“Erkeklerden bağımsız olmak, bizi disipline etmek için erkeklerin gücünü/iktidarını kullanan sermayeden bağımsız olmaktır.”
1972’de İtalya, İngiltere ve Birleşik Devletler’den feministler İtalya’nın Padova şehrinde iki günlük bir konferans için toplandılar. Parlamento dışı sol ve sömürgecilik karşıtı mücadelelerle ilişkili ve komünist partiye alternatifler arayan bu aktivistler, bir eylem beyannamesi hazırladılar: “Uluslararası Feminist Kolektif Beyanı.” Beyan, evdeki ücretsiz emek ile fabrikadaki ücretli emek arasındaki ayrımı reddediyor ve ev işini kapitalizme karşı sınıf mücadelesinin kritik bir alanı ilan ediyordu.
New York’ta yaşayan bir İtalyan gurbetçi olan Silvia Federici, konferansa katıldıktan sonra Ev İşine Ücret New York Komitesi’ni kurmak için New York’a geri döndü. Takip eden yıllarda, bir dizi ABD şehrinde Ev İşine Ücret komiteleri kuruldu. Her bir örnekte bu gruplar, ücretli erkek işçilerden ayrı, bağımsız örgütlenmekteydiler. “Erkeklerden bağımsız olmak, bizi disipline etmek için erkeklerin gücünü/iktidarını kullanan sermayeden bağımsız olmaktır,” diyordu “Ev İşine Ücret Üzerine Tezler” (1974).
New York’taki Ev İşine Ücret Komitesi, İtalyan Triveneto Komitesi ve Londra’daki Kadınların Kolektifinin Gücü ile yakın bağlarını sürdüren yirmi kadar kadından oluşuyordu. Federici’nin anımsadığına göre, ilk yıllarda katılım yüksekti; üyeler, ücret talebinin paradoksal niteliğini tartışıyorlardı: bu ev işi için alınan bir karşılık mıydı ve, eğer öyle ise, kadınların emeğini kapitalist sistemle daha da bütünleştiren bir reformizmden mi ibaretti? Yoksa, ücret talebi, kadınların toplumsal rollerini ve kimliklerini değiştirerek, ev işinin ters yüz edilmesi miydi?
Bunlar 1960’ların ve 1980’lerin hâkim emek tartışmalarının merkezindeki sorulardı. Marksist ve sosyalist feministler ev içi emek üzerine uzun süredir teorik tartışmalar yürütüyorlardı ama bu yeni tartışmalar, kapitalist kalkınmanın daha geniş çeperi içinde kadınların ev içi emeğinin ekonomi politiğine spesifik olarak odaklanıyordu. Bu çerçeve içinde, toplumsal yeniden üretim, temizliğe, yemek yapmaya, çocuk büyütmeye harcanan ücretsiz emeğe, ama aynı zamanda da, erkeklerin fabrikadaki ücretli işini mümkün kılan kadınlaştırılmış bakım, rahat ettirme ve seks beklentilerine işaret eder.
Bugün artık kırk yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra, Federici’nin eserleri ve aktivizmi, bu çalışmanın merkezinde duruyor. Yazıları, ücret talebini devrimci bir eylem olarak ortaya koyan temel bir anlatı sunuyor. Etkileyici broşürü Ev İşine Karşı Ücret(1975), provokatif bir karşı tez ile başlar: “Buna aşk diyorlar, biz ücretsiz iş.” Bu ve diğer belgelerde Federici, ücret talebinin, kadınların ortak/paylaşılan bir yabancılaşmış emek koşulu etrafında örgütlenmesi için kritik bir politik bağlantı noktası olduğunu öne sürer. Ücret, kapitalizmin karşılamasının mümkün olmadığı bir taleptir ve mesele tam da budur; başarı, toplumsal refahın dağılımının toptan yeniden yapılandırılmasını gerektirecektir.
Yeni teknolojilerin mümkün kıldığı gelişmiş üretkenlik, ev işinin izole niteliğini veya onun ürettiği normatif aile biçimlerini illa ki değiştirmez.
Ev İşine Karşı Ücret, Federici ve Arlen Austin’in editörlüğünü yaptığı Wages for Housework: The New York Committee 1972–1977: History, Theory, Documents(Ev İşine Ücret: New York Komitesi 1972-1977: Tarih, Kuram, Belgeler) koleksiyonunun parçası olarak AK Press tarafından yakın zamanda yeniden basıldı. Bu koleksiyon daha önce yayınlanmamış veya zor bulunur bir dizi broşür, konuşma, bülten, fotoğraf, şarkı ve basın haberi içeriyor. Koleksiyon New York’a odaklı olsa da Los Angeles, İzlanda, İtalya, Almanya ve Londra’dan da materyaller içeriyor. Metinler çoğunlukla yeni teknolojilerin ev işine harcanan zamanı azaltarak başka faaliyetlere zaman yaratacağına dair ütopyacı vaadi reddediyor. Federici ve Nicole Cox’un Counter-planning from the Kitchen’da (Mutfaktan Kontra-Planlama, 1975) savunduğu üzere, yeni teknolojilerin mümkün kıldığı gelişmiş üretkenlik, ev işinin izole niteliğini veya onun ürettiği normatif aile biçimlerini illa ki değiştirmez.
Bu sohbette, ev işini farklı gösteren inovasyonlara odaklanmaktansa, yeniden üretken emek etrafındaki feminist örgütlenme üzerinden geliştirilen teknolojiler ve teknikler değerlendirilecek.
• • •
Jill Richards:Kolektifiniz neden emek adaleti çerçevesinde yakın faaliyetler yürüten diğer aktivist gruplardan ayrı örgütlenmeye karar verdi?
Silvia Federici:Kadınların hareketi bir bütün olarak bağımsızdı çünkü kaygılarımızın erkek egemen sol için önemli olmadığı açıktı. 1969 itibariyle kadınlar Demokratik Toplum için Öğrenciler (SDS) gibi sol örgütleri terk ediyorlardı çünkü ne zaman kendi ezilmişliklerini tartışmak isteseler, yuhalanıp susturuluyorlardı. Tüm kadın gruplarının erkeklerden ayrı örgütlenmesi elzemdi; karma örgütlerde kalmış olsaydık, toplumumuzda kadınların maruz bırakıldığı özgün ezilmişlik biçimlerine dair bir kavrayış asla geliştiremezdik. Kolektifimiz 1973’te kurulduğunda, feminist bağımsızlık gerekliliği artık kafalarda tam olarak oturmuştu.
Bağımsız örgütlenerek, kadınların konuşabileceği, birbirlerini duyabileceği, birbirlerinin deneyimlerine kıymet verebileceği ve söylediklerimizin önemli olduğunun ayırdına varabilecekleri alanlar oluşturduk. Bağımsızlık bizim kendi sesimizi bulmamızı mümkün kıldı. Hiçbir feminist örgütün yalnızca emek adaleti meselesi ile ilgilenmediğini eklemeliyim.
JR:Ev İşine Ücret, kesişimselliğin daha henüz üstüne konuşulan bir kavram olduğu ve kadınların aktivizminin çoğunlukla ırksal hatlarda bölünmüş olduğu bir dönemde, nasıl oldu da ırklar arası katılımın/karışmanın yeri olabildi?
Siyah kadınlar kendi hakları için mücadeleye en hazır olanlardı. Sokaklara çıkıp “Sosyal yardım sadaka değildir, her kadın bir işçidir” diye bağıran onlardı.
SF:Ev İşine Ücret politikası, kapitalizm, emperyalizm ve anti sömürgecilik anlayışına sahip kadınlar tarafından şekillendirildi. Dolayısıyla kadınların kurtuluşunun “erkeklerle eşitlik” mücadelesi olabileceğini veya eşit işe eşit ücret talebi ile sınırlı olabileceğini kabul edemezdik. Siyah erkek ve kadınların ırklandırılması köleliğin meşrulaştırılmasına nasıl hizmet ettiyse, cinsiyet temelli ayrımcılık da kadınların evde ücretsiz işçiler olarak sömürülmesine hizmet ediyordu. Siyah kadınların öncülük ettiği, sosyal yardım alan annelerin mücadelesini bu yüzden destekledik. Sosyal yardım alan kadınların çoğunluğu siyah olduğu için değil – öyle değildi, hakları için mücadele etmeye en hazır olanlar siyah kadınlar olduğu için. Sokaklara çıkıp “Sosyal yardım sadaka değildir, her kadın bir işçidir” diye bağıran onlardı. Bizim gibi, çocuk büyütmenin toplumsal olarak gerekli bir iş olduğunu söylüyorlardı. “Bize asalak demeyin. Devletten geçindiğimizi söylemeyin. Devlet asker lazım olunca bizim çocuklarımıza dönüyor. Fabrikalarına insan lazım olunca bizim çocuklarımıza dönüyor,” diyorlardı.
Dolayısıyla, Ev İşine Ücret’in kadınlara daha fazla güç kazandıracağını anlıyorlardı: kısa vadede, daha fazla paraya sahip olarak, kendi yaşamları üzerinde daha fazla kontrole sahip olarak, bir erkeğe bağımlı olmak veya kendileri için birazcık paraya muhtaç olduklarından bulabildikleri her işi yapmak zorunda kalmayarak; uzun vadede ise, kadınların nesiller boyu yaptığı gibi kapitalist sınıfa karşılığı ödenmeyen muazzam miktarda emeği vermeye devam etmeyi reddederek, daha fazla güç elde edeceklerdi.
Bu, kadınların ev dışında çalışmamasına yönelik bir reçete anlamına asla gelmiyordu. Bundan ziyade, evi gerçekten de terk ettiğimizde, bunu çaresizlikten değil daha güçlü olduğumuz için yapacaktık. Evden ayrılma sebebimiz, birazcık olsun ekonomik bağımsızlığa ulaşmak adına, önümüze gelen her işi kabul etmek zorunda oluşumuz olmayacaktı.
JR:Özellikle de emek örgütlenmesi bakımından, yerel ve uluslararası feminist hareketler arasındaki daha genel ilişkiden bahseder misiniz?
SF:Sermaye uluslararası, dolayısıyla kapitalizme karşı aktivizm de uluslararası olmak zorunda. Bu, 1972’de Padova’da Uluslararası Feminist Kolektif’i kurduğumuzda anladığımız bir şeydi.
Uluslararası örgütlenmek, bize kapitalizmin salt ulusal bir perspektiften bakarak yapabileceğimizden daha güçlü bir eleştirisini geliştirme imkânı verdi. Gündelik bazda bu, örgütümüzün New York ve daha geniş olarak ABD’de ne yapabileceğimize odaklanması demekti ama bir yandan da düzenli olarak belgeler ve analizler paylaşabileceğimiz, böylelikle hepimizin ortaklaştığı mücadelelerin daha geniş bir bakışına sahip olacağımız uluslararası toplantılar yapmaya çalışıyorduk.
Bugün de, kadınlara yönelik şiddet meselesi etrafında olduğu gibi, uluslararası örgütlenme ihtiyacını görüyoruz. Şiddet tekdüze değil; bazı kadınları diğerlerinden çok daha derin etkiliyor. Açık ki şiddet, özellikle de ABD’de renkli kadınları beyaz kadınlardan çok daha yoğun etkiliyor. Benzer şekilde, Küresel Güney’deki kadınları Kuzey’dekilerden farklı şekilde etkiliyor. Ve kadın olarak hepimiz, birçok erkek bize cinsel tacizde bulunmayı hak olarak gördüğü için, gece dışarı çıkamayacağımızı, nereye gelip gittiğimize ve nasıl giyindiğimize dikkat etmemiz gerektiğini bilerek yetiştirilmişiz. Çocukluktan itibaren benim kuşağımın kadınları, şiddetin hayatlarımızın bir unsuru olacağı, sokaklarda erkeklerin bize bedenlerimiz hakkında aşağılayıcı veya tehdit edici yorumlar yapacağı, baba ve kocaların bizi dövebileceği ve bunun hoş görüleceği gerçeğine hazırladık kendimizi.
Kadına yönelik şiddet analizimiz, ev işini bir kapitalist üretim biçimi olarak görmeye dayanıyordu.
Feminist örgütlenmede kilit bir dönüm noktası, 1976 Mart’ında Brüksel’de toplanan Kadınlara Yönelik Suçlar Uluslararası Mahkemesi oldu. Feministlerin organize ettiği bu mahkemede her türden şiddet biçimi konuşuldu; yalnızca bireysel veya ev içi şiddet değil, savaşla ve kurumsal politikalarla bağlantılı şiddet de. Ancak ABD’de hareketin sınırlarından biri, tacizcilere daha ağır cezalar verilmesi talebine odaklanması ve çoğu zaman polisle işbirliğine gitmesiydi. Bu bir hataydı. Siyah kadın örgütlerinin ortaya koyduğu üzere, daha ağır cezalar halihazırda kurbanlaştırılmış topluluklardaki erkeklerin kriminalize edilmesiyle sonuçlanıyordu. Daha çok siyah feministlerce desteklenen bugünkü çağrı ise, onarıcı adalet ve topluluk sorumluluğuna yönelik.
Kadına yönelik şiddet analizimiz, ev işini bir kapitalist üretim biçimi olarak görmeye ve ücretin tüm aile örgütlenmesinin inşasındaki rolünü analiz etmeye dayanıyor. Şiddetin ailede daima potansiyel olarak mevcut olduğunu öne sürdük çünkü devlet ücret üzerinden kocaya karının işini denetleme ve kontrol etme, yapmadığı durumda onu cezalandırma gücünü veriyor. Bunu bir tür dolaylı egemenlik olarak tarif ediyorum: devlet kadınların kontrolünü erkek ve onun maaşı üzerinden sağlıyor. 1970’lerde, sosyal yardım alan kadınların devlete “Adam” demesi boşuna değil!
Bu, ev içi şiddetin neden devlet tarafından bu kadar uzun süre hoş görüldüğünü ve nadiren suç olarak tanımlandığını da açıklar. Tecavüzü bile bir tür ev içi disiplin aracı olarak görmeye başlamıştık. Kadınların zamanını ve alanını kontrol etmenin bir yoluydu: Kocan olmadan gece geç saat dışarıda olmamalısın, evinde çocuklarınla, ev işi yapıyor, ertesi gün için hazırlık yapıyor olmalısın. Dışarda mısın, o zaman başına geleceğe hazır ol.Tecavüz tehdidi, kadınların zamanının ve alanının sözsüz disiplin aracıdır.
Öte yandan, kadınlara yönelik şiddetin, nüfusun maruz bırakıldıkları şiddetin şiddetten sayılmadığı diğer bir kesimi olan çocuklara yönelik istismar ile de bağlantılı olduğunu unutmamalıyız. Çocuklar dövülebilir çünkü kadınlarda olduğu gibi, devlet bunu onları disipline etmenin, geleceğin sömürü biçimlerine hazırlamanın gereği olarak kabul etmektedir. Ve kadınlara yönelik şiddet, kölelikten günümüze çok daha acımasız, çok daha yıkıcı biçimler almış olsa da, kadın-erkek tüm siyahlara yönelik şiddetle devamlılık arz eder. Şiddet, insanları toplumda aşağı bir konumu kabullenmeye zorlamak, yoğun sömürü biçimlerini dayatmak için daima gereklidir.
JR:Ev İşine Ücret platformu bugün en çok hangi açılardan yanlış anlaşılıyor?
SF:Geniş olarak feminist hareket kadınların koşullarını iyileştirmekle ilgiliydi, ama toplumu kapitalizmden başka bir şeye dönüştürmekle aynı ölçüde ilgili değildi. İkincisini yapmadan birincisinin mümkün olduğunu düşünüyorduk.
Şiddet, insanları toplumda aşağı bir konumu kabullenmeye zorlamak, yoğun sömürü biçimlerini dayatmak için daima gereklidir.
Ev İşine Ücret, “Paramızı verin, evde duralım, ev işi yapalım” şeklinde yanlış anlaşıldı. Aslında ev işine ücreti bir ret stratejisi, bize daha fazla seçenek sağlayan, hayatlarımızı nasıl örgütleyeceğimiz konusunda daha fazla güç kazandıran bir strateji olarak görüyorduk. “Kadınların evdeki konumunu kurumsallaştırmakla” suçlandık. Ama karşılaştığımız birçok kadın bize zaten eve kapatılmış durumda olduklarını, çünkü kendilerine ait paraları olmadan hiçbir yere gidemediklerini veya isteseler bile kocalarını terk edemediklerini söylüyordu.
Ev İşine Ücret, bazı eleştirmenlerin zannettiği gibi, bizim için nihai amaç değildi. Bu demek değil ki kendi içinde güçlü bir amaç değil. Ev İşine Ücret mücadelesinin, devleti bize ücretsiz kreş ve diğer kilit önemdeki destek hizmetlerini vermeye zorlamanın en hızlı yolu olacağına inanıyorduk. Ne yazık ki kadınların hareketi bunları hala elde edebilmiş değil! Bunun kısmen, hareketin tüm enerjisini erkek egemen alanlara girmeye odaklamasından ve özellikle de ev içi iş, çocuk yetiştirme ve diğer bakım işi biçimleri bağlamında yeniden üretim işinin koşullarını değiştirmek için mücadele vermemesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu esnada ise devlet, kadınlara daha fazla hizmet sağlamak yerine, aslında mevcut hizmetlere erişimi bile kısıtladı. Bugün yaşlı bakımı ve çocuk bakımı hizmeti almak 1960’ların sonunda olduğundan çok daha zor.
Stratejimiz, ücretli emeğin yanı sıra, kadınların en güçlü olduğu alanda, ev içi iş, cinsellik ve çocuk yetiştirme gibi hepimizi etkileyen sorunlar konusunda mücadele etmekti. Ücretli annelik izni meselesi 1976’da Yüksek Mahkeme’ye gittiğinde çok az feminist destekledi çünkü kendilerine bu “ayrıcalıkların” verilmesi halinde, asla eşitlik talep edemeyeceklerinden korkuyorlardı.
Ama 1980’lerin başında kadınlar kitlesel olarak ücretli işgücüne girdiğinde, o “eşitliğin” pek güvenilir olmadığını gördüler, çünkü evdeki ücretsiz işin, çocuk ve akraba bakımının epeycesini halen kendileri yapmak zorundaydı. Ve sonra da işin tüm örgütlenmesinin küreselleşme nedeniyle baş aşağı olduğu bir dönemde, her biri kendi işyerinde, kendi mücadelesini kendi başına vermek zorunda kaldı. ABD’de sınai kompleks çözülüyor, işler yurtdışına kaçıyor, devlet hizmetlerde kesintiye gidiyordu—böylece kadınlar işgücüne, fabrika çatısının çöktüğü bir momentte girmiş oluyorlardı.
JR:Aktivizminiz günün teknolojisi ile ne ölçüde kolaylaştı veya zorlaştı?
Sermaye uluslararası, dolayısıyla kapitalizme karşı aktivizm de uluslararası olmak zorunda.
SF:Söylemesi zor. Ama bilgisayar veya İnternetin yokluğunun sorun olduğunu düşünmüyorum. Sokakta, çamaşırhanelerde ve kadınların toplandığı diğer mekanlarda kadınlarla sohbet etmeye daha çok zaman ayırmamız anlamına geliyordu. Yüz yüze gelebiliyor olmak bence çok önemliydi; iletişim kurmaya çevrimiçi karşılaşmaların sağladığından çok daha iyi yardımcı oluyordu. Genel olarak İnternetin çok fazla zamanımızı aldığını düşünüyorum. Ve bu politik olarak verimli bir mesai de olmuyor. Baş edebileceğimizden çok bilginin içine gömülüyoruz, yanıtlayamayacağımız veya bizi yanıtlarımızda yüzeysel olmaya zorlayacak kadar çok ve sürekli talepler alıyoruz. Ek olarak şunu diyeyim: İngiltere, İtalya ve Kanada’daki kadınlarla birbirimize yazdığımız mektup desteleri hala duruyor. Bunların bazıları makale gibi, bu yerellerdeki siyasi durumu analiz ediyor—bu mektuplara epey kafa yorulmuş. Bugün böyle bir şey yok. Bunu belirtmekle beraber, İnternetin ve bilgisayarların yeni olasılıklar da açtığına elbette kuşku yok.
Kaynak:Dünyandan Çeviri