spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetBir Kent, Sınıf, Mahalle Oluşumu Hikâyesi: Ankara - Mahmut Yılmaz

Bir Kent, Sınıf, Mahalle Oluşumu Hikâyesi: Ankara – Mahmut Yılmaz

Ankara yeni rejimin kuruluş sürecinden siyasal İslamcıların yönetimine ideolojik süreçlerin izlerini çok yoğun taşıyan bir kenttir. Bir yandan cumhuriyete dair belleğin saldırıya uğradığı ve 12 Eylül cuntasıyla başlayan ve siyasal İslamcılarla zirveye çıkan bir dönem yaşadı, halen de yaşıyor. Ankara bağları, Kurtuluş ve Gençlik Parkı, 19 Mayıs, Cebeci İnönü Stadyumları, Orman Çiftliği, müzeleri, kamu binaları, binalarının gövdesinden meydanlarına sanat eserleri, heykelleri, anıtları, keçisi kedisi, şarabı birası, hanları hamamları, bulvarları rayları sürekli oluş ve bozuluş süreci yaşayan bir kent oldu. 861 rakımlı tepeden AOÇ üzerine kurulan saray ve Amerikan Büyükelçiliği de bu değişimin özü olarak görülebilir. Mahmut Yılmaz ve iktisat tarihçisi Dr. İhsan Seddar Kaynar ile Ankara, Ankara’da sınıf ve mekân üzerine konuştu.

***

-Engürü’den Ankara’ya Ankara’nın İktisadi Tarihi (1892-1962) adlı kitabınız vesilesiyle sizinle Ankara’nın iktisadi tarihi bağlamında Ankara’da pek sık değinilmeyen işçi sınıfı profilini ve bu profilin diğer kentlerdeki işçi sınıfı yapısından farklılık ve benzerliklerini konuşalım istiyoruz. Ankara, cumhuriyetin, kuruluşun, laikliğin ve ulus oluşumu sürecinin sembolü olarak bilinir. Bu semboller nasıl oluşmuştur, bu algının işçilerin, yakın zamana ait adlandırmayla kamu emekçilerinin ve gençliğin eylemine etkileri nasıl olmuştur?

 

Ankara’nın kendi halinde bir şehir olmasından çıkışı 1919’un Aralık ayının son günlerinde Mustafa Kemal’in Temsil Heyeti ile bu şehre gelişi ile başlar. Burada Meclis’in açılması, Milli Mücadele’nin yönetilmesi ve sonrasında Cumhuriyet’in kurulması ile devletin özel ilgisi ile yeni bir şehir kurulmaya başlanmıştır. Eski şehre ilaveler yaparak yeni bir şehir kurma işi öncelikle bürokrasi ve devlet aygıtının oluşturulması ile başlar. Sonrasında bunu somutlaştırmak için çok ciddi inşaat faaliyetine girişilir. İmparatorluk döneminde devletin yönetildiği binaların ve devlet örgütlenmesinin İstanbul’da kalması, Ankara’da her şeyin sıfırdan başlandığı özel bir durum yaratır.

Ankara’nın kuruluşu da devletin kuruluşu gibi hareket halindedir, kimsenin elinde bir plan ya da program olmadığı için her şey deneme yanılma usulünde yapılmış ve Ankara için bu karmaşa İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürmüştür. Ankara’daki gerçekle ilk karşılaşanlar memurlar olduğu için, iyileştirme ve düzenlemelerde öncelik onlara verilmiştir. Maaş azdır. Hayat pahalıdır. Paranız olsa bile ulaşamayacağınız ürünler ve hizmetler bulunmaktadır. Şehirdeki hayat pahalılığını azaltmak için, Ankara’nın demiryolu ağı hızla genişletilirken, demiryoluyla yapılan gıda taşımacılığında indirime gidilmiştir. Ankara’nın en büyük sorunu kendisine mıknatıs gibi çektiği insanlara barınma imkânı sağlayamaması olmuştur. Kısa süre içinde bu sorun “mesken buhranı” adını alacaktır.

Ankara’nın nüfus yapısı 1920’lerin ortasında ciddi bir değişikliğe uğruyor ve yerel özgünlükleri hızla ortadan kalkıyor. Devlet merkezi olduğu için büyük oranda (bekâr) memur ve imar çalışmalarına katılan işçiler şehre akın ediyor. Hermann Jansen, yaptığı plana Amele Mahallesi de eklese de, bu hiçbir zaman uygulanmaz. Çünkü amele sınıfı kendi evini Ankara’nın istediği yerine, ihtiyacı olduğu anda, çok ucuza yapar. Ankara’yı yeni bir şehir olarak ortaya çıkaran inşaatların yapımına Ankara’nın yakın çevresinden ve Anadolu’dan gelen insanların işçi olarak katıldığını, devlet binalarını, bakanlıkları ve çok katlı apartmanları yapan bu insanların peynir tenekelerinden yaptıkları barakalarda ilk gecekonduları yapmıştır.

Gençliğin Ankara’da sokaklarında görülür olması yüksek eğitim kurumlarının açılması ile uzun bir döneme yayılarak olmuştur. Ziraat ve Eğitim Enstitülerinin eğitime başlaması, Mülkiye’nin Ankara’ya taşınması ve DTCF’nin açılması ile Ankara üniversite şehri olmaya başlamıştır. Gençliğin ilk eyleminin ne olduğu konusunda ise Sabahattin Ali’nin öldürülmesine kadar giden sürecin başladığı Irkçılık-Turancılık Davası olaylarına bakılması gerekir. DTCF’de hocaların tasfiye sürecinde de aynı öğrencilerin gayet etkin oldukları görülmektedir. Buraya 1947 yılının son günlerinde rektör Aziz Kansu’nun odasının basılması, çıkan nümayişi ve hocaların darp edilmesini de ekleyelim.  İçinde gençler var diye bunları genliğin eylemi olarak saymak doğru olmaz. Ancak Türkiye siyasi tarihinde reaksiyoner bir milliyetçi hareketin buralardan doğduğunu da unutmamak gerekir. Kendisi de DTCF’de öğrenci olan Enver Gökçe’nin “Fakültenin Önü” şiiri, bu dönemi anlatmaktadır.

Gençliğin devrimci eylemi için 1960ların sonunu beklemek gerekecektir. Türkiye devrimci hareketinin üç farklı gençlik hareketinin mirası üzerinden ilerlemektedir. Denizlerin ve Mahirlerin çevresinde gelişen eylemlerin büyük bir kısmı Ankara’dadır. Her iki hareket de ODTÜ ve Cebeci öğrencileri arasında yaygın bir şekilde örgütlenmiş ve önemli oranda kitleselleşmiştir.

Ankara’nın sembol bir şehir olması kamuoyunu ikna etmek için yapılan eylemlerin amacının Ankara’ya ulaşmak olduğu farklı bir eylem formu geliştirmiştir. Bunların en bilineni 1968’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının örgütlediği “Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü”dür. Ankara’ya yürümenin bir politik örgütlenme çeşidi olduğunu, dönemin Başbakanı’nın gündem değerlendirme sözü “Sokaklar eskimez, takati olan yürür”ün dönüşüme uğrayarak “Yollar yürümekle aşınmaz.”Oluşu açıkça göstermektedir. Türkiye’nin en kitlesel işçi eylemlerinden biri olan ve 1991’de Zonguldak’tan başlayan Büyük Madenci Yürüyüşü’nün hedefi de Ankara’ya varmaktı. Yakın dönemde yapılan en kitlesel yürüyüş Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’dan Ankara’ya yaptığı “Adalet Yürüyüşü”dür.

Her ne kadar 1922’de faşistlerin Napoli’den Roma’ya yürüyüşünü çağrıştırsa da; her şehirden işçiler ve memurlar, siyasetçiler ve insanlar, gençler ve çocuklar amaçlarına ulaşmak için sık sık Ankara’ya yürür ya da yürümek için yola çıkar.

-Ankara hep memur ve öğrenci kenti yakıştırması ile anılır olmuştur. Bu yakıştırmaya dair ne söylersiniz?

Nüfus sayımında tutulan resmi verilere bakılırsa, Ankara kesinlikle memur şehridir. Şehirde kısa süre içinde başlayan mesken buhranını ve onu çözmek için devletin attığı adımları takip ederek de bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 1920’ler, 1930’lar ve 1940’lar için Ankara şehir merkezinde yaşayan insanların tam olarak yarısı memur ve memur aileleridir.

1935 yılında şehir nüfusunun tam yarısı şehirde görevli memurlar ve aile üyelerinden oluşmaktadır. Bu oldukça büyük bir orandır. Memurların aileleri ile oluşturduğu nüfus 59.845 kişiye ulaşmaktadır ki, Ankara şehir nüfusunun neredeyse yarısıdır. Bu tarihten sonra Ankara’da açılmaya başlayan fakülte, enstitü ve üniversitelerle birlikte şehirdeki öğrenci nüfusu da azımsanmayacak sayılara ulaşacaktır. Ankara’daki memur ve öğrenci nüfusu, kısa süre içinde yerli nüfusu geçecektir.

Ankara o kadar memur şehridir ki, Ankara’da ikamet eden memurlar için çok sayıda özel düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeleri en bilineni maaşa eklenen kira yardımının icat edilmesidir. Memurların maaşları düzenlenirken barınma sorununu maaşa kira yardımı yaparak çözülmeye çalışılmıştır. Ankara’nın memuru devletin en üst noktalarında çalıştığı için, taşra teşkilatındakilerden daha kıdemli ve niteliklidir. Bu insanların kapısı ve penceresi olan konut ihtiyacı için lojmanlar yapılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında tamamlanan bu lojmanlar Saraçoğlu Mahallesi olarak bilinir. Şu anda Ankara’nın tam kalbinde halen ayakta kalan bu mahalle böyle bir ihtiyaçtan kurulmuştur.

1940’lar, 1950’ler ve 1960’lar için Ankara’nın öğrenci nüfusu şehrin bir parçası olmaya başlamıştır. Bundan sonrası için şehrin öğrenci nüfusu kalabalıklaşmaya başlamış ve “memur ve öğrenci şehri Ankara” ifadesi pratikte oluşmuştur. Bunda şehirde açılan yüksek eğitim kurumlarının, mesela Mülkiye’nin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, DTCF’nin Ankara’da açılması, başlangıçta basit barakalarda eğitim verse de sonrasında büyük bir kampüs alanına sahip olan ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi’nin etkisi büyük olmuştur. Bu eğitim kurumları Ankara’yı önemli bir öğrenci şehri haline getirmiştir.

Ankara’ya memur ve öğrenci şehri diyenler doğruyu söylemektedir. Ancak tüm Türkiye’de olduğu gibi Ankara’da da halkın “imtiyazsız ve sınıfsız kaynaşmış bir kitle”den oluştuğunu düşünenler yanılmaktadır.

-Cumhuriyet Ankara’sının devasa bir şantiye olduğunu ve yoğun inşaat işçisi gereksinimi olduğunu görüyoruz. Bu işçilere dair örgütlenme ve mücadele deneyimine dair girişim ve örnekler mevcut mudur?

Burada, “Cumhuriyetin Ankara’sında işçi sınıfı nasıl oluşmuştur?” sorusuna yanıt vermek gerekiyor. Ben bu kitabı yazarken Ankara’da aşağıdakilerin tarihinin unutulması için özel bir çaba harcandığını ve pek çok kaydın olmadığını ya da doğrudan benimle paylaşılmadığını gördüm. Halen bu konuda kırıntı da olsa bilgi toplamaya devem etmekteyim.

Çok doğru, 1920’lerin Ankara’sı devasa bir şantiyedir. Yeni kurulan devlet cömertçe çok büyük paralar harcayarak Ankara’yı örnek bir şehir haline getirmeye çalışmaktadır. Yerel yönetim örgütlenmesi İstanbul’dan kopyalanarak Ankara’da Şehremaneti kurulmuştur. Şehri imar edebilmek için ihtiyacı olan malzemeyi üretmek yine Şehremaneti’ne kalmış ve Ankara’daki ilk fabrikaları kurmuştur.

İlk çok katlı apartmanları ve devlet binalarını yapan işçiler, Ankara’nın kahvelerine ya da bekâr odalarına sığamayacak kadar çoğaldıklarında kendilerine baraka yapmaya başlamıştır. Başını sokacak barakasını yapan memleketinden ailesini de getirmiş ve Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen insanların bir arada yaşadığı mahalleler oluşmaya başlamıştır. Barınma hakkı için yapılanlar, Ankara’daki işçi mücadelesinin temelidir. Ankara işçi sınıfı sorunlarını kendi kendine çözmüştür. İçişleri Bakanı iken Şükrü Kaya bu yerleşimleri işaret ederken “Üçüncü Ankara” ifadesini kullanmaktadır. 1920’lerde Ak Köprü civarındaki bostanlar ve Altın Dağ, 1930’ların sonuna doğru Cebeci ve İncesu Deresi’nin içinde aktığı vadi alanı ilk gecekonduların yapıldığı yerlerdir.

1945’de Ankara’nın gecekondu bölgeleri ve barınan nüfus şöyledir: Altın Dağ (14.116), Atıf Bey (7.354), Aktaş (2.353), Yeni Doğan (9.053) ve Yeni Hayat (4.396). 1948’e gelindiğinde buralardaki nüfusun 60.000’e yaklaştığı tahmin edilmektedir. 1940lı yılların sonunda gecekonduların imar sorunları çözülmeye çalışılmış ve Ankara’daki Türkiye’nin ilk gecekonduları meşrulaşarak yasallaşmıştır.

Ankara’da işçi sınıfının sokağa taşması için 1960’ları beklemek gerekecektir. 1961 Anayasası sonrasında Türkiye işçi sınıfının yaptığı ilk önemli eylem 1961’in son günlerinde örgütlenen ve yaklaşık 100.000 kişinin katıldığı Saraçhane mitingidir. Bu eylemlerin devamında “Açların Yürüyüşü” olarak bilinen 3 Mayıs 1962’de Yapı-İş üyesi 5.000’i aşkın işçi ve işsizin Sıhhiye Meydanı’nda toplandıktan sonra barikatları aşarak Meclis önüne geldikleri eylem yapılmıştır. Bu insanlar Ulus’un ara sokaklarında ya da amele kahvelerinde iş bekleyen insanlardır. Daha sonrasında İstanbul’da Kavel Grevi işçi sınıfı açısından dönüm noktası olmuştur.

Burada çok önemli bir hatırlatma yapmam gerekiyor. Ankara’nın memur ve öğrenci şehri olmasının yanında ülkenin savaş sanayisinin merkezi de Ankara’dadır. Ankara’da basit atölyeler, küçük sanayi siteleri yanında 1920’lerden itibaren şehrin farklı yerlerine dağılmış bir savaş sanayisi bulunmaktadır.

-Ankara’nın eski bir ilçesi Kırıkkale’nin oluşumu savaş sanayisinin Ankara’da kurulması sonucunda gerçekleşiyor. Askeri sanayi işçilerinin sendikal örgütlenmesinin ayırt edici farkları var mıdır? Sizce askeri sanayi işçileri için özel stratejiler mi uygulanmıştır? Savaş sanayisinin, diğer fabrika ve imalathanelerden ne gibi farkları var?

Ankara’nın İktisadi Tarihi’ni yazmanın en zor kısmı, şehirde sanayileşmenin gelişimini açıklamaktı. Ankara’da Osmanlı’dan miras kalan büyük ölçekli bir fabrika yok. Sanayileşmenin ilk adımları şehirdeki ilk inşaat işlerinde kullanılacak çimento gibi inşaat malzemeleri ve elektriğin üretilmesi için Şehremaneti bünyesinde Kilometre Sekiz olarak adlandırılan mevkide atılmıştır. Dolayısıyla bu fabrikaların kurulduğu mevki, ilk fabrikalar ve dolayısıyla işçi bölgesidir. Orman Çiftliği’nde kurulan modern gıda sanayisi de şehrin iaşesi için önemli bir işlev görmüştür. Ankara’yı farklı kılan en önemli husus, Birinci Dünya Savaşı sonrasında imparatorluk dağılırken İstanbul’un işgali ile İstanbul’daki kurulu olan savaş sanayisinin önce Eskişehir’e, Eskişehir’de işgal edilince Ankara’ya taşınmış olmasıdır.

Osmanlı savaş sanayisinin merkezi, yani imalatı harbiye atölyelerinin bulunduğu yer payitaht olan İstanbul’dur. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalan Mondros Ateşkesi ile imalatı harbiye atölyelerinin faaliyeti durdurulmuştur. Milli Mücadele sürecinde atölyeler Eskişehir’e taşınmaya başlamıştır. Eskişehir İstasyonu, Konya-Ankara-İstanbul arasında mükemmel bir ulaşım ağına sahip merkezi bir istasyondur. Kısa bir süre sonra Eskişehir işgal edilince, imalatı harbiye atölyeleri Ankara’ya taşınmıştır. Atölyeler Ankara’da öncelikle Gar çevresine kurulmaya başlamıştır. Burada çalışan ustalar İstanbul’dan Eskişehir’e, Eskişehir’den Ankara’ya atölyeleri ve aileleri ile beraber gelmiştir. İşçiler gelirken, futbol takımlarını da getirmiştir. İşçi sınıfının yanında getirdiği takımlar Ankara’nın bürokratik ortamında çeşitli dönüşümler geçirse de, bugün halen Türkiye liglerinde mücadele etmektedir.

Ankara’da Gar çevresinde başlayan ilk faaliyetler, Kızılırmak’ın su gücünden de yararlanmak için Ankara’nın doğusunda seçilen bir mevkiye taşınır. Bugün Kırıkkale il merkezi olan bu yerde10 ev var-yok ama çok yakında bir tren istasyonu olan Kırık İstasyonu vardır. Atölye ve imalathaneler için merkez Kırıkkale seçilmiştir desek de Mamak’tan Kayaş’a, Asiyozgat’tan (Elmadağ) Keskin’e kadar geniş bir alanda üretim birimleri dağılmıştır.

İmalatı Harbiye’nin ilk işçileri İstanbul’dan gelenlerdir. Daha sonra Milli Mücadele’de savaşın şiddeti arttıkça zorunlu askerlik görevini yapanlar fabrikada çalışmaya başlamıştır. Bu askerlerin zorunlu hizmeti bitince fabrikalarda kalma imkânı verilmiş ve fabrikanın sivil işgücü kompozisyonu ülkenin her tarafından gelen insanlardan oluşmaya başlamıştır.

Keskin Kazasına bağlı Kırık Köyü sınırları içindeki vadi, Fişek ve Tapa Fabrikaları ile daha sonra Mermi Fabrikasının faaliyete başlaması ile 1923 yılından itibaren göç alarak büyümeye başlamıştır. Ankara’nın yanı başında yer alan Kırıkkale, doğal olarak Ankara’nın doğusunda Yozgat’tan Kaman’a Keskin’den Aksaray’a kadar geniş bir alandan göç almaya başlar. Bunların bir kısmı fabrikalarda işçi olurken, bir kısmı da şehirleşmenin diğer unsurları olur. Yakın çevreden gelenlerin, bölgenin tarım işçileri olduğunu ve bunun da bölgedeki tarımı ve hayvancılığı olumsuz etkilediğini biliyoruz. Yani askeri fabrikalar Keskin merkezli geniş bir bölgede Ankara’nın yerlisi olan insanların tarımdan kopmasına ve işçileşmelerine neden olurken, geleneksel tarım faaliyetlerinin aksamasına ve uzun vadede tamamen ortadan kalkmasına neden olmuştur.

Ankara’nın ilk banliyö hattı Sıhhiye ile Kayaş arasındadır. Ankara’nın doğusuna dağılmış bu atölyelere çalışanların düzenli taşınmasında bu tren hattının önemli bir işlevi olmuştur. Kırıkkale’nin içinde ciddi bir kampus yapıldığını ve lojmanların su ve elektriği varken, kampüsün dışında kurulan şehrin su ve elektriği olmadığı gibi çeşitli bilgilerimiz var. Çünkü Kırıkkale’nin belediyeleşmesi için 1941’e kadar beklemek gerekiyor. Fabrikaların çevresi 1941’e kadar hala muhtarlık ve muhtarın bütçesi bölgeyi imar edip altyapı kuramayacak kadar az. Kırıkkale büyümeye devam etmiş ve 1944’de kaza ve 1989’da il olmuştur. Kırıkkale, bölgenin ve Yozgat, Kırşehir ve Çankırı’nın tek sanayi merkezi olarak; Ankara’nın diğer kazaları ile karşılaştırıldığında çok hızlı gelişmiştir. Anadolu’da son 100 yılda Cumhuriyet ile sıfırdan ortaya çıkan, az sayıda yerlerden biri de Kırıkkale’dir.

Kırıkkale 1989’da il olunca, ilk vali göreve 17 Ağustos 1989’da yapılan törenle başlar. Bu nedenle Kırıkkale’nin il oluşu düzenli olarak her yıl 17 Ağustos’ta kutlanmaya başlar. Ancak şimdiye kadar toplamda 10 kutlama bile yapılamamıştır. 1999 İzmit Depremi sonrasında, Kırıkkale’de yapılan kutlamalar “il olma kutlamaları” iptal edilir.

Soruya geri dönecek olursak, işçilerin üretimden gelen gücünü kullanması ve sınıf bilinci konusunu tartışmamız için üretilen şeyin ne olduğuna ve çalışma koşullarına dikkat etmemiz gerekiyor. Savaş sanayisinin hammadde temininde ve ürettiği malların dağıtımında piyasa mekanizması devre dışıdır. Hem hammaddeye erişimde hem de üretilen ürünlerde devlet tekeli bulunmaktadır. Arz ve talep yerine, fabrikaların işleyişini ve ürün çeşidini askeri ve siyasi gerekçeler belirlemektedir. Sermaye birikimine ihtiyaç olmadan kurulan Askeri Fabrikalar, Kırıkkale’de hızla tesisleşmiş ve çok kısa sürede Ankara’nın kazasına dönüşen Kırıkkale önemli bir sanayi merkezi haline gelmiştir. Burada çalışanların özel durumlarına uygun özel koşullarda çalışma ortamı buluyor olmaları, onların Türkiye işçi sınıfı içindeki yerlerini ayrıcalıklı kılmaktadır. Belki de bu nedenle Kırıkkale’de İzmit, Tuzla ya da Gebze’deki gibi bir yoğunlaşma yaşansa da, bunun mücadele ve örgütlenme alanına yansımalarını göremiyoruz.

-Askeri sanayi dışında Ankara’daki işçi profilinin özellikleri nelerdir?

Gecekondularda yaşayanlar simitçilik, hamallık, gündelikçilik, çamaşırcılık, ayakkabı boyacılığı, hademelik, çıraklık, seyyar satıcılık gibi çeşitli işlerde çalışmaktadır. Bu basit işler, Ankara’da düzenli memur hayatının sorunsuz devam etmesi için olmazsa olmazlardır. Her köşe başında bir simitçi, fırından yeni çıkmış Ankara Simidi satar. Evlerin temizliği ve çocuklara bakılması için yardımcı kadın aranır. Kargo çalışanlarını ve motorlu kuryeleri de burada değerlendirmek gerekir. Bu devasa memur şehrinde, mesai saatlerinde çalışan insanların çeşitli hizmetlerinin görülmesi gerekiyor. Bunlar bizim kaydına arşivlerde rastlayamadığımız önemli konular. Varlığını biliyoruz ama kayıt dışı çalışıldığı için istatistiğe dönüşemiyor. Mesela bazı insanların, evine düzenli temizliğe gelen insanlara sigorta yaptırdığını övünerek anlatması da bir Ankara gerçeğidir.

Daha erken dönemde İstanbul’dan Ankara’ya gelen varlıklı ailelerin yaşadığı hizmetçi buhranı var. Erken cumhuriyet dönemini ele alan pek çok edebiyat eserinde kendisine yer bulan bu mesele, Ankara’da hizmetçilerin beceriksiz olduğundan ve yazın köylerine gidip köy işi yaptıkları için evde sürekli çalışmadıklarından şikâyetçidir. Oysa burada hizmetçi buhranı yerine Ankara’nın büyüme hızının gölgesinde kalan çevre köylerde kışın atıl kalan tarım nüfusunun mevsimlik istihdamı da görülebilir. O insanların şehirde hizmetçiliği kışın geçici olarak yapmaları normaldir, çünkü asli işlerini yazın yapmak üzere köylerine dönmektedirler.

Ankara’nın dereleri gibi ovaları da kadersizdir. Ankara’nın üç büyük ovası Çubuk Çayı boyunca Çubuk Ovası, ortasından Ankara Suyu geçen Ankara Ovası ve Ova Çayı’nın içinden geçtiği Mürted Ovası’dır. Bugün itibarıyla üç büyük ovadaki kurulu altyapı yatırımları nedeniyle tarım faaliyetleri ikinci plana itilmiştir. Mürted Ovası’na askeri amaçlarla kullanılmaya başlanınca ve Çubuk Ovası üzerine Esenboğa Havalimanı yapılınca, çevresinde yer alan köylerdeki insanlar hizmet sektörüne kaymıştır. Bu diğer ovalar içinde geçerlidir. Bu insanların toprakla bağı kopmuş; taksi şoförü, dolmuş işletmecisi ya da sanayide usta olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

-Ankara’nın kentsel planlama deneyim ve süreçlerini alt üst eden kırsal göç etkisi ile oluşan gecekondulaşma ile işçi konutları nasıl bir sınıfsal oluşum sürecinin yansımasıdır?

Cumhuriyet’in ilk şehir planı yaptığı yer Ankara’dır. Ankara’nın yeni bir şehir olarak ortaya çıkmasında Jansen’in payı büyüktür. Ankara’nın devletin merkezinden başkente dönüşüm sürecinde planlar kadar plana yapılan müdahaleler de belirleyici olmuştur. Ankara’nın siyasi niteliğine Jansen’in Planları ile modern bir şehir olma süreci eklenmiştir. Planlarda Amele Mahallesi ya da Fabrikalar Bölgesi gibi alanları görmek, şehrin hedeflenen iktisadi değişimine dair çeşitli ipuçları sunuyor. Ankara’nın şenlendirilmesi sürecinde çok çeşitli inşaatlar yapılmışsa da, işçi sınıfı için konut yapılmamıştır. İşçi sınıfı kendi sorununu kendisi çözmüştür. Jansen’in planında yer alan Amele Mahallesi ya da Fabrikalar Bölgesi uygulamaya geçmemiştir.

Ancak bu planların karşılaştığı uygulamadaki en büyük sorun, şehrin nüfus artışının tahmin edilememiş olmasıdır. Planlardaki tahminler, şehirdeki nüfus artışının çok gerisinde kalmıştır. 1950’den sonra DP iktidara gelince, Ankara’nın karşısına İstanbul’un çıkarıldığı ve Ankara’ya gösterilen özenin ortadan kalktığı ve Ankara’daki nüfus artışının yavaşladığını görmekteyiz. İstanbul’un bugünkü şeklini veren, tıpkı erken cumhuriyet döneminde Ankara’ya yapılan özel davranışın aynısını, aslında Menderes de İstanbul’a yapmıştır. Anadolu’dan Ankara’ya gelen insanlar için artık son durak İstanbul olmaya başlamış ve 1950lerde başlayan kırın çözülmesi, akışın yönünü İstanbul’a çevirmiştir. Ankaralı tüccar ve müteahhitler de benzer bir yolu izlemiş ve İstanbul’a gidip sanayici olmuşlardır. Bu durumun, Ankara’nın hammaddeye ve pazara uzaklığı gibi pek çok yan hikâye ile desteklendiğini unutmamak gerekir. Aynı fabrikayı Ankara’da açsa, maliyetler çok daha yüksek olacağı için, kar daha düşük olacaktır.

Şantiyeye dönen şehri inşa edenler, kendilerine peynir tenekelerinden barakalar yapmıştır. Bu barakalar ilerleyen dönemde bugünkü anlamında gecekondulara dönüşmüştür. O gecekondular da Ankara’nın mahallelerine dönüşmüştür. Şehrin Ulus çevresinde yer alan ve imparatorluk döneminden beri varlığını sürdüren Ankara’nın kurucu mahallelerinin bile, her birinin başka bir karakteri vardır. Gecekondu mahallelerini oluşturan sınıfsal dinamiklerin yanında, hemşeri ağlarının da devreye girdiğini görüyoruz. Ankara çevresinden aldığı göçleri, geldikleri yere en yakın bölgeye yerleştirmiştir.

2019 yılında Ankara’da yaşayıp da Ankara nüfusuna kayıtlı olanlar 1.625.945 kişidir. Ankara’ya gelenler nereden geldi sorusunun yanıtını verebiliyoruz. Çankırı (253.993), Çorum (423.069), Erzurum (116.116), Kayseri (104.022), Kırıkkale (206.946), Kırşehir (212.722), Sivas (159.205) ve Yozgat (378.678) nüfusuna kayıtlı insan Ankara’da oturmaktadır. Burada Erzurum’u yadırgayabilirsiniz, onun tarihsel nedenleri var, çünkü Ulus çevresinde de kurucu mahalleler arasında Erzurum Mahallesi var. Konya’yı (94.748) unuttuğum düşünülebilir ki, neredeyse Karslı (93.490) kadar Konyalı yaşamaktadır. Ankara’da sınır komşusu Konya’dan az göç alması gerçekten dikkat çekicidir. Ankara’nın güneyinde yer almakta ve uzun bir sınırı bulunmaktadır. Bunun da tarihsel nedenleri arasında Bağdat Demiryolu güzergâh seçimi ve karayolunun iki şehir arasında çok geç açılmış olması yatmaktadır. 100.000 bandının altında ise Bolu (84.952), Samsun (82.811), Tokat (72.870), Nevşehir (64.878) ve Ordu (64.035) gelmektedir.

-Bu sayılar ne ifade ediyor?

Ankara’nın içinde kimin yaşadığına bakarken karşımıza çıkan tabloda imparatorluk dönenindeki Ankara Vilayetini görüyoruz. Bu sayılarda Ankara’nın sancakları olarak Çorum, Kayseri, Kırşehir, Yozgat ve Kırıkkale’yi görmemiz mümkün. Buna sınırdaki Çankırı ve Sivas’ı ilave ediyoruz. Erzurum’un da Ankara ile ilişkisinin özel bir konumu var.

Bu insanların bir kısmının öğrenci olduğunu kabul etsek de, geriye kalanı Ankara’da düzenli ikamet etmekte ve çarkları döndürmektedirler. Ankara’da son 30 yıldır yerel yönetim adı altında yaşanan kabusu da bu sayılara bakarak açıklayabiliriz. Kimseyi suçlamak istemiyorum, geleceğe projeksiyon yaparken bu sayılara dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Siz Ankara’da çok temel şeyleri değiştirip, pek çok yenilik de yapsanız, bundan somut olarak etkilenecek insanlar ortada. Bu insanlar Ankara’da gördükleri hizmetten memnun kalırlarsa, bunu taşıyabilecekleri yerler de ortada. Ankara’da yapılanın bu nüfus kompozisyonuna bakarak, Ankara’da kaldığını söylemek mümkün. Ankara’daki değişimin taşınacağı yerler buralar, ya da buralardaki değişim Ankara’ya taşınacak. Eğer iletişim araçları çok iyi kullanılmazsa, belki Ankara’nın içinde Çankaya’da yapılanın Keçiören’de bile duyulmayacağı ortada.

-Ankara devrimci hareket ve gençliğin devrimci eylemi için çok önemli bir şehir olmuştur. Bu önem ve deneyimi Ankara’nın 100 yıllık dinamik tarihiyle nasıl anlamak gerekir?

Ankara’nın 100 yıllık tarihinde biriken özgün yanları, 1974’ten sonraki kitleselleşme ile ilişkilendirmek doğru olur. Devlet aygıtı ile oldukça uyumlu kamu çalışanları ve istisna bir işçi sınıfı olan bu şehirde devrimci hareketin öznesi, örgütleyicisi ve taşıyıcısı gençlik olmuştur. Ankara’da gençliğin devrimci eyleminin kampüslerden mahallelere taşmasından yani eylemliliğin okullardan şehre doğru genişlemesinden bahsediyoruz. Geleneksel yorumda köylüyü aramak için kırsala, işçiyi aramak için fabrikaya gidilmesi beklenirken, burada doğrudan mahallelere halkın yaşam alanlarına gidilmiştir. Ankara’da gençlik mahallelerle buluşmuş, bazı mahallelerin kuruluşunda etkin rol almış ve hatta kendi arkadaşlarının adlarını (Şentepe Ertuğrul Karakaya Mahallesi gibi) bu mahallelere vermiştir. Gençliğin 1970’lerde mahallelerle buluştuğu yerlerin adlarını bugün hala haber bültenlerinde duyarız. Gençlik, “Üçüncü Ankara” olarak anılan gecekonduları, Ankara’nın sahibi haline getirmiş ve çamurlu yolların içinden geçerek ulaşılan o derme-çatma gecekondularda iktidarı ele geçirmek için irade konulmuştur.

Burada bir mahalle güzellemesi yapıldığı yanılgısına düşülmesin, Ankara’nın politik aktörleri mahalleleridir. Ankara’daki gecekondu mahallerinin oluşumunu bir işçi mücadelesi olduğunu yukarıda söylemiştim. Bu mahalleler çoğu zaman, yakın yörelerden gelen hemşerilerin dayanışması ile kurulmuştur ve harcına mutlaka şehre okumaya gelen üniversite öğrencileri el sürmüştür.

-Ankara’da mekân oluşumu süreçlerine elçiliklerin, NATO’nun, ABD gibi ülkelerin personelleri ve askeri varlığı için inşa ettiği yapıların etkisi uzun vadede nasıl olmuştur?

Elçiliklerin Ankara’ya yerleşmesi Cumhuriyet’in en önemli krizlerinden biridir ve çözülmesi uzun yıllar sürmüştür. Önce Afganistan ve sonra da SSCB hızla Ankara’ya kalıcı ikamet açıp yerleşse de, dünyanın geri kalan ülkeleri İstanbul’u terk etmemiş ve adım atmak için 1920’lerin geçmesini beklemişlerdi. İlk görkemli binaları yapan SSCB ve Almanya’dır. Çoğu ülke ara çözüm olarak, İstanbul’daki mekânlarını terk etmeden Ankara’da fiziksel olarak var olmuştur. Bu durum oldukça gariptir. Büyük bir savaş geçiriyorsunuz, imparatorluk dağılıyor, peşinden iç savaş yaşanıyor ve Anadolu’da Ankara merkezli yeni bir devlet kuruluyor. Buna ikna olanlar ise SSCB, Afganistan ve Almanya. SSCB’de bir yandan Ankara’da elçilik açıyor ama bir yandan da ticari ilişkiler aksamasın diye İstanbul’da şirket kuruyor.

Elçiliklerin Ankara’ya taşınması büyük bir diplomatik soruna dönüşünce, Ankara’da seçecekleri alanları devlet tahsis etmiştir. Bu aslında çok cazip bir tekliftir. Çünkü Ankara’da her şey çok pahalıdır ama en çok da arsa pahalıdır. Devletin elçilik binalarına önerdiği yerler Kale çevresindeki eski yerleşime en uzak, Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanı olarak kaldığı köşke çok yakın alanlar olarak Kavaklı Dere bölgesidir. Adını herkesin bildiği bu Kavaklı Dere nerede diye haklı bir soru gelebilir. Bugün öyle bir dere elbette yok, Ankara’dan söz ediyoruz, dereler bile yatağında rahatça akmıyor, hepsi asfaltın altına alınmış. Bugün Kuğulu Parkta gördüğünüz su birikintisinin atası Kavaklı Dere’dir, derenin akış yönü de Atatürk Bulvarı ile Tunalı Caddesi arasında yer alan Tunus Caddesi boyuncadır.

Elçiliklerin yer seçimi sonrasında şehrin yapılaşması da aynı yöne doğru kayacak ve Ankara’nın yeni yüzü, insanların vakit geçireceği bölge Kızılay ve Atatürk Bulvarı olacaktır. Her şeye rağmen ilerleyen yıllarda Ankara’da yapılan elçilik binaları Ankara’nın en özgün yapıları olarak öne çıkacaktır. Ankara’da devleti yönetenler, yabancıların yaptığı bu binalara gösterdikleri özeni, kendilerine verilen değeri gösteren bir prestij meselesi haline getirmiştir. Bu açıdan hepsi çok güzel binalardır.

Ankara’nın şehirleşmesi planlara göre yapılmaya çalışılsa da, planların birebir uygulanması mümkün olmamıştır. Ankara içinde kısa mesafeli herhangi bir yöne gezi yaptığınızda, karşınıza mutlaka Askeri Alan çıkacaktır. Askeri alanlar, bugün itibarıyla şehir içinde kaldığı oldukça tuhaf karşılanabilecek mekân seçimleri yapıldığı görülmektedir. Etlik’te GATA’nın olduğu yer, Etimesgut’ta Zırhlı Birlikler, Dikmen’e çıkarken Askeri Okullar, Genelkurmay ve çeşitli komutanlıklar şehrin içinde kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD yardımları ordunun modernizasyonunda alınan teçhizat yine önce Ankara’ya Etlik’teki depolara gelmiştir. Adları günlük kullanımda en çok geçen Balgat’taki Amerikan Üssü ve Ege Mahallesi civarındaki Natoyolu’dur. Bu alanlar bugün itibarıyla şehrin içine sıkışmış, genişlemesine engel olan ve arsaların rantını düşünenlerin iştahını kabartan yerlerdir.

-Ankara’nın eğlence kültürü ile kırsal yapı, göç vb. süreçler tarafından belirlenir olmuştur. Ben Ankara’da öğrenciyken Dikimevi’nden Ulus’a Talatpaşa Bulvarı boyunca, Tandoğan’dan Demirtepe’ye GMK boyunca, Rüzgârlı Sokak’ta, Dışkapı yönünde, Sakarya Caddesi’nde, Cinnah Caddesi’nde pavyonlar mevcuttu. Öte yandan cumhuriyetin kültür kurumlarının hala hizmet verdiği binalar Ulus’tan Kızılay’a Çankaya’ya uzanırdı. Eğlence ve sınıf tutumu Ankara’da nasıl sergilenmektedir?

Aslında Ankara, Osmanlı’nın imparatorluk zihniyetinin çözüldüğü ve modern Cumhuriyet’in ilmek ilmek inşa edildiği yerdir. Bu mekânların hepsine bu gözle tekrar bakmak gerekir. Ankara Palas, Çubuk Barajı, Orman Çiftliği’nin hem mekân olarak hem de ürettiği ürünler. Hipodrom’daki at yarışları, Gençlik Parkı’ndaki yüzme yarışları. Cumhuriyet’in öğrettiği kapalı salonlarda Yılbaşı kutlamaları, belirli günlerde düzenlenen Balolar, piknik alanlarında düzenlenen sivil eğlenceler; oysa biz bunların hepsini unuttuk ve pavyonları konuşmaya başladık. Şehrin içinde herkesin gözünün önündeki bu mekânların önünden teker teker geçtiğinizde çalışan sanatçıların nerdeyse tamamının kullandığı takma isimler Ankara’nın ilçeleri ya da öne çıkan çeşitli mahalle ya da bölgeleri kullanmaktadır. Ankara yerelinde yüzlerce yılda üretilen eğlence kültürü, bugün artık şehir merkezinde ışıktan hızlı bir şekilde yozlaştırılmaktadır. Eğlencenin müzik kısmında Bayram Aracı, Mucip Arcıman, Hacı Taşan ve Muharrem Ertaş adlarını sayabiliriz. Hatta Refik Başaran’ı da dâhil edebiliriz. Bugün adı Elmadağ’da bir sokakta yaşıyor Bayram Aracı’nın. At Pazarı’ndaki kahvelerde daha çocuk yaşta saz çalmayı öğrenen Mucip Arıman da, eserleri anonim tarifesi ile kullanılıp, kendisi unutulanlardan.

Ankara’nın üzerinden çeşitli zamanlarda çeşitli şekillerde silindir gibi geçildi. Bayram Balcı’nın Altındağ belgeseli buna dikkat çeker. Ankara’da tescillenmiş tarihi binaları bile yerinde bulamayız artık. Şu anda tekrar Dikimevi’nden Kızılay’a yürüsek, Sıhhıye’den Necatibey’e, oradan Demirtepe üzerinden Beşevler’e kadar gitsek, yürürken gördüklerimiz 10 yıl öncesine dair hatırladıklarımızdan epey farklıdır. 12 Eylül’ün yaptığı yıkımın aynısı yerel yönetimler eliyle de yapıldı. Güç kimdeyse, bunu hoyrat bir şekilde Ankara üzerinde gösterdi.

Ankara’nın adını andığın o sokakları, o mekânları farklı kılan şey şehrin belleği olmalarıdır. Benim çalışmalarımda seçtiğim konulara basit akademik kaygılar yön vermiyor. Bir iktisat tarihçisiyim ama çoğu zaman bir konuda iktisadi tarihi yazmak için önce kendi kullanacağım kaynakçayı oluşturmam gerekiyor. Ya da Ankara’da olduğu gibi şehrin belleğine sahip çıkmak ve unutulmasını engellemek gerekiyor.

-Çok güzel bir sohbet oldu İhsan. Ankara’yı kent sınıf, mahalle vb oluşum süreçleriyle konuştuk. Çok teşekkür ederim.

***

Dr. İhsan Seddar Kaynar kimdir?

1981 yılında Ünye’de doğmuştur. ODTÜ’de Bilgisayar Mühendisliği ve Gazi Üniversitesi’nde İktisat Bölümü’nde okumuştur. Lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi SBE’de İktisat / İktisat Tarihi alanında tamamlamıştır. 2015 yılında Koç Üniversitesi – VEKAM Araştırma Ödülü’nü alan doktora tezi, 2020 yılında Engürü’den Ankara’ya: Ankara’nın İktisadi Tarihi (1892-1960) adıyla Efil Yayınevi’nden çıkmıştır. Hakkari Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’nde; İngiltere’de University of Reading ile Almanya’da Humboldt-Universitätzu Berlin’de akademik çalışmalarını sürdürmüştür.

Akademik çalışmaları imparatorluktan cumhuriyete geçiş sürecinde Türkiye’nin iktisadi değişimi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Türkiye tarımı, Fındık ve Ankara’yı konu edinen pek çok çalışmasının yanında mutfak kültürü, yük hayvanları, çekirge, akarsu ve su kaynakları konulu tebliğleri ve makaleleri bulunmaktadır.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler