spot_img
spot_img
Ana SayfaYazıErdoğan'ın Vaka-i Hayriyesi Ve Ne Yapmalı? - Başaran Aksu & M. Görkem...

Erdoğan’ın Vaka-i Hayriyesi Ve Ne Yapmalı? – Başaran Aksu & M. Görkem Doğan

15 Temmuz darbe girişimini televizyondan seyrettik, postmodern bir girişimin aksine aslında eski usulü taklit etmeye çalışıyorlardı. Bizler, Türkiye solu, bir süredir Türkiye siyasetinin sadece seyircileri haline geldiğimizden sadece televizyon ve sosyal medyanın başında olmakla yetindik. Bu durumdan bir an evvel çıkmalıyız, Türkiye solu yeniden bir siyasi aktör haline gelmelidir. Çünkü siyasal gelişmeler 15 Temmuzun da gösterdiği gibi bizi beklemeyecek. Bu yazının ve bir süre her yazının ana fikri bu olmalıdır.

Bir süredir darbe olasılığı herhalde böyle bir çılgınlığa kimse kalkışmaz diye düşünerek konuşuluyordu. Yurtta Sulh cuntası bu çılgınlığı yaptı. Destekleri olmadığı için başaramadıklarını söylüyoruz ama tümden desteksiz olduğu iddiası tartışılmaya muhtaç. Batı’dan gelen ilk açıklamalar darbeciler hedeflerine ulaşsalar, uluslararası toplumun darbeyi kınamalarının sembolik kalacağını düşündürüyor. Fakat darbecilerin ordu içinde destekleri sınırlı, toplumda ise yok. 16 Temmuz sabaha karşı için planladıkları operasyonu erkene almak zorunda kaldıkları anlaşılıyor. İsmail Hakkı Pekin’in iddiası girişimden haberdar olanların son anda vazgeçtiği ve durumu askeri üstlerine bildirdikleri. Olanlar düşünülürse bu makul bir iddia. Planları açığa çıkan darbeciler, Ankara’da jetleri uçurarak ve köprüyü keserek darbe girişimini kamuoyuna duyurmuş oldular. Belki de toplumdaki Erdoğan karşıtılığının bu şehirlerin kimi bölgelerinde kendilerine desteğe dönüşeceğine, bunun da ordunun hareketsiz kalan subaylarını (ordunun çoğunluğu böyleydi ilk anda) kendilerine katılmaya ikna edeceğine bel bağladılar. Planları tutmadı. Havuz medyası dışındaki ulusal medya özellikle CNN Türk darbe girişiminin komuta kademesi dışında gerçekleştiği ve FETÖ tarafından gerçekleştirildiği söylemini (AKP’nin hemen dolaşıma soktuğu söylemi) 15 Temmuzun hikayesi yaptı ve toplum desteği ihtimali ortadan kalktı. Ardından da Erdoğan’ı Facetime’dan yayına bağladılar ve AKP kitlesi belli bir ölçüde sokağa indi. O esnada darbecilerin kim bilir belki 14 Temmuz’da bile desteğini alabileceklerini düşündükleri bazı üst düzey komutanlar, emniyet güçleri, sivil otoriteyle birlikte cuntanın kaderini belirledi.

15 Temmuz’a dair herkesin kendi meşrebince yanıtlamaya çalıştığı milyon dolarlık sorular var. Ama ikisinin yanıtı temel önemde: Darbeyi kim yapmaya çalıştı? Darbeyi kim önledi? İlkinin yanıtını iktidar, eski “Balyozcular” (dramatik bir tesadüfle onların orduda beğenmediği subay tipinin en bilinen örneği eski Genel Kurmay başkanı Hilmi Özkök’le birlikte) ve rükûdan secdeye geçmeyi beceremeyenine kadar tüm medya FETÖ diye veriyor. AKP’nin işine gelen cevap bu. 15’i 16’sına bağlayan gece darbecilerin yenildiği ortaya çıktığında televizyon başında bizler de buna inandık. Fakat tutuklamaların boyutu insanları bu yanıtı sorgulamaya itti. İktidar da YAŞ’ta tasfiyeye destek toplamak için sızdırdığı haberlerde bu boyutta bir cemaat yapılanmasından bahsetmiyordu.

15’ini 16 sına bağlayan gecenin gerçek hikâyesi tam ortaya çıkmadan bu soruya yanıt vermek güç olacak. Etrafta korkunç bir bilgi kirliliği var. Yandaş basının 15 Temmuz’un en erken anlarında darbeci dediği 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar İstanbul’un darbecilerin eline geçmesini engelledi. Uzun süre darbenin iki komutanından biri sayılan KKK EDOK Komutanı Metin İyidil Ankara’da tanklara müdahale edip kışlada tuttuğunu iddia ediyor ve anlaşıldığı kadarıyla görevinin başındaydı. Gözaltında olan diğer isim eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk ile ilgili olaraksa Savunma Bakanı Fikri Işık, hem de AA’nın yayınladığı gözaltı fotoğraflarından sonra, hakkında çelişkili ifadeler var darbeyi bastırmak için çalışmış da olabilir buna mahkeme karar verecek deyiverdi.

Bildiğimiz FETÖcü listelerinde adı daha önce de geçen ve bu yüzden YAŞ’ta tasfiye edilecek Muharrem Köse, Mehmet Partigöç ya da Nejat Atilla Demirhan gibi bazı isimlerin cuntanın içinde oldukları iddiasıyla tutuklandığı. Bu kişiler belki de öldürüldü. Bunların dışında kimilerinin sert laik, kimilerinin amerikancı dediği ama 15 Temmuz öncesi FETÖcü olarak kesinlikle anılmamış bol miktarda subayın da cuntada inisiyatif aldığı görülüyor. Bu noktada Öcalan’ın çok önce dile getirdiği süreç biterse darbe mekaniği işler analizi akla geliyor. Tartışılmayacak şey şu: Darbe dönemi Arjantin’inde sivil yönetimi küçümseyen generallere dendiği gibi TSK’nın “gorilleri”nin de belki kişisel saiklerle belki de AKP nefretinden cuntanın içinde yer aldığı. Tarihte ise FETÖcü diye anılacakları ortada.

Darbeyi kim önledi sorusunun yanıtı için mücadele devam ediyor. Burada tarihe geçecek yanıt önümüzdeki siyasi süreci de belirleyecek. Adaylar bol ama şimdilik öne çıkan iki kesim var. Birileri sokağa dökülen AKPlileri övüyor, birileri de demokrasiye sadık TSK mensuplarını. Yanılmıyorsak Doğan medyası da hiç değilse en iyi yardımcı oyuncu ödülünü hak ettiğini düşünüyor. Kuşkusuz daha bu ilk günlerde rekabet tam olarak açığa çıkmadı o yüzden ana akım sokağa herkes dökülmüş gibi yapıyor. Fakat kimin hangi kahramanlık hikayesini anlatmayı tercih ettiğinden ya da erlerin emir kulu olduğu vurgusundan bazı şeyleri anlamak mümkün.

TSK içinde cuntanın önce ikna edemediği sonra enterne edemediği iki komutan 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar ve Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın (ilki İstanbul’da ikincisi Ankara’da darbe girişimine karşı hızlıca inisiyatif gösteren en üst düzey rütbeli subaylar) maiyetlerindeki kimi askerlerin “kahramanlık” hikayeleri bazı çevrelerce döne döne anlatılıyor. Özellikle Ümit Dündar’ın Reis’i arayıp “İstanbul’a gel.” demesi ya da Özel Kuvvetler karargâhında cuntacı Semih Terzi’nin maiyetinin ortasında kafasına sıkılması… Bu çevrelere göre en büyük kahraman ise Hulusi Akar. Doğu Perinçek’in atandığı ilk günden kefil olduğu paşa boynundaki yara iziyle meclise girdiğinde ayakta alkışlanarak karşılanmasıyla “demokrasiye bağlı” TSK’nın simgesi oldu. Krizi fırsata çevirmek isteyen Ergenekoncular emekli edilen subayların TSK’ya geri dönmeleri gerektiğini dillendirmeye başladılar bile. Anlaşılan onlar da FETÖcü torbasına doldurulan kimi darbeci tanıdıklarının “cesetlerine” basıp bu işten yararlanmaktan çekinmeyecek.

Tabi krizi fırsata çevirmek deyince akla esas gelen isim Reis. Cuntanın yenilmekte olduğu anlaşılınca açıkça söyledi de, “bu darbe Allah’ın bir lütfu.” diye. Tabi darbe girişimi sırasında pek etrafta olmaması bir dezavantaj ama salak olmayan herkes sokağa çıkan kitlelerin demokrasiye ya da anayasaya değil ona bağlı olduğunun farkında. Sivil yaverleri medyaya çeşitli kahramanlık hikâyeleri de pompalamaya başladı. Hemen atladı uçağa İstanbul’a gitti, pilota “Ne olursa olsun in!” dedi filan… Reis hemen orduda, yargıda, emniyette başka yerlere de sıçrayacağı anlaşılan bir operasyona girişti. Polis artık elini kolunu sallaya sallaya kışlalara giriyor. Başarısız cunta mevzusunda ilk anlarda tarafsız kalan ordu mensuplarının çoğunluğunun da kulağı çekilecek gibi, daha ötesine ise “demokrasi kahramanı” Hulusi Akar’ın engel olacaktır. Yoksa ileride 15 Temmuz Erdoğan’ın Vaka-i Hayriyesi diye anılır. İdam ve muhalefete teşekkür gibi konularda İstanbul’da Reis’in söylemiyle Ankara’da Başbakan’ın söylemi arasındaki farkın nedeni de Hulusi Akar faktörü olabilir.

Yargıdaki hukuksuz tasfiye operasyonu da şimdilik seyrediliyor. Bir taraf bir kez siyasi meşruiyet çizgisinin dışına çıkınca, öteki tarafın hele ki ilk anlarda meşruiyet falan sallamaması anlaşılır bir şey. Ama son on yıldır Türkiye’de yaşamış herkes bu olağanüstü halin de meşrulaşacağının, bu hukuk dışılığın yarın kamudan başka kesimlerin tasfiyesinde kullanılacağının farkında olması gerekir. Buna rağmen umut fakirin ekmeği hesabı, mevcut demokrasi koşullarında Türkiye’nin yarını olabileceğini ümit etmek isteyenlerin olduğu da fark ediliyor. TRT’ye CHPlilerin çıkabilmesi, kapatılan ABC ve Medyascope’un özür dilenerek hemen açılması bu yersiz ümitleri besliyor. Bu halin iki haftadan uzun sürmeyeceği, sokaklardaki kalabalık, onların talepleri, yaptıkları ve onları sokakta tutmaya çalışan AKP düşünüldüğünde anlaşılması lazım.

Bununla birlikte sokak mobilizasyonunun sürdürülmek istenmesi, Yurtta Sulh cuntasını yenen koalisyonun diğer üyesine ve kuşkusuz dış dünyaya AKP tarafından verilmek istenen bir mesajsa, bunun istendiği kadar güçlü bir mesaj olmadığının altı çizilmeli. Sokakta yeterince insan yok. AKP’den farklı olarak, her şeyi daha görünmez yapan “demokrasi yanlısı” TSK ve onun sivil öğeleri (yani ulusalcılar) medyadaki zayıflıkları hariç çok da küçümsenecek bir güç değildir. AKPli kalabalıklara karşı bu kesimlere güvenenler ise, demokrasi havasının (var olduğu kadarıyla bile) bir süre devam edeceğini zannedenlerden daha enayidirler. Ulusalcılar için bırakın şimdi var olan görünürdeki uzlaşı ortamına HDP’nin dahil edilmesi talebini, cuntacıların hukuk içinde yargılanması ve cezalandırılması talebi dahi şüphelidir. Kısacası TSK Saray koalisyonu 15 Temmuz badiresini atlatırken aralarındaki rekabet ve ilişki dolayısıyla ülkenin politik atmosferi iyice belirsiz hale gelmiştir. Bu ortamda ülkede güvenlik ortamının bozulması ve özgürlüklerin daha çok kısılması muhtemeldir.

Meclis bombalanırken orada bulunan CHPlilere de bu bağlamda bir parantez açmak isteriz. Şimdiden havuz medyasının kimi kesimleri CHP’deki “aşırı” isimleri cuntanın sivil ayağı diye hedef göstermeye başladı. Bu eğilimin azalması değil artması beklenir. Zaferini kutlayan kalabalıkları Alevi mahallelerine hareketini bugün engelleyen polisin yarın böyle davranmayacağı da beklenmelidir. Bu kesimler Reis’e güvenemeyeceklerini herhalde bilirler. Demokrasi sevdalısı TSK’nın da öyle bir aşamaya gelinirse “Darbe öyle değil, böyle yapılır.” demeyeceğinin garantisi yoktur.

Bu durumda esas milyon dolarlık soruya Lenin’in hiçbir zaman eskimeyen sorusuna geliyoruz. “Ne Yapmalı?” Biz kendi adımıza “Ne yapılmalı?” sorusuna 7 Haziran öncesinden beridir hem bir dizi yanıt verdik hem de bu yanıtın muhatabı olduğunu düşündüğümüz çevreler ve kişilerle görüşmeler yaptık, ısrarlı takipçisi olduk. Şimdi bu yanıtı bir dizi ekle tekrarlayacağız . Önce ne yapmamalı:

1-) Sosyalistler, devrimciler oluşmuş düzenlerini, aygıt konforlarını bozmaktan kaçınıp hem tarihsel açıdan, hem de devrimin güncelliğinin zorunlulukları açısından kendilerine ait olan esas sorumlulukları, CHP-HDP birliği ya da onların birleşik davranış süreçlerine havale etmekten kesinkes vazgeçmelidirler.

2-) En son olarak darbe girişimine karşı alınan tutumlarda AKP demokrasiciliğinde Perinçek-DSİP çizgilerinin buluşması örneğinde görüldüğü üzere yenilmiş ulusalcılık-sol liberallik çizgileriyle aradaki mesafe daha da netleştirilmelidir.

3-) Şovenizme asla düşülmemeli.

4-) Statükoculuğa, eskiyi savunuyor görüntüsüne düşülmemelidir.

Peki Ne Yapmalı?

1-) En son lise ve üniversite mezuniyet törenlerinde ortaya konan otoriterizme, muhafazakarlaştırmaya (faşizme ve her türden gericiliğe karşı ya da Saray-AKP’ye karşı olarak da okuyabilir isteyenler) eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelindeki Gezi İsyanı’nı ve onun programını esas alan muhalefet arayışının politik zeminini kurmalıyız. Kabul edelim ülkede bugün biz işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, LGBTİ vb’nın önünde “Biz Türkiye’yi İsviçre yapacağız, bunun için mücadele edelim.” dersek belki daha rasyonel daha inandırıcı bir seçenek sunmuş oluruz. (Kürtlerin özgürlüğü, Alevilerin ve çeşitli dini-etnik-kültürel kimliklerin uğradığı zulüm ve ayrımcılıkların -örtük, bilinen ama ifade edilmeyen- motivasyonları dışında devrim ve sosyalizm davası için kendini adayan insan sıkıntısı var… İnsanların sosyalist, devrimci yapılara dahil olması, onun eylemlerini takip etmesi değil kastımız bu açıdan bereketli bile sayılırız. İnanmak ve adanmaktan söz ediyoruz.) Ama bunu dersek reformist de olmuş oluruz. Şu an acil ihtiyaç olan Kürt Hareketi’nın dışında kalan ve Türkiye sosyalistlerine ve devrimcilerine düşen görev şovenist, ulusalcı, liberal olmayan, geleceği yani eşitlikçi, özgürlükçü olanı temsil eden bir siyasal programa dayanan, somut bir siyasal gücü toplumun önüne seçenek olarak acilen çıkarmaktır. Bu güç,  işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, yaşam tarzı ve laiklik kaygısı taşıyanlar, Aleviler, Batı’da yaşayan Kürtler, farklı etnik kökenlerden, kültürlerden ezilen kesimler, doğaya ve kente sahip çıkanlar, LGBTİ, tarım emekçileri, yaşlılar ve emekliler ve bu gibi kesimleri kavrayan basit ve ülkenin önündeki en temel sorunlara karşı sağa, sola çekiştirilmeyecek popüler devrimci yanıtlar vererek bu kesimlerin siyaset yapmasının yegâne kanalı olacak tarzda kendini konumlandırmalıdır. Devrimciler böylesi bir  zemini yönetmeye değil, zeminin etrafında halkın toplanmasına önderlik etmeye talip olmalıdır. Bırakalım böylesi bir zeminin yarın nereye savrulacağını tartışacak sofistlere, yanıtı yarınki devrimciler versin.

2-) Devrim, sosyalizm ve komünizmin tarihsel, ideolojik iddialarını güncelleyerek ve toplumsal-sınıfsal eylem içinde güç inşa ederek arayanlar, özelikle sınıf ve gençlik zemininde ortak birleşik kümeler oluşturup daha stratejik yanyana gelişler içine ayrıca ve mutlaka girmelidirler. Güncel ve tarihsel sorumluluğumuz bir birinin önüne, ardına atılmayacak iki görevde toplanmış durumdadır bir süredir. Haydi bari beş yıl sonrasının da kaybedeni, seyircisi olmayalım…

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler