spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriKüresel değer zincirleri neden küresel yoksulluk zincirleri olarak anılmalı? - Benjamin Selwyn

Küresel değer zincirleri neden küresel yoksulluk zincirleri olarak anılmalı? – Benjamin Selwyn

Küresel değer zincirleri, Dünya Bankası ve pek çok akademisyenin önermelerine göre geliri artırıyor, daha iyi iş imkanları yaratıp yoksulluğu azaltıyor, hatta aşırı yoksulluktan kaçış merdiveninin ilk basamağı olarak tanımlanıyor. Benjamin Selwyn bu yazıda KDZ’ler için yaratılmış bu illüzyonu kırıyor; Dünya Bankası’nın yoksulluk ölçümünü çürütüyor, Tay işçilerin Tesco’ya karşı verdikleri mücadelenin özünü bize aktarıyor ve aslında, KDZ’lerin aşırı yoksulluktan kaçış merdiveninin ilk basamağı değil, küresel yoksulluk zincirleri olduğunu anlatıyor. Umut-Sen Çeviri Kolektifi olarak çevirdiğimiz metni sizlerle paylaşıyoruz.

Dünya Bankasına göre küresel değer zincirleri (KDZ) “geliri artırıyor, daha iyi işler yaratıyor ve yoksulluğu azaltıyor”. Doğu bloğunun 1991’de çökmesi ve Çin’in küresel ekonomiye yeniden dahil edilmesiyle birlikte uluslararası ticaret artarak KDZ’ler taratından organize olmaya başladı. Örneğin, modern kapitalist küreselleşmenin sembollerinden biri olan Apple iPhone telefonların parça ve girdileri, milyonlarca işçi tarafından elliden fazla ülkede üretiliyor.

Ulusötesi şirketler (Transnational Corporations, TNCs) – akademik literatürdeki adıyla “lider şirketler” – küresel değer zincilerini, rekabet stratejilerinin, varolan işleri ya da iş gücü ucuz olan ülkelerde yeni işlerin taşeronlaşmasını parçası olarak lanse ediyor. Güney yarım kürede devlet yöneticileri yerli endüstirler oluşturmaktan giderek vazgeçerken onun yerine, küresel değer zincilerine ham madde sağlayıcısı olmayı arıyor. Bugün 450 milyondan fazla işçi KDZ’lerde çalışıyor.

Tanınan birçok isim, KDZ’ler gibi üretim ve dağıtım sistemlerinin yeni kalkınma planı olarak radikal fırsatlar getirdiğini öne sürüyor. Ekonomik işbirliği ve kalkınma örgütünün (Organisation for Economic Co-operation and Development, OECD) eski genel sekreteri Angel Gurria’ya göre:

“Herkes küresel değer zincirlerinden faydalabilir… Kürsel değer zincilerinin gelişimine ve o zincire dahil olmaya yönelik her teşvik daha fazla iş ve daha ekonomi için sürdürülebilir büyüme demektir.”

KDZ’lerin fikir babası akademisyen Gary Gereffi, Küresel Güney’in gelişiminin oradaki tedarikçilerin “endüstrideki en değerli lider firmalara bağlanması ile olabileceğini” iddia ediyor.

Oysa gerçekte KDZ’ler dünyanın en büyük şirketlerden bazıları için bulunmaz nimet olsa da işçiler için durum böyle değil. Hatta bir KDZ’yi küresel yoksulluk zinciri olarak tarif etmek çok daha yerinde olur.

Küresel Yoksulluk Zincirleri

İngiltere’deki perakende firması Tesco için Tayland’daki bir fabrikada çalışan Burmalı göçmen işçilerin asgari ücretten az ödemeyle, angarya işle çalıştığını ve kötüye kullanılan çalışma koşullarında olduğunu gösteren bir adli dava yakın zamanda ortaya çıktı. Bu işçiler 2017-2020 yılları arasında VK Garment (VGK) şirketine kot pantolon, kot ceket ve diğer kıyafetler üretti. Şimdi Birleşik Krallığın en büyük ve dünyanın en karlı dokuzuncu perakendecisini ihmal ve haksız kazanç sebebiyle dava ediyor. İşçiler genelde sabah sekizden gece on bire kadar, ayda sadece bir gün izinle çalışıyorlardı. Bazen yüklü siparişleri yetiştirebilmek için 24 saat çalışmaya zorlanıyorlardı. Tayland’daki sekiz saatlik çalışmanın saatlik asgari ücreti 7 pound olmasına rağmen çoğu işçi günde 4 poundtan az kazanıyordu. İş yeri kazaları ve yönetici tacizleri yaygındı.

Göçmen işçiler, göçmenlik statüleri için VK Garment firmasına bağlılardı ve bu durum da, ücretlerinde yapılan hırsızlığa ve yönetici zorbalıklarına karşı savunmasızlıklarını arttırıyordu. VKG’ye ait yatakhane kirli ve aşırı kalabalıktı. Tay bir kadın işçinin asgari ücret istemesi üzerine yöneticileri ona köpek diye seslenmiş ve “eğer fabrikada çalışmak istemiyorsa kapının orada” olduğunu söylemişti. Tesco 2020 yılında 2 milyar kar elde etti. Serbest çalışma bölgelerinin yüzde sekseninde ise asgari ücretten az ödeme yapılıyordu.

Burmalı işçilerin burada anlatılan aşırı sömürüsü küresel değer zincilerinde yaygın bir pratik.  Tesco gibi lider firmalarca organize edilen KDZ’ler sayesinde firmalar işçilerin ürettiği emekten aslan payını alırken geriye sıfırdan başka bir şey bırakmıyorlar.

Sömürü Yapıları

KDZ’lerin türemesi, neoliberalizmin dünya çapında dominant ekonomik model haline gelmesiyle aynı tarihsel momente denk düşüyor. Serbest Üretim Bölgeleri denilen yabancı yatırımcının ithalat ihracat vergilerinden muaf olduğu, genellikle ucuz, sendikalaşmamış iş gücüne ulaştığı bölgeler sayesinde KDZ’lerin yükselişi hızlandı. 1975 yılında 25 ülkede, 79 serbest bölge varken bu sayı 2006’da 130 ülkede 305 olmuştu. Bu noktada artık serbest bölgelerde 66 milyardan fazla işçi çalışıyordu.

Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organization, ILO) serbest bölgelerin yüzde 80’inde minimum ücretin altında ödeme yapıldığını öğrendi. Serbest bölge tipi çalışma koşulları ulusal ekonomilere de yayıldı ve işçilerin hayatları pahasına şirketlere büyük karlar kazandırdı.

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (United Nations Conference on Trade and Development, UNCTAD) 2018 ticaret ve kalkınma raporuna göre:

“Ulusötesi şirketlerin karlarındaki yükseliş, 1995-2015 arasındaki küresel emek geliri payındaki düşüşün üçte ikisinin sebebi. Haliyle, en iyi ulusötesi şirtkerler kar paylarını, küçük işletmelerden alarak artırmış olsa da, büyümeleri milenyum başından beri süregelen emek geliri payındaki düşüş ile ilişkili.”

Apple’ın yüksek teknoloji iPhone telefonlarını ele alalım. KDZ destekçilerine göre, işçiler yüksek teknoloji üreten sektörde yüksek üretim seviyeleri sebebiyle fayda görmeliler. Oysa gerçekte bırakın fayda görmeyi, bu telefonların üretimi tamamen yoksulluk seviyesinde ücretlerin ve ağır çalışma koşullarının üzerine kuruludur. Apple’ın 2010’da iPhone’dan elde ettiği kar, nihai satış fiyatının yüzde 58’inden fazlasını oluştururken bunun sadece yüzde 1.8’i Çinli işçilerin payına düşmüştür. (Şekil 1)

Şekil 1 – iPhone Değer Dağılımı, 2010 – Kaynak: Kraemer et al.

iPhone’un parçaları, Foxconn ve daha az bilinen ancak aynı derecede sömürü koşulları dayatan Pegatron gibi mega firmalar tarafından üretiliyor. Bu fabrikalardaki çalışma koşulları baskıcı ve istismara açıktır. Foxconn’un ana şirketi Hon-Hai’nin şefi Terry Gou’nun  “Hon Hai’nin dünya çapında bir milyondan fazla işgücü var ve insanlar da hayvan olduğu için, bir milyon hayvanı yönetmek bana baş ağrısı veriyor.” şeklinde beyanı vardır.  Anlaşıldığı gibi, Foxconn işçi rejimi, işçilerin düzenli ve tutarlı bir şekilde aşağılanmasıyla şekil bulmuştur.

Çin İşçi İzleme Örgütü, Şanghay’daki Pegatron fabrikasında “işçilerin saatte 450-500 anakart monte etmeye zorlandığını ” bildirdi. Çalışanlarının yarısından fazlası, “temel ücretleri… yaşam standardını karşılayamadığından.” ayda doksan saatten fazla mesai yapıyordu.

Sahte Ölçümler

Foxconn, Pegatron veya VKG gibi firmalarda ücretler öyle düşük ki, işçiler insanca yaşayacak bir ücret alabilmek için yoğun ve sağlığı tehdit eden fazla mesailerde çalışıyor. Yine de bu gerçekler KDZ savunucuları tarafından umursanmıyor.

Financial Times köşe yazarı Martin Wolf, çok satan Why Globalization Works (Küreselleşme Neden İşe Yarar) adlı kitabında, işçilerin bu tür fabrikalarda çektiği acıları şöyle hafifletiyor:

“Ulusötesi şirketlerin kâr elde etme umuduyla Çinli işçilerini sömürdüklerini söylemek doğrudur. Çinli işçilerin, daha yüksek ücret, daha iyi eğitim ve daha fazla fırsat elde etme umuduyla (neredeyse evrensel değerlere ulaşmak için) ulusötesi şirketleri sömürdüklerini söylemek de aynı derecede doğrudur.”

Benzer şekilde, eski BM Milenyum proje direktörü Jeffrey Sachs, atölyelerin ağır sömürü şartlarına yönelik suçlamaları reddetti. Aksine, buraların “aşırı yoksulluktan kaçış merdiveninin ilk basamağı” olduğunu savundu. Sachs daha ileri gidip, neoliberal küreselleşmeye karşı gelen “zengin dünya protestocularının”, “bunun gibi işlerin artışını desteklemesi gerektiğini” bile iddia etti.

Sachs ve Wolf, bu tür argümanlar ortaya koyarken Dünya Bankası’nın aşırı yoksulluk ölçüsünün – genellikle günlük bir dolarlık yoksulluk sınırı olarak tanımlanır – arkasına saklanıyor, ki bu ölçüme göre dünya çapında yoksulluk son kırk yılda önemli derecede azalmıştır.

Bu ölçüm amaçlı kullanılan tanımla ilgili sorun, bu durumda yaşayan gerçek insanların katlandığı yoksulluk hakkında hiçbir şey söylememesidir. Bu, yoksul insanların hakiki ihtiyaçlarıyla ilgili endişeleri barındırmayan, keyfi bir sayıdır. Örneğin, 2000’lerin ortalarında, Dünya Bankası’nın yoksulluk sınırı “ABD’de günde 1.3 dolar harcayarak hayatta kalmak için gerekli tüm ihtiyaçların karşılanabilmesi” olarak tarif ediliyordu. Dünya Bankası’nın bu resmi yoksulluk tarifi, gerçek insanların katlandığı yoksulluk hakkında neredeyse hiçbir şey söylemiyor.

Bu yoksulluk ölçümü, işçileri yoksulluğa iten mekanizmaları tanımlamıyor; sadece VKG, Foxconn ve Pegatron gibi şirketlerin istihdam stratejileri nedeniyle yoksulluğun ortadan kalkmanın eşiğinde olduğu bir dünya imajı yaratılarak kapitalizm yanlısı ideologlara yardımcı oluyor.

Sachs ve Wolf’un yoksulluğa neden olan KDZ’leri haklı çıkarmak ve aklamak için kullandıkları yoksulluk sınırı tarifi insanlık dışı ve işçi karşıtıdır. Eğer bir işçi günde bir dolar eşdeğerinden fazlasını tüketebilmek için sağlığına zarar verecek şekilde tehlikeli koşullarda ve fazla mesai ile çalışırsa Dünya Bankası onları yoksul saymaz. Bu ölçüme göre, VKG’deki işçiler yoksul değildir.

Önce İşçiler

Böylesi propagandaları göründüğü gibi kabul etmek yerine, kapitalizmde işçi yoksulluğunun yaygınlığını anlamak için Marksist gelenekten yararlanabiliriz. Marx “toplum onu zorlamadıkça sermayenin, işçinin sağlığını ve yaşam süresini hesaba katmadığı” konusunda uyarmıştı. Ayrıca, kapitalistlerin, buldukları her fırsatta ücretleri emek gücüne karşılık gelen değerin altına çekmeye çalışarak rekabet güçlerini arttırmaya çabalayacaklarını da gözlemlemişti.

KDZ’lerdeki işçi yoksulluğunun yaygınlığı, Dünya Bankası ve çok sayıda akademisyenin önerdiği gibi, KDZ’lerin artan gelirlerin, daha iyi işlerin ve azaltılmış yoksulluğun sağlayıcısı olmadıklarını gösteriyor. Daha ziyade, KDZ’ler, ulusötesi firmalar için ücretleri emek gücünün değerinin altına düşürerek sömürüyü artırmak adına tasarlanmış organize bir stratejiyi temsil ediyor. Bu strateji çokuluslu şirketlerin kârlarında mucizeler yaratırken yüz milyonlarca insanı yoksulluk gelirine ve sağlığa zararlı koşullar mecbur bırakıyor.

Marx için yoksulluk toplumsal bir fenomendi. Dünya Bankası’nın insanlık dışı yoksulluk sınırı tarifinin aksine o, yoksulluğun tanımının ve hesaplanmasının işçilerin fiziksel ihtiyaçlarına dayanması gerektiğini açıkladı. En önemlisi,  ölçüsünün “ahlaki bir unsur” içerdiğini belirtti. Bu ahlaki unsur, nihayetinde, kapitalist sınıfın işçileri sadece emek gücünün taşıyıcıları ya da Foxconn’un Terry Gou’sunun sözleriyle hayvanlar olarak tanımlaması yerine, toplumsal olarak tanımlanmış bir dizi ihtiyacı olan insanlar sınıfı olarak tanınmaya zorlar.

Yoksulluk zincirlerinin geçmişte kaldığı bir dünyayı hayal etmek ve onu oluşturmak mümkün mü? Bu mücadelenin bir parçası, işçi yoksulluğunu olduğu yerde tanımak ve ona karşı çıkan ve mücadele eden işçileri desteklemek. Bu nedenlerden dolayı, Tesco’ya karşı açılan dava tam desteğimizi hak ediyor. KDZ’lerdeki işçiler; Çin’in dev elektronik fabrikalarındaki iş durdurma eylemlerinden,  Orta Amerikalı tarım işçilerinin sendikal tanınma mücadelelerine veya Tayland’ın ihracat odaklı konfeksiyon fabrikalarındaki kitlesel grevlere kadar, daha iyi ücretler ve koşullar için sayısız yerde mücadele ediyor. Bu mücadelelerin her biri, çokuluslu şirketlere ve onların küresel yoksulluk zincirlerinin gücüne karşı meydan okumadır.

Çeviren: Melike Özbay

Düzenleyen: Hazar Bulanık

Orijinal metin: Why global value chains should be called global poverty chains

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler