spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetTürkiye işçi sınıfının parçası göçmen işçilerle ortak mücadele: Göçmen İşçi Sendikası

Türkiye işçi sınıfının parçası göçmen işçilerle ortak mücadele: Göçmen İşçi Sendikası

İşçileri ve emekçileri her gün daha da yoksullaştıran sermaye düzenine karşı bağımsız, militan, meşru ve kitlesel bir sınıf odağını yaratmak üzere, 28 Kasım 2021’de “Gücünü kat, hareketini yarat!” başlığıyla gerçekleştirilen Umut-Sen konferansında Burcu Arıkan’ın yaptığı ve Göçmen İşçi Sendikası’nın kuruluşunu duyuran sunumu kamuoyuyla paylaşıyoruz. Göçmen İşçi Sendikası, Türkiye-AB arasındaki geri kabul anlaşmasının iptal edilmesinin, göçmenlere şayet isterlerse vatandaşlık hakkının sağlanmasının, göçmenlerin eşit, insanca yaşamalarının mücadelesini vermeyi amaçlıyor. Göçmenlerin çalışma izninin patronlar aracılığıyla değil kendi istekleri ve herhangi başvuru yapmaksızın almalarının koşullarını yaratmayı hedefliyor. Göçmenler sigortasız, sefalet ücretlerine, alçakça bir emek sömürüsü altında çalıştırılamasın, iş cinayetlerinde öldürülmesin diye örgütleniyor.

Son dönemlerde göçmenler sıklıkla ülkenin gündemi oluyor. Maalesef ekseriyetle orman yangınlarının sorumlusu olmak gibi asılsız biçimlerde konu ediliyorlar. Bu haberler kısa sürede yalanlansa da yanlış bilgiler çoktan akıllarda yer etmiş oluyor. Bütün bu dezenformasyon, kargaşa ve muğlaklık kimin işine geliyor sorusu sınıf mücadelesini önemseyen herkes için hayati bir soru. 

Kasım ayında, spor malzemeleri firması Decathlon İngiltere’de kano satışlarını durdurdu. Sebebi, kanoyla başka ülkelere geçiş yapmaya çalışan göçmen işçilerin ölmesiydi. Bir yandan kadınların sokak ortasında katledilmesi için kullanılan silahlara internet üzerinden bile kolayca erişilebilirken bir kano nasıl öldürücü bir nesne olarak görülüp satıştan kaldırılabilir? Bu akıl almaz sorunun cevabı sistemin nasıl işlediğini de açık ediyor. 

Ege ve Akdeniz sularını botlarla geçmeye çalışırken boğulan, kar altında kalarak donan, işyerlerinde iş cinayetlerine kurban edilen, aşı ve sağlık hizmetlerine erişemediği için virüs yüzünden ölen binlerce göçmenin haberlerini duyuyoruz. Uluslararası şebekelerce yürütülen insan kaçakçılığı faaliyetleri ve ülkelerin yüksek sınır güvenlikleri ile göçmen dışlayıcı politikaları yüzünden sadece Akdeniz’de 2021’de 970 insan Avrupa’ya geçmeye çalışırken ölüme terk edildi. Ölüm haberi duyulmayan, adı sanı bilinmeyen, cansız bedenlerine ulaşılamayan daha yüzlercesi olduğunu da biliyoruz. 

Bütün bunların nedeni insanları bu koşullara sürükleyen kapitalist savaş, işgal ve sömürü politikalarıyken kanoyu bir cinayet faili gibi gösterip satışını yasaklamak nasıl absürt bir manipülasyonsa yerli işçiler ile göçmen işçileri karşı karşıya getiren her propaganda da benzer şekilde işliyor. Amaç asıl sorumluları görünmez kılarak insanların ortaklaşma zeminlerini ortadan kaldırmak. 

Küresel kapitalist sömürü düzeni ve emperyalist ülkelerin savaş politikaları yüzünden bugün dünyada en az 82 milyon insan yerinden edilerek açlık, yoksulluk, savaş, işsizlik, kuraklık gibi nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. İklim krizi ise derinleştikçe derinleşiyor. 2015’te 113 ülkede 192,3 milyon insan bu sebeple yer değiştirmek zorunda kalmış. 2020 itibarıyla 26,4 milyon insan mültecileştirilirken, 48 milyon insan kendi ülkesinde yerinden edilmiş ve 4,1 milyon insan sığınmacı olmuş. Genel toplamda 82,4 milyon insan yerinden yurdundan edilirken, birçok insan da yeni bir hayat kurmaya çalışırken hayatını kaybetmiş. 

Bu insanları tabii ki kanolar öldürmedi, kapitalist emperyalist politikalar tarafından katledildiler. Verdikleri ölüm kalım mücadelesinden sağ kurtulanları ise göç ettikleri yerlerde vahşet koşullarında bir hayat karşıladı. Hemen hemen hepsi beslenme, barınma, eğitim, sağlık gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamadan, yoksulluk ve sefalete mahkûm edilerek, toplumda “öteki” olarak yaşamaya mecbur bırakıldı. En düşük ücretlerle 15-20 saat kölece çalıştırılıp, her türlü baskı, mobbing, taciz ve ayrımcılığa maruz kaldılar.  

Polonya ile Belarus arasındaki tampon bölgeye sıkıştırılmış ve her iki ülke tarafından geri itilerek jiletli tellerle, ateşli silahlarla geçişleri engellenmeye çalışılan 400 Iraklı Kürt göçmen aç susuz bırakılarak dünya kamuoyunun gözü önünde yaşam mücadelesi verdi. 

Düzenin savaş politikaları ve çevre üzerindeki tahribatı sürdüğü sürece yerinden edilen insan sayısı artacak. Bizim için daha zor bir gelecek anlamına gelen bu gidişat sermaye için yeni imkânlar demek. Türkiye Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği hükümete 500 bin Bangladeşli “işçi siparişi” verdiğini ancak Suriye göçü ile buna gerek kalmadığını, Suriyeli işçilerin Marmara’yı krizden kurtardığını itiraf etti. Bu esnada bizim içinde hayatta kalmaya çalıştığımız krizin derinleşmesi politik hattımızı nereden çizmemiz gerektiğine dair önemli bir işaret sunuyor. 

Bir yandan savaşa yapılan yatırımlar ülkeleri içerde yoksullaştırırken bir yandan da savaşın vurduğu coğrafyalarda yerlerinden edilen insanlar göç ettikleri ülkelerin ucuz emek deposuna katılıyor. Yasal düzenlemeler göçmen işçilerin adeta güvencesizliğini güvence altına alıyor ve emeğin değerini düşürüyor. Türkiye Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği’nin itirafında açıkça “sipariş” kelimesiyle nesneleşen emekçi, “yerli” emekçinin karşısına sanki emeğinin değerini kendi iradesiyle düşüren bir özneymiş gibi sunuluyor. İşte sermayenin işçi sınıfını bölme propagandası kabaca böyle işliyor. 

Medya işgalden, savaştan kaçan insanları adeta işgalci gibi sunarken 2 milyon işçinin sadece 35 bininin çalışma iznine sahip olduğu, yüksek primler nedeniyle sigortası olmayan dolayısıyla sendika üyelik imkânı dahi olmayan insanlardan oluşan korkunç bir kayıtdışı, güvencesiz emek piyasası inşa ediliyor. Devlet önüne gelene vatandaşlık dağıtıyor gibi bir algı yaratılırken 10 senedir geçici koruma statüsünde bekleyen Suriyeliler, sermayeyi krizden bu şekilde kurtarmış oluyor. Ancak emekçiler için bu 10 senede krizin ne demek olduğunu ve nasıl ilerlediğini göçmen işçiler de yerli işçiler de gayet iyi biliyor. Çocukları doyabilsin diye kendisi yemek yemeyen Suriyeli anne ile çocuklarına bakamadığı için intihar eden Türkiyeli annenin kaderi burada birleşiyor. 

Geri gönderme/sınır dışı edilme tehdidi/yasal statüden mahrum bırakarak örgütlemenin ve yasal hak aramanın önüne geçme yöntemleri ile göçmen işçiler patronlar karşısında çok daha güçsüz duruma getiriliyor. Bu koşullara rağmen örneğin Bursa’da bir grup göçmen işçi bir araya geliyor, bir WhatsApp grubu kuruyor ve birbirileriyle ücretleri paylaşarak belirli bir ücretin altına çalışmama tavrı geliştiriyor. Bu küçük de olsa, güçlü örgütlenme örneği bizim için önemli bir ders içeriyor. 

Göçmen işçilerin yasal statü sahibi olması, geri gönderme tehdidinin kalkması ve güvenceli/sigortalı çalışması sermayenin onlara dayattığı düşük ücrete karşı onların elini güçlendirecek. Gaziantep’te Suriyeli işçilerle birlikte direnen Türkiyeli bir işçi bu direniş sayesinde düşman gördüğü emekçilerle dayanışmanın tek kurtuluş olduğunu öğrendiğini ifade ediyor. Göçmen işçi sendikası girişimi, en temelde böyle bir niyetten yola çıkıyor ve bu örnekleri çoğaltmanın, güçlendirmenin yollarını aramayı hedefliyor.  

Göçmen İşçi Sendikası, Türkiye-AB arasındaki geri kabul anlaşmasının iptal edilmesinin, göçmenlere şayet isterlerse vatandaşlık hakkının sağlanmasının, göçmenlerin eşit, insanca yaşamalarının mücadelesini vermeyi amaçlıyor. Göçmenlerin çalışma izninin patronlar aracılığıyla değil kendi istekleri ve herhangi başvuru yapmaksızın almalarının koşullarını yaratmayı hedefliyor. Göçmenler sigortasız, sefalet ücretlerine, alçakça bir emek sömürüsü altında çalıştırılamasın, iş cinayetlerinde öldürülmesin diye örgütleniyor.

Kadın göçmenler için sorunlar çok daha katmanlı: Dil sorunu, işçileşmeyle ilk kez karşılaşma, sosyal yaşamdaki çekinceler, çocuklarını bırakacak kreş ya da sosyal ağlardan yoksun olma gibi sorunlar sonucunda ev içi/parça başı kayıtsız emek sektöründe ucuz iş gücü olmaya ve kamusal alandan dışlanmaya mahkûm oluyorlar. Göçmen işçi sendikası göçmen kadınların, çocukların maruz bırakıldıkları ayrımcı, cinsiyet temelli toplumsal eşitsizliklerle mücadeleyi temel mücadele başlıklarından biri olarak görüyor. İstanbul sözleşmesinde yabancı kadınları koruyan maddeler varken, 6284 sayılı kanunda “yabancı” kadınların korunmasına dair bir madde yer almıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeme ısrarımızın çok yönlü olduğunu da hatırlamış olalım bu vesileyle. 

Türkiye işçi sınıfı yeni bir üretim ve sömürü coğrafyasına dönüşürken göçmen ve Türkiyeli emekçiler dalga dalga proleterleşiyor, mülksüzleştiriliyor. Sermayenin daha fazla kâr için yayılan yeni coğrafyasına karşı bizler de Anadolu’nun her yerinden kenetlenmek zorundayız. Taşeronlaşmaya, Kod 29 uygulamalarına, kayıtsız, güvencesiz çalışmaya, işçi sağlığı ve iş güvenliği olmadan çalıştırılmaya, sendikasızlaştırmaya karşı emekçiler olarak örgütlü bir şekilde karşı koymalıyız.

Biz sınıf mücadelesi içerisinde göçmen olmanın türlü veçheleri ve bunların yarattığı sayısız özgün güvencesizlik hâllerini ele almak, göçmenlerle birlikte bir mücadele inşa etmek ve sınıf dayanışmasını yükseltmek, ırkçılığın sınıfı bölmesine müsaade etmemek adına bir araya geliyoruz. İşkolu fark etmeksizin, göçmen işçi ve işsizlerin sorunlarına birlikte çözüm yolları üretmeyi, haksızlığa uğruyorsa, sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya ise ya da işyerinde iş kazası geçirmişse ona destek olmayı, imkanlarımız dahilinde dayanışma göstermeyi hedefliyoruz. Umut-Sen’in anlayış ve ilkelerinde yer aldığı gibi fiili, meşru, bağımsız bir sendikal hareketi birlikte yaratmayı planlıyoruz. Göçmenlere yönelik, ırkçı, nefret saldırılarını geri püskürtecek, mahallelerde, işyerlerinde ve hayatın her alanında haklarıyla yaşamalarını sağlayabilmenin somut koşullarını inşa etme için çalışacağız. Göçmenleri aciz ya da güçsüz topluluklar olarak değil, düzen dışı politik mücadeleyi birlikte verebileceğimiz sınıfın parçaları olarak görüyoruz. Dikenli tellerin, sınırların her tarafında bizler işçiler, emekçiler aynı sınıfın aynı sömürü cenderesi altında eziliyoruz. Birbirimize çevirmemizi istedikleri yumruklarımızı bir araya getirip asıl düşmanlara, sermayeye ve sermaye devletlerine yöneltecek güçlü bir mücadele için herkesi göçmen işçileri sendikası öncülüğünde yürütülecek örgütlenmeye katkı sunmaya çağırıyoruz.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler