spot_img
spot_img
Ana SayfaYazıAvon Direnişi Deneyimi Üzerine - Emel Karadeniz / Pelin Daş / Betül...

Avon Direnişi Deneyimi Üzerine – Emel Karadeniz / Pelin Daş / Betül Celep

Türkiye emek hareketinin kuşkusuz uzun ve direnişlerle dolu bir mücadele tarihi var. Bu tarih örgütlenme hakları için işinden olan, hapse atılan, öldürülen işçilerin ve onların örgütlenme çabaları, hikayeleri ile dolu. Tarihsel olarak sahip olduğu her hakkı büyük bedeller sonunda kazanmış bir sınıfın bugün karşı karşıya olduğu siyasi-ekonomik saldırı önceki dönemlerle kıyaslanamayacak kadar büyük. Emeğin neo-liberal saldırılar ile alabildiğine güvencesizleştirildiği, esnek çalışmanın bizzat devlet eliyle yaygınlaştırıldığı, yasallaştırıldığı, sınıfın kimlik temelinde bölündüğü, kadın emeğinin yedek iş gücü olarak ikincilleştirildiği ve bu yolla kadın üzerindeki sömürünün katlandığı, işçi sınıfının bütün bu saldırılar karşısında en küçük örgütlenme olasılığının kriminalize edildiği bu süreçte ortaya çıkan irili ufaklı direnişler; sermayenin siyasi-ekonomik hamlelerine karşı işçilerin birlikte davranma, sorunlarını dayanışmayla çözme edimini ortaya koyuyor.

64 gün süren AVON direnişi yukarıda çizdiğimiz çerçeveyi birebir içeren, çalışanların ezici çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir iş yerinde yaşandı. 130 yıllık bir pazar geçmişine sahip olan, temel mottosunu ‘kadınları güçlendirmek’ olarak ortaya koyan AVON, tabii bir sermaye mantığı ile işçileri ve özel olarak kadın işçileri güçlendirmenin yakınında bile değil. İşçiler uzun yıllardır depoda, asgari ücret, uzun çalışma saatleri, karşılıksız ve keyfi mesailerle çalıştırılıyor. Kapitalizmin sistematiğinde hemen her iş yerinde görebileceğiniz bu tabloya, AVON’da bir de kadın işçilerin katmerli sömürüsü ekleniyor. Kadın işçiler yıllarca depoda çalışıp deneyim kazansalar dahi ustabaşı, amir, vardiya şefi gibi mevkilere gelemiyor. Bu mümkün olmadığı gibi; bu makamlardaki erkekler tarafından sürekli hakarete, tacize, mobbinge uğruyor. Bel-boyun bölgesinde fıtık, eklem rahatsızlıkları gibi meslek hastalıkları depo işçileri için sıradanlaşmış durumda.

Bütün bu sorunlar etrafında DGD-SEN (Depo, Antrepo, Gemi Yapımı ve Deniz Taşımacılığı İşçileri Sendikası)’de örgütlenen işçiler, sürece komitelerini kurmakla başladılar. Sendikal bürokrasiyi, işçi sınıfının örgütlenmesi önünde ciddi bir engel olarak tespit eden sendikal anlayışımız, işçilerin öncelikle kendi komitelerini, iş yeri meclislerini kurmalarını teşvik ederek süreci başlattı. Komitelerde sınıfın gasp edilen yasal ya da meşru haklarına dair toplantılar yapıldı. Biz kadın sendika uzmanları için çarpıcı olan kadın olma halinin çözümlenmesi, uğradığı sömürünün tespit edilmesi, tanımlanması ve bununla mücadele edilmesinin zorluğu oldu. Çünkü bin yıllardır süregelen ataerkilliğin sistemi her gün yeniden ürettiğini, burada mücadelenin fazlaca zor ve şiddetle karşılandığını geçmiş deneyimlerden biliyorduk. Yaptığımız bilinç yükseltme toplantılarında, kendilerine yönelen saldırıyı hakaret olarak algılamayan, cinsiyetçiliğin en katmerlisini her gün yaşayıp bunu evinde babasından, abisinden, eşinden, oğlundan gördüğü muameleyle eşitleyip normalleştiren kadın işçilerle yaşadıklarımızın toplumsal cinsiyet rollerinin sonuçları olduğunu; erkek egemen aklın sınıfsal sömürü araçları ile de kadını hem evde hem de iş yerinde çifte sömürüye tabi tuttuğunu en derinimizde hissettik, deneyimledik. Kadın için ev hayatı dışında bir mekan olması hasebiyle, belirli bir sosyalliği de tanımlayan iş mekanının kadın ve emek lehine düzenlenmesi için çıkarımlarda bulunduk.

Sorun saptama toplantılarında kadın işçilerin erkek/eril patron, şef ve amirler tarafından uğradıkları hakaret, aşağılanma, taciz, baskı, zor ve sömürüyü gündemleştirerek en önemli başlık haline getirdik. Kadınların ağrılı geçen regl günlerinde saatlerce ayakta çalışmaya zorlanması, dinlenme talep ettiklerinde kanaması nedeniyle adeta suçlanması, aşağılanması ve dinlenme yerine bayılana kadar çalıştırılması neredeyse tüm kadın işçiler için her ay tekrarlanmaktaydı. Uzun çalışma saatlerinin üstüne ev içi çocuk-yaşlı bakımını eklediğimizde kadın işçinin kendine ayırdığı özgür bir zamanı kalmıyor, tutsaklığı katmerleniyordu. Bu yüzden iş yerine ait kreş ya da ekstra bakım ücreti talebi en önemli talepler arasında yer aldı. En üst yöneticisinden sıradan işçisine kadar, kadınları taciz eden herkesi ifşa etmenin, hakkında cezai işlem talep etmenin bir hak olduğu ve hatta zorunlu olduğu konusunda hemfikir olduk.

Kadın işçilerin çoğunun muhafazakâr bir aileden geliyor olması, milliyetçi siyasi düşüncelere sahip olması, biat kültürüne yatkın olması vb. sebepler yüzünden hem direniş-çadır sürecinde hem depo örgütlenme sürecinde oldukça fazla zorlukla karşılaştık fakat sahici bir dil, karşılıklı güven ve özveriyle aşılamayacak problemler olmadığını deneyimledik. Sendikanın hayırlı olup olmadığını istihareye yatıp görmek isteyen geri bir düzeyden, sendikayı depoya sokmak için komitede görev ve sorumluluk alan ileri bir düzeye taşınabildiğini gördük hep beraber. Sistem tüm aygıtları ile karşımıza bu sefer de en sevdiklerimiz yani annemiz, babamız, eşimiz, çocuğumuz, sevgilimiz ile dikiliverdi. Onların, kısır bir hayattan kurtulmamız, hakkımız ve emeğimiz için mücadele etmemiz konusunda ne kadar iyi niyetle de olsa aslında bencilce davranarak direncimizi kırmaya yönelik davranışlar sergileyebildiklerini gördük ve buna karşı çıktık. Bu açıdan kadın işçilerin sadece iş yerindeki yaşadıkları sorunlarla değil tüm hayatını kuşatan sorunlarla mücadeleyi hedef aldık ve yaşamlarını örgütlemeye dair büyük çaba sarf ettik, ediyoruz.

Kadın bedenini metalaştıran ve emeğini sömüren AVON Kozmetik’le mücadelemiz sadece depoda örgütlenerek ya da depo önünde, çadırda direnerek olmadı. Direniş eylem planımız çok kapsamlı, zengin içerikli ve kampanya niteliğinde gerçekleştirildi. Direniş başlamadan önce ve direniş sürecinde sosyal medya uzmanları, akademisyenler, sendika uzmanları, bağımsız kadın örgütlerinden kadınlar ile toplantılar ve birebir görüşmelerle stratejimizi belirledik, genişlettik. Direnişin bu ayağında katılımcı bir süreç işletmeye özen gösterdik, ortak akıl ile çıkan kararları hayata geçirdik. Sosyal medyada, AVON’un kadınları güçlendirme eksenindeki satış modeli ile deposundaki kadın işçilere reva gördüğü şartlar arasındaki apaçık çelişkiye odaklandık. AVON’un kullandığı sloganları depoda çalışan kadın işçiler gözünden tersine çevirmek zor olmadı. Sosyal medya uzmanı kadınların katılımı ile gerçekleştirdiğimiz toplantıda sloganlar, hashtagler, görsel önerileri, video kurguları ardı ardına geldi. Kampanyanın ana sloganı “Güzelliğimiz Gücümüzden Geliyor. GÜCÜMÜZ DİRENİŞTEN” ise yazı karakterindeki ruj ile yazılma vurgusuna kadar kadın sosyal medyacılarla yaptığımız toplantılarda ortaya çıktı. Sosyal medyada kullanılan görsellerin tasarımını da gönüllü kadın tasarımcılar yaptı. AVON’un reklam ve pazarlama stratejisi ile depodaki kadın işçilerin hayatları arasındaki derin çelişki tüylerimizi ürpertti ve bize propaganda malzemesi sağladı. AVON’un kadın sağlığını önemsediği ve kadınlara ‘güzellik’ dağıttığı yalanını; haklarını savunan güçlü kadın işçileri sendikalı diye, meslek hastalığına yakalanan işçileri performansı düşük diye işten atması ve işçilerin bir günlük yevmiyesinin ambalajladıkları bir şişe parfüm bile etmeyişi gerçeği üzerinden riyakâr yüzünü ifşa ve teşhir ettik. AVON’un yalanları vardı, direnişin ise gerçekleri. Bu süreçte sosyal medyayı çok aktif kullanarak ünlülerden ve birçok kesimden insanın işçilere destek veren, AVON’u protesto eden mesajlarını/videolarını yayınladık. Direnişin görünürlüğü, bilinirliği açısından çok olumlu sonuçlar elde ettik. Aynı zamanda tüm kadın örgütlerine çağrıda bulunarak fikir, öneri ve eleştiri sunmalarını, direnişe omuz vermelerini istedik. Bu amaçla direniş dayanışmasını örgütleyecek bir kadın toplantısı gerçekleştirdik. Önümüzde Novamed Direnişi gibi bir örnek vardı. Toplantıya katılan kimi kadınlar bu direnişin doğrudan örgütleyicisi ya da direnişle dayanışma gösteren gruplar içindendi. Novamed direnişine benzer yaygın bir dayanışma zeminini kurmakta başarılı olamadık. Bunun birçok sebebi var. Kadın örgütlerinin zihninde direniş yapan kadınların sayısı, erkek işçi olup olmadığı, toplantının gerçekleştirildiği mekan, kadın işçilerin kadın olmalarından kaynaklı baskıya maruz kalma boyutları gibi çeşitli soru işaretleri vardı. Bu soru işaretlerinin bir kısmına hak vermekle birlikte Avon direnişinin karakterinin anlaşılmadığını ve kadın direnişine bizim hemfikir olmadığımız bir zeminden bakıldığını gördük. Diğer taraftan kimi kadın örgütlerinin kadın emeği mücadelesi konusunda bütüncül bir perspektifleri yoktu. Bu da beklediğimiz dayanışma zeminini kurmakta engeldi. Ayrıca kimi kadın örgütlerinin kadınları merkezine alan devlet saldırılarına karşın canhıraş bir biçimde mücadele ettiklerini ve yetemediklerini anladık. Bu noktalardan hareketle; bizler gibi kadın emeği mücadelesinde yer alan kadınların ve bağımsız kadın örgütlerindeki kadınların çoğalmaya ve örgütlenmeye ne denli ihtiyacı olduğunu ve aramızdaki dayanışma zeminin ne denli güçlendirilmeye muhtaç olduğunu görmüş olduk. Türkiye’deki tüm kadın örgütlerinden gördüğümüz dayanışma; deneyim aktarımı, destek boykot çağrıları, çadır ziyaretleri ve destek mesajları boyutundaydı. Kadın örgütleri dışında başta sendikalar olmak üzere tüm emek örgütlerine direnişi sahiplenmeleri konusunda açık çağrı ve duyuruda bulunduk fakat çağrımıza büyük oranda kayıtsız kalındı. Uluslararası örgütlere süreci anlatan, destek talep eden mektuplar gönderdik ve dünya genelinde taşımacılık sektöründe 4,7 milyon üye işçisi olan ITF (Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu) ‘den atılan işçilerin geri alınması ve sendikanın tanınması konusunda AVON’u ikaz eden, işçilere selam gönderen dayanışma mesajı aldık. Bunun dışında uluslararası arenada LabourStart zemininde bir imza kampanyası başlattık ve 10.000’e yakın imzanın toplanması için uluslararası bağlantılarımızı kullandık. Bu kampanya direnişin yurt dışına taşınmasına da öncülük etti. Farklı dillerde Avon direnişi haberleri, dayanışma mesajları kamuoyuna yansıdı.

Gebze Depo önünde sürdürdüğümüz çadır direnişini ayrıca haftalık yürüyüş ve basın açıklamalarıyla Kağıthane’deki Avon Genel Merkezi önüne taşıdık, beyaz yakalı işçilere kimsenin güvenceli olmadığı ve herkesin her an kapı dışarı edilebileceğini haykırdık.

***

Direniş boyunca komitelerle yürüttüğümüz toplantılar sonucu tüm işçilerin taleplerini önemine, önceliğine göre ana ve alt talepler olarak kategorize ettik. AVON kadrolu işçi ve taşeron işçi arasındaki hem ücret hem çalışma koşulları hem de işçiye muamele açısından farkın uçurum olması, eşit işe asla eşit ücret verilmemesi mücadelede öncelikli talebin “Herkese Kadro” talebi üzerinde birleşmesini sağladı. Taşeron işçiye çıplak asgari ücret verilmesi, yakacak, yiyecek, giyecek yardımının yapılmaması, insan onurunu ve gururunu kıracak davranışlarda bulunulması ve aynı zamanda Avon kadrolu işçiye iki-üç katı maaş, türlü yardımlar ve ziyafetler vererek, ödüllendirerek “ayrıcalıklı” az sayıda bir işçi grubunun “aşağı” kalabalık bir işçi grubuna hiyerarşi kurmasına ve patronunkinden farklı biçimde sömürmesine neden olmakta ve bu fark işçiler tarafından yakıcı olarak hissedilmekte. İşçiyi birbirine düşüren ve güçlü, örgütlü bir iş yeri olmasının önüne geçen kadro-taşeron farkının ortadan kalkması bu yüzden çok önemli ve acil bir talep oldu. AVON yöneticilerini en çok zorlayan ama kabul etmek ve en kısa zamanda hayata geçirmek zorunda bırakan bu talebin akabinde “Sendikayı protokolle tanıma” talebi geldi. Sendika, daha içeri girmeden fiili direnişle işçinin çoğu talebini kabul ettirdi: Ücretlerde artış yaşandı, mesai zorunluluğu kalktı, yemeklerin kalitesi arttırıldı, tuvalet ve duş kabinleri onarıldı, özel eşya dolaplarının anahtarları güvenliklerden alındı, servis saatlerinde düzenleme yapıldı, hastalanan işçiler hastaneye işyeri aracıyla götürülmeye başlandı, kadınlar regl oldukları günlerde izin alabilmeye başladı, mobbing ve baskı görece azaldı…Tüm bu kazanımlar mücadele tarzımızın ve sendikal anlayışımızın haklılığını bir kez daha göstermiş oldu. Farklı işyerlerinde süren direnişlere gösterdiğimiz dayanışma, deneyim aktarımı sayesinde sendikal örgütlenmelere ve mücadelelere ciddi katkı sunduğu fikriyatındayız.

Ayrıca hem bu iş kolunda örgütlenme ve direniş deneyiminin parmakla sayılacak kadar az hem de kadın işçi örgütlenmesi ve mücadelesinin neredeyse hiç denecek kadar az olması, tarihsel süreçte AVON direnişinin önemli bir yere sahip olmasını sağlıyor. Bu bakımdan Türkiye işçi sınıfı tarihine bir not düştüğünü ve kadın mücadelesine bir omuz verdiğini düşünüyoruz. Fiili direnişimizin bir kısmını OHAL koşullarında; toplumsal ve politik gerginliğin en üst safhada yaşandığı, emekçilere baskının katmerlendiği, her türlü hak arama mücadelesinin yasaklandığı dönemde, emniyet güçlerinin saldırılarına rağmen kararlılıkla sürdürdük. Fiili-meşru direnişimiz direnişçi işçilerin ve komitenin kararıyla 64 günün sonunda sonlandı ve bugün hukuki mücadele devam ediyor. Direnişle elde ettiğimiz kazanımların üstüne hukuki kazanımlarımızı da ekleyeceğimizi ve örgütlenmeye inatla devam edeceğimizi ilan ediyoruz.

Bu metin ilk olarak dgd-sen.org adresinde yayınlanmıştır.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler