spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetİş cinayetlerinin ardından kadınlar ve çocuklar - Mahmut Yılmaz

İş cinayetlerinin ardından kadınlar ve çocuklar – Mahmut Yılmaz

Sevilen bir kişinin beklenmedik ölümü, dünya çapında toplum epidemiyolojisi araştırmalarında en sık bildirilen travmatik deneyimdir ve farklı türden birçok zorlukla karakterize olan bir yaşam geçişidir. Aynı zamanda, toplum araştırmalarında en yüksek sayıda Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) vakasıyla ilişkili travmatik deneyimlerden biridir, diğer ruhsal bozuklukların ilk kez ortaya çıkma riskinin önemli ölçüde artmasıyla ilişkilidir.

Eşin ölümü ruhsal, sosyal, finansal ve fiziksel etkileriyle yaşamı değiştiren bir olaydır. En önemli düzenlemelerden biri, kadının eş olmayı bırakıp dul rolünü üstlenmesiyle yeni bir kişisel kimlik yaratılmasıdır. Hayatta kalan eş, yalnızca bir çiftin parçası olmaktan vazgeçmekle kalmayıp, aynı zamanda gelecek yıllar boyunca kullanabileceği yeni kimlikler yaratma süreciyle de karşı karşıyadır. Dul olmak genellikle bir “olay” olarak düşünülse de, gerçekte yıllara yayılabilen bir süreçtir. Bu uyum süreci, eşin ölümüyle başlar ve yas dönemi tamamlandıktan çok sonra devam edebilir. Bazı araştırmacılara göre, kayıpla uğraşmak, geride kalanlar için evrensel bir insanlık sıkıntısıdır. Ölüm, herhangi bir kültürde, toplumda veya toplulukta meydana gelen tüm deneyimlerden aşkındır.

İş cinayetinde kocası ölen bir kadın, dulluk, yas ve yasın beraberinde getirdiği yaşam tarzındaki muazzam değişikliklerle baş etmek zorundadır. Birçok dul kadın, kafa karışıklığı, şok, korku, belirsizlik, öfke ve düşük benlik saygısı gibi bir dizi duygusal tepki bildirmektedir. Aynı zamanda dullar için bu geçiş ânı kalıcı bir yoksulluk yaşamının başlangıcı olabilmektedir. Dul kadınlar, çoğu kez yaşam düzenlemelerini ve koşullarını değiştirmek zorunda kaldıkları için bir statü ve kimlik kaybı yaşarlar. 

İş cinayetlerinde yaşamlarını yitiren işçilerin yaş ortalamalarına bakıldığında “genç dulluk” olgusu karşımıza çıkmaktadır. Buna bağlı olarak, hayatta kalanlar kendileri yalnızlık ve geçimini sağlayan birinin kaybıyla da yüz yüze kalmaktadırlar. Genç yaşta eşini kaybetme deneyimi, benzersiz zorlukları ve bireysel ihtiyaçları beraberinde getirmektedir. Eşini kaybeden genç kadınlar bir dizi ayrımcı, tecrit edici, baskıcı gelenek ve yaklaşımlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Araştırmalarda genç dulların depresyondan muzdarip oldukları ve yaşlı dullara kıyasla daha şiddetli yas tepkileri olduğu belirtilmektedir. Genç dulların sağlık komplikasyonları için daha büyük risk altında olduğu ve ayrıca duygusal olarak daha fazla acı çektiklerini öne sürülmektedir ve bu sonuçlarda yaş belirleyici yanı vurgulanmıştır.

Babanın ölüm şekli ve çocuklara etkisi

Travma, yaşam bazı üzüntü ve mutluluklarla devam ederken bu devamlılık ve dengenin aniden kesintiye uğramasıdır. Kesintiye uğradığı noktada travma oluştuğu düşünülmektedir. Akut travmatik an, yakın fiziksel yaralanma veya ölümün varlığında ani, bilinçli savunmasızlığın farkında olarak tanımlanmaktadır. Çocuklar için, ebeveynlerin ihtiyaç anında onları koruyamayacakları ve karşılayamayacakları konusundaki ani farkındalık, çoğu kez travmatik anı başlatır ve şiddetlendirir. Güvenlik yanılsaması paramparça olur. Travmatik an, çaresizlik ve kaygı duygularıyla ilişkilendirilebilir.

Çocuklukta ebeveyn ölümü, gelişimsel yörüngeleri bozduğu ve çocuğun zorluklarla başa çıkma yeteneğini olumsuz etkilemesi, artan zihinsel sağlık ve uyum sorunlarına yol açması -potansiyel olarak yanlış davranış ve öfke gibi davranışsal ve duygusal sorunlar- dahil olmak üzere çeşitli olumsuz kısa ve uzun vadeli refah sonuçlarıyla bağlantılı travmatik bir yaşam olayıdır. Ölüm sonucu oluşan tek ebeveynli aileler “matem, toparlanma ve hayata geri dönme” dönemlerinden geçmektedirler. Bu tür aileler şok, elem, keder ve yeni aile gerçeği gibi durumlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Çoğu durumda da büyük ebeveynlerle bir arada yaşama gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Kadınlar için bu durumun doğurduğu psikolojik ve gündelik sorunlar ise cabasıdır.

Bir ebeveynin ani ölümünü yaşayan yaslı çocuklar üzerine yapılan çalışmalar, bu çocukların yas tutmayan akranlarına göre daha fazla endişe, depresyon ve yıkıcı davranışlar yaşadıklarını göstermektedir. Ebeveynin ölümünden üç ay sonra 5-12 yaş arası çocuklarla yapılan bir çalışmada, %37’sinin majör depresif bozukluk için tanı kriterlerini karşıladığını bulgulanmıştır. Hayatta kalan ebeveynlerin, çocuklarının depresif semptomlarının tam olarak farkında olmadığı belirtilmektedir. Bu, yaslı çocuklarla görüşmenin ve yalnızca ebeveynlerin çocuklarının semptomlarına ilişkin bildirimlerine güvenmemenin önemini vurgulayan bir bulgudur.

Ebeveyn kaybı çocuklukta ne kadar erken yaşanırsa, o kadar olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Gelişimsel olarak daha büyük çocukların ölümle başa çıkmak için daha donanımlı olabileceği düşünülmektedir.

Ölüm nedeni ve çocuğun ölüm algısı çocukluk yas ve kayıplarında dikkate alınması gereken önemli hususlardır.  İş cinayeti gibi ani ölümler, uzun süreli veya karmaşık yasla bağlantılıdır. Şiddetli ölümler, artan kaygı, depresyon ve uyumsuz keder seviyeleri ile ilişkilidir. Travmatik koşullar altında bir ebeveynini kaybeden bazı çocuklar travmatik yas yaşayabilirler. Bazı durumlarda, (Soma maden faciasında, Adapazarı havai fişek fabrikasındaki patlamada olduğu gibi) çocuğun ölüm deneyimi şok ediciyse, doğal olarak beklenen nedenlerden kaynaklanan ölüm de travmatik yasla sonuçlanabilmektedir. Çocuklar travmatik olayı araya giren hatıralar, düşünceler ve duygular aracılığıyla yeniden deneyimleyebilmektedirler. Travmatik stres, travma ve kayıp hatırlatıcılarından kaçınmaya yol açmaktadır. Çocuk, ölen ebeveyni, ebeveyni ile ilişkili yerler ve etkinlikler hakkında düşünmekten veya konuşmaktan kaçınabilir. Travmatik deneyim genellikle çocukların yas sürecini karmaşıklaştırmaktadır. Bir ebeveynin kaybından sonra çocuklar, kalıcı ve yıkıcı bir özlemi içeren bir bozukluk olan uzun süreli yas bozukluğu geliştirebilirler. Çocuk, aynı zamanda ebeveyninin ölümünü kabullenmekte ve kendi hayatına devam etmekte güçlük çekebilir.

Çocuğun kayıpla başa çıkma yöntemi, büyük ölçüde, hayatta kalan ebeveynin kayıpla nasıl baş ettiğiyle ilişkilidir. Hayatta kalan ebeveynin kendi duygusal zorlukları ve yaşadığı yas, çocuğa yeterli ebeveynlik yapmasını engelleyebilir. Ebeveyn sadece eşini kaybederken, çoğu zaman çocuğun kaybının şiddeti daha fazla olabilmektedir. Bu durumda, çocuk ciddi psikiyatrik sorunlarla karşı karşıyadır ve bu bozukluklar erişkin yaşamda da sürebilmektedir. Çocuklarda ebeveyn kaybı, duygusal çekilme ve dünyaya olan güvenin sarsılmasına yol açabilmektedir. Ebeveyn ölümüne karşı geliştirilen akut tepkilerin yanında kayıp, her yeni gelişim döneminde çocuğu etkilemeye devam edebilmektedir. Okul öncesi dönemde ayrılık kaygısı sıklıkla görülürken daha büyük çocuklarda okul sorunları ve depresyon sıklıkla görülebilmektedir.

İş cinayetleri gibi dışsal veya doğal olmayan ölüm nedenleri, hastalıklardan kaynaklanan doğal ölümlere kıyasla genellikle daha yüksek depresyon riski, daha düşük eğitim ve kendi kendine yaralanma gibi daha olumsuz çocuk sonuçlarıyla bağlantılıdır. Dışsal ölüm nedenlerinin neden daha olumsuz olduğunun bir açıklaması, bunların çocukların en belirgin ruh sağlığı etkileriyle bağlantılı olmalarıdır. Yasla ilgili psikolojik sorunlar, doğal ölümlerden çok, travmatik veya ani bir ebeveyn ölümüyle (iş cinayeti, kaza, intihar) ilişkilendirilmektedir. TSS ve ruh sağlığında uzun vadeli sorunlar hakkında da kanıtlar bulunmaktadır, ebeveynin iş cinayetinde ölümü ya da intiharı nedeniyle yas tutan çocuklar, diğer ölüm nedenleriyle karşılaştırıldığında, kayıptan iki yıl sonra bile daha yüksek depresyon düzeyleri ve daha yüksek antidepresan kullanımına başlama riski göstermişlerdir.

Sonuç yerine

Deneyimler, olaylar ve kaynaklar veya bunların eksikliği, yaşam boyunca ve farklı yaşam alanlarında birikme eğilimindedir ve bu da erken olumsuz olaylardan sonra daha olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. Sosyoekonomik bağlam, sosyal ve aile kaynakları bağlamında az avantajlı geçmişe sahip bir çocuk, olumsuz aile olaylarına karşı daha savunmasız olabilmektedir ve daha yüksek (koruyucu) kaynaklara sahip bir çocuğa göre hayattaki daha fazla gerilimle başa çıkmakta zorluk çekebilmektedir. Daha yüksek sosyal kaynaklar (akrabalar, arkadaşlar ve okuldan dış destek) ve ebeveyn ölümü öncesinde daha az olumsuz yaşam olayı deneyimi ve bunların tümü olumlu uyumu teşvik edebilmektedir.

Sevilen birinin ölümüyle yas yaşamak, kayba uyum sağlandıkça psikolojik, duygusal ve fiziksel zorluklar sunan önemli bir yaşam olayıdır. Yaşamın sonraki aşamalarında yaşanan yasın aksine, çocuklukta bir ebeveynin kaybı, çocuğun önemli bağlanma figürüne fiziksel, duygusal ve psikolojik bağımlılığı nedeniyle ek zorluklar sunmaktadır. Yaslı bir çocuk yalnızca genelde yasla ilişkilendirilen güçlü duygularda gezinmekle kalmaz, çocuğun aynı zamanda aile yaşamında daha sonraki bağlamsal bozulmalara uyum sağlamayı ve bunlarla başa çıkmayı da öğrenmesi gerekir.

Bu bağlamda, iş cinayetlerinde eşini kaybeden kadınların ve çocuklarının psikolojik dirençlilikleri için işçi sınıfı örgütleri psikososyal destek sağlayacak kurumsal adımlar atmalı, ilişkiler oluşturmalıdır. Konuya dair önerilere buradan erişebilirsiniz.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler