spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelSermayenin trend yolu, emek sömürüsü - 1+1 Express

Sermayenin trend yolu, emek sömürüsü – 1+1 Express

Örgütlenme kararı almanız, örgütlenmeniz ve bu nedenle işten çıkarılmanız nasıl oldu?

Emre Özdek: Trendyol’un Esenyurt’taki depolarında iki yıl çalıştım. İki yıl önce işe başladığımızda çalışma koşulları iyiydi aslında. Maaşımız iyiydi, içerideki üslûp düzeyliydi. Ama pandeminin ortalarından itibaren bu tutum değişti. Özellikle geçen kış çalıştığımız deponun çatısının çökmesi iplerin koptuğu an oldu. Trendyol’un Esenyurt’ta bulunan şu anki deposunun hemen aşağısındaydı çatısı çöken depo. Yoğun bir kar yağışı olmuştu. Yağan kar deponun tavanında birikmişti ve tehlikeli bir çalışma ortamı vardı. Bir kör bile o deponun bir saat ya da bir gün sonra yıkılacağını görebilirdi. Nihayetinde depo, arkadaşlarımızın çalıştığı gece vardiyası esnasında yıkıldı. Tavanın yıkılmasıyla beraber ölüm tehlikesi atlatanlar oldu. Metin (Mumcu) o arkadaşlarımızdan biri. Yalnızca beş-altı adımla ölümden döndü. O şartlarda arkadaşlarımıza söylenen şuydu: “Elinizdeki fotoğrafları, resimleri silin, servislere binip evlerinize gidin.” Şu an hâlâ deponun genel müdürü olan kişi söyledi bunu.

Deponun çatısının çöktüğü günü siz nasıl yaşadınız?

Metin Mumcu: Çökme 2 Şubat 2022’deki gece vardiyasında oldu. O gün depoda büyük bir iş yükü yoktu. Kar ve yağmur yağdığı için depoya ulaşım sıkıntılıydı zaten. Üstü aşağı doğru çökmeye başlayan deponun çatısı sallanıyordu. Çökme olmadan önce defalarca bu şartlar altında çalışılmayacağını söyledik yönetime. Ben bizzat “bakın, çat çat diye demir sesleri geliyor” dedim. Bana “o su sesidir” dediler. İşçi sağlığı ve iş güvenliği temsilcilerinin, denetimcilerin gelip “bu depoda çalışılabilir” dediklerini söylediler. Allahtan 2 Şubat günü depoya girdiğimizde iş yoğunluğu fazla değildi. O gün de uyardım, “depo yıkılacak” dedim. Bunun denetimini nasıl yaptıklarını, denetimcilerin nasıl olur da burası için “çalışılabilir” dediklerini sordum. Geçiştirildi. Çalışmak zorunda kaldık. Deponun çökmesi muhtemel bölümünü kapattılar kimse geçmesin diye. O gün orada çalışma olsaydı oradan sağ çıkma ihtimalimiz yoktu. Tam da benim çalıştığım oversize bölümüydü. O bölüm kapalıydı, ama insanlar yine de oradan geçiyordu. Sabaha karşı biz tekrar uyardık, “zaten iş yok, bırakın erken çıkalım” dedik. “Yok” dediler. Çok dakik oldukları, öyle durumlarda hemen tutanak tuttukları için kimseyi çıkarmadılar! Çıkışımıza 15-20 dakika kala takırtı sesi geldi birden. Arkadaşlarıma dedim ki, “burada duralım, daha ileriye gitmeyelim”. O anda çökme oldu zaten. Eğer ilerleseydik altından çıkamayacaktık.

Yaralananlar oldu mu?

Metin: Bir karartı oldu depo çökünce. Koşarken rampadan atlayanlar vardı, bu yüzden yaralananlar oldu. Dışarı çıktığımızda bayılanlar, sinir krizi geçirenler vardı. Arkadaşlarımıza bakınıyorduk sağda solda. Fakat biz bu haldeyken bile bize ilk denen şey, “kayıtlar, fotoğraflar varsa silin” oldu. Yahu önce bir çık dışarı, elemanları topla, sayım al, bölüme göre ayır, isim isim bak kim nerede diye. Ama yok. İlk dedikleri şey “video varsa silin”. Neyin fotoğrafından, videosundan bahsediyorsunuz? Bir bakın ya, içeride kim var, kim kalmış. Belki içeride bayılan, ölen var. Hiç mi umurunuzda değil? Tek düşündükleri kendi menfaatleri. Bunun için yaşıyorlar. Orada yüz kişinin canı gitseydi, çöküntü daha geniş bir alanda olsaydı bunun altından nasıl kalkacaklardı? Deponun çöküşü bu anlamda bir kırılma noktasıydı. Birçok kişi işten gönderilmeye başlandı devamında. Bu olayı bilen çok az kişi kaldı. Kalanları da korkuttular. “Bu olayı paylaşmayın, duyurmayın, paylaşırsanız başınıza şu gelir” dediler. Ölümden dönen bizdik, ama tehdit edilen de biz olduk.

Emre: O zaman midemiz bulandı işte. İşçiye biçilen kaderin bu olduğunu gördük. Canımızın değerinin olmadığını, onlar için esas olanın iş olduğunu gördük. Oynanan oyun da o andan itibaren başladı.

İşçiler Trendyol’un Esenyurt’taki deposunun önünde

Nasıl bir oyun?

Emre: 2022’nin başlarında, çatının çökmesi sonrası işyeri bizi “izne” çıkardı. Bize 16 gün tatil verildi. Sonra bir mesaj atıldı. Çatısı çöken deponun bahçesinde toplantı yapılacağı, bütün çalışanların bu toplantıya beklendiği söylendi. O gün herkes geldi. İnsan kaynakları müdürü de geldi. Bize şöyle bir anlaşma sunuldu: “Deponun çatısı yıkıldığı için İkitelli’deki depoda faaliyet göstereceğiz. İşinize son vermek istemiyoruz. Kışın ortasında sizi mağdur etmemek adına buradaki depo açılana kadar sizleri İkitelli’deki depoya götürüp getireceğiz. Oraya gitmeden önce bir görevlendirme yazısı var, onu imzalayın.” Biz de “peki” dedik. Şöyle teklifler de sunuldu ama: “Bizimle gelmek istemeyebilirsiniz, buraya imza atıp ‘gelmek istemiyorum’ derseniz de tazminatınızı alıp çıkarsınız.” Ama bizim sözleşmelerimiz dolmadığı için içeride tazminat haklarımız yok. Kışın ortasında iş bulmak da zor olacak. Bu yüzden “hayır, biz çalışmak istiyoruz, madem İkitelli’de iş var, oraya gideriz” dedik. Diğer teklifi kabul eden arkadaşlarımız da oldu. Ama hemen ardına, yönetim tarafından üç gün içerisinde 150 kişi işten çıkarıldı. Tazminat falan hiçbir şey verilmeden kapının önüne konuldular. Orada bize oyun oynandığını anladık. Ondan sonra çalışanlar olarak haklarımızı garanti altına almak için örgütlenmeye çalıştık. Bize bu konuda yardımcı olacak, yol gösterecek insanlarla iletişime geçebilmek için arayışa girdik. DGD-Sen’le (Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası), PTT-Sen’le (Posta, Telefon ve Telekomünikasyon İşçileri Sendikası) tanıştık.

Baskı koşullarında nasıl örgütlendiniz?

Aydın Taşkın: Aslında gazetecilik okudum. Ama iş bulamadığım için iki sene Trendyol’da çalıştım. İçeride kurdukları sistem prim sistemiyle performans dayatması. Performans dayatması rekabete yol açıyor. İnsanlar korkuyor, korktukça rekabete sarılıyor. Onların istediği de bu ortamı kurmak. Eğer itiraz etmiyorsan, primini alırsın. Ama bir konuda karşı çıktığında sesini kesmek için başvurdukları şey mobbing ve primini kesmek oluyor. Tüm bu baskılar bizi örgütlenmeye götürdü. Anayasal hakkımız sendika. En doğal hakkımız örgütlenmek. Eski ve yeni elemanlar toplandık. Sonra DGD-Sen’le tanıştık. Onlar bize destekçi oldu.

Muhammet Cengiz: Ben 18 yaşındayım. Beş ay çalıştım Trendyol’da. Bu örneği içerideki baskı, bizi örgütlenmeye götüren nedenler daha iyi anlaşılsın diye anlatmak istiyorum. Bundan bir-iki ay önce gece vardiyası için işyerine gelirken servisimiz kaza yaptı. Araç seyir halindeyken ters yönden gelen bir araçla çarpıştı. Serviste yaklaşık on kişiydik. Arka kısımda oturduğum için bir şey olmadı bana, ama yaralanan arkadaşlarımız oldu. Buna rağmen yine de işe gitmek zorunda hissettiler. Öyle bir mobbing ki, iki günlük eleman “primimi keserler” diyordu. Kafasını cama çarpan bir kadın arkadaşımız yürüyecek halde olmadığı halde işe gitti. Rapor almak da mümkün değil. Çünkü rapor almak istediğinde primin kesiliyor. Eline tespihi alıp kabadayı gibi depoda dolanan biri “rapor alamazsın” diyor. Doktor musun ki sen buna karar veriyorsun?

Yukarıda, soldan sağa, Emre Özdek, Metin Mumcu, Aydın Taşkın; aşağıda, Muhammet Cengiz, İbrahim Halil Kızmaz, Süleyman Şen ve Özgür Öztürk

Trendyol birçok taşeron şirketle çalışıyor, depo işçilerini haberleşme iş kolunda gösterip örgütlenmeyi engelliyor. Bu nedenle direnişte PTT-Sen’i de görüyoruz. Hem bu süreçteki dalavereyi hem PTT-Sen’in süreçteki rolünü anlatır mısınız?

Süleyman Şen: DGD-Sen burada örgütlenme çalışmasına başladığında içerideki arkadaşların sendikaya ulaşması üzerine gördük ki, DGD-Sen’e üye olunamıyor. Çünkü taşeron şirketler dolayısıyla işçilerin hepsi iletişim işkolunda. PTT-Sen’in sürece ortak olması bu sebeple. Örgütlenmeyi DGD-Sen başlatmış olsa da, işçi arkadaşların hile hurda dolayısıyla DGD-Sen’e üye olamayıp PTT-Sen’e üye olmak zorunda kalması nedeniyle beraber direniyoruz. Bunu daha önce de yaşadık. Esenyurt havzasında şirketlerin kendini görünmez kılma yöntemi bu. DGD-Sen onları görmesin diye yapılan bir oyun.

Peki taşeronlar neden iletişim gibi bir işkolunu tercih ediyorlar?

Özgür Öztürk: Birincil nedeni elbette direnişçi bir sendikayla aynı iş kolunda olmamayı tercih etmeleri. Patronlar DGD-Sen’i 2022’deki Migros direnişinden biliyor ve yakından takip ediyorlar. Özellikle Esenyurt – Akçaburgaz gibi DGD-Sen’in direnişleriyle tanışmış bir bölgede ilk başvurdukları yöntem bu oluyor.

İşverenler bir şekilde sendikal örgütlenme çabasına girildiğini farkettiğinde hızlıca iş kolu değişikliği yaparak örgütlenmeyi kırmaya çalışıyorlar. Bu sıkça karşılaştığımız bir yöntem. Bakanlık da bu konuda herhangi bir denetim veya düzenleme yapmadığı için patronların elini kolaylaştırıyor, hatta patronlar bu konuda bakanlıkla kusursuz bir uyum içinde çalışıyor diyebiliriz. Bakanlığa yaptığımız iş kolu itirazları ise uzay boşluğunda salınarak sonsuzlukta yol alıyor. Bu yüzden kurulduğumuzdan bu yana lojistik, depo ve antrepo faaliyeti yürüten tüm işyerlerinde iş kolu farketmeksizin örgütlenme çalışması yürütüyoruz.

3 Şubat 2022’de asgari ücret dayatmasına karşı iş bırakma ve depo işgaliyle başlayan Migros’un Esenyurt deposundaki direniş 20 Şubat’ta kazanımla sonuçlanmıştı. “Patronlar o direnişi biliyorlar” dediniz. Peki, Migros direnişinin bu havzadaki işçiler açısından nasıl bir hafızası var?

Özgür: Bu bölgedeki Trendyol deposu da Migros’un deposuyla aynı alanda bulunuyor, komşu sayılırlar. Trendyol deposundaki işçi arkadaşlarla o tarihlere uzanan tanışıklığımız var. 2022 Ocak-Şubat direnişi günlerinde bu bölgede tekstilden depoya kadar tüm iş kollarında iş bırakma eylemleri yaygın ve birbirini takip eden bir şekilde gerçekleşti. Bir işyerindeki direniş ve kazanım haberi diğer işyerlerindeki işçileri cesaretlendirirken, bunun aynı zamanda öğreten bir etkisi oldu. O dönem, Migros direnişi sonrası özellikle lojistik olmak üzere tüm iş kollarından işçilerle yoğun örgütlenme toplantıları gerçekleştirdik. Beyaz yakalı arkadaşlarımızdan işyerlerindeki yönetim toplantılarında Migros direnişinin çokça konuşulduğunu, kendi işyerlerine de sıçramaması için iyileştirmeler yapıldığını biliyoruz. Patronlar da direniş günlerinden kalan hafızayı bildikleri için bu bölgede özellikle direnişçi bir sendikanın iş kolunda olmamayı tercih ediyorlar ve usûlsüz iş kolu bildirimi yapıyorlar. Bu yüzden Trendyol deposunda da iletişim iş kolu gibi absürt, yapılan işle hiç alâkası olmayan bir iş kolundaki taşeronlarla muhatabız.

Trendyol’un Maslak’taki merkez binası önü. 20 Eylül günü burada eylem yapan 14 işçi ve iki sendika temsilcisi daha sonra polis şiddetiyle gözaltına alındı

Buradaki hukuksuzluk sadece iş kolu meselesiyle de sınırlı değil. Bir de “belirli süreli iş sözleşmesi” diye bir şey var…

Süleyman: Evet, belirli süreli iş sözleşmesi uygulaması var. İçeride altmış-yetmiş işçi sürekli bir sürkülasyonla değiştiriliyor. Bunun süresi genelde beş buçuk ay. Belirli süreli iş sözleşmesi genelde inşaatlarda olur. Bir projeye başlarsınız, o proje bittiğinde sözleşme de biter. Ama Trendyol’un yarın sevkiyatı mı duracak ki belirli süreli iş sözleşmesini kullanıyor? Hayır, depolama faaliyeti ve sevkiyat kesintisiz devam ediyor. Özetle, bu sözleşme tipinde ne kıdem ne ihbar tazminatı oluşuyor. İşçinin hiçbir hakkı olmasın diye bunu yapıyorlar zaten. Trendyol’un genelde işten çıkardıkları, iki ya da üç yıldır depoda çalışanlar. Ama aramızda beş buçuk aylık sözleşmeyle çalışıp çıkarılan arkadaşlarımız da var.

Muhammet: Ben onlardan biriyim. Ama ben işe başladığımda böyle bir bilgi verilmemişti. “Size beş buçuk aylık sözleşme yapıyoruz, sözleşme bittiğinde sizi çıkarabiliriz, kabul ediyorsanız gelin” demediler. Bana söylenen işçi alımı olduğu, beni de aralarında görmek istedikleriydi. Hatta operatörler “kalıcısın, sen ileride iyi yerlere geleceksin” diyorlardı. Bir arkadaşımızın beş ayını doldurmasına son birkaç gün kalmıştı. Yöneticiyle gidip konuşmuştu, “benim kredi borcum var, çalışmaya ihtiyacım var” demişti. Yöneticiden “iyi çalışıyorsun, sorun yok” cevabı almıştı. Ama aldığı bu cevabın ikinci günü kovuldu, kapının önüne kondu. Bu kadar yüzsüz, ikiyüzlüler. Onun sendikayla bir alâkası da yoktu ayrıca. Burada Süleyman’ın söylediği o sirkülasyonu tutturmak önemli onlar için.

İbrahim Halil Kızmaz: Ben de beş buçuk ay boyunca Trendyol’da gece gündüz, tüm vardiyalarda eksiksiz bir şekilde çalıştım. Alınterimle paramı kazandım. Bunun yanında anayasal bir hak olan sendikalı olma hakkımı kullanmak istedim. Ama içerideki patronlar bundan rahatsız oldular. Yalan dolan tutanaklarla, “küçülmeye gidiyoruz” diyerek bizi işten çıkardılar. Sendikalı olduğumuz için bizi toplu bir şekilde çıkarmaya güçleri yetmedi, o yüzden parça parça çıkardılar. Ben sonradan çıkarılanlardanım. Yanıma gelen takım liderleri iyi çalıştığımı, benden memnun olduklarını, ama arkadaş çevremin kötü olduğunu söylüyordu. Arkadaş çevremden kasıtları sendikalı arkadaşlarım tabii. Burada sendika istemediklerini anladım. Ya onların düzenine katılacaktım ya da onlara karşı olacaktım. İkincisini seçtim. Bunu görüp bildikleri için de beni işten çıkardılar.

Esenyurt’taki Trendyol deposunun önünde ve avlusunda her gün onlarca polis işçilerin karşısında

Pandemiden miras Kod-29 var bir de. Sizler de İş Kanunu’nun 25/2 maddesiyle, yani Kod-29’la işten çıkarıldınız. Bu kodla işten çıkarılan bir kişi ne kıdem, ihbar tazminatı ne de işsizlik maaşı alabiliyor…

Emre: Bu gücü işverene lütfeden devlet. Oturduğu yerden bir tuşa basarak, elinde bir kanıt olmadan, hiç sebepsiz bizi 25/2’yle işten çıkarabiliyorlar. Bu kod “ahlâksızlık” demek. Yüz kızartıcı bir nedenden işten çıkarıldığın anlamına geliyor. Bu maddeyle işten çıkarılan biri tekrar işe giremiyor.

İronik olan şu ki, Trendyol’da çalıştığım süreç boyunca amirlerim, yöneticilerim benim kişiliğimi, karakterimi bir buçuk yıl boyunca içerideki çalışanlara örnek gösterdiler. “Seni çok seviyoruz, efendisin, delikanlısın” diyorlardı. Beni bu şekilde örnek gösteren yöneticiler işin içine sendika girdiğinde bu kez beni “ahlâksızlık” koduyla işten çıkardı. O kadar kinlenmişler ki, tekrar bir işe girmeyeyim diye bu kodla işten attılar. Bu kodla çıkarılan bir işçiyi devlet bile sahiplenmiyor. İşsizlik maaşı vermiyor. Türkiye’nin çoğu yerinde bu kodlarla çıkarılmış, bir yıldır, iki yıldır direnen insanlar var. Hâlâ daha seslerini duyuramıyorlar. Ama yasalara göre haklıyız. Sendika bir hak. Bizi sendikal faaliyetlerden dolayı işten çıkaran patronun altı ay ila iki yıl arasında ceza alması gerekiyor. Ne yazık ki Türkiye’de bunun bir örneğini hâlâ görmüş değiliz.

Aksine patronlar servetlerine servet katıyor. Trendyol’un sermaye yapısı, kârlılık oranı nasıl?

Özgür: Trendyol’un esas sahibi yüzde 87’lik payıyla Çin merkezli Alibaba. Dünyanın Amazon’dan sonra en büyük e-ticaret şirketi Alibaba. Türkiye’de de yüzde 30’luk pazar payıyla en büyük e-ticaret şirketi konumunda. Süper Lig, Kadın Voleybol Takımı ve Tarkan gibi ünlülerin yanısıra on binlerce influencer ağıyla medyayı ve sosyal medyayı kuşatmış durumda. Yüz binlerce tedarikçi, satıcıyla, güvencesiz ve esnek çalıştırdığı binlerce işçiyle milyonlarca tüketiciye satış yapan, her çeyrekte kârlılık rekorları açıklayan bir sermaye.

Süleyman: Esnaf kurye modelini Türkiye’ye tanıtan da Trendyol. İşçi-işveren ilişkisini ortadan kaldıran bir model esnaf kurye modeli. Orada da işçinin bir organik bağı olmuyor, birden kapının önüne konabiliyor. İki sene önce bir eylem neticesinde kurye işçilerinin haklarında iyileştirmeye gidilmişti. Bu eylemler yapılmadığı sürece Trendyol servetine servet katıyor. Türkiye’ye büyüme yüzdeleri açıklıyorlar. Kim büyüyor, ben büyümüyorum, işçi büyümüyor. Biz borçlanıyoruz. Geliri artanlar onlar, Trendyol’lar, Demet Mutlu gibiler. Trendyol’un kurucu CEO’su Demet Mutlu bundan iki yıl önce 205 milyonluk bir yalı aldı. Bu lüks yaşamların karşısında ölümden dönen işçiler var. 205 milyon TL’ye yalı alan insanın o deponun çatısını yaptırmaya mı, o depoyu değiştirmeye mi gücü yetmiyor? Özgür dikkat çekti, Trendyol’un ciddi reklam anlaşmaları var. Bu anlaşmalar direnişe de yansıyor. Gazeteler dahi haber yaparken Trendyol’un ismini zikretmemeye çalışıyor.

Bunun direnişe yansıması nasıl oluyor?

Emre: Sesimizi duyurmaya çalışıyoruz, ama duymuyorlar. Reklam gelirlerinden elde ettikleri milyonları saymakla meşguller herhalde. Buradan Tarkan’a da seslenelim. Kendisini toplumun sıkıntılarına sırtını dönmüş birisi olarak bilmiyoruz. Ama ne hikmetse, kendisine ulaşmaya çalışsak da ondan bir karşılık alamıyoruz. Olumlu olumsuz dönmüyor bize. Herhalde Trendyol’dan aldığı reklam gelirleriyle ilgili bir çekincesi var, çoğu sanatçı gibi. Çünkü Trendyol’un muazzam bir reklam bütçesi var. Özellikle kasım ayı yaklaşırken, o kampanya çerçevesinde şirketin ayırdığı inanılmaz bir reklam bütçesi var. Sanatçıların çoğu bu bütçeden paylarını alamayacaklarını düşünüyorlar ki, bizi duymamakta ısrar ediyorlar. Varsın öyle olsun, biz buradaki duruşumuzla bütün sağır kulaklara ulaşacağımıza eminiz.

Kasım ayı kampanya için neden önemli? Bu dönemde olanlar içerideki çalışma koşullarına nasıl yansıyor?

Muhammet: Yılın son günlerinde yapılan en büyük alışveriş kampanyası kasım ayında olur. “Kara Cuma”dan dolayı en önemli kampanya dönemidir bu dönem. Buna hazırlık döneminde Trendyol çok sayıda reklam verir. Reklamlarla beraber siparişler de katlanır. Depoda inanılmaz yoğunluk olur.

Emre: Trendyol’un en önem verdiği dönemdir. Çünkü yılın on ayını zarar olarak görse de, iki ay içerisinde o “zararı” katbekat kâra çevirebildiği bir kampanya dönemidir. Bu dönemde işçiler çok ağır şartlarda çalıştığı için onlara şirin görünme çabası da başlar. Trendyol birden iyilik meleğine dönüşür. On ay boyunca işçinin keyfi sebeplerle kesilen primleri, parası o iki ayda kesilmez. O güne kadar işçinin bir kere dahi yüzünü görmediği yönetici gelir, “bir ihtiyacın var mı?” diye sormaya başlar. İşçinin aklını nasıl çelebilirim, motivasyonunu nasıl yükseltip daha fazla verim alabilirim diye dalavereler başlar. Normalde yemeklerde iki çeşit tatlı çıkıyorsa, altı çeşit çıkmaya başlar örneğin. Senede iki kere et yiyorsan bu sefer haftada iki kere et yemeye başlarsın. Normalde moladan beş dakika geç döndün ya da tuvalette beş dakika durdun diye primin kesilirken fazla fazla molalar verilmeye başlanır. Yirmi dakika depo içinde olmayan işçiye “sıkıntı yok” denir. Ama kampanya dönemi bittikten sonra neyi not ettilerse önünüze getirirler. “Gel bakalım, sen geçen ay moladan beş dakika geç dönmüşsün, kesin primini” derler. Prim kesme, tutanak tutma da işten çıkarma için bir tür fişleme yönetimidir aslında. Kimi işten çıkaracaklarsa daha sonra o tutanaklara bakarlar. Ama o kadar ironik durumlar da var ki, insan kaynakları “işten çıkarıldın” diye mesaj atıyor işçiye, sabahleyin de arayıp “ya yanlışlık olmuş, kusura bakma, işine devam edebilirsin” diyor telefonda.

Ağır ekonomik kriz koşullarında direniş süreci nasıl geçiyor?

Emre: Kolay değil.Şu an direnişte olan, tek başına ev geçindiren arkadaşlarımızdan biri kirasını ödeyemiyor. Muhtemelen birkaç gün sonra evden çıkarılacak. İşten çıkarılan arkadaşlarımızdan ikisi kiralarını ödeyemedikleri için daha önce evlerinden çıkarıldılar zaten. Ben de 34 yaşındayım. Bir kız çocuk babasıyım.Kimsenin elinde on gün boşta kalıp o on günü sıkıntısız atlatacak birikim yok. Benim de öyle.

Kızım yeni yeni konuşmaya başladığında ben evden işe diye çıkarken “nereye baba?” diye soruyordu. Ben de işe gittiğimi söylüyordum. Bu onun kafasında yer ettiği için şimdi her evden çıktığımda “nereye?” diyor, “hakkımı aramaya gidiyorum” diyorum. “Neden?” diyor, “çünkü benim haklarımı çaldılar kızım” diyorum. Ben işteyken kızım arayıp “baba eve gelsene” dediğinde “para kazanıyorum kızım” diyordum. Bu da onun kafasında yer eden şeylerden. Şimdi akşamları eve gittiğimde bana “baba para kazandın mı?” diye soruyor, bir şey diyemiyorum. Bir babaya yaşatılan duygu, biçilen kader bu.

İbrahim Halil: Direniş süreci zorlu geçiyor. Çalışamıyoruz. Evde benden para bekleyen bir ailem var, kardeşlerim var. Onlara bakmakla yükümlüyüm. Kiramız, faturalarımız var. Ödeyemiyorum, ödeyecek durumda değilim. Çünkü hakkımı savunmak için her gün buraya geliyorum. İnanın metrobüs parası, dolmuş parası bile bulmakta zorlanıyorum. Aileme para vermem gerekirken onlardan para alıyorum, arkadaşlarımdan borç alarak geliyorum buraya. Bu vesileyle kamuoyuna seslenmek istiyorum: Direnişimizde yanımızda olun!

Trendyol’un depo girişinde eylem yapan işçiler servislerdeki arkadaşlarını sendikalı olmaya çağırıyor

Aydın: İbrahim söyledi, inanın cebinde dolmuş parası olmayan oluyor. Elektriği kesilen, su faturasını ödeyemeyen arkadaşlarımız var. Ama burada bir dayanışma var. Aramızdaki samimiyete inanıyoruz. Gücümüz de buradan geliyor, dayanışmadan, samimiyetten. Sırtını birbirine yaslayan 14 insan var. Bu 14 kişi sonraki direnişlere de örnek olmak istiyor. Zorlanıyoruz, ama direnmek kolay bir yol değil, bunu da biliyoruz. Karşı taraf işi uzatmaya çalışıyor, ama biz de uzatacağız. Bir ay oldu, aynı kararlılık devam ediyor. Karşımızda muhatap istiyoruz. Haklarımızı alana kadar direnmeye devam edeceğiz.

Son söz?

İbrahim Halil: Bizim taleplerimiz onlar için bir araba, bir ev parası bile değil. Haklı taleplerimiz bunlar. Karşılansın istiyoruz. Neden muhatap bulamıyoruz, neden sokaklarda direnmeye zorlanıyoruz, anlamış değilim. Taleplerimizden biri işe iade. Sendikal durumumuzdan dolayı çıkarıldığımız için sendikal tazminatımızı da istiyoruz.

Aydın: Biz bu sesi büyütmek istiyoruz. Siyaset mekanizmasına, toplumun sanatçılarına bir çağrımız var bu yüzden. Burada direnen insanların hepsinin geçindirmek zorunda oldukları bir ailesi var. Her şeyden önce bunu bilsinler. Bu konuda bizimle olmalarını istiyoruz. Empati kursunlar. Buradaki 14 kişi deli olduğu için buraya gelmiyor, haklarımız gasp edildi. Bu hikâyeyi yarım bırakmak istemiyoruz. Bu yüzden destek bekliyoruz.

Özgür: Trendyol’u daha önce yendik, yine yenebiliriz, yine kazanabiliriz. Bu kadar büyük, ancak siparişten dağıtıma kadar binlerce işçi ve milyonlarca tüketicinin dahil olduğu bir ağla birbirine bağlı sömürü zincirini bir halkasından kırdığımızda hareketsiz kılabileceğimizi biliyoruz. Canavarın kalbine saplayacağımız kamayı bilemeye devam edeceğiz.

Kaynak: 1+1 Express – Bekir Avcı

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler