“Yer altında köstebek, yeryüzünde kaplan, gökyüzünde kartal olacak, sermaye sınıfını titretecek bir proletarya hareketinin inşası için gereken adanmışlık ve cüretle işe koyulmanın zamanı gelmiştir” deyişimizin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. ‘Gücünü Kat Hareketi Yarat’ konferansından birkaç ay sonra, 2022 yılının başında herkesin işçi hareketinden bahsetmesine yol açan canlı bir eylem ve direnişler silsilesi yaşadık. Bu göz alıcı yükselişin bir süre sonra geri çekileceğini tespit ettik. Fakat küresel ekonomi politik dengelerinin de önemli ölçüde değiştiğini gözler önüne seren başta Ukrayna’daki Rus işgali olmak üzere uluslararası gelişmeler ve bu arada tarım ve sanayi ile turizmin canlılığının sürmesi ve seçim yaklaşırken emekçilere karşı elinde olan temel imkânları özenli kullanan, mesela temmuz ayında asgari ücret artışı yapan Cumhur İttifakı iktidarı emekçi halkımızı, işçileri ne bütünüyle batıran ama ne de müreffeh olmalarını sağlayan bir arafta tutuyor. Eylem ve direnişlerin seviyesi ve canlılığı da bu durumu yansıtmaktadır, ümit ettiğimiz kadar sert değiller ama başımızı kaşıyacak zaman bırakmayacak kadar da yaygınlar.
Bu arafta kalma hâlini sandık, seçim işlerinin ötesinde ama bir seçim döneminde olduğumuzun bilincinde olarak sona erdirecek yeni bir hamlenin arayışı zamanındayız. Bu yılki konferansımızı bu amaç etrafında örgütleyeceğiz. Kuşkusuz son yıllarda geliştirdiğimiz sınıf mücadelesi stratejisine hâlâ sadığız. Bilindiği gibi, Umut-Sen uzun zamandır proletaryanın fiziki coğrafyasında somut, ilişkisel biçimlerde yerleşerek, buralarda kökleşerek, geleceğe dair stratejik bir gerçeklik kazanmak, bütünleyici bir sınıf savaşı hazırlığını birlikte yapmak üzerine bir çağrı yapıyor; yeni işçi hareketinin eskimiş, çürümüş olan ne varsa geride bırakarak, ayak bağlarından kurtularak, tamamen öz gücüyle kurduğu bağımsız sendikalar, komiteler, meclisler aracılığıyla mücadeleyi yükseltmesi gerektiğini ifade ediyor. Bu bağlamda, bu dönemde işçi hareketini prangalayan yasal ve kurumsal düzenlemeleri hedef tahtamıza oturtuyoruz.
Türkiye neo-liberal küreselleşme dünyasına girdikten sonra, AKP hükümeti bu yeni döneme uyum sağlamak için iki önemli yasal değişiklik gerçekleştirdi. Daha iktidarlarının başında 2003 yılında 4857 sayılı İş Kanunu’nu çıkardılar. Böylece esneklik esaslı çalışma biçimlerinin önü açılmış oldu. Bunun ardından ise 2012 yılında 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu çıkarılmıştır. 12 Eylül’den kalma 274 ve 275 sayılı yasaların yerine Avrupa Birliği standartlarında tek bir yasa olarak demokratikleşme cilasıyla pazarlanan bu yeni kanun, esasında esnek çalışma düzeninde ve bunu örgütlemeye uygun olmayan katı bir sendikal biçimi ve genel bir grev yasakları rejimini sürdürüyordu. Kendi tezgâhları zarar görmediği sürece her demokratikleşme yalanını yutmaya hazır eski sendikal merkezler bu yasayı bir mücadele gündemi hâline getirmediler. Barajları kaldırmak yerine sadece düşüren, milyon tarz çalışma ve sözleşme biçimi karşısında tek sendikal form olarak milli tip iş kolu sendikasını dayatan ve 12 Eylül’ün mirası olan grev kısıtlamalarında hiçbir değişiklik yapmayan bu yasa, sendika olma özelliklerini kaybetmiş, fiilen insan kaynakları şirketi hâline gelmiş yapıların ömrünü uzatırken Anadolu’daki küresel fabrikanın çarklarında öğütülen işçilerin hiçbir derdine derman olmadı. Tam tersine ayağına vurulmuş bir pranga olarak işçi hareketine ket vurdu, yenilikçi eylem, örgütlenme ve dayanışma biçimleri geliştiren işçi önderlerinin çabalarının ülkenin geneline yayılmasının önüne geçti. Köhnemiş sendikal merkezlerin bunları boğmasına ortam hazırladı.
İşte bu yüzden bu yılki konferansımızın şiarını ‘Ekmek, Adalet, Özgürlük İçin Ayağa; 6356’yı Parçala’ olarak belirledik. Bu yasal kurumsal prangalar, kuşkusuz başka etkenlerle birlikte bir yerelde zorluklarla ve büyük emekle ortaya çıkan eylem, örgütlenme ve dayanışma biçimlerinin ülkenin başka yerlerine yayılmasını büyük ölçüde zorlaştırmaktadır. Bu zorluklar son tahlilde bugün ülkemize dayatılan 300 dolar asgari ücret düzeninin sürdürülmesini kolaylaştırmaktadır. Türkiye’yi Çin yapmak isteyenler de, Türkiye’yi lojistik merkezi yapacağız diyenler de 300 dolar asgari ücret düzenini muhafaza etmek için bu prangalara ihtiyaç duyacaklardır, bunlar olmadan küresel tedarik zincirlerinin uçlarını Anadolu’daki küresel fabrikaya ekleyemezler.
Bizimle birlikte, sınıfsal, sendikal, siyasal bir odağı yurt çapında aşkla, emekle, bedelle, ömürle inşa etmeye aday herkesi yanımızda sınıf kavgasına çağırıyoruz. Seçim yılında bu kavganın verilmesi, işçi hareketinin yasal prangalarının kamuoyunda teşhir edilmesi gerekiyor. 300 dolar asgari ücret düzeninin egemen sınıfın bütün fraksiyonlarının ortak ülküsü olduğunun gösterilmesi gerekiyor. Kapitalist devletin kanunlarının meşruluğunun, devletin zor gücü kadar olduğunun anlatılması gerekiyor. İşçi hareketinin yasal değişiklikler için lobi yapması değil; fiilî ve meşru mücadeleler yoluyla bizzat kendisinin kendi yasalarını ortaya koyması gerekiyor. Anadolu’daki küresel fabrikayı birlikte örgütleyelim çağrımızda şöyle demiştik: “Çağrımız oyunuzu nereye kullanacağınızla ilgili de değildir, çağrımız işçi emekçi sınıfların, bilcümle ezilenlerin kendi örgütlerini yaratma süreçlerine katkı sunmaya, temsilden kovulmuş çoğunluğun kendi iç demokrasilerini ihmal etmeden kendi kendilerini yönetecekleri ikili iktidar hüviyeti barındıran yapılarını inşa etmeyedir. (…) Soyut bir devrimi beklemek değil proleter kesimleri devrime hazırlanmak için cesaretlendirmek ve de bizzat hazırlanmak; çağrımız tam da bunadır.” Bugün grev yasaklarını değil; işçilerin doğrudan eylemini konuşmalıyız, işçi komitelerini ve konseylerini konuşmalıyız, farklı yerellerde ortaya çıkan isyan ateşlerini nasıl ülkeyi kaplayan büyük bir işçi isyanı alevine çevirebileceğimizi konuşmalıyız. Bu gündemle tüm dostlarımızı 6 Kasım 2022 Pazar günü gerçekleştireceğimiz işçi forumumuza, Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi’ne bekliyoruz.
BİRLEŞEN İŞÇİLER YENİLMEZLER!