spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetİşçi eylemleri sosyal medyada örgütlenmiyor! - Başaran Aksu & M. Görkem Doğan

İşçi eylemleri sosyal medyada örgütlenmiyor! – Başaran Aksu & M. Görkem Doğan

Geçtiğimiz yaz sonundan bu yana önce dövizdeki dalgalanma ardından enflasyondaki yükseliş, yavaş yavaş dozunu artıran zamlar emekçiler arasında hem kaygı ve belirsizliği hem de ne yapabilirim arayışını artırmış durumdadır. Asgari ücret belirlenmesi tartışmaları, MESS toplu iş sözleşme süreci tartışmaları, kamu emekçileri ve emeklilerle ilgili maaş artışı tartışmaları ve zamların sağanağa dönüşmesi, iktidarın İstanbul seçimlerinden beridir herkesçe gözlemlenen gerilemesi, çözülmesi, sermaye sınıfının pandemi boyunca ulaştığı yüksek kâr ve büyüme oranları gibi etmenlerin de teşvik edici ortamında biz zaten yeni yılın başıyla birlikte işgal, grev, direniş, yol kesme, hatalı ürün çıkarma, iş yavaşlatma ve benzeri eylem biçimleriyle işçi hareketin daha çok spontan, yer yer lokal, sektörel tepkilerinin açığa çıkacağını ileri sürmüş buna göre hazırlanmıştık. Bu iddia ve hazırlık bir kehanet ya da falcılık değil son on yıldır saat saat, saniye saniye odaklandığımız işçi sınıfı zeminlerinden somut gözlemlere dayanıyordu.

Bu bağlamda, işçi sınıfının geneline heyecan, umut ve biz de yapabiliriz duygusu veren zaferlere vesile olan Divriği Çiftay Direnişi ve Trendyol Direnişi’ne değinmek istiyoruz. Bunlara kuşkusuz Mersin Çimsataş Direnişi’ni de eklemek gerekiyor. Şu an içinde bulunduğumuz emekçilerin yoksullaşması süreci bağlamında ortaya çıkan kitle seferberliğinin ilk dalgasının işaret fişeğini bunlar ateşledi. Bu hafta içinde bir geri çekilme olsa da önümüzdeki aylarda ikinci ve üçüncü dalgaları da göreceğiz. Bu yazıda diğer dalgalar geldiğinde şimdiki hatalar tekrarlanmasın diye ilk elde aklımıza gelenlerin altını çizeceğiz. Bu süreçte kendi özeleştirimizi zaten kendi kurullarımızda yapıyoruz zamanı geldiğinde gerekirse bunları da kamuoyuna aktarırız.

İlk mesele kendiliğindencilik tartışmasına dair. Hiçbir işçi mücadelesi yağmurdan sonra çıkan mantar gibi insan eli değmeden yetişmez, gerekli “yapısal” koşullar oluştuğunda (yağmur yağdığında) hele de (mantarın yetiştiği toprağa milyonlarca kilometre uzaklıkta güneş gibi bir ışık kaynağı misali) etrafta kendine sosyalistim, komünistim diyenler de varsa birdenbire oluşmaz. Örgütlenme her zaman bir öznenin bilinçli faaliyetine, bir iradeye az ya da çok ihtiyaç duyar, kuşkusuz kitle seferberliğinin baştan sona senaryosunu kimse yazamaz, bilinçli politik faaliyetin pek çok beklenmedik kontrol edilemez sonucu da olur ve bunlar pek çok önceden yapılan plan, taktik ve hatta stratejiyi boşa düşürür. Ama bunlar temel gerçeği değiştirmez. Kitle seferberliği örgütlenir. Işık kaynağının bizzat kendisi toprağa değmelidir.

Neoliberal küreselleşmenin bu aşamasının bir sonucu olarak memleketin organize sanayi, serbest bölgeleri, enerji ve maden havzaları, hizmet, turizm, tarım sektörleri, işsizler, güvencesizler binlerce sorunla cebelleşip kendilerine el uzatacak özneleri arıyor. Bunun altını defalarca çizdik. Özellikle son altı aydır yayın faaliyetimizin temelinde bu var ve dünyadan da böyle deneyimlere dair çeviriler yapmaya çalışıyoruz. Yani herkese yetecek kadar mücadele başlığı ve alanı var. Yeter ki devrimcilik iddiasını gerçekleştirmek için proleter emekçi yığınların yeni gerçekliğiyle temas etme, hemhal olma derdini taşıyanlar öne çıksın, risk almaktan çekinmesin. Şehir merkezlerinden solun kendi konfor coğrafyasından çıkıp gerçeğin çölüne gitsin. Biz insanlara ulaşınca, insanlar da bize ulaşıyor. Bu sosyal medyada görünürlükle olmuyor bizzat alandaki emekle oluyor ama sosyal medyada var olmak gereklidir.

Bu noktada bir başka tespit daha yapmak gerekiyor. Kuşkusuz direnme ve örgütlenme iradesi her zaman “canlı” olmayabilir. Mücadelelerin hatırası bazen kurumların kendi fiili varlığını, hayat süresini aşar. Artık gerçeğinin zombisine dönmüş sendikal yapıların varlığı hala bir mücadele hatıra ve deneyimini besliyor bile olabilir, ama içinde olduğumuz ideolojik gerileme ve yenilgi döneminde, önceki dönemlerden farklı olarak bu hatıranın bile fiilen alana giderek harlanması gerekir. Gebze gibi mücadele pratik ve hatırasının Türkiye’nin başka yerlerine göre daha canlı olduğu yerlerde bile hiçbir şeyi cepte sayamazsınız, işiniz belki Ermenek’te olduğundan ancak bir tık kolaydır.

İkinci mesele rekabetçiliğe dair. Biz pek çok alanda başka öznelerin faaliyetine bize değen emekçileri yönlendirmekten imtina etmiyoruz Yönlendirdiğimiz her bir işçiye de duyduğumuz sınıfsal siyasal sorumluk gereği hem o işyerindeki gelişmeleri, hem o öznelere dair kanaatimizi, hem de bir sendika söz konusuysa onun gidişatına dair eleştiri ve önerilerimizi söyleriz. Açıktan, muhatabına eleştirimizi yaparız, sonuçları neyse katlanırız. Herkesten de bunu bekleriz. Bugünlerde sosyal medya mecralarındaki kimi tartışmaları ve girişte andığımız mücadele ve direnişlere dair tartışmaları şaşkınlıkla izliyoruz. Sosyal medya çağında, bu yeni iletişim teknolojilerinin yarattığı toplumsal efekt, kitle seferberliğini kolaylaştıracak örgütsel konum alışların arkasındaki emeği görünmez kılıyor galiba. Sanal kamuoyuna seslenen çağrı ve bildirimlerin, direniş alanlarındaki coşkulu konuşma ve kalabalık fotoğrafların kendi başına örgütleyici bir gücü olduğu düşünülüyor anlaşılan. Konu kitle seferberliğiyse sanal dünyaya dayanarak emeksiz yemek hala mümkün değil, dijital yaratıcılık işinizi kolaylaştırabilir ama kitle eylemini önceleyen iğneyle kuyu kazma çabasını, insanlarla saatlerce yüz yüze konuşmayı, kavileşmeyi, ortak bir hukuk üzerinde öncelikle ortaklaşmayı ikame edemez.

Bunlar her başarılı işçi direnişin olmazsa olmazıdır, bu devirde şu tespit kimilerine şaşırtıcı gelebilir ama bir faaliyeti sosyal medyada görmüyor olmanız hakikatte de bunların yapılmadığı anlamına gelmez. Umut-Sen hiçbir örgütlenme çabasına fiili olarak insanlara değmeden onlarla görüşmeden girişmedi, başlamış direnişleri ziyaret ettiğimizde neye ihtiyaç olduğu zaten sorarız kastettiğimiz bunlar değil, kamuoyuna yansımış sorunlar daha yaşanmadan ilişki kurduğumuz çabaları kastediyoruz, bunların gerisinde yıllara yayılan, yapıldığında sonuçsuz gözüken pek çok girişim vardır. Kısacası örgütlenme faaliyetimiz sosyal medya hesaplarımızdan takip ettiğinizin ve basına dönük açıklamalarımızın çok ötesinde ve derinindedir. Bunları tekrarlamak isteyenler çabanın bu kısmına girişmeden megafonu eline alıp akıllı telefondan çektiğini sosyal medyaya koyunca aynı sonucu alırız sanıyor.

Daha direniş, mücadele ve örgütlenme eğilimi kuvveden fiile çıkmadan ilgili alana dair pozisyon almak kilit önemdedir. Tesis edilen en küçük ilişki ve sosyallik dahi, Umut-Sen faaliyetinin geçmişi ve başarıları dolayısıyla kıvılcım çakıldığında hızlıca bir çağlayana dönebilir. Bunu sağlayan güven ilişkisidir, geçmiş mücadele pratiğimizin yarattığı güven. Bunu biraz açıklayalım. Pek çok yazımızda son beş altı yılda Türkiye’de her türden emekçi arasında düzenin ideolojik kontrolünün zayıfladığını, arayışçı bir tutumun bu emekçiler arasında yayıldığını ifade ediyoruz. Bu arayışların kent merkezlerinde konuşlu karargâhınıza gelmesini beklemeden onların bulundukları yere giderseniz çok büyük bir riski üstleniyorsunuz, (zira istihbaratı, kolluğu ve yerel kontrol mekanizmalarıyla sermaye sınıfının devleti hala ayaktadır ve yoksullar arasında çeşitli radikal sağcılıklar da kuvvetlidir) ama aynı zamanda sınıflar mücadelesinin pratik zeminlerinde ringe çıkmanın tek olası fırsatını da kavrıyorsunuz. Umut-Sen’in pratiği bu ringe çıkmaktır. Bu durumda sonuç herhalde sadece Umut-Sen’in öznelliğiyle belirlenmez ama faaliyet yıllar süren mücadelesi sonunda Türkiye’nin her yerindeki emekçilerin arayışçı eğiliminin radarındadır. Bu güven, Tahir Çetin ve Ali Faik İnter yoldaşlarımızın kavga hatırasıyla da pekişmiş olduğu için bu noktada asla sorumsuz davranmayız. Bu sorumluluk Tahir ve Ali Faik’e karşı da borcumuzdur, sosyalizm kavgasının bir asrı aşan tarihine karşı da mükellefiyetimizdir.

Bu gerçekliği aslında Komite daha önce de ifade etti Sınıf Mücadelesinde İki Tarz yazısı şöyle diyordu: “Bizlerin içinde olduğu 2000’li yılların başına tekabül eden işçi sınıfı zeminlerinde kökleşme çabası, 2008 yılında somut bir fikri çerçevenin üretilmesiyle daha programatik bir zemine oturdu. 2011 itibarıyla merkezi bir yoğunlaşmaya ulaştı. Umut-Sen kuvveden fiile çıktı. Biz hangi işçi direnişi gündeme gelirse önce bu direnişin, muhtevasına, talebine bakarız. Sonra hızlıca ulaşıp bizim üstlenebileceğimiz sorumluluklara dair işçilerin ya da direnişi yürüten sendikanın, politik inisiyatifin fikirlerini sorarız. Politik, sendikal rekabet içinde olmayı reddederiz. Bayrak, simge göstermez, dergi, gazete bırakmayız. İşçinin simgesi, sendikasının bayrağı neyse o bayrağı tutarız. Onun talebini büyütmeye, sesini duyurmasına, işçinin kazanmasına odaklanırız. Bu tarzın doğruluğunu hep test ettik. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki son yirmi yılda temas ettiğimiz tüm direnişlerdeki işçilerle ilişkimiz büyük oranda sürer, önemli bir kısmıyla ilişkimiz zamanla politik bir karakter kazanmıştır. Zaten doğrudan örgütlediğimiz direniş ve mücadeleler sınıf hareketini inşa etme süreci içindeki kökleşme çabamızın doğal bir sonucu olduğu için oralardaki varoluşumuz da yukarıda altını çizdiğimiz ilkeler doğrultusunda gerçekleşir.”

Herkesin dikkatini çeken Trendyol Direnişi’ne kadar girişte ifade ettiğimiz öngörümüzü teyit eden bir tarzda yeni yılla birlikte önce Rifis Makine işgal eylemi, ardından Lila Kağıt’ta sendikal nedenle atılma ve direniş, ardından Mersin Çimsataş işçilerinin MESS sözleşmesine onurlu bir itirazı temsil eden fiili işgal eylemi ve sendika merkezinin baş temsilci ve temsilciyi görevden aldığına dair yazının işverene ulaşması, BMİS’in skandal açıklamasının işveren tarafından işçilere mesaj olarak atılması ardından baş temsilci, temsilci dâhil 13 önder işçinin kapı önüne konması ve buna sol kamuoyunun sessiz kalması, Divriği Çiftay Madeni’ninde 600 işçinin üretim durdurma, yol kesme, işgal tarzındaki üç günlük tek bir işçinin atılmadığı kazanım getiren eylemi, Gebze Farplas’ta 2 binin üzerindeki işçinin sendikal hak gaspına karşı üretim durdurma eylemi gerçekleşti. Hiçbirine şaşırmadık ve ilkelerimiz doğrultusunda yukarıda belirttiğimiz hazırlığa dayanarak bunlara elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalıştık.

Trendyol işçilerinin Umut-Sen zeminleriyle huzursuzluklarını aktardıkları ilk görüşmenin tarihi Ekim ayıdır, bunu özellikle vurgulamak isteriz, ardından Kasım, Aralık aylarında toplantılar gerçekleşmiş, Ocak ayında yapılacak zamma göre hareket etmek bir eğilim olarak saptanmıştır. Kuşkusuz, özellikle İstanbul merkezli bir birliğin sağlanması, herkesin katılabileceği eylem tarzlarına dair fikirlerin tartışılması şubelerde çalışan arkadaşlara önerilmiştir. Genel merkez önünde eylem çağrısı geceden konuşulmuş. Sabah genel merkez önüne ona yakın şubenin çıkışıyla birlikte tüm yurda dalga yayılmıştır. Eylem sabahı iş kolunun mücadeleci sendikası olması nedeniyle Nakliyat-İş’le görüşülmüş, onların da bazı şubelerde ciddi ilişkileri olduğu, bu ilişkilerin ortaklaştırılmasıyla hızlıca tüm şubelerden temsilcilerle katılım için dört güvenlik kriterinin saptandığı bir iletişim yolu saptanmış, sonra ki tüm propaganda ve direniş süreci kazanım noktasına kadar çok yüksek bir disiplinle işlemiştir.

Kamuoyunun bildiği gibi kontak kapama, yük indirmeme, kornalarla en işlek caddelerde konvoylar oluşturma, İstanbul’un en büyük meydanları Maltepe ve Yenikapı meydanlarına ve diğer illerin meydanlarına çıkarak açıklamalar biçiminde son gün yapılan genel merkezinin önüne araçlarla yığılma dolayısıyla tüm bölge trafiğinin aksatacak bir çağrı ve buna önemli bir işçi bölüğünün işverenin tüm kırma çabalarına rağmen sahip çıkmasıyla sonuca gidilmiştir. Tek bir çalışanın sözleşmesi feshedilmeden yüzde 38.8 zam ve diğer taleplerinin karşılanması 12 bin işçiyi ilgilendiren bu direniş açısında bir zafere dönüşmüştür. Özellikle sosyal medya platformlarındaki başarılı kampanya ve direniş taleplerinin halkın geniş kesimlerince haklı bulunulması sonuca etki etmiş ve tüm halkta birlikte direndik, birlikte kazandık duygusunu oluşturmuştur. Bunu önemli buluyoruz.

Trendyol kazanımı gelince diğer kurye işyerlerinden işçilerin yönelmesi çok daha fazla yoğunlaşmıştır. Hepsijet temsilcileriyle işyeri gerçekliğine ilişkin somut talepleri kesinleştirme, örgütlenme, iç birlik oluşturma süreçlerine başladığımızda bazı çevrelerden dostlarımızın eylem çağrısı geldi. Bizim Nakliyat-İş’le birlikte Hepsijet dolayımında içinde olduğumuz örgütlenme çabasındaki ilişkiler, kendilerine yapılan zamların çoğu çalışanca yeterli bulunduğunu, daha az paket taşıyan ya da acentenin acentesi biçiminde çalışanlara daha az yansıdığı için daha çok bu çalışanların tepkileri olduğunu, ancak mobbingin sistematik olduğunu talep başlıklarını netleştirerek, iç örgütlenmeyi sağlam hale getirerek mücadele planı geliştirelim eğiliminde oldu; biz de işçilerin bu yaklaşımı doğrultusunda bir eylem çağrımız olmadığı konusunda hem işçileri hem de kamuoyunu bilgilendirdik. Bu noktada bize yönelik rekabetçilik eleştirisi gündeme geldi.

Bu dostlar bizim Trendyol’da hayata geçirdiğimiz tarza görünüşte ve gördükleri kadarıyla benzer hareket etmişlerdir ancak benzer sonuç oluşmamıştır. Bu hepimiz açısından hazin bir durumdur. Biz her zaman bu perspektiften bakarız, başarılar bizim örgütlülüğümüzün zafiyet solun genelinin değildir, biz de sol denilen o heyulanın kendi tercihimizden bağımsız olarak iyisiyle kötüsüyle bir parçasıyız. Fakat bu süreç içerisinde ne bize ne de Nakliyat-İş’e biz de bu sürece emek koymak istiyoruz içerikli herhangi bir diyalog çabası ya da bir öneri ulaşmamıştır. Daha ziyade sosyal medyada yeni açılan anonim hesaplarla en hafif tabirle dostluğa yakışmayan, had bilmez bir iletişim yolu tutturulmuştur. Biz ise emekçi kamuoyuna ve dostlarımıza fikirlerimizi açıkça beyan etmeyi tercih ediyoruz. Tespitler de ortaklaşılmadığında, mücadele biçim, araç ve yordamlarında ortaklaşılmadığında birlikte hareket etmenin zemini kalmaz. O durumda birlik ısrarı fayda değil zarar verir. Yapılması gereken hareket halinde herkesin yanlış yapabileceğini unutmadan açık, dürüst ve hesapsız bir eleştiri ve kendi pozisyonunun haklılığını becerebiliyorsan yaparak ispat etmektir. Bizim tercih ettiğimiz yöntem budur.

Yine rekabetçilik başlığında vurgulamak istediğimiz bir nokta daha var. Biz ilkelerimizi pazarlık konusu yapmayacak ve aşındırmayacak herkesle işçi hareketinin güncel nesnel çıkarları doğrultusunda sınıf mücadelesi ilişkisi, dostluğu içinde oluruz, dostlarımızdan eleştirilerimizi sakınmayız, bunu dostluğun kuralı olarak görürüz. Sendikal tarzlarımız, siyasal bakışlarımızda farklılar olması, örgütlenmeye dair tespit çıkarım ve bunun sonucu olan mücadele yordamları konusunda ortaklaşma varsa pratik bir örgütlenme vakasında birlikte çalışmaya engel değildir. Nakliyat-İş’le bu bağlamda birlikte çalışıyoruz. Ama daha da önemlisi Yemeksepeti örgütlenmesinin geçmişini bizzat biliyoruz ve emeğe saygıya değer veriyoruz. Övünce dost, eleştirince düşman olunan güncel sığ siyasi tutumların uzağındayız.

Yeni yılla ivme kazanan işçi hareketindeki direngen havanın, ücret ve hak mücadelelerinin önümüzdeki seçimler ve etrafındaki politik tartışmalarla birlikte özgül misyonlar üstleneceği bir momentteyiz. Bu moment sınıf hareketinde beklenilenin ötesinde bir politik konjonktürün inşa olmaya başladığını da gösteriyor. Görevimiz böylesi bir konjonktür inşasının politik-örgütsel ihtiyaçlarını hep birlikte karşılamaktır. Yani her bir işçi direnişini, örgütlenmesi, hak arayışını, ezilen çığlığını giderek ortak, birleşik bir güzergâha taşımaktır. Tabi dostlarımız sosyal medyada rekabetçi bir tavırla laf sokmayı, kendi çalışmasına “like” toplamayı, yayınlarında emekçi eylemlerini örgütlemeye uğraşanları görünmez kılmayı da tercih edebilir. Bizi bozmaz. Çarşınız pazar olsun der bildiğimiz yolda yürümeye devam ederiz. Komite son Türkiye Toplantısında şöyle demişti: “Bizim görevimiz faşizm geliyor tantanasıyla ortalığı ayağa kaldırmak değil, örgütleri iğdiş edilen, haysiyetleri kırılmak istenen, her türden gericilikle çevrilen ezilenleri ve emekçileri zincirlerini kırmaya sevk etmektir. (…) İçinden geçtiğimiz siyasal konjonktürü anlamlandırma çabamızın başarısı, ortaya çıkan sonucun ne kadar insanı etkilediği ve saflarımıza katılmalarına yol açtığıyla değil, iktidar karşısında doğru mücadele hattında kalmamızı sağlamasıyla ölçülür. Bugün sosyalizm idealini yeniden güncel kılmalı, proletarya devrimciliğini halk arasında gerçek bir hareket olarak örgütlemeliyiz. Devrime odaklanarak mücadeleye devam etmenin başka ölçütü yoktur.” Bu protesto döngüsünün ilk dalgasında bu tespit ışığında hareket ettik. Sıradakilere de aynı biçimde hazırlanacağız. Dostlarımıza da bunu öneririz.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler