130 bin işçinin çalıştığı metal iş kolunda 2019 sonbaharı boyunca süren toplu iş sözleşmesi görüşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlanmış, sendikalar grev, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ise lokavt kararı almıştı. İşçi sendikalarından Türk Metal-İş ve Özçelik-İş çok geçmeden MESS ile uzlaşmış, grev kararından vazgeçmiş, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş ise kararının arkasında durarak 5 Şubat’ta başlayacak grev çağrısını yinelemişti. Ne olduysa greve iki gün kala, 3 Şubat’ta oldu. Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arabulucu sıfatıyla devreye girdi, Birleşik Metal-İş ile MESS yeniden masaya oturdu, işçilerin hazırlığını yürüttüğü grev kararından vazgeçildi. Üstelik, diğer sendikaların yaptığı anlaşmadan hiç de farklı olmayan koşullarla. Niye böyle oldu, “Metal Fırtına II” nasıl suya düştü? 13 Şubat’taki DİSK kongresine hangi şartlarda gidiliyor? Umut-Sen örgütlenme koordinatörü Başaran Aksu’ya bağlanıyoruz.
Kriz göstergelerinin insanların evlerinin içine girmeye başladığı vakitlerde, yani 2018 yaz aylarında, emek ve sol kamuoyundan yükselen “Krizin faturasını ödemeyeceğiz” ya da “Krizin faturasını patronlar ödesin” gibi sloganlara itiraz etmiş, ısrarla “bu gidişle krizin faturasını işçiler, emekçiler ödeyecek” demiştik.
Halen aynı noktadayız. O günden bugüne, “ödemeyeceğiz” diyenlerin bunu teyit ettikleri bir mücadele kazanımı söz konusu değil. Ortada olan sadece birkaç salon toplantısı, üç-beş basın açıklaması ve okuyanlarda nasıl bir harekete geçiriciliğe yol açacağına dair hiçbir veriye sahip olmadığımız yüzlerce bildiri, sosyal medya uçurumuna atılmış binlerce paylaşım…
“İşçiler, emekçiler krizin faturasını ödeyecek” derken işçi ve emekçilerin kendi bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda ekonomik-demokratik bir mücadeleyi yürütecek kurumsal donanıma sahip olmadığını görüyoruz. Diğer yandan, sermaye sınıfı ve devletinin, dolayısıyla onun siyasi rejiminin 2000’lerin başından beri sistemli olarak sürdürdüğü, o günden bugüne yaşanan krizlerin tecrübeleriyle daha da geliştirdiği bir hazırlık stratejisine sahip olduğunu biliyor, görüyor, sahada şahit oluyoruz. Bu can yakıcı bir şahitlik. Özellikle, işçi sendikalarının çeşitli dolayımlarla sermaye sınıf çıkarlarının korunması, geliştirilmesi politikalarına içerilmesinin son operasyonlarını, tüm uyarılarımıza rağmen yaşadık.
Tanıdığımız figürlerin küçük paralarla ya da konum koruma arayışlarıyla neoliberal tanrının yeryüzündeki elçileriyle yoldaş olduklarına tanık olduk, bu deneyimin final gösterimi ne yazık ki metal sözleşmesinde yaşandı.
“Metal Fırtına”dan sütlimana
Koç’un TÜPRAŞ’ında, Petrol-İş’in o zamanki AKP’li sendika başkanı Ali Ufuk Yaşar’ın satışıyla toplu sözleşme, sermaye devleti tezgâhı ve Yüksek Hakem Kurulu kararıyla sermayenin bir kriz hazırlığı olarak üç yıllık ve ilk altı ay yüzde 6 ücret artışı olarak bağıtlandı. TÜPRAŞ sözleşmesinin bu biçimde sonuçlanmasını tasarlayan akıl kamu işçileri grup sözleşmesi, tekstil grup sözleşmesi, kamu çalışanları toplu pazarlıkları, asgari ücret tespit pazarlıkları ve en son MESS sürecine gelene kadar tüm pazarlıkları tehdit unsuru olarak kullandı. TÜPRAŞ bunun en dip örneği. O yüzden, tasarımın en başında da olan Türk Metal-İş başkanı Pevrul Kavlak, MESS sözleşmesine attığı imzayı savunurken gerideki bu sözleşmelerin çok üzerinde zam almayı başardıklarını özellikle vurguladı. Şunun da altını çizelim: Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda işverenlerin beş kişilik heyetinin sözcülüğünü Akansel Koç yapıyordu.
Koç’un denetimindeki TİSK ve MESS gibi yapılara yönetici olarak atanan sermaye sınıfının poster çocukları ve eski Koç Holding İnsan Kaynakları yöneticileri Özgür Burak Akkol ve Akansel Koç, metal işkolunun sendikal alanındaki tüm açık-gizli operasyonları yürütüyorlar. Egemen sınıflarda halen büyük korku kaynağı olan ve yıllardır titizlikle binbir yasa, yönetmelik düzenlemesi, binbir açık-gizli operasyonla inşa ettikleri kriz hazırlık stratejisinin nasıl yerle bir edileceğini gösteren Metal Fırtına sonrası Akkol-Koç ikilisi işçi sendikalarını yönetme işini perde arkasından çıkararak açıkça yapmaya başladılar.
Türk-İş, Hak-İş ve DİSK yöneticileriyle sadece 2019’da olağanüstü sayıya ulaşan yüz yüze ve telefonla görüşme trafiği bile küçük bir ölçüt bu yönetme işinde. Petrol-İş gibi bir sendikanın yeni solcu başkanını Türk-İş’in Denetim Kurulu üyeliği gibi aşağılayıcı bir konuma ikna edebilen, Tek Gıda-İş’in bir süredir ilgi çeken muhalif konumuna diz çöktürebilen bir yöneticilik pratiği bu.
Sokakta “Patronlarla aynı gemide değiliz” diye bildiri dağıtıp “krizin faturasını işçiler ödemeyecek” diyen DİSK yönetiminin ve DİSK’e bağlı sendika yöneticilerinin, hatta başkanlık konusunda bugüne kadar muhalif bir konumu olan, ancak yakın zamanda “uzlaşı”ya varan Birleşik Metal-iş başkanı Adnan Serdaroğlu’nun da katıldığı, Antalya’da çok yıldızlı bir otelde “Birlikte Türkiye Mümkün” şiarıyla düzenlenen Ortak Yaşam Forumu’nun ev sahipliğini de yine Akkol-Koç ikilisi yaptı. Burada, “diyalog”, “uzlaşı”, “yeni nesil sendikacılık”, “iklim krizi ve sendikalar”, “sendikalarda kadın temsiliyeti” gibi konular ele alındı sermaye temsilcileriyle.
Bitmedi. Birleşik Metal Sendikası’nın bağımsız bir sendikal çizgiye sahip olması bu ikilinin temsil ettiği misyon açısından büyük tehlike arz ediyordu. Hakeza, Metal Fırtına döneminde, Türk Metal yöneticilerine fabrikalarda meydan dayağı atılmış, on binlerce işçi istifa etmiş, başta Renault işçileri olmak üzere, milliyetçi-muhafazakâr kentlerin binlerce işçisi Birleşik Metal’e üye olmuştu. Daha sonra bu ikilinin Saray’da organize ettiği, CB ve zamanın Çalışma Bakanı Soylu ile birlikte Türk Metal-İş başkanı Pevrul Kavlak’ın da katıldığı toplantı sonrası Renault fabrikası binlerce polisle kuşatılmış, gözaltılar yapılmış, işçiler yüzlerce yıl cezaevi yatmakla tehdit edilmiş ve işçilerin Türk Metal-İş’e dönüşü sağlanmıştı.
Pevrul Kavlak’a da Türk Metal-İş’in artık atamalarla sendika yönetmeyeceği, seçimlerle, şeffaf işleyişle, işçilerin katılımıyla çalışacakları ilan ettirilmişti. O dönem “huzursuzluk kaynağı” olan işyerlerinde ilk kez seçim oldu, kontrol sağlanınca bir daha olmadı. Bir önceki MESS grup sözleşmesinin yüzde 26 gibi orandan bağıtlanmasının nedeni işte bu zorla kontrol ettikleri geçiş korkusuydu. Bu öyle bir korku ki, iki yıl önce Birleşik Metal-İş’in örgütlendiği İzmit Posco Assan’dan yüz işçi işten atılmış, kazanılmış yetki yasadışı bir biçimde verilmemiş, çalışma bakanı ve patron birlikte işten atılmayı organize etmiş, böylece sendikanın örgütlenmesi kırılmıştır.
Aynı şekilde geçtiğimiz aylarda, Ankara-Kahraman Kazan’da kurulu olan Bozankaya şirketinden otuzun üzerinde işçi atılmış, polis doğrudan üretim bantlarına girip tek tek işçileri tehdit ederek e-devletlerine girip sendikadan istifa ettirmiş, Birleşik Metal-İş gibi bir sendikanın yurdun milliyetçi-muhafazakâr işçisiyle buluşmasının önüne devletçe geçilmiştir. Böylesi havzalarda sendikal örgütlenme zor, ama mümkün. Nasıl olabileceği ise başka bir yazının konusu.
“Yeni nesil sendikacılık”
Metal Fırtına sonrası Türk Metal-İş’in nasıl bir dönüşüm geçirdiğine dair küçük bir ek yapalım. Ergenekon Davası sanığı ve “maceraları” hakkında sosyal medyada yüzlerce materyal bulunabilecek Mustafa Özbek’in başkanlığı sonrasında, onun da el vermesiyle sendikanın başına, “Kırıkkaleli nüfuzu” ile Makina Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK) kökenli Pevrul Kavlak getirildi. O zaman 90 bin civarında olan üye sayısı, bizzat MESS tarafından yürütülen bir seferberlikle, kriz hazırlığı kapsamında 205 binlere taşındı, ki örgütsüz işçi kontrol altında tutulabilsin. AKP, devlet kurumları, patron örgütleri tarafından benzer bir üyelik aktarması aynı süreçte hem kamuda hem özel sektörde Hak-iş ve Türk-İş’in “seçilmiş” sarı-bürokrat sendikalarına yapıldı.
Pevrul Kavlak, Rob Cohen’in 2002 yapımı Yeni Nesil Ajan filminden apartma “yeni nesil sendikacılık” söyleminin taşıyıcı figürü olarak sendikacılığın Triple X’i olarak pazarlanmaya devam ediyor. Bir fark var tabii: Filmde xXx lâkaplı tehlikeli sporlar uzmanı Xander Cage’i devlet için gizli göreve zorlayan NSA ajanı Gibsons rolünü, 2020 Türkiye’sinde TİSK yöneticileri üstleniyor. Zorlama da yok zaten, Türk Metal-İş başkanı kim olursa olsun tarihsel misyonuna uygun davranıyor.
Bu noktada, bizim xXx Pevrul Kavlak’ın MESS anlaşmasını havuz medyasından değil de, Merdan Yanardağ’ın başında olduğu Tele 1’den canlı olarak yapmış olmasını da not edelim. Yeni nesil sendikacılık “uygun” kanallardan pazarlanıyor.
Makyaj nitelikte değişimlerin, sola göz kırpmaların Türk-Metal-İş’i işçiye pazarlamaya yetmeyeceğinin farkında olan patron örgütü, sendikanın küresel imajını düzeltmek için sendikal emperyalizmin “düzgün” temsilcilerinden olan Industriall’e üyelik başvurusu sorununu da çözdü. Bu üyeliğe yıllardır engel olan Birleşik Metal-İş’in şerhinin kaldırılması için çaba sarf etti ve başarılı oldu. Şerhi kaldırtan, pazarlıkları kısmen gizli yürütülen ve tarihi bir anlaşma olarak sunulan iki sendika arasındaki protokolü sakıncalı bulduğumuzu herkes sessiz kalırken yazdık.
Protokole göre, Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu ya da örgütleneceği bir işyerinin işçisi Türk Metal-İş’e geçmeye kalkarsa, istişare ve referandum mekanizmaları işletilecek. Ve tabii ki bu ilke karşılıklı işleyeceği için Birleşik Metal-İş de aynı taahhüdü üstlendi. Nitekim, Pevrul Kavlak’ın Birleşik Metal-İş’ten Türk Metal’e geçmek isteyen Asil Çelik işçilerini engellediği rivayeti de bu sürecin bir dekoru oldu. Ancak protokolü zorlayanların asıl niyeti yeni Metal Fırtına korkusuydu ve Renault, ZF gibi isyan süreci içinde saf değiştirmelerin önüne geçilmek isteniyordu. Referandum ilkesel olarak savunulsa bile, bu konjonktürdeki bu referandum ve diyalog seviciliğinin anlamını görmemek için ahmak olmak gerekir.
Yüz binlerce metal işçisi ilk kez bu toplu sözleşme döneminde Industriall üyesi Hak-İş Özçelik-İş’i, DİSK – Birleşik Metal-İş’i ve Türk Metal’i aynı masa etrafında basın açıklamasıyla kendilerine seslenirken buldu. Kanaatimizce ilk kez bu tekel karşısında çaresiz, alternatifsiz hissettiler kendilerini.
Birleşik Metal-İş açısından, sarı sendika Türk Metal’e tek bir eleştiride bulunmadan imzalanan ilk toplu sözleşme olarak tarihe geçti bu sözleşme. Birleşik Metal-İş yine bu toplu sözleşme döneminde tarihsel hatalar yaptı ne yazık ki. Grev kararının alındığı Merkez Toplu İş Sözleşmesi Kurulu’nda, son MESS önerisi konusunda merkez yöneticilerinin zaten ikna oldukları, hatta ısrarcı olunursa patronlarca işten atılmaların dışında hapishane gibi seçeneklerin de devreye sokulabileceği konusunda uyarı içeren beyanları olduğu biliniyor.
Çalışma Bakanlığı’nda Türk Metal sözleşmesinin tıpkısının aynısı imzalanırken bu tehditler devletçe tekrarlanmış mıdır, bilemeyiz. Dostlarımızın bu tehditlere pabuç bırakacaklarını da her şeye rağmen düşünmeyiz. Ancak her iş kolundan işçiler arasında oluşan olumsuz halet-i ruhiyenin sorumluluğu da onlardadır.
Gebze darbesi
Bu noktada ayrıca altı çizilmesi gereken ve toplu sözleşmeyi de aşan bir tarihsel hata daha var: Birleşik Metal-İş’in en büyük şubesi Gebze’nin kongresini dört yıl önce az bir farkla kaybetmiş olan Sarkuysan işyeri baş temsilcisi Selçuk Çiftçi, çok uzun yıllar önce çalıştığı işyeri Türk Metal’e geçmiş mevcut şube başkanı Necmettin Aydın karşısında, işçilerin fabrikalardan yürüttüğü sessiz seferberlikle bu kez kazandı.
Genel merkez delegasyonunun dörtte birinden fazla delege Gebze şubeye aitken ve teamül gereği genel merkezde temsil edilmeleri gerekirken şube seçimini gayrımeşru gören bir anlayışla dışarıda bırakıldılar. Üstelik, sadece merkez disiplin ve merkez denetim organlarında temsil edilmek istiyorlardı, genel merkez yönetimini değiştirmek gibi bir talepleri yoktu. Açıkça genel merkez Gebze işçisinin tercihine, Erdoğan’ın 31 Mart sonuçlarına yaptığı gibi müdahale etmişti.
Daha da beteri, 5 Şubat grevi hazırlığının gürültüsünde, sendikalarda koltuk mücadelelerinin nasıl yapıldığını bilenlerin tahmin ettiği hamle yapıldı ve Gebze şube bölündü. Bir önceki dönem Necmettin Aydın seçilmiş, Selçuk Çiftçi kaybetmişken 8 bin üyeye sahip şubeyi bölme ihtiyacı duymayan genel merkez, şubeyi şimdi üye sayısı 7 bine düşmüşken böldü. Selçuk Çiftçi karşısında kaybeden listeyi kurucu yöneticiler olarak yeni kurulan şubeye atadılar.
Gebze’nin neredeyse her iş kolundan emekçisini hem zamanlamasıyla hem de Birleşik Metal-İş’in demokratik kültürünü ayaklar altına almasıyla şok etti bu adım. Herkes greve odaklıyken sendika yönetimi koltuk mücadelesine odaklanmıştı. Ne de olsa yılanın başı küçükken ezilirdi.
İşçi iradesi ve kurucu siyasal irade
Biz “Birleşik Metal-İş merkezi bu anti-demokratik ve yakışıksız tavırdan vazgeçmelidir” çağrısı yaparken, şimdi ve gelecekteki olası konumlar uğruna sessiz kalmayı “sınıf dayanışması” olarak lanse edenler oldu, olmaya da devam edecek. 13 Şubat’taki DİSK kongresinde zoraki bir ortaklıkla bölünmüşlük aşıldı denip mutluluk, birlik görüntüleri ortaya çıkacak. Birliği sağlayan, Gebze şubede ortaya çıkan genel merkez koltuklarını tehdit eden işçi iradesidir. Adnan Serdaroğlu’na Arzu Çerkezoğlu ile aynı yolun yolcusu olduğunu hatırlatan budur. Özgür Burak Akkol ve Akansel Koç beylerin modern sendikacıları. 1990’larda Lastik İş’in solcu yönetiminin işçileri şoke eden yolsuzluklarının maliyeti, işçi hareketinde devrimcilerin, komünistlerin, sosyalistlerin 1960 sonrasında kan ve gözyaşıyla inşa ettiği güvenilirlik algısının yıkılması olmuştu. Bu yeni skandal daha az zararlı değildir.
Oysa, ocak ayında Gebze meydanını dolduran 20 bin metal işçisinin, Bursa Meydanı’nı Haluk Levent dopingiyle dolduran ve sürpriz 1 Mayıs Marşı’yla coşan yüz bini aşkın metal işçisinin yaydığı umut odaklanmamız gereken noktaydı. Metal işçisinin zaferini o umutla damıtarak, bütünlüklerinden edindiği sezgisel gücün devindirici kuruculuğuna güvenerek, o alanlarda birikerek ve biriktirmeye devam ederek inşa edebilirdik, etmeliyiz. Yurdun dört bir yanına dağılmış organize sanayi bölgelerinde çalışan milyonlarca proleterin ve oralarda iş bekleyen milyonlarca işsizin tek umudu bu gücün kurucu bir siyasal iradeye dönüşmesinden geçmektedir.
Metal işçisi, tarihsel olarak mücadeleci geleneğini taşıyan sendikaları fotokopi toplu sözleşmeleri imzalayıp işkolunun sermaye devleti aparatı diğer sendikalarıyla ortada bir yerde buluşunca kazanmış olmuyor. Metal işçisi önderliği ne bedel öderse ödesin MESS’in ve saraylıların canını sıktığında kazanır ve kazandı. Bizim Yusuf Sidal’lerin, Kemal Türkler’lerin mücadelesinden çıkardığımız ders budur.
Kaynak: 1+1 Forum