Umut-Sen olarak eğilip bükülmeyecek dokuz anlayış ilkesi ilan ederek daha gerçekçi bir temele oturttuğumuz mücadele anlayışını, sınıfsal ve sendikal zeminde fikri ve pratik arayışı sürdürmeye, geliştirmeye çalışıyoruz. DİSK’i çok önemli bulduğumuz için eleştiriyor ve tartışıyoruz. Bu tartışmalarımız tek tek kişilerle ilgili olmaktan ziyade anlayışlarla ilgilidir. Ancak çoğu eleştirimizde bize DİSK düşmanı, arkaik, marjinal, ne zorluklar altında bu işlerin yapıldığı konusunda bir hakikat fikrine sahip olmayan insanlar muamelesi yapılması elbette can sıkıcı olsa da alınmıyoruz. Çünkü dostlarımızın canını sıkmak için değil eleştirilerimiz, canlarını düşündüğümüzden. Yoksa biz kendimizin devrim, sosyalizm davası açısından daha fazla can sıktığımıza eminiz. Önümüzdeki T.İ.S. sürecinde işçi sınıfı burjuvazinin canını sıkmaya, kaybettiği çoğu şeyi gücüyle geri almaya hazırlanıyor. Peki sendikaların bu süreçle ilgili bir stratejisi ve hazırlığı var mı?
1-) DİSK savaş koşullarında 15. Genel Kurulu’na gidiyor. Konjonktür budur: Suriye ve Irak’ta süren savaş, Kürdistan’da devlet saldırısı ve saldırıya karşı halkın direnişi şeklinde sürdürülen kontrollü iç savaş, sermaye ve devlet organizasyonuyla 1980, 24 Ocak’ında başlatılıp adım adım, parça parça işçi sınıfı ve emekçilerin neo liberal programlara tam uyumunu sağlamayı hedefleyen köleleştirme yasalarının son halkası, kıdem tazminatının gasbı, kiralık işçi büroları ve bölgesel asgari ücret gibi başlıklara da sahip zorbalık yasalarının meclise taşınmış olmasıyla başka bir evreye giren sınıf savaşı.
2-) 7 Haziran seçim sonuçlarıyla toplumsal çelişkiler içindeki işçi, emekçi ve ezilen kesimlerin HDP etrafında % 13’lük bir oy oranına ulaşması ve bu potansiyelin giderek genişleyeceğinin aklı olan herkesçe görülmesinin ardından sermaye ve devletteki sınıfsal korku harekete geçti. Bu gelişimin hızlıca bastırılması, dağıtılması amacıyla da tetiğe basıldı. Kürtlere savaş açmak egemen sınıf ve devlet yapısı açısından genel bir kontrol ve blokaj sağlamak için her zaman karlı bir yatırımdır. Şovenizmin yükselmesi işçi sınıfının olası birliği önündeki en temel engellerin başında gelir. İvedilikle bu yapıldı. Yüzlerce kürt öldü, vahşet ve ölümler devam ediyor, güvenlik güçlerinin cenazeleri de Anadolu’nun çeşitli yerlerinde toprağa veriliyor, karşılıklı nefret körükleniyor. Ancak kuraldır ve TÜSİAD kurulunda da dün söylendi. Baskıyla sağlanan istikrar en hızlı dağılacak olandır.
3-) Bu ahval ve şeraitte genel kurula gidecek DİSK’ten büyük şeyler beklemek gibi bir iyimserlik içinde olmamak her zaman daha hayırlıdır, bu özellikle içinde olduğumuz dönemde geçerlidir. DİSK, genel kurullarına hep iyi metinler ve analizlerle gidilir. Kürsüyü ilk gün siyasi parti, hareket lider ve temsilcileri, dost kurum yöneticileri kullanır. Övgü ve öneriler iç içe geçer bu konuşmalarda. Ertesi gün ise 130.000den fazla üyeyi temsilen salonda bulunan 400 delegenin(tam üye sayısı oranında konfederasyon aidatı ödediği için 200’ü Genel İş’in genel merkez ve şube yöneticilerinden oluşan delegelerdir.) içinden belagati görece iyi 20 kişi konuşur. Eğer iki ya da daha fazla liste söz konusu olursa karşılıklı suçlamalar ve eleştiriler içinde hakikate yakın konuşmalar yapılabilme olasılığı ortaya çıkar. Yoksa bir mutabakat zorlanır. Zaten kim gelirse gelsin yapabilecekleri herkesçe biliniyordur. Herkes kendi derebeyliğini yönetecektir. Koalisyon olur ve yürürse ne ala! (Genel-İş’in yine belirleyici olacağı aşikar. Genel İş yönetimini HDP ve CHP’yi gözeten bir anlayış belirliyor. Bu anlayış DİSK’i de belirleyecektir. Geçen kongredeki saflaşma bu sefer aynen sürdürülemeyecek gibi gözüküyor. Geçen kongre de Genel İş, Lastik-İş (milliyetçi çizgi), Tekstil (sarı sendika), Dev Sağlık-İş’den (Halkevleri) oluşan bir önceki ittifakın karşısında yine Birleşik Metal, Sosyal-İş, Nakliyat-İş etrafındaki ittifakı biçimindeydi. Limter İş siyasal doğrultusu gereği bu sefer birinci kümenin içinde yer alacak görülüyor. Yurtsever Hareket, KESK’ten sonra özellikle HDP belediyelerindeki tam üyelikler üzerinden Genel İş’i siyaseten belirleme dolayısıyla DİSK’i belirleme noktasına geldi. Bu ise DİSK için yeni saflaşma demek. Dolayısıyla yukarıdaki eski ittifak siyasetinde yer değiştirmeler yada geleceğe dönük taktik tarafsızlık konumlarını görebiliriz kongrede…
4-) Genelde işçi sınıfı hareketinin özelde sendikal hareketin tarihsel olarak biriken somut sorunlarına somut siyaset üretecek düzlemin bürokrasiye hakim olma kavgalarından çıkmayacağını anlayalım. 89 İşçi Baharı’nı yaratanlar da Metal Fırtına’yı yaratanlar da sendika bürokrasileri değil, sıradan adı sanı bilinmeyen işçilerdi. Sendika bürokrasisi bunlara eklenebildiği oranda buna göre kendine çekidüzen verebildiği oranda belli bir dönem daha ayakta kalır. Yoksa mutlaka işçilerin mücadelesi tarafından tasfiye edilecektir. Klasik sendikacılığın (M. Görkem Doğan’ın tanımlamasıyla sendika harekette iki kol olarak gelişen büyüyen nesnel olarak temelleri sermayece tasfiye edilence kendileri de bitmeye mahkum olan K.İ.T Sendikacılığı ve Montaj Sanayi Sendikacılığı) artık bitti. Belki de Tekel Direnişi bu tarz sendikacılığında bitişini ilan eden şanlı bir sondu. Ancak bizdeki sendikal hayat halen bu iki kolun işleyiş ve iş görme tarzını terk edebilmiş değil.
5-) Sendikal harekette yaşanan aşınmayı-gerilemeyi ideolojik-politik açıdan bir kriz olarak değerlendirmek, devrimciler açısından kuşkusuz hatalı bir değerlendirme olur. Sömürü, eşitsizlik ve anti-demokratik uygulamalar bu kadar pervasız sürdürülürken sendikaların krizinden değil o düzlemdeki var olma ve yönetme biçimindeki tıkanmalardan söz edebilir. Elbette muhalif düşüncelerin krizinden, Marksizm’in krizinde vb. söz edilebilir. Ancak sendikal düzlemdeki sorunların örgütlenme mücadele süreçleri açısından bütünüyle Marksizm’in yaşadığı krizden kaynakladığını politik ahmaklar ifade eder ancak. Sendikalardaki değişik ‘sol’ konumlanışların gösterdiği ilkesizlik ve yalpalanmaların arka planındaki fikri kriz ile sendikal zemindeki süreğen güçsüzlüğün nedenleri bütünüyle bir ve aynı şeyler asla değildir. Böyle bakarsak Nakliyat-İş sendikasının üye sayısındaki olağanüstü artış ile Dev-Sağlık-İş’teki daralmayı, odak sendikacılığında oldukça başarılı olan Limter-İş’in neden kitleselleşmediğini izah edemeyiz. Kuşkusuz sendikal harekette üye sayısı bir ilke ölçütü değildir. Öyle olsa Genel-İş en ilkeli sendika olurdu. Ya da Birleşik Metal Sendikası.
6-) DİSK genel kurulları, doksanlı yıllardan beri güç yitimlerinin ve sermaye saldırılarının nedenlerini, niçinlerini oldukça iyi hazırlanmış rapor ve sonuç bildirgeleriyle kamuoyuyla hep paylaşmıştır. Ancak iyi analiz etmek, politik, örgütsel çıkış olanağı tanımamıştır DİSK’e hiçbir zaman. Kuşkusuz “sendikal bürokrasi”yi her türlü kötülüğün, bütün olumsuzlukların kaynağı olarak gösterip bunlar olmazsa işçi sınıfı şaha kalkardı gibi bir ciddiyetsizlik noktasından konuşmuyoruz. Yani eleştirimiz Kani Beko ve Adnan Serdaroğlu’na değil. Onları belirli eylemlerle ve süreçler içinde aldıkları ya da alacakları somut pozisyonlar üzerinden haklı ya da haksız eleştirebiliriz. Eleştirimiz, sendikal bürokrasiden şikâyet ederken ilkesel tartışmaları, siyaset önerilerini unutup ilk fırsatta bürokrasinin kutsal sunağında takdis edilmek için sıraya giren “sol”culuklarla. Devrimci, sosyalist, komünist siyasetler, DİSK ve diğer konfederasyonların, bürokrasileriyle kurdukları, normalde eleştirdikleri bürokrasiyi olumlayan ilişki artık tartışma konusu yapılmalıdır. Kendi elemanını filan sendikada uzman olarak konumlandırmak, sendikayı dergisine abone yapmak, piknik ve geceler için biletlerden onar yüzer bürokrata satmak, sendika yöneticisini uzmanını kendi panel ya da etkinliklerine çağıracak düzeyde “sıcak” ilişkiye sahip olmak, kendi küçük sendikasını ittifaka dahil edip o sendikanın yöneticisinin DİSK yöneticisi haline getirip siyaseten ciddi itibar kazandığını düşünmek… Bunlar saçmalık. DİSK’in kudretli bir yöneticisi filanca siyasetten olunca işçi sınıfının öncü partisi o siyaset olmuş gibi pozlar içine girildiğini de gördük. Demek istediğim şu sendikalar işçilerin kendisine kalırsa bürokrasi değil, işçi demokrasisi yaratır ve sınıf öyle kazınır Metal Fırtına’nın ve asgari ücrette artış nedeniyle fark talebi mücadelesinin öncüsü olan Renault İşçilerinin herkese gösterdiği gibi.
7-) Bütün bu bürokrasi eleştirisi yapılırken, “devrimci” siyaset ile sendikal mücadele arasındaki çizgiyi ve ilişkiyi belirlerken, bu eleştirileri, olumsuzlamaları yapan öznelerin bir kolaycılıkla, siyasi örgütün içerisine yönelik iç konuşmalarla, işleyen bir devrimci sendikal programı birbirine karıştırmasına dair dikkatli olmak gerekiyor. Konfedarsyonların ve ona üye sendikaların basiretsizliği, uzlaşmacılığı eleştirisi sendikal mücadele alanının yapısal koşulları göz önüne alınmadan yapıldığında bağımsız sendikalarda mücadele vermek, devrimci siyaset yapmanın kendisi olarak ikame edilebiliyor. Buradaki tehlikeleri ve DİSK’in kendi yapısını (klasik sendikacılığı), Türkiye’deki muhalefet koşullarını göz önüne aldığımızda, işçilerin ve sendikal mücadelenin işçilerin kendi potansiyeline dayanan, daha militan, daha devrimci bir tarz doğru bükmek gerektiğini, işçi meclisleri, bağımsız sendikal arayışlarının savunulması gerektiğini söyleyebiliriz.
8-) Biz DİSK’in komiteler, konseyler, meclisler, birlikler gibi işçi demokrasisine ait kurumlar üzerine daha çok düşünmesini istiyoruz. Çünkü Burjuva düzenin anti-demokratik tüm anlayışları ve uygulamalarıyla başa çıkabilmemiz için sadece söz düzeyindeki demokrasi talebinin etkili olma şansı yok. Somut pratik deneyimler lazım. Renault’da olduğu gibi. Ancak iş yerlerinde kendi kendilerini yönetebilen işçiler derler ki; nasıl kendi başımıza tartışıp hep birlikte karar alabiliyorsak, kendi kendimizi nasıl yönetiyorsak, pekala işçiler, ezilenler bu anlayışla tüm ülkeyi yönetebilir. Sınıfta ideolojik olarak aşındırılmış olana şey budur: kendi kendini yönetmeye dair özgüven kaybı, kapasite yitimi. Şayet DİSK tüm iş yerlerin de doğrudan işçilerin karar süreçleriyle sendikal kararları aldığı bir tarzı benimserse bu diğer konfederasyonları da sıkıştıran bir sürece neden olacaktır ve başka bir dizi dinamiği daha kolay harekete geçirecektir. Ancak biliyoruz. DİSK’ten bunu beklemek naiflik. DİSK’in bunu yapması kendini inkar etmesi olur. “Hayır, doğru değil bu dediğiniz.” diyenler kendi tezlerini ortaya koysun tartışalım. DİSK güzellemesi yapmadan.