spot_img
spot_img
Ana SayfaSeçtiklerimizİşçi direnişleri lokal kaldığı sürece patronların saldırısını geriletemez - Neslihan Acar

İşçi direnişleri lokal kaldığı sürece patronların saldırısını geriletemez – Neslihan Acar

Sendika.org’un hazırladığı “Yeni ekonomi yönetimi, işçi direnişleri ve sınıf mücadelesinin seyri” dosyası kapsamında değerlendirmelerde bulunan DGD-SEN Genel Başkanı Neslihan Acar’ın söyleşisini iktidarın ücret politikasını ve buna karşı mücadele yollarının güncel hattını ifade etmesi bakımından biz de okuyucularımızla tekrar paylaşıyoruz.


Enflasyonun yüksek olmasına dair Merkez Bankası raporları da Mehmet Şimşek’in açıklamaları da ücretlere işaret ediyor. Ücret politikasına dair önceki döneme nazaran nasıl bir değişimden söz edebiliriz?

’99 depremi ve 2001 krizi sonrası iktidara gelen AKP uyguladığı ekonomi politikalarıyla Türkiye’nin neoliberal dönüşümünün hızlandırılmasını sağladı. Eğitimde ve sağlıkta yapılan özelleştirmeler, mezarda emeklilik, SGK, iş kanunu ve sendikalar kanununda yapılan değişiklikler, taşeron çalışmanın norm haline getirilmesi, kiralık işçilik, arabuluculuk yasası gibi düzenlemelerle emekçi sınıfların yıllardır mücadele ile elde ettikleri haklar gasp edildi. Mehmet Şimşek bu politikaların mimarlarından ve uygulayıcılarındandır.

2021’den bu yana emekçi kesimlerin ücretleri erirken sermaye sahipleri yüzde bin ve on binler düzeyinde kârlar açıkladı. Bu süreçte rıza üretme kapasitesi giderek zayıflayan iktidar, 2023 Genel Seçimleri öncesi kimi tavizler vererek yükselen enflasyon karşısında ücretleri eriyen emekçi kesimlerde oluşan tepkiyi hafifletmek için asgari ücrete senede iki defa artış ve EYT yasası gibi düzenlemelerle seçimi atlattı. Asıl uygulanmasına yerel seçimler sonrası başlanacağını gördüğümüz Şimşek’in başında olduğu ‘yeni’ ekonomi yönetiminin “rasyonel” diye ifade ettiği ekonomi programı için IMF’siz IMF programı veya yeni kemer sıkma programı denebilir. Bu programın detaylarını eylül ayında açıklanan Orta Vadeli Program’da (OVP) görebiliyoruz. Programda enflasyonun nedeni ücretler olarak gösteriliyor, ilk uygulamalarını kredi kartı faiz oranlarının ve asgari ödeme limitlerinin yükseltilmesi, dolaylı vergilerin artırılması ile görüyoruz. Ücretli çalışanların alım gücü sınırlandırılarak krizin yükü emekçi sınıflara yüklenmeye çalışılacak.

Devamını önümüzdeki dönem ücret artışlarında hedeflenen enflasyonun baz alınması, kıdem tazminatı gibi son kalan haklara yönelik saldırılar, belirli süreli iş sözleşmeleri ile güvencesizliğin yaygınlaştırılması, taşeron çalışmanın norm haline getirilmesi gibi örneklerle ve yoğun işten atma saldırıları ile göreceğiz. Sermaye sınıfının temsilcisi bu ekonomi yönetimi açık bir sınıf düşmanlığı ile hareket edecek, emekçi halkın elinde ne kaldıysa çökmek, en ufak kazanımları dahi elinden almak için çalışacaktır. Bu elbette Şimşek yönetimine özgü bir program değil. Tüm düzen güçlerinin ortaklaştığı farklı isimlerle aynı şeyi söyledikleri bir program. Türkiye neoliberal küreselleşmeye tamamen entegre olmuş bir ülke. Dolayısıyla üretimin ve tüketimin küresel olarak planlandığı bu koşullarda işçilerin alacağı ücretler de küresel olarak planlanıyor. Egemenlerin Türkiye işçi ve emekçi sınıflarına küresel tedarik zinciri içinde biçtikleri rol de belli; daha düşük ücretle açlık ve sefalet içinde borçlu ve ‘sosyal yardıma’ (sadakaya) muhtaç bir şekilde yaşamak, güvencesiz ve ölümü pahasına çalışmak.

Temmuzdan itibaren çok sayıda yerde çoğunlukla zammın düşük bulunmasına karşı işçi eylemleri oldu. Enflasyon etkisinin uzun dönemli olması durumunda bu hareketlenmenin uzun vadede etkisinin ne olacağını ve nereye varacağını düşünüyorsunuz?

Ülkemizde asgari ücret giderek medyan ücret haline geldi. Asgari ücret ile en yüksek işçi ücretleri arasındaki makas giderek daraldı. En yüksek ücretlerin alındığı sektör olan metal işkolunda bir metal işçisinin maaşı iki binli yılların başında dört asgari ücrete çıkarken bugün bir buçuk asgari ücrete gerilemiştir. İşçilerin çoğunluğu ya asgari ücrete çalışmakta ya da asgari ücretin yüzde 10’u civarında çalışmaya zorlanmaktadır. Özellikle büyük kentlerde yaşayan, yüksek enflasyon altında ezilen işçiler geçinebilmek ve yaşamını sürdürebilmek için ya ek iş yapmak ya da fazla mesai dayatmasını kabul etmek zorunda kalıyor. Günde on altı saatlere varan çalışma sürelerini pazar mesaileri izliyor. Artık bir maaşın ev ekonomisini sürdürebilmek için yetmediği, ev ahalisinin neredeyse tamamının işçileştiği, ücretli emek süreçlerine dahil olduğu bir dönemdeyiz. Bu yüzden yüksek enflasyon karşısında sürekli ücretleri eriyen işçiler aldıkları zamların geçici olduğunu biliyor. Günü kurtarma ve kendini bir sonraki ay alacağı maaş gününe atma telaşıyla çalışıyor, yoğun çalışma temposu içinde patron, yönetici, amir baskısı altında haysiyeti ayaklar altına alınarak ölümle burun buruna çalıştırılıyor.

Bu nedenlerle asgari ücret artışı dönemleri de ülke çapında işçilerin hem ücretlerini hem de çalışma koşullarını konuştukları, beklentilerini paylaştıkları, bir araya gelme eğiliminin arttığı süreç halini aldı. Konfederasyonların acınası halini izleyen işçiler asgari ücret belirlenme sürecine etkisi olmasa da ücret artışı sonrasında fiili mücadele yöntemleriyle asgari ücret belirlenme sürecini esasında bir toplu pazarlığa dönüştürme talebini ortaya koymaktadır. Şimdilik işçilerin bu talebini de sahiplenen işyerlerinde ve yaşam alanlarında kurulu mücadele birlikleri yok. Bu önümüzdeki dönem mücadelenin nasıl ve hangi araçlarla yürütülmesi gerektiği tartışmalarında yol göstermesi açısından önemli.

Ücreti asgari ücrete yaklaşan işçilerin tepkisi

2022 Ocak ve Şubat aylarında da çok sayıda yerde yine ağırlıkla ücret zamlarının düşük bulunmasına karşı eylemler olmuştu. Bu yılki eylemlerle kıyaslarsak benzerlikler ve farklılıklar açısından ne söyleyebilirsiniz?

2022 Ocak-Şubat direnişi döneminde işkolu fark etmeksizin neredeyse tüm direnişlerin hem örgütlenmesinde hem sürdürülmesinde bulunduk. Gemi söküm tersanelerinden tekstil ve lojistiğe kadar uzanan geniş işkoluna ve farklı şehirlere yayılan, iki ay boyunca fiili grevlerin yoğun yaşandığı, Migros işgali ve zaferi ile taçlanan direnişlerin büyük çoğunluğu kazanımlarla sonuçlandı. Dönemin eylemlerinin öne çıkan yanı, artık eski halini almış geleneksel sendikal anlayışın karşısında fiili meşru mücadele çizgisini üstlenen bağımsız sendikalar ve eylem biçimi olarak da ‘yasadışı’ olan grevlerdi. Bu önemli çünkü sendikal harekette bir dönemin sonu olarak gördüğümüz Tekel direnişi sonrası oluşan yeni işçi dinamiğini anlamak ve izleyeceğimiz yolu göstermesi açısından da bakacağımız yer 2015 Metal Fırtına ve 2022 Ocak-Şubat direnişleridir.

Geçtiğimiz yaz aylarında asgari ücret ara zammı sonrası gerçekleşen eylem ve direnişler ise daha lokal ve daha sınırlı kalmıştır. Antep’teki tekstil işçileri dışındaki eylem ve direnişler çoğunluğu belediyeler olmak üzere büyük oranda sendikalı işyerlerinde asgari ücret ara zammı sonrası zam alamayan, ücretleri asgari ücrete daha fazla yaklaşan işçilerin ek zam talebiyle oldu.

Ücret mücadelesini de içeren bir mücadele programı ihtiyacı

Toplu iş sözleşmesi yapılabilen yerlerde dahi kısa süre içerisinde yüksek enflasyondan dolayı ücretlerde hızlı bir erime yaşanıyor. Toplu sözleşme masası olsun ya da olmasın, ücret artışı talebi yeterli mi, ücret artışı talebinin yetersiz kaldığı noktada taleplerin içeriği nasıl genişletilebilir, nasıl bir strateji izlenebilir?

Bugün işçi ve emekçilerin daha yüksek ücret talebinden önce (onu da içeren) bir mücadele programına ve mücadele birliğine ihtiyacı var. 2010’lardan bu yana ülkenin dört bir yanına yayılmış bir direnme eğilimi var ve bu önümüzdeki dönem artarak sürecek. Ancak bu direnişlerin çoğu lokal ve sınırlı kaldığı sürece patronların saldırısının geriletilme olasılığı yok. Kimi direnişler patronların küçük tavizleriyle çoğu da ezilerek bitiriliyor. Bugün günlerce direnilip alınan üç kuruş ücret zammı iki gün sonra patronlar tarafından çeşitli yollarla geri alınıyor, direnişe öncülük edenlerse muhakkak cezalandırılıyor ve diğer işçilere tehdit olarak gösteriliyor. İşçilerin yaşamı sarı sendika, tarikat, çete, patron, kolluk ve yerel siyasi ağlarla kuşatılmış durumda. Bu kuşatmayı yaracak, işçilerin direnme iradelerine ve her direnişin talebine sahip çıkacak, kazanması için tüm gücünü ve ilişkilerini seferber edecek, “Üreten biziz, yöneten de biz olacağız” şiarının başa yazıldığı bir mücadele programına ihtiyaç var.

Trendyol direnişi hangi aşamada? Bu süreçte mücadelenin güçlü ve zayıf yanları neydi? Bir sonraki direniş için hangi dersleri çıkarıyorsunuz?

Trendyol deposu sendikamızın yıllardır odaklı olarak çalıştığı ve örgütlenme çalışması yürüttüğü Esenyurt bölgesinde, işgalin hala bölgede hafızalarda olduğu Migros deposunun yanında bulunuyor. Burada asıl iş olan depolama ve sevkiyat faaliyeti iletişim işkolundaki 5 ayrı taşeron firmaya yaptırılıyor. Bu yüzden işçi arkadaşlarımız kardeş sendikamız PTT-SEN’e üye oldu, direnişi de birlikte yürüttük. Direnişe başlamadan önce işten atılan işçi arkadaşlarımızla birlikte direniş sürecini tüm yönleriyle tartıştığımız toplantılar yaptık. Seçim sonrası toplumun muhalif kesimlerinde yenilgi havasının estiği bir dönemde Alibaba gibi küresel bir tekele karşı kentin merkezine uzak bir alanda kıt imkanlarla yapılacak direnişin sınırlarını biliyorduk. Ancak direnişin hem işçilerde hem kamuoyunda yarattığı moral etki ve dayanışma sayesinde 46 günün ardından kazanımla sonuçlandı. Direnişin taleplerinin bir kısmı karşılandı, 14 işçinin tüm hakları ödendi. İşyeri temsilcisi arkadaşımızın çıkış kodu ve haklarıyla ilgili talebimiz için müzakereci görüşmeleri sürüyor.

Trendyol: Kendisinden önceki kurye direnişlerinin devamı

Direnişin ilk günleriyle bugün arasında işçilerde moral, motivasyon, sınıf bilinci, politik perspektif açısından nasıl bir farklılık olduğu söylenebilir?

Trendyol’u sadece depodaki örgütlenme sınırında ele almıyoruz. Binlerce tedarikçi, üretici ve kuryeleri ile birlikte düşündüğümüzde yüzbinlerce işçinin çalıştığı dev bir yapı. Aynı zamanda çeşitli ticari bağımlılıkların geliştiği, bu bağımlılıklar içerisinde sömürünün de katmerli olarak arttığı devletin de bu ağlara göre yasal tüm düzenlemeleri yaptığı, işçilerin bu ağlar içerisinde her gün öğütüldüğü emperyalist tekellerden biri. Direnişi bu anlamıyla kendisinden önceki kurye direnişlerinin devamı olarak görüyoruz. Onlarca toplantı ve görüşme yapmış olsak da hiçbiri direniş kadar öğretici olmuyor. Elbette işçiler işyerinde çalışırken deneyimledikleri ve sadece bir patron ya da amir olarak gördükleri düşmanın kompleks ilişkiler ağına sahip olduğunu direnişte karşılaştığı medya kuşatması, polis ablukası, devlet şiddeti ile daha iyi anlıyor. Ancak direniş alanındaki deneyim ve direniş okulu bu kompleks yapıyı nasıl yıkabileceğini de öğretiyor. Sınırlılıkları, zayıflıkları ile birlikte ama asıl gücün nereden geldiğini de gören giderek daha fazlası için cesaretlendiren bir karşılıklı öğrenme/öğretme süreci direniş.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler