spot_img
spot_img
Ana SayfaManşet14 ay önce gemide kaybedilen Yiğit Acar’a ne oldu?

14 ay önce gemide kaybedilen Yiğit Acar’a ne oldu?

Bundan 14 ay önce, 5 Eylül 2022’de, Türkiye firması olan Movers şirketine ait Dema M isimli gemide, gemi işletme mühendisi olarak çalışan 26 yaşındaki Yiğit Acar, çalışmaya başladığı ikinci gün kayboldu. Aylardır şirketten de soruşturma sürecini yürüten yetkililerden de elle tutulur bir bilgi gelmiyor. Soruşturma sürecinin ‘uzun’ olacağı bahanesiyle, Acar’ın kayboluşunun üstü örtülmeye çalışıyor. 14 aydır oğluna ne olduğunu öğrenmeye çalışan anne Arzu Acar süreci anlatıyor.

Yiğit Acar’a ne oldu?

Oğlunuz gemi makine işletme mühendisi Yiğit Acar, 14 ay önce çalıştığı Dema M isimli gemideki yolculuk esnasında kayboldu ve o günden beri hâlâ hakkında haber alınamıyor. Yiğit’e neler oldu, süreç nasıl işliyor, anlatır mısınız?

Yiğit 5 Eylül 2022 tarihinde Movers şirketine ait Dema M isimli gemide çalışmaya başladı. Aslında ilk yolculadığımız tarih 1 Eylül. Biz Giresun’da yaşıyoruz, İstanbul’a 1 Eylül’de gönderdik. Oğlum 3-4 gün işleri için orada kaldıktan sonra en son görüştüğümüz tarih olan 4 Eylül’de Mısır’a gitmek üzere İstanbul Havaalanına gittiğini biliyoruz. Uçağı da saat 4’teydi, mesajları telefonumda duruyor. Ertesi gün bana arkadaşının telefonundan mesaj atıyor, “Anne arkadaşın telefonundan yazıyorum, Mısır’a ulaştık, akşam 6’da da gemimiz var.” şeklinde. İnterneti olmadığı için hemen de bağlanamıyor, o gün hemen aramadık. Daha önce yurtdışında staj yaptığı dönemlerden biliyoruz internet sorunu yaşandığını. 5 Eylül geçti, 6 Eylül geçti, zaten eşim dedi, ertesi gün bir arayalım. Ben dedim ki, interneti yok olsaydı zaten Yiğit… Giderken, ben gemiye internet bağlanınca sizi ararım, demişti, arar o bizi. Yani 5 Eylül’de saat 6’da çıkacağız diyor, sonrasında hiç konuşmadık. 7 Eylül günü oğlum en son saat 14.30’da makine dairesine iniyor. Onların, yani şirket yetkililerinin, kaptanların, çalışanların bize anlattığı şu, arkadaşlar bir ihtiyacınız var mı, diyor güya, onlar da diyor ki, Yiğit senin akşam vardiyan var, akşam gelirsin. Yiğit de oradan çıkıp gidiyor. O zamanlar biz bunlara inandık; ama şu an o söylenenlerin hiçbirine inanmıyorum, farklı şeyler olduğuna inanıyorum.

Sonra işte akşam 16.30’da ya da daha geç fark ediyorlar ki, Yiğit vardiyasına gelmiyor. Onların anlattığı, arıyorlar açmıyor, odasına gidiyorlar yok. Ondan sonra arama çalışmalarına başlıyorlar gemi içinde. Gemide de bulamayınca haber verilmesi gereken yerlere haber veriyorlar. Mısır hükümetine bildiriyorlar, tabii o resmî işlerin tam açıklamasını yapamıyorum ben. Onların bize söylediği bunlar, hâlâ bizim tam bir bilgimiz yok.

Ertesi günü, yani 8 Eylül’de saat 10’a çeyrek kala beni arıyorlar. Ben hemşireyim, çalışıyorum, iş yerindeyken aradılar beni. Şirket yetkilisi birisi, oğlunuz Yiğit Acar gemide yoktur, diyor bana. Nasıl yok, diyorum. Yok işte, dün akşamdan beri böyle böyle, diye aynı şeyi anlattılar bana. Peki neden dün haber vermediniz bana, diye sordum, bazen oluyor böyle durumlar, sonra gemi içinde çıkıyor çalışanlar, dedi. Bazen saklanıyorlar oğlunuzun saklanma huyu var mıdır, diyor. Yok dedim öyle bir şey. Siz aramaya devam edin oğlumu nolur, dedim. Bir süre bu konuşmalar devam etti aramızda. Sonra ben aynı şeye takıldım durdum, neden bana ilk saatler oğlumu ararken haber vermediniz?! İki saat, üç saat beş saat… En kötü ertesi günün sabahında ararsınız. Neden bana en geç saatte haber verdiler?

O aralar kaptanlarla görüşüyoruz. Şirket yetkilileri birkaç gün sonra ziyaretimize geldiler. Oğlunuz inşallah bulunacak yanınızdayız biz sizin, bizim arkamız kuvvetli, dediler. Bizim de elimiz kolumuz bağlı, oğlumuz denizde kayboldu çaresiziz, kibar davranıyoruz; ama ilk andan bugüne kadar hâlâ kibar davranıyoruz. Bizim karakterimiz bu çünkü. Oğlumuz bulunsun, yardım edin, dedik. Bir süre yanımızda oldular, sonra aramalar kesildi tabii. Ben bu işten şüpheleniyorum. Diyorlar ki Yiğit’in pasaportu, kimliği, cüzdanı, telefonu sigarası her şeyi masanın üstünde duruyor, sadece Yiğit yoktur.

Tabii, bir insan dışarı çıkacaksa eşyalarını, en kötü ihtimalle cüzdanını alır yanına. Peki gemide kamera yok mu, yani görüntülerde giriş çıkışı vardır illaki Yiğit’in?

İlk gün onu sorduk, bize gemide kamera yok, olmak zorunda değil, dediler. İlk günler acıdan, şoktan anlamıyorduk. Şimdilerde yeni yeni anlıyoruz bazı şeyleri. Belki de kamera vardı da iptal ettiler, yok ettiler, emin değiliz. Hiçbir şeyi bilmiyoruz. İşte savcılık soruşturma başlattı dediler. Gemideki herkesin ifadelerinin alındığını söylediler.

Yiğit iyi çocuktu ama zaten bir buçuk gün gördük, birbirimizi tanıyamadık diyorlar hepsi aynı anda. Zaten 1 günde ne olabilir, görmedik, diyorlar. 13 kişinin hiçbiri, bir kişi bile o saatlerde Yiğit’i görmemişler. Bu nasıl olur? Orası ne kadar büyük de olsa çalışılan bir yer, biz de çalışıyoruz. Birimizden biri iki saat yok olsa, deriz bu nerede diye. Ama bunlar sanki… Yiğit buhar oldu uçtu, kimse görmemiş oğlumu. Onların söylediğine göre Yiğit 14.30’da makine dairesinden ayrılıyor sonra gören olmuyor. Nasıl oluyor, bu çocuk o saatte uçarak mı gitti yanlarından? Kamarasına giderken kimseyle karşılaşmadı mı yani?

İnsanın aklına her şey geliyor, kendini denize atacak bir çocuk değil; çok korkak, ürkek bir çocuk. Yalova’da ev tuttuk, deniz kenarında yaşadı yıllarca. Okulu da denizin kenarındaydı. Koca denize çıkıp da cüzdanımı telefonumu bırakıp denize atlayayım mı diyecek? Her ihtimali düşündük, herkese mantıksız geliyor. Atlasa bile gören olur ama onu da gören olmamış.

Böyle bir durumda mutlaka birinin görmesi gerekir, evet. Peki gemilerde kara kutu olduğunu biliyoruz. Oradan da mı bir ipucuna ulaşılamamış?

Evet, bize ulaşan kaptanlar oldu, onlar da kara kutudan bahsettiler. Ama yok, ses yok. 14 ay geçti, savcılığa sürekli dilekçe veriyorum, güvendik biz adalete. Diyorum ki oğlumun uçağa binerken-inerken havaalanındaki, Mısır’daki limandan kamera görüntülerini görmek istiyorum. O çok zor, çok uzun sürer, dediler. 14 ay geçti, bir şey yok, dosyada elle tutulur hiçbir şey yok.

Oğlum kaybolduktan 7-8 ay sonra gemi Türkiye’ye geldi, biz bunu kendi imkanlarımızla öğrendik. Kimse bize haber vermedi, hemen savcılığa haber verdik. Bir polis baskını yapıldı. Onda da kamarasından alınan örneklerle, ellerindeki bizim DNA’larımızı (daha önce bir cenaze tespiti için DNA’larımız alınmıştı) eşleştirdiler, aynı çıkmadı. Daha doğrusu DNA’lar yetersiz diyorlar. Öyle deniyor. Bu nasıl olur? Bu zaten bir adli vaka. Bu nasıl bir umursamazlık?! Sanki oradan bir kitap kayboldu.

Kaptanlar diyor ki burası bir ev gibi, kitap kaybolsa fark edilir. Benim 1.80 boyunda, 90 kilodaki iri yarı oğlum mu fark edilmedi? Düştü mü, kaza mı geçirdi, biri bir şey mi yaptı, herkes suspus, herkes aynı şeyi diyor. Oğlumun iyi birisi olduğunu söylüyorlar sadece. Görmedik diyorlar, hep aynı ifade… Ben oğlumun görüntülerini istiyorum hem İstanbul Havalimanından hem de Mısır Limanından. Onlara nasıl ulaşılmaz? Savcılığa dilekçe veriyoruz, tamam yazışıyoruz, diyorlar. Hep yazışma var ama ortada hiçbir şey yok.

İlk liman olarak Portekiz’e gidilmiş. Portekiz’de mi açılıyor Yiğit’in soruşturması?

Evet, Mısır’dan hareket ediliyor Yiğit’in kaybolmasından 15 gün sonra ilk durakları Portekiz oluyor. Oraya ulaşınca İnterpol tarafından araştırma yapılıyor. Fakat oradan da elimize geçen bir bilgi yok. Onun sonucunda ne oldu, nasıl evraklar, kâğıtlar… Hiçbiri yok. Bu tür olayların sonuca ulaşması uzun sürer, deniliyor. Şimdi de bize ne diyorlar biliyor musunuz? Süre çok geçti diyorlar. Böyle bir şey nasıl olabilir, biz artık adalete güvenmemeye başladık.

Şirketin size bir açıklaması oldu mu?

Yok. Oğlum gemide çalışan bir makine mühendisi. Bir işçi, sigortası olmadan yola çıkmaz. Bu sigorta şirketlerinden bir tanesi aramadı beni. Onlar da hiçbir şey sormadı. En son şirket yetkilileri aradı. Yiğit’in sigorta işlemleri ve Yiğit’in kardeşinin eğitim masrafları için. Yiğit’in kardeşinin eğitimi sizi ilgilendirmez, o benim sorumluluğum, siz bana oğlumu bulun, dedim. Daha sonra da kestim iletişimi onlarla. Artık onlar hakkında hiç iyi şeyler düşünmüyorum.

Bunu özellikle belirtin lütfen: Ben onların yalan söylediklerini düşünüyorum. Şu an aklımız başımıza daha iyi geldi. Yalan ifade veriyorlar.

Siz ilk günlerde bir umutla tutundunuz her şeye; ama şimdilerde daha net görebiliyorsunuz?

Acımız dinmedi, dinemez. Ne demek bir insanın 26 yaşında çocuğunun ölmesi biliyor musunuz? Eşim öğretmen, ben hemşireyim. Ben çalışmaktan çocuğumun yanında olamadım, babaannesi baktı. 35 saat nöbet tuttum, afedersiniz lavaboda süt sağdım. Çok zor şartlarda büyüttük Yiğit’i. Koskoca çocuğu okut, büyüt, kaybet… İstanbul’da Yıldız Teknik Üniversitesi’nde okudu. Çok namuslu, dürüst bir çocuk benim çocuğum.

Çocuğumun başına ya bir şey getirdiler ya görmemesi gereken bir şey gördü; ama ben çocuğumun yaşadığına inanıyorum. Çocuğum yaşıyor benim. Benim çocuğum bana söylemeden hiçbir şey yapmaz. Her defasında telefonlaştık, 5 Eylül’e kadar sürekli konuştuk. Dedi ki, anne bana şirket bir valiz verecekmiş içine çay vs. koyacağım. Dedim, oğlum sen onu nasıl taşıyacaksın zaten valizin de var.

Benim oğlumun valizi de kayıp. Benim hazırlayıp koyduğum güzel, tekerlekli valizi yok, onun yerine Yiğit’in eşyalarını eski püskü, altı yırtık bir çantayla gönderdiler bize. Güya (onların söyledikleri) bizim valizi oğlum limanda çıkartıp atıyor, ona bunu veriyorlar. Benim oğlum neden bu yırtık çantayı alsın ki? Hiç mantığa sığıyor mu? Eşyalarından birkaç tanesi hariç, yanından hiç ayırmadığı makine kitabı, şapkası, bir yedek ayakkabısı ve valizi bir de üzerindeki kot pantolonu ile tişörtü yok. Diğer eşyaları gönderdiler. İşin içinde çok güvensiz şeyler var. Hiçbirine güvenmiyorum, inanmıyorum. Onlar yalancılar. Bu çocuk onların sorumluluğunda. Nereye gitti, ne yaptı bilmeleri gerekiyor. Biz de çalışıyoruz, yanındakinden haberdar olmamak mümkün değil.

Peki oradaki soruşturma devam ediyor mu? Çalışanlar, şirket yetkilileri görevlerine devam ediyor mu?

Herkes hayatına kaldığı yerden devam ediyor, hiçbir şey olmamış gibi. Bir tek benim oğlum gitti. Savcılıktan yazı yazıldı, ifadeler verildi, bu kadar. Ben tutuklanıp sorgulanmalarını talep ettim ama asla olmadı. Her seferinde yazışmalar devam ediyor, diyorlar. Dosyada elle tutulur hiçbir şey yok.

Limandan görüntüler de yok öyleyse. Olsaydı bir aşama katedilirdi bu zamana kadar.

Yok işte. Yiğit’in gemiye binip binmediği görüntüler olsa anlayacağım ama yok. Buna inanmayan yalnız ben değilim, savcılık da inanmıyor, kimse inanmıyor oğlumun gemiye binip binmediğine. Çok insanla görüştüm, milletvekilleri, bakanlar… Herkesin merak ettiği şey, Yiğit gemiye bindi mi? Şu devirde insanlar bu kadar kötüyse dediklerine neden inanayım ki? Sadece vicdana gelip bildiklerini söylemelerini bekliyorum.

Peki, eklemek istediğiniz bir şey yoksa nasıl bir çağrıda bulunursunuz? Buradan sesinizi duyuralım.

Benim çağrım… İlk olarak oğlumun İstanbul ve Mısır havaalanlarındaki ve limandaki (gemiye binip binmediğine dair) görüntülerini istiyorum. İkinci olarak oğlum gemiye bindiyse Yiğit’e ne oldu? Ben oğlumu bulmalarını istiyorum, başka da bir şey istemiyorum. Bizi çok avukat aradı, ben kanıt getirecekler sanıyordum; ama oğlum burada olsaydı yıllarca çalışacağı zamanın tazminatını alabilirsiniz, dediler. Hepsini geri gönderdim. Ben para istemiyorum, tazminat istemiyorum. Benim istediğim tek şey oğlum. Ben oğlumu istiyorum… 


Tüm kamuoyunu bir anneden koparılan evladın hakkını, 26 yaşında kaybedilen Yiğit Acar’ın hesabını sormaya davet ediyoruz. Herkesi yetkililere karşı “Yiğit Acar’a ne oldu?” sorusunu sormaya çağırıyoruz.

Sermaye daha fazla kâr etsin diye her gün en az 5-6 işçinin iş cinayetlerinde öldüğü, milyonlarcasının meslek hastalıklarıyla canını patronlaran kârına heba ettirildiği sermaye düzeninde birbirimizden ve dayanışmamızdan başka çaremiz olmadığını biliyoruz. Yiğit’in nezdinde, gemilerde alınmayan iş güvenliği önlemleri yüzünden iş cinayetlerinde yitirilen, kaybedilen, kazalara, mobbing’e maruz kalan deniz çalışanlarının ve ailelerinin yanındayız. Yıpranmıyoruz, ölüyoruz! Yaşamak için örgütlenelim.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler