spot_img
spot_img
Ana SayfaSeçtiklerimizBüyük Anadolu yağması: Emperyalizm ve madencilik sektörü - Kansu Yıldırım

Büyük Anadolu yağması: Emperyalizm ve madencilik sektörü – Kansu Yıldırım

Anadolu topraklarının yerli ve yabancı sermayeli maden şirketleri arasında paylaşılması, emperyalist iş bölümüne göre gerçekleşen, büyük ölçekli mülksüzleştirme ve kaynak transferi stratejisidir. Bankacılık ve borsacılık sistemleriyle, ticaret ve değer zincirleriyle birbirine bağlanan küresel kapitalizmde madencilik faaliyetleri emperyalist yayılmacılığın önemli araçlarındandır. Endüstriyel ve enerji ham maddeleri, metalik madenler, doğal taşlar gibi yeraltı kaynaklarının çıkarılmasının ve uluslararası pazara açılmasının kolaylaştırılması amacıyla madencilik faaliyetlerinin olduğu yerlerde yeni nesil sömürgeci pratikler, bölge halklarını toprağından ve suyundan eden çeşitli yöntemler uygulanır.

Latin Amerika’dan Afrika ve Asya ülkelerine, Küresel Güney’i bütünüyle merkezine alan, yoğun kaynak çekimine dayalı maden sömürgeciliği basit birer şirket ve ticaret işi değildir. Bu süreci “ekstraktivizm” (kazıp-çıkarıp-sömürme) kavramıyla ele alan James Petras, Henry Veltmeyer, Naomi Klein, Machado Aráoz gibi isimlerin çalışmalarında öne çıkan husus, maden sömürgeciliğinin küresel piyasalarda kazandığı biçim ve neden olduğu kamusal ve çevresel yıkımdır.

Aráoz, emperyalist metropollerin madencilik faaliyetleri neticesinde “sömürge bölgelerinin” oluşturulduğundan[1], Klein ise tamamen egemenliğe ve el koymaya dayalı “kurban edilen bölgelerin” ortaya çıktığından bahseder.[2] Petras ve Veltmeyer’e göre emperyalist bir karakter kazanan yeni maden sömürgeciliği tek taraflı bir ilişkiden fazlasıdır; yerel yönetici sınıflar da bu sömürüde önemli roller oynar.[3]

Sermaye birikim modeline dönüşen maden sömürgeciliği sadece yer altı kaynaklarının sömürüsüyle sınırlı değildir. Orman, mera, otlak, dere gibi halka ait meta-dışı alanların çok uluslu tekellerin ve yerli iş birlikçilerinin çıkarlarına göre yağmalanmasını da hızlandırır. Diğer taraftan, mülksüzleşme sürecinin eksiksiz işlemesi için şiddetli ilksel birikim uygulanarak, üretim araçlarından koparılan emekçi halkların işçileşmesi, ucuz emek ordusuna katılması hızlandırılır. Yer altı ve yer üstü kaynaklarının sömürüsüne eşlik eden işçileşme dalgası ile birlikte sermaye için devasa fiziki ve beşeri rezerv alanları oluşturulur.

Evrensel’in 2 Şubat tarihli manşetine konu olan “Süper Talan” isimli haberde yer alan Wood Mackenzie danışmanlık şirketinin haritası, tasarlanan yeni sömürü ölçeğini gözler önüne serer. Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu’dan Güney ve İç Asya’ya uzanan geniş bir coğrafi kuşakta, (nikel, lityum, manganez, kobalt gibi) değerli madenlerden nüfus (yani iş gücü piyasası) potansiyeline, finansal kaynaklardan iç pazarların düzenlenmesine varan çeşitli alanlarda sömürü ölçeklendirilmesi yapılır.[4]

Küresel sömürü ölçeklendirilmesinin temel nedeni emperyalistler arası rekabet ve bu rekabette daha çok kaynağa el koyma zorunluluğudur. Samir Amin, 21. yüzyıl emperyalizminin 20. yüzyıldan farkını anlatırken önceleri merkez-çevre karşıtlığının sanayi sahibi olmak veya olmamaktan geçtiğini, günümüzde ise bunun dışında dünya sisteminin kontrolünü sağlayan beş tekelden birisinin “Gezegenin doğal kaynaklarına ulaşma ve kullanma tekeli” olduğunu söyler.[5]

Avrupa Yatırım Bankası Başkanı Başkanı Werner Hoyer, bir yazısında dekarbonizasyon ve elektrifikasyona geçiş sürecinde 2030 yılına kadar nadir toprak elementlerine ihtiyacın 5 kat artacağını, Avrupa Birliği’nin başta Çin olmak üzere buna karşı hızlıca aksiyon alması gerektiğini belirtir.[6] Wood Mackenzie raporunda ise, kobalt, lityum ve nikel gibi minerallere olan talebin 2040 yılına kadar sırasıyla yüzde 60, yüzde 300 ve yüzde 90 oranında artacağı; Çin’in ise küresel kobalt, lityum, nikel ve sentetik grafit rafine etme kapasitesinin sırasıyla yüzde 74, 67, 84 ve 52’sini kontrol ettiği yer alır.

Çin’in bu alanda hâkimiyet kurması ve daha önemlisi kıymetli madenlerin işlenmesi ve diğer endüstriyel süreçler nedeniyle Avrupa ülkelerinin çoğunun Çin’e bağımlı olması ABD ve Avrupa ülkelerinin yumuşak karnıdır. Kıymetli maden ve minerallerin, elektrikli otomobil, iletişim, çip ve batarya endüstrilerinin devamlılığında kritik rol oynamasıyla birlikte küresel meta zincirinde değerleri daha da artmıştır.

Ticaret savaşlarıyla başlayan ve salgın sonrası tedarik zincirlerinin yeniden yapılanmasıyla devam eden devletler arası rekabetin güncel aşamasında, maden sömürgeciliği tüm kanallardan Türkiye’yi daha fazla kuşatıyor. 2013 yılında başbakanlık görevi sırasında Erdoğan’ın “Bütün bu maden işlerini kendime bağladım. Ne olursa olsun ister mermer, ister altın, ister bakır, ister çinko, bizzat göreceğim” sözleri iktidarın madencilik sektörüne yaklaşımını ve küresel kapitalizmde Türkiye’nin pozisyonu tarif eder niteliktedir.

TEMA Vakfının 2022 yılındaki çalışması hatırlanabilir. 24 ilde yaklaşık 20 bin maden ruhsatı verildiği, yani illerin yüz ölçümlerinin yarısından fazlası maden ruhsatlarına bölünmüş durumda olduğu ortaya konmuştu. Bu illerde bulunan ormanların ortalama yüzde 60’ı, tarım alanlarının ortalama yüzde 57’si, meraların ortalama yüzde 55’i, korunan alanların ortalama yüzde 57’si madenlere ruhsatlı durumdadır.[7]

Madencilik sektörü ile birlikte Türkiye’nin doğrudan küresel pazara açılışındaki öncelikli adım, neoliberal politikalar çerçevesinde kamunun payını azaltıp, özel sektörü büyütmek olmuştur. On yıllık periyot incelendiğinde, 2012’de madencilik iş kolunda faaliyet gösteren 99 işyeri varken, 2022’de 79’a gerilemiştir. Buna karşı 6 bin 202 adet özel iş yeri varken, 2022’de 6 bin 675’e yükselmiştir. Özel sektörün niceliksel olarak büyümesi, sermaye kompozisyonunun da çeşitlenmesi anlamına gelir. Uluslararası maden şirketleri sektöre doğrudan girdiği gibi, ya ortaklıklar ya da yerli şirket uzantıları ile faaliyet yürütür.

Dün Kaz Dağlarında bugün İliç’te duyduğumuz Kanadalı maden tekelleri ve AKP döneminde palazlanan yeni nesil komprador burjuvazi, kamuoyu tepkisi sonucunda görünen ve bilinenlerdir. Çok sayıda uluslararası madencilik şirketi, doğrudan veya yerli ortaklar aracılığıyla Anadolu coğrafyasını paylaşmıştır. Dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, 2019 yılında yanıtladığı soru önergesinde 118 yabancı firmaya ait 593 maden ruhsatı olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisinde yer alan bilgiye göre ise Türkiye’de 2004 yılında 138 olan uluslararası sermayeli maden şirketi sayısı 773’e ulaşmıştır.

Çanakkale’den Artvin’e, Uşak’tan Erzurum’a, Kayseri’den Şırnak’a, Muğla’dan Kütahya’ya her yer delik deşik edilirken, maden ihracatının payı da artış halindedir. Türkiye’nin 2022 yılı toplam ihracatı 235 milyar dolar iken, madencilik sektörünün payı 2021 yılına göre yüzde 7.13 artarak 6 milyar doları bulmuştur. Maden ihracatında öne çıkan ülkeler Çin, ABD, Bulgaristan, İspanya, İtalya, Belçika, Hindistan, Almanya, İsrail ve Romanya’dır. En çok ihraç edilenler yüzde 36.64 metalik madenler, yüzde 35.40 doğal taşlar, yüzde 24.91 endüstriyel ham maddeler, yüzde 3.5 enerji ham maddeleridir.[8]

Madencilik sektörünün “sömürge alanlarına” dönüşüm hızını belirleyen başlıca faktörler, sermaye lehine yasal düzenlemeler, teşvik politikaları, ruhsat/ÇED raporu gibi bürokratik işleri azaltan yahut ortadan kaldıran politikalardır. Bu doğrultuda maden şirketlerine en büyük kolaylıklardan birisi 12. kalkınma planında tanımlanır. Planda açıkça “…İzin süreçlerinde bürokrasi azaltılacak yatırım güvencesi artırılacak”, “…İzin, ruhsat, lisans işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleşmesine yönelik altyapı geliştirilecek”, “…İzin süreçleri basitleştirilerek yatırım süreçleri hızlandırılacak ve yatırımcı üzerinde idari ve mali yükler azaltılacak”, “Maden ruhsatlarının alınmasında yeterli mali imkanlara ve teknik kapasiteye sahip olma şartı getirilmesi yönünde mevzuat değişikliği yapılacaktır” ibareleri yer alır.[9]

Sermaye birikimini teşvik eden bu düzenlemeler uluslararası sermaye girişlerini de hızlandırmıştır. Sanayi Bakanlığının “uluslararası doğrudan yatırım verileri bülteni”ne göre madencilik sektörüne 2018 yılında 81 milyon dolarlık yabancı girişinin, 2020 yılında 133 milyon dolara, 2022 yılında da 185 milyon dolara yükseldiği görülür.[10]

Marx, 1867 yılında kapitalizmin “Zenginliğin iki kaynağı olan toprağı ve işçiyi kurutarak yoluna devam ettiğini” yazmıştı. Aradan 156 yıl geçse de dün Soma, Ermenek, Şırnak, Şirvan, Karadon, Kozlu, Bartın,…, bugünse İliç’te yaşanan çevre ve işçi katliamı bu saptamanın haklılığını gösterir. Dahası İliç’te yaşanan katliamın çevresel sonuçları uzun yıllar da devam edecektir. Yaşamak için kaderimizi elimize almaktan, büyük Anadolu yağmasını durdurmaktan başka seçeneğimiz yoktur.

[1] Machado Aráoz, EBELA – Revista Brasileira de Estudos Latino-Americanos, 3 (1): 118–155, 2013

[2] Naomi Klein, This Changes Everything: Capitalism vs. the Climate. New York, NY: Simon & Schuster, 2014

[3] Gürsan Şenalp, “Ekstraktif Kapitalizm ve Ulusötesi Maden Şirketleri”, Polen ekoloji,  https://www.polenekoloji.org/ekstraktif-kapitalizm-ve-ulusotesi-maden-sirketleri/

[4] Creation of minerals “Super Region” could make Africa, Middle East and South Asia global leaders in energy transition, https://www.woodmac.com/press-releases/creation-of-minerals-super-region-could-make-africa-middle-east-and-south-asia-global-leaders-in-energy-transition/

[5] Demba Moussa Dembélé, Samir Amin Anlatıyor, Yordam Kitap, 2014, s. 74

[6] Europe Must Get Serious About Critical Minerals, https://www.project-syndicate.org/commentary/europe-critical-minerals-rare-earth-supply-chain-risk-by-werner-hoyer-2023-09?barrier=accesspaylog

[7] Türkiye Maden Ruhsatlarının Tehdidi Altında, https://www.tema.org.tr/basin-odasi/basin-bultenleri/turkiye-maden-ruhsatlarinin-tehdidi-altinda

[8] MTA Genel Müdürlüğü, “Madencilik Sektörüne Ait Temel Ekonomik Göstergeler 2022”, s. 53, 56

[9] “12. Kalkınma Planı’nda madenci şirketlere yol temizliği hedefleniyor”, https://www.evrensel.net/haber/502847/12-kalkinma-planinda-madenci-sirketlere-yol-temizligi-hedefleniyor

[10] MTA Genel Müdürlüğü… s. 46

Kaynak: Evrensel

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler