spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetAcele özelleştirme: Anadolu’nun maden sahasına dönüşümü

Acele özelleştirme: Anadolu’nun maden sahasına dönüşümü

M. Onur Koçer

Geçmişte, muhtemelen yargıya dayanmayan bir infaz olarak, baş keserek ölümle cezalandırma için kullanılan, günümüze tahminimce karikatürize edilmiş haliyle ulaşan bir emir cümlesi var: “Tiz kellesi vurula!” Muhtemelen yargısız infaz, çünkü muktedir olanın o an yaşanmış suç teşkil eden bir şey görüp o an infaza karar verdiğini düşündüren bir tınısı var. Bu tını sanırım “tiz” zarfından kaynaklanıyor. Suçun işlenmesinden ölüm cezasına varacak sürecin tüm sorgu, yargı aşamasını aşıp doğrudan infaza karar verip “tiz” uygulanmasının emredilmesi, insana böyle düşündürüyor. Bunu neden anlattım? Çünkü “acele kamulaştırma” denen uygulamada da benzer bir tını var. Sanki bir sermayedar (muktedir), göz koyduğu bir toprak parçasını bürokratlara göstererek “tiz kamulaştırıla!” (infaz emri) demiş gibi. Nihai olarak acele kamulaştırma uygulamasında da kamulaştırma işlemi (infaz) bütün bürokratik sürecin üzerinden atlanarak gerçekleştiriliyor. O zamanlarda başı kesilerek öldürülen kişi muhtemelen köle, köylü, yoksul, dilenci, meczup, yani mülksüz birisiydi. Bugün toprağa el konmasının bir sebebi de emekçi sınıfı mülksüzleştirmektir. İngilizcede ölüm cezasının “capital punishment”, “capital”in ilk anlamının da “sermaye” olduğunu göz önüne alırsak, bu meselede bir benzerlik sezmemde yanlış bir şey yok gibi. Bugün egemen sınıflar, başını kesemediğinin toprağına, mahallesine el koyuyor…

Bu spekülatif girişten sonra sadede geleyim; acele kamulaştırma ve özelleştirme, yeni araçlar değiller. Farklı adlandırmalarla geçmişte uygulanmış olsalar da esasen neoliberal küreselleşme döneminde uygulanmaya başlamıştır. Türkiye’de bu açıdan iki milat bulunuyor; ilki 24 Ocak 1980 Kararları, ikincisi 2003 yılı. Özelleştirme uygulamalarının esas başlangıcı 1990’lı yıllar, yoğunluklu olarak uygulanmaya başlandığı yıllar ise 2003 ve sonrasıdır. Yine geçmişte, farklı düzenleme ve isimlerle uygulanmış olan “acele kamulaştırma” da esas olarak 2003 sonrası uygulanmaya başlamıştır. Resmi Gazete’deki 2.179 acele kamulaştırma kaydının yalnızca ikisi (2) 2003 yılı öncesi (biri 1986, biri 1992), geriye kalan 2.177 kayıt 2003 yılı sonrasını kapsamaktadır.

Acele kamulaştırma, ismiyle müsemma bir uygulamadır diyemeyiz. Uygulamanın muhtevasına baktığımızda aceleciliğine diyecek yok fakat kamulaştırma yerine özelleştirme demek daha doğru olacak gibi; acele özelleştirme. Çünkü acele de olsa ağırdan da alınsa bir “kamulaştırmanın” esasında kamu yararı, kamu çıkarı gözetmesi gerekir. Fakat acele kamulaştırmada olan, acele kamulaştırılanın ivedilikle “özele” tahsis edilmesidir. Yani kamu yararı değil sermayenin çıkarları söz konusudur. Acele kamulaştırma, özetle, devletin ve bürokrasinin bazı ağırlaştırıcı ve yavaşlatıcı unsurlarını hızla aşarak taşınmaza el koyması, o taşınmazı da şirketlere tahsis etmesidir. Bu uygulama kimi zaman bir şafak vaktinde kentsel dönüşüm kapsamında evlerimizin başımıza yıkılması, tarım ya da mera alanlarının bir maden şirketine peşkeş çekilmesi gibi farklı şekillerde yaşanabiliyor. Tabii bu durum “kamu kimdir?” ve “özel nedir?” gibi soruları da akla getiriyor. Bu sorulara yazının ilerleyen bölümünde tekrar döneceğiz.

Yakın zamanları baz alarak konuştuğumuzda bu coğrafyada madencilik, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar uzanıyor. 1850’li yılların ilk yarısında krom, bor ve taş kömürü çıkarmak için başlayan madencilik faaliyeti, demir-çelik gibi ağır sanayiinin enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla esas olarak Zonguldak havzasındaki taş kömürü ocaklarında yoğunlaşmıştır. Fakat Osmanlı Devleti’nin madencilik konusunda yeterli bilgi birikim ve teknolojisi olmadığı için Zonguldak’taki madenler neredeyse başından itibaren yerli ve yabancı sermayenin ortaklığıyla işletilmiş ve çıkarılmıştır. Uzun yıllar yabancı sermayenin egemenliğinde olan madenler, İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar neticesinde 1930’lu yıllarda devletleştirilmiştir. O yıllardan bugünlere madencilik faaliyeti bazen kamu işi olarak, bazen kamu-özel işbirliğiyle Anadolu coğrafyasına yayılmıştır. Günümüzde ise madencilik neredeyse tamamen özelleştirilmiştir.

Madencilikte özelleştirme, bildiğimiz haliyle, bir kamu işletmesinin satılması olarak gerçekleştirilmiyor. Zaten genel olarak da özelleştirmenin satış, kiralama, işletme hakkı devri gibi çeşitli yöntemleri var. Madencilikte sıklıkla kullanılan yöntem ise rödovanstır. Rödovans, kısaca, maden ruhsatı sahibinin ruhsatlı maden sahasının işletmesini bir başkasına devretmesidir. Rödovansçı, çıkardığı ton başına ruhsat sahibine belli bir miktar ödeme yapmayı taahhüt eder. Halihazırda işleyen madenlerin özelleştirilmesi benzer biçimlerde yapılır. “Tiz kellesi vurularak” aceleyle kamulaştırılan maden sahaları ise aynı tez zaman içinde kamudan özele el değiştirmiş olur. Bu aceleyle yapılan kamulaştırmadaki kamu yararının kellesi çoktan vurulmuş durumda.

Maden arama yetkisi yalnızca devletin değil. Maden arama ruhsatı almış bir şirket maden arayabilir, maden bulduğu saha için maden işletme ruhsatı alarak o maden sahasını işletebilir. Acele kamulaştırmanın en çok kullanıldığı sektörlerden birinin maden sektörü olması tam bu noktada başlar. Örneğin bir tekstil işletmesi, yatırımı için fizibilite çalışmasının verilerine göre herhangi bir bölge/il/ilçe sınırları içerisinde yatırıma en uygun yeri seçebilir. Fakat cevher neredeyse, maden işletmesi orada kurulmak zorundadır. Madencilikte acele kamulaştırmanın temel prosedür haline gelmesinin başlıca sebeplerinden biri budur. Bu süreçte, madencilik Türkiye’de kamu işinden özel sektör işine dönüşmüştür. Son üç yıl içindeki maden alanlarına dair acele kamulaşma kararlarına baktığımızda bu dönüşüm somut bir biçimde görülebilir. Kararların birçoğunda yer alan “Ruhsata konu maden üretimine devam edilebilmesi amacı ile” ifadesi aslında durumun ne derece iç içe geçmiş olduğuna ve sürekliliğine işaret eder.

2022 istatistiklerine göre maden sektöründe kamuda 13.718, özel sektörde 134.240 olmak üzere toplam 147.958 işçi çalışmaktadır. İşyeri sayısı ise kamuda 78, özelde 6.624 olmak üzere toplam 6.702 adettir. Kamu çalışanı ve kamu madeni sayısı düşme seyri gösterirken özel sektörde durum tam tersidir. Yukarıda geçen “kamu kimdir?” ve “özel nedir?” sorularına dönecek olursak; artık bildiğimiz, alışık olduğumuz manada bir kamudan söz etmek mümkün değil. Geniş anlamda iktisadi sayılabilecek (üretim, ticaret vb.) işler sermaye gruplarına, toplumsal sorunlara dair faaliyetler de o sermaye gruplarının angajmanındaki sivil toplum kuruluşlarına devredilmiş durumda. Artık özelleştirme, kamu yararı olarak görülmektedir. Sermayenin çıkarları, kamunun çıkarıdır. Sermayenin birikim sürecinin sürdürülmesi için kamu özelleştirilmiş, piyasalaştırılmıştır. Süreçler de bu eksende aceleyle işletilir ve ilerletilir.

Artık madenciler kamu yararı için yerin metrelerce altına gömülür. Kamu yararı için sulama kanallarına, içme suyuna arsenik karıştırılır; ormanlar, meralar, tarım alanları yok edilir. Şirketlerin kârını yüzde 300 artırması da kamu yararıdır, sendikalı olduğu için bir işçiyi işten atmak da. Hakkını arayan işçiyi gözaltına almak da kamu yararıdır, sendika yöneticilerine örgütlenme çalışması yürüttükleri iş yerine yaklaşmama cezası vermek de. Hatta maden ruhsatlılık oranının bunca yüksek olması da kamu yararıdır. Denizli, Afyon, Muğla, Manisa, Balıkesir, Burdur, Karaman, Isparta gibi madenciliğin en yoğun yapıldığı 24 ilin ortalama ruhsatlılık oranı yüzde 63. Yani yüzölçümü bazında bu 24 ilin toplam yüzölçümünün yarısından fazlasında maden işletmesi açılabilir durumda. Bunun anlamı, tarım ve mera alanlarının, ormanların, köylerin ve madencilerin, sermayenin kâr hırsı için madencilik faaliyeti adına her an kurban edilebilir durumda olduğudur. Çünkü neoliberalizmin tanrıları kurban istiyor, bizimse dövüşmekten başka kurtuluşumuz yok. Dersimizi sıkı çalışıyoruz, düşmanı iyi tanıyoruz ve üzerine yürümekten bir an olsun vazgeçmeyeceğiz.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler