakın geçmiş bizlere aslında işçi sınıfı ne kadar çok hukuk sopasıyla kısıtlansa da düğümün nereden kopabileceğini ve neleri değiştirebileceğini anlayabilmek için yol gösterdi. Bunu birçok örnekte görebiliriz. Direnen bağımsız DGD-SEN pratiğinde Migros işçilerinin o havzada etkilerini görüyoruz. O havzada yaygın olan asgari ücret yerine artık firmaların asgari ücretin 600 ve üstü ücretlere çıkmak zorunda kaldıklarını görüyoruz. Direnen her sendikanın o havzada etkisi çok büyük oluyor. Bunu en fazla, pratiklerle görebiliyoruz. BİRTEK-SEN’in Gaziantep’teki direnişinden sonra birçok işçinin oralarda örgütlenmesinde de görebiliriz. Limak şirketinin karşısında neredeyse her gün direnen DEV YAPI-İŞ ve İNŞAAT-İŞ sendikalarını da aynı şekilde değerlendirebiliriz. Her ay iş cinayetleri yaşanan inşaatlarda direnen inşaat işçileri ve sendikaları sayesinde bunu görüyoruz. Örneğin, madende BAĞIMSIZ MADEN-İŞ’in artık o havzada maden ocaklarında ölen işçilerin el uzatabileceği bir dal hâline gelmesiyle de bunu görebiliriz. Yine İzmir ve Manisa’da tarım işçiliğinin çok yaygın olduğu bir hatta yeni kurulan bağımsız sendika TARIM-SEN’in Agrobay işçisi kadınlarla verdiği mücadele örneği o bölgede uzun yıllar işçilerin hafızasından silinmeyecektir. Bunun gibi örnekleri görürüz, her direniş kendi içerisinde küçük görünse de o bölgede direnen sendikaların etkisi genel toplamda çok önemlidir. İşçiler direnen işçileri, sendikaları görüyor ve ona göre pozisyon alabiliyor. Birçok büyük konfederasyon direnen sendikaları görmese bile işçiler, yaşadıkları ve çalıştıkları havzalarda, sokakta, madenlerde tekstillerde, inşaatlarda direnenlerden taraf olacaktır.

Biz işçiler yeni dönemde yan yana gelmenin koşullarını arayıp, daha fazla örgütlenip her iş yerinde kendi komitelerimizi kurup direnenlerle yol alacağız. Sözde işçi temsilcisi diye kendilerini tanıtan temsilcileri lağvetmemiz gerekiyor. Yeni düzende kabuğuna kapanıp demokrasi bekleyen ve sadece koltuklarında imza atıp bir şey değişeceğini düşünenlerin bile kapısında var olup gerçeklerin sokakta ve işçi havzalarında olduğunu; işçi ölümlerinin ve cinayetlerinin buralardan geldiğini gözlerine sokarak göstermemiz gerekecek. Öyle ayda bir basın açıklaması yapıp 100 metre yürüyerek kendilerini göstermeye çalışan sözde temsilcileri bizler havzalara ve sokaklara davet edeceğiz. Bizim, işçilerin kendisini parçası hissettiği; içerisinde olmaktan çekinmeyeceği, hakikatin de mücadelenin de orada olduğuna inandığı bir güce ihtiyacımız var. Bu gücü kendi fikir ve öngörülerimizle mücadele içinde örerek kuracağız. İşçilerden yana tutum alan ve ilkeli davranan, kendisini dayatmayan kim varsa yan yana gelip düzene karşı sesimizi haykıracağız. Öyle ya da böyle, bu düzeni mutlaka işçi sınıfının örgütlü gücü ile değiştireceğiz!

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler