Düşük ücretler, yoğun çalışma saatleri, güvencesizlik, baskı, mobbing ve işten atmalarla gündeme gelen yayıncılık sektöründe yaşanan hak gasplarına bir yenisi de İthaki Yayınevi’nde eklendi. Küçülme gerekçesi ile 2-3 aylık tazminat hakları doğmamış çalışanlar işten atılıyor, daha eski çalışanlar ise yıldırma politikalarıyla istifaya zorlanıyor. Geçtiğimiz hafta sosyal medyaya da yansıyan işten atma haberlerini İthaki Yayınevi’nden işten çıkarılan bir çalışan ile görüştük.
1- İthaki Yayınevi’nde yaşanan ve sosyal medyaya sirayet eden süreçler hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Öncelikle yaşananların duyurulmasına yardımcı olduğunuz için teşekkürler. Elimden geldiğince süreci özetlemeye çalışayım isterseniz:
Temmuz sonlarında, İthaki’nin yayın yönetmeni olan arkadaşımız, yayınevi çalışanlarına ikinci altı ayda (yani asgari ücret görüşmeleri sonrasında) ekonomik koşulların yol açtığı mağduriyetleri dengeleyecek bir zam yapılmasını istedi ve patron Ünal Koçak’la görüştü. Zaten birçoğumuz asgari ücret düzeyinde ve diğer sektörlere nazaran oldukça düşük rakamlara çalışıyorduk. Hatta asgari ücret zammı sonrasında maaşı asgarinin altında kalanlar olmuştu. Yayın yönetmeniyle patron arasında geçen bu görüşmede bir sonuca varılamadı ve biz de ağustos başında yatırılacak maaşlarımızı beklemeye başladık.
Ağustos başında zamlı (ama yine bizim taleplerimizin ve piyasa koşullarının oldukça gerisinde kalan) maaşlarımız hesaplarımıza yatırıldı. Pek memnun olmadık ama yapacak bir şey yoktu. Temmuz başından beri evlerden çalışıyorduk ve ağustos ayında da bu şekilde devam edeceğimiz iletilmişti. Fakat, sanırım zamlı maaşların yatırıldığı gün (yani 8 Ağustos’ta) şirketin İnsan Kaynakları bölümünden, yayın yönetmenimizi de incitecek ve zan altında bırakacak bir dille, hepimize bir toplu mail gönderilerek ‘evden çalıştığımızın tespit edildiği, bunun yayın yönetmenimizin kendi başına aldığı bir karar olduğu ve yönetime haber verilmediği, 17 Ağustos sabahı herkesin mutlaka ofiste olması gerektiği, olmayanlar hakkında tutanak tutulacağı’nı belirten bir mail aldık. Dahası, mesai bitiş saatimiz de 18:00’dan 18:30’a uzatılmıştı. Bu maile dair bir şey söylemem gerekiyor çünkü hem bizi hem de eski genel yayın yönetmenimizi yalancı durumuna düşürüyor. Uzaktan çalışma kararı, tabii ki de genel müdürün ve dolayısıyla patronun bilgisi dahilinde alınmış bir karardı. Neyse, hemen hemen hiçbirimizin şimdiye dek muhatap olmadığı İnsan Kaynakları’ndan böyle ani ve tehdit edici bir email alınca, hepimizi afallayıp korktuk.
Bunun ardından, yayın yönetmenimiz istifa ederek hepimize bir veda mesajı gönderdi. Tabii burada istifa etti değil de ettirildi desek daha doğru olur, çünkü topluca gönderilen o mail ve mailde doğruca yayın yönetmenimize yöneltilen suçlayıcı tavır, yenilir yutulur cinsten değildi. Asıl sorun bizim haklarımızken, neredeyse kafasına göre ofise gitmeyen insanlar gibi lanse edilmiştik.
Bu arada, İstanbul’daki konut fiyatlarının anormal seviyelere ulaşmasıyla, farklı birimlerde çalışan arkadaşlarımız başka şehirlere taşınmıştı ve yönetim de bundan haberdardı. Yıllardır uzaktan çalışanlar olduğu gibi yakın zamanda yönetimin onayıyla evini başka bir şehre taşıyıp uzaktan çalışmaya geçmiş arkadaşlarımız da vardı. Yani bir sürü insan buna güvenerek düzenini değiştirdi. Şehirden gitmek zorunda kalma nedenleri de zaten aldığımız paralarla İstanbul’da geçinmenin imkansız olmasıydı. Bu sözünü ettiğim maille işte bu arkadaşlarımız da tüm düzenlerini bozup tekrar İstanbul’da çalışmaya zorlanmış oluyordu. Bu nedenle şehir dışında çalışan iki arkadaşımız istifa etti, daha doğrusu onlar da yayın yönetmeni gibi istifa etmeye mecbur bırakıldı. Hâlâ da şehir dışında yaşadığı için bu sürecin bir şekilde çözülmesini beklerken, işten atılmamak için yıllık izinlerini kullanan arkadaşlarımız var.
17 Ağustos sabahı, mailde bizden istedikleri gibi İstanbul, Kadıköy’deki yayınevi binasına geldik. Hemen herkes bize bir açıklama yapılır, yayın yönetmenimizin istifasının ardından işlerin nasıl yürütüleceği konusunda en azından geçici bir çözüm sunulur diye düşünüyordu. Yayın yönetmeni yayıncılık için önemli bir konum, işleri kim toparlayacak, neyi kime soracağız vs… Haliyle patronun ya da en azından bir yöneticinin bizlerle konuşarak sorularımıza yanıt vereceğini düşünüyorduk. Fakat patron bir yana, yetkili hiç kimse yayınevine uğramadı. Büyük bir huzursuzluk içinde beklemeye başladık. Ortada bir muhatap olmaması söylentileri de çoğalttı. Patron şöyle sinirliymiş, şunu şunu yapacakmış gibi dedikodular, duyumlar gelmeye başlamıştı.
Biz ne yapacağımızı bilmez ve panik halde beklerken, bu sefer 22 Ağustos’ta, İK’dan ikinci bir mail geldi: Kadıköy’deki İthaki Yayınevi binasının boşaltılacağı, 18 Eylül’den itibaren tüm yayınevi çalışanlarının İçerenköy Penguen kitabevinin bulunduğu ana merkezde çalışmaya başlayacağı söyleniyor ve taşınma hazırlıklarını tamamlamamız ‘önemle’ rica ediliyordu. Çalıştığımız, benimsediğimiz, düzenine ayak uydurduğumuz bir ofisten, 10-12 kilometre uzaktaki başka bir yere taşınacağımız kararına ne hikmetse şimdi varmışlardı. Daha önce buna dair en ufak bir konuşma, bilgilendirme olmamıştı. Mailin dilindeki ton da hesaba katıldığında, bunun yeni ‘sopa’ olduğunu tabii ki anlamıştık. Bunun ardından da ne İK’dan biri, ne patron, ne genel müdür karşımıza çıkmış, hiçbiri bizimle yüz yüze konuşmaya tenezzül etmemişti. Şoke olmuştuk. Herkesi (yukarıda bahsettiğim şehir dışı /uzaktan çalışma kararına rağmen) aniden ofise çağırdılar, hiçbirimize işlerimizle ilgili bir yol haritası çizmediler, sorularımızı yanıtsız bıraktılar. Kendimizi değersiz hissetmemize yol açtıkları yetmediği gibi aniden 10-12 kilometre ötedeki bambaşka bir işyerinde çalışmaya zorladılar, tüm bunlar çok kısa süre içinde oldu. İstanbul’un ulaşım sorunları, barınma sorunu yüzünden şehrin ancak belli merkezlerine rahat ulaşabilecek semtlerine taşınmış arkadaşlarımız, trafik gibi şeyler düşünüldüğünde bunun ne demek olduğu gayet açıktı.Bir de yol masrafı var… Yol masrafları iyice artacak olan çalışanlar için bu konuda bir girişimleri, servis ya da yol ücreti yardımı gibi bir şey düşünüp düşünmediklerini sorduğumuzda İK’dan tahmin edeceğiniz üzere yine kısa bir hayır cevabı aldık.
Nihayet 23 Ağustos’ta iki arkadaşımızı aradılar ve İçerenköy’e çağırdılar. Gelirken dizüstü bilgisayarlarını da yanlarında getirmelerini söylediler. 24 Ağustos’ta İçerenköy’e giden bu arkadaşlarımız “küçülme operasyonuna gidildiği” söylenerek kovuldu ve henüz 2-3 ay önce kadroya geçtikleri için kıdem tazminatı da alamadılar. Bunun üzerine yayınevindeki huzursuzluk had safhaya ulaştı, hiçbirimiz yarın başımıza ne geleceğinden emin olamıyor ve her an aranmayı bekliyorduk. Zaten 25 Ağustos Cuma günü, yine kıdem tazminatına henüz hak kazanamamış üç arkadaşımız, aynı gerekçelerle pazartesi günü İçerenköy’e çağırıldı ve böylece onların da kovulacağı kesinleşti.
Anladığım kadarıyla kıdem tazminatı olanları istifaya zorluyorlar, her hareketleriyle gözdağı veriyorlar.
2- Tazminat hakkı oluşmamış tüm işçilerin kovulduğunu belirttiniz. Peki tazminat hakkı bulunan işçilerin şu anki genel durumu (ruh hali, çalışma koşulları vd) hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz? Sizi nelerin beklediğini düşünüyorsunuz?
Bu belirsizlik içinde yayınevinde çalışmak imkânsız. Hepimiz hem işten çıkarılan arkadaşlarımıza üzülüyoruz, hem de sinir bozukluğu içinde başımıza geleceği bekliyoruz. Yine söylüyorum,bütün bu süreç maille yürütülüyor ve karşımıza yetkili biri çıkıp da tek sözcük söylemiyor. Hop, çalışma saati uzuyor. Hop, işyeri taşınıyor. Hop, arkadaşlarımız kovuluyor. Dedikodular, tahminler, üzüntüler, ruhsuz maillerle bildirilen kararlar arasında işe gelip gidiyoruz.
Herkesin genel ruh hali çok kötü, kimse bugününden ya da yarınından emin değil. Belirsizlik ve muhatapsızlığın bu kadar yıpratıcı bir şey olabileceğini asla tahmin etmezdim. Sormak istediğimiz soruları soramıyor, neyi neye göre yapacağımızı bilmeden işe gidip geliyoruz. Çalışanların böyle izole edilmesi ve teker teker çağrılarak kovulması, düne kadar küçülme gibi bir şeyin lafı geçmezken bir anda onların bakış açısıyla fazlalıkların (yani kanlı canlı çalışma arkadaşlarımızın, bizim) atılması kabul edilebilir şeyler değil. İthaki Yayın Grubu’nun değil küçülmek, hem yayın faaliyeti hem de kitabevi (Penguen) anlamında ne kadar büyüdüğü de herkesin malumu.
Bizleri nelerin beklediğini gerçekten bilemiyoruz. Yavaş yavaş hepimizi mi işten çıkaracaklar, çıkaramadıklarını İçerenköy’deki işyerinde çalıştırmaya başladıktan sonra daha ağır bir mobbinge mi maruz bırakacaklar, bilmiyoruz. Ama şu ana kadar gördüğümüz muamele hiç iyi işaretler vermiyor.
3- Yayıncılık sektöründeki hak gaspları sıkça sosyal medyada yer buluyor. Sektörün ve çalışanların genel durumu hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bu sektörden çıkmak istiyorum. Türkiye’de yayıncılık dediğimiz şey, okumaya, yazıp çizmeye meraklı akıllı gençlerin umut ve ideallerini sömüren, insanları yok pahasına çalıştıran, patronlara müthiş servetler kazandırırken gençleri türlü hak gasplarıyla çürüten berbat bir sektör. Kimse yarınlarından emin değil, herkes yoğun bir iş yetiştirme baskısı altında çalıştırılıyor. Üstelik bu işin gerektirdiği entelektüel emek neredeyse kimse tarafından görülmüyor, ödüllendirilmiyor. Herkes başka sektörlerdeki kendi akranlarından daha düşük maaşlarla ve güvencesizlik içinde çalışıyor. Sadece yayınevi çalışanları değil, çevirmenler de, dışarıdan iş yapan redaktörler, grafikerler ve son okumacılar da büyük haksızlıklara uğratılıyor. Bu saydığım olumsuzlukların hiçbirinin yakın zamanda giderilebileceğini sanmıyorum ne yazık ki.