spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetAsgari yaşam değil insanca yaşam için “Eğitim Nöbeti”

Asgari yaşam değil insanca yaşam için “Eğitim Nöbeti”

Burcu Çıra

“Yapılması gerekenin ne olduğunu göstermek yeterli değildir. İnsanların neler yapabileceğini de göstermek gerekir.” ~Spinoza

Özel sektör öğretmenleri uzun yıllardır maruz kaldığı sayısız güvencesizliğe ‘artık yeter’ demek için yaklaşık üç sene önce kurulan Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası (Öğretmen Sendikası) çatısı altında kenetlenerek örgütlenmeye ve mücadeleye başladı. Bu örgütlenmenin tarihsel sürecine ve önemine değineceğiz, ancak sendikaları öncülüğünde direnen öğretmenlerin öncelikle süren mevcut mücadelelerine yer vereceğiz.

Özel sektör öğretmenleri ne istiyor?

Taban Maaş Kanunu’na göre özel sektör çalışanı bir öğretmen, kamudaki dengi olan bir meslektaşından daha düşük ücret ile çalıştırılamaz. Özel sektör öğretmeninin ücret hakkını yasayla güvence altına alan bu kanun, şimdinin Milli Eğitim Bakanı, o dönemin MEB Müsteşarı olan Yusuf Tekin’in büyük hisseli aktörlüğünde 2014 yılında kanun olmaktan çıkarıldı. Okumayı yapmak zor olmayacaktır çünkü, özellikle 2010-2014 yılları arasında özelleşmede ciddi bir ivme kazanan eğitim sektöründe patronların kârına daha fazla hizmet etmenin önündeki engellerin Bakanlık tarafından kaldırılması, eğitim emekçilerine ödetilen bir ceza olarak yansıdı. Eğitimin ticarileşmesi, tarikat ve cemaatlerin eğitim kurumları içinde hızla örgütlenip yayılması hem bilimsel ve nitelikli bir eğitime ulaşımın neredeyse imkansız hale gelmesine hem de öğretmenler ekseninde başta ekonomik olmak üzere birçok hak gasbının önünün açılmasına sebep oldu. Bu fatura elbette yalnızca öğretmenlere değil, nitelikli eğitim almak isteyen çocuklara, gençlere ve velilere de kesildi. Özel kurum patronları, devlet okullarına duyulan güvenin azalmasıyla beraber çoğu zaman kredi çekerek, birikimini harcayarak, varsa mülkünü satarak çocuklarına iyi bir eğitim aldırmak isteyen velilerden ciddi miktarlarda “eğitim ücretleri” istemeye başladı. Velilerden bir öğrenci için sadece eğitim masrafları olarak senelik ortalama 300-400 bin TL dolaylarında ücret talep eden patronların öğretmenlere sunduğu ise asgari ücret! Ülkenin ekonomik gerçekliğinin halklar tarafından bu denli can yakıcı olduğu bir süreçte nesiller yetiştiren öğretmenlere reva görülen, TÜİK verilerindeki açlık sınırı dahi değil. Binlerce çocuğun hayatına dokunan, ışık tutan öğretmenlerin “kiramı nasıl ödeyeceğim, gıdaya nasıl ulaşabileceğim, evimden çıkarılacak mıyım, faturamı ödeyebilecek miyim…?” sorularıyla sağlıklı bir eğitim vermelerinin mümkünatının olmadığını bizler kadar Bakan Tekin de biliyordur. Ancak kendisi bu yakıcılığı görmezden gelmeyi tercih edip, seçimini patronların kârından yana kullanmakla yetiniyor. “Asgari ücretle Yusuf Tekin geçinsin!” sloganı, verilen eğitim ve hak mücadelesinin en hakiki tepkisidir. Özel sektör öğretmenleri asgari ücreti değil taban maaş hakkını istiyor. Bu mahkumiyet politikası, öğretmenin hem mesleki onurunu hem de varoluşunu aşağılamaktır. Asgari ücretle yaşamanın mümkün olmadığı bu türden bir aşağılamanın yalnızca öğretmenlerin sorunu olmadığını yineleyelim. Bizleri asgari bir yaşama mahkum etmek isteyen programlara karşı milyonlarca asgari ücretli emekçinin yaşam talebi ile öğretmenlerin yaşam talebi Mehmet Şimşek’in OVP’sinden büyüktür. Bizler asgari yaşama mahkum edilmeyi reddediyor, öğretmene taban maaş şart, temmuzda asgari ücrete zam şart diyoruz.

Öğretmenlerin tek sorunu yalnızca ücret politikası değil. Öğretmenler 10 aylık yapılan, çekmece dediğimiz belirli süreli sözleşmelerle yılın iki ayını işsiz geçiriyor. Özel sektör eğitim emekçileri mevsimlik işçi muamelesi gördüğü bu korkunç sözleşmenin kaldırılmasını istiyor.

Kadın öğretmenler tacize maruz kaldığında göz yumuluyor, hamile ise işten çıkarılıyor, iş görüşmelerinde medeni hal sorulup evli ise çocuk düşünüp düşünmediği ve ona göre işe alınacağı söyleniyor. Kadın öğretmenler toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin son bulmasını istiyor.

Asgari ücret üzerinde kalmışsa patronun ücretin üstünü elden istediği bir aşağılamayı değil, güvenceyi istiyor öğretmenler.

Örgütlenmeyi, Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yapmayı engelleyen torba iş kolu halindeki 10 No’lu iş kolundan çıkıp, Eğitim İş Kolu kurulmasını; nitelikli, güvenceli ve insanca çalışma koşulları altında; öldürülmeden, tehdit edilmeden mesleğini sürdürmeyi istiyor öğretmenler.

Direnişin başından bu yana öznesi de olduğum Eğitim Nöbeti’nin başlıca sebepleri bunlardır. Kendimizi insan gibi yaşamaya kesin olarak hazırladığımız bir mücadeleyi veriyoruz. 12 gün oldu, salt inat değil iradeyle ve onurluca yaşamaya kararlılıktır bu diyoruz.

Özel sektörde çalışan öğretmenler yukarıda da bahsettiğim üzere yıllardır mahkum edildikleri ekonomik kıskacın ve gasp edilen özlük haklarının fiili mücadelesine başladı. “Eğitim Nöbeti” tuttukları Meclis Parkı’nda 12 gündür hakları için direniyorlar. 26 Mayıs’ta ülkenin farklı illerinden otobüs kaldıran Öğretmen Sendikası, üyelerini Ankara’daki temsilciliğinde buluşturdu. Temsilcilik önünden Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) önüne uzun ve görkemli bir kortejle yürüyüş gerçekleştirildi. Bakanlık önünden TBMM’ye yürümek isteyen öğretmenler, Bakan Yusuf Tekin’in talimatıyla polis barikatı ile karşılaştı, şiddete ve hakarete uğradı. Öğretmenler ekmek ve gelecek mücadelesini “izin” ile vermiyor ki emir alsınlar. Engeli tanımadılar yasağı ve barikatı aştılar, Meclis’e yürüdüler. Yürüyüş sonrasında o gün Park’ta Eğitim Nöbeti’ne başlandı. 09.00-21.00 saatleri arasında her gün Meclis Parkı’nı nöbet alanı haline çeviren direnişin simgesi öğretmenler Ankara’ya ve ülkenin her yerine mücadele ışığı saçmaya başladılar. Nöbet yalnızca Meclis Parkı içinde değil, ülkenin her yerinde ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri (MEM) önünde bir görev bilinciyle tutulmaya da başlandı. Nöbetin 4. gününde MEB önünde oturma eylemi gerçekleştirmek isteyen öğretmenler, personeli de oldukları MEB içine girmek istediler ancak özel güvenliğin şiddetine maruz kalarak MEB dışına çıkarıldılar. “Biz kimin personeliyiz?” diye sordu öğretmenler. Soruyu yenileyelim; bakanlık içine alınmayan, hırpalanan, şiddet gören, kapı dışarı edilen özel sektör öğretmenleri kimin personeli? Siz atamasını MEB üzerinden yaptığınız öğretmenleri, yani o binanın gerçek sahiplerini kovarsanız, öğretmenler de o binayı kuşatır. Nitekim öğretmenler bu muamele üzerine bakanlık kapısı önünde oturma eylemine başladılar. Sadece haklarını istedikleri için polisin müdahale tehdidi ve sonrasında da yine polisin şiddeti ile gözaltına alındılar. Bu hal ile, Bakan Tekin’in öğretmenlere verdiği kıymetin ne derece aşağıda olduğunu görebiliyoruz. Öğretmenler patronlar tarafından korkunç koşullarda sömürülürken bunda bir beis görmeyen Bakan, alınterinin ve haysiyetinin hesabını arayan emekçileri polisle karşı karşıya getirmekte, şiddete maruz bırakmakta, gözaltına aldırmakta da bir beis görmüyor. Polis, kenetlenerek kol kola giren öğretmenlerin başlarını eğmeye, kelepçe takmaya çalıştı. Patronların tabiri caizse her gün işkenceli çalışma sistemine maruz kalıp baş eğmeyen öğretmenler elbette kimsenin karşısında eğilmeyecekti. “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir.” diyen Fakir Baykurt’un dizelerinin hafızasıyla sendikalı öğretmenler bir kez daha haysiyet ve emek mücadelesinin dersini verdi, veriyor. Öğretmenler gece saatlerine kadar Ankara Güvenlik Şube’de gözaltında tutulurken, Meclis Parkı’nda nöbete devam eden arkadaşları kamu sendikalarına, siyasi partilere ve kamuoyuna çağrıda bulunarak nöbet alanını kalabalık bir hale getirdi. O günün ertesinde İstanbul’da MEM önündeki nöbeti sürdüren eğitim direnişçileri arkadaşlarına sahip çıkarak Beşiktaş’tan Taksim’e yürüyüş gerçekleştirdi. Öğretmen Sendikalı emekçiler nöbetlerine kararlılıkla devam ederken TÖZOK, TÖDER, ÖZKUR-BİR, ÖZDER, ÖZDE-BİR’den oluşan patron dernekleri ortak imzalı bir metin yayınlandı. Açıklamanın dikkat edilmesi gereken kısmını paylaşalım:

“Kamuoyunun ve pek çok öğretmenimizin hatta öğretmenlerin hakkını savunduğunu iddia eden -bazı kişilerin- (sendikadan bahsediliyor) bilmediği ya da bilmek istemediği çok önemli bir husus var. Özel okullar brüt maaş ve bir öğretmenin kuruma maliyeti söz konusu olduğunda büyük çoğunlukla devlet öğretmeninin üzerinde maaş vermektedir. Ancak özellikle devlet okulu öğretmenine verilen seyyanen ücretten sadece damga vergisi kesildiği SGK ve vergi kesintisi yapılmadığı da dikkate alındığında, özel okullar kendi öğretmenine, devlet okulu öğretmenine göre yüzde 40 daha fazla kesinti ödemektedir. (…) Öğretmenlerimizin mutlu ve huzurlu çalışmasının eğitimdeki başarısının artmasına büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz. Bu inançla öğretmenlerimizin ve kurumlarımızın her türlü sorunlarının çözümü için kararlılıkla çalışmaya devam edeceğiz.”

Burada dikkat çekmek istediğimiz birkaç nokta var. İlki, devletin patronlara “yüklediği” vergilerin sorumlusu özel sektör öğretmenleri değildir. Dolayısıyla patronların daha fazla kâr elde edememe korkusunun faturası öğretmene kesilemez. İkinci olarak, patron dernekleri öğretmenlerin mutlu olmasını isteme konusunda samimilerse bunun için bir formül geliştirmek zorundalar. Ancak bir formül üretmeyi bırakalım sömürü kırbacını öğretmenin sırtına her geçen gün daha sert vurmaktalar. Ama biz yine de kendilerine açıklamanın doğruluğunu ispat etme hakkını tanımış olalım. Bir diğer nokta ise bu açıklamayı “bazı kimseler” diye itibarsızlaştırmaya çalıştıkları sendikanın kendilerini teşhiri, mücadelesi ve basıncı sonucu yapmak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla patron dernekleri her ne kadar yansıtmamak için büyük bir çaba sarf etseler, sendikayı tanımamaya çalışsalar da Öğretmen Sendikası’nı ve üyelerinin mücadelesini tanımak zorunda kalmışlardır. Bu mücadele sonuna kadar meşru ve haklıdır. Onlar yeniliyor olmanın verdiği rahatsızlığı ilk kez tadıyorlar, daha da tadacaklar. Patron lobisi tarafından yazılan bu açıklaman ardından İstanbul’da nöbet tutan öğretmenler TÖZOK önüne giderek hem basın açıklaması gerçekleştirmek hem de yönetim ile görüşmek istediler. Ancak gittiklerinde TÖZOK önünde bir polis ordusu ile karşılaştılar. Arkadaşlarımız sadece haklarını dile getirmek istedikleri için polisin ablukasına, polis tarafından üzerilerine su dökülmesine, sözlü tacize, şiddete ve nihayetinde ters kelepçeler ile gözaltına maruz kaldılar. Elleri kalem tutması gereken, hatta ertesi gün çalıştıkları kurumlarda o kalemleri tutacak olan öğretmenlere kalemi değil kelepçeyi yakıştırdılar(!) Ama unutulmasın bu kararlı mücadeleyi verenler ne gözaltılardan ne baskılardan yılar. Yola çıkarken sürecin bütününü sezen ve bunu göze alarak yola çıkan bir toplamın onurlu iradesi sarsılmaz. Onlar o yoldaki betonu yarar. Bunu patronlar anlamaz, haysiyet mücadelesini bilmezler. TÖZOK önündeki gözaltı sonrası bu kez “bazı kimseler” sıfatından çıkarılan Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, TÖZOK’un yayımladığı metinde doğrudan hitapla yer almış, sendika doğru hamleler ile yarattığı basınç sonucu patronlara kendisini tanımak zorunda bırakmıştır. Güç budur. Patronların elinde tuttuğu sermaye değil, dimdik bir duruşla sermayesi yerine cesaretine ve haklılığına güvenerek üstüne yürüyebilmektir güç. Sendika Genel Başkanı Eren Edebali’nin, sendika üyeleri ile birlikte gözaltına alındığında üyeleri ile kurduğu hiyerarşisiz, eşit ilişkide başkanın başkan olduğunun emniyette ifade verirken anlaşıldığı bir şeffaflığı ve samimiyeti senelerce anlatsak anlamayacak acziyette olanlarla hiçbir düzlemde aynı safta olamayız.

“İşte o betonu yardığında o çekirdek, işte o zaman en üst mertebeye hükmedebiliriz.”

~Tahir Çetin

Yazının girişinde Öğretmen Sendikası’nın kısa sürede, güçlü şekilde yarattığı örgütlü mücadelenin Türkiye’de sınıf eksenli tarihsel süreçte oldukça kritik bir öneme sahip olduğuna geri dönmek isterim çünkü; düzenin içine sıkışmış, sinmiş, eğitim sektörü için artık yapılacak bir şey yok denilen bir süreçte böylesi bir harekete geçmek umutsuzluğun ölü toprağını atan, düzenin içerdiği alışılmış, bürokratikleşmiş, sarılaşmış patron sendikacılığın karşısında duran; sermayenin, holdingleşmenin gittikçe kök saldığı, neoliberalleşmenin dalga dalga hızla yayıldığı küresel siyasi konjonktürde düzene çomak sokmak demektir. Düzene çomak sokanlar hep hatırlanacaktır, gerektiğinde gerektiği şekilde hafızası ortaya çıkacaktır. Öğretmen Sendikası fiili, meşru mücadele hattının bu güçlü yönüyle üyelerine, işçi sınıfına, eğitim ve kamu sendikalarına ışık tutuyor. Yapılması gerekeni göstermenin yanında, insanların neler yapabileceğini gösteren bir yerde durmayı başarabilmek ve tüm bunlar olurken “oradaydım” diyebilmek tarihin bize sunduğu bir şans ve bu şansı kaçırmayanlar belki de on yıllar sonrasının mücadele hattını belirleyecek, hiç olmazsa aktaracak olanlardır.

“Hayatın nasıl ilerlediğine bakmak gerekir. Hayat deneyimi en iyi ilaçtır, en iyi öğretmendir ve doğruyu gösterecektir.” diyen Lenin’in bu sözlerini anımsayarak, direnme deneyiminin mutlaka doğruya götüreceğine inandığımız bir bilinçle yürüyoruz. Bu deneyimin işçi sınıfına ve çok uzun yıllardır sinmişliği, umutsuzluğun kabulünü sürdüren sendikalara belki bir ilaç olacağına inanıyoruz. Biz o betonu kıracağımıza, mutlaka kazanacağımıza inanıyoruz. Yeter ki doğru ilmeklerle kenetlenelim.

Mücadele dersini sendikasında kenetlenen öğretmenler veriyor, vermeye de devam edecek.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler