spot_img
spot_img
Ana SayfaHaberKastaş Direnişçisi Kadınların Mücadelesi Sürüyor - Röportaj - Sultan Eylem Keleş

Kastaş Direnişçisi Kadınların Mücadelesi Sürüyor – Röportaj – Sultan Eylem Keleş

Kastaş Kauçuk Fabrikası’nda sömürü ve baskı koşulları altında çalışan ve bu şartlara dayanamayarak 71 gün fabrika önünde nöbet tutan 2 kadın direnişçiyle, Sonay Tezcan ve Kardelen Yoğungan ile görüştük. Sonay ve Kardelen, hem yeniden yaşadıkları sömürü koşullarını anlattı, hem de direnişin kendilerine kattıklarını ve yükselen kadın mücadelesi hakkındaki düşüncelerini bizimle paylaştı.

-Kastaş’taki çalışma koşulları nasıldı? Nasıl başladı sizin süreciniz?

Sonay Tezcan: Kastaş’ta yoğun bir sömürü yaşıyorduk aslında. Özellikle kadın işçilerinin yaşadığı çifte sömürü sistemini orada çok net görebiliyorduk. Eşitsiz ücret bu sorunların başında geliyordu. Çünkü bir erkek ve bir kadın aynı işi yapmasına rağmen, kadınlar hep asgari ücretle çalışıyordu ama erkekler daha işe başlar başlamaz asgari ücretin 100 TL fazlasını alıyordu. Bunun yanında yemekler çok kötüydü, tuvaletler hijyen ve sağlık kurallarına uygun değildi. Özellikle kadın işçilere uygulanan ayrı bir baskı vardı ve bu baskı, kadının cinsiyet kimliğine dönük bir baskıydı. Dış görünüşünden, eşiyle yaşadığı sorunlara kadar da müdahale eden, aşağılayan bir baskı vardı. Formen ve müdür tarafından özellikle yapılıyordu bu. Bunun dışında, bir günlük izin aldığında 2

günlük yevmiye kesiliyordu ve bu ciddi para demekti. Biz orada direnişe çıktıktan sonra içeriye bizim taleplerimiz doğrultusunda denetim yapıldı, bu ispatlandı.İnsanlara 1000 liraya yakın paralar ödendi, bu güne kadar kesilmiş paraları ödendi.

”Bütün kadın işçiler adına direniyoruz”

-Bunu direnişinizin bir kazanımı olarak görüyor musunuz?

S.T: Yani, bir yerde böyle. Çiğli Organize Sanayi’deki hemen hemen bütün fabrikalarda görülen bir uygulamaydı bu. Bu standartlaşmış bir uygulama patronlar açısından. Temelde bu sorunlar vardı ve biz bu sorunlar üzerinden sendikal faaliyet yürütmeye başladık. Kadın eksenli olacağı belliydi, erkekler biraz daha genel şartlara göre ekonomik olarak daha iyi durumdaydı. Biz burada sendikal örgütlenmeye başladık, komiteler kurduk; süreci başlattık. Bu süreç, bir arkadaşımızın sendikaya üye olup işten atılmasıyla sekteye uğradı. Bu durum, insanlarda geri çekilmeye neden oldu. Ardından, 5 arkadaşımızın sendika üyesi olduğu açığa çıktı ve onlara yönelik mobbing uygulanmaya başlandı. Odalara çekilip ”Siz onursuzsunuz” dendi, hakaretler ve tehditler edildi. Yalnızlaştırıldılar, kimse yanlarına gelip selam bile veremiyordu. Çünkü selam vereni dahi odaya, sorguya çekiyorlardı. Bu arkadaşlar işten çıkmak zorunda kaldı. Bu sürecin ardından biz bir bildiri hazırladık. İçeride yaşanan bu baskı, taciz ve mobbingleri anlattık. Tacizi de biraz açayım; baskı kadın cinsiyetine yönelik olunca bu birsürü tacize varan davranışlar bütününü beraberinde getiriyor. Örneğin, yanağınızdan makas alıyor, samimi bir dille konuşuyor, mesaiye bırakacağı bir kişisinin masasına gül bırakıyor. Bunun kötü olan tarafı da işinden olmak istemeyen kadınlar, bunu kabül etmiş. Bizim sendikal çalışmada da tıkandığımız noktalardan biri buydu.Biz bildiri hazırladık tüm bu sorunları yazan ve mücadele etme çağrısını kaleme alan. Bu bildirileri kadınların soyunma odalarına bıraktık, ardından bir soruşturma başladı.Kimse bizim yaptığımızı bilmiyordu, söylemlerimizden doğru bizim yaptığımız tahmin edildi bir yerde. Sonrasında da işten atma saldırısına maruz kaldık, 25 Mart günü işten atıldık. Atıldığımız günden başlayarak 71 gün boyunca kapı önünde direndik. İlk kapı önüne çıkıp direniş çadırını açtığımızda polis saldırdı. Ertesi gün, kararlılıkla tekrar direniş çadırını açtık.Gözaltına almakla tehdit ettiler ama yapamadılar, çünkü yaptıklarının hukuksuz olduğunu biliyorlardı. Hemen beraat kararı geldi zaten, biz tazminat davası açtık. Sonuçta bize haksız yere polisi saldırtarak bizi terörize ettiler içeriye karşı. Tabii bu, gözaltına alınma saldırısı tek başına bir şey de değildi. Polisler orayı karakola çevirdi. İçerideki arkadaşlarımıza bizim sosyalist kimliğimizden doğru bizi marjinalleştirmeye çalıştırdılar.

İşçi sınıfı bugün çok güçlü sesini çıkartabilen bir durumda değil. Bir mücadele hattı yok ve örgütlülüğü yok. Dolayısıyla, bunun yanında kadınlar da daha da örgütsüz. Kendine yönelik o tacizi, baskıyı kabüllenmiş vaziyette. Dolayısıyla, içerisi bizim yaptığımız eylemden biraz olsun güç aldı, doğru söylüyor bu arkadaşlar dedi, ama arkamızda duracak, yürüyecek cesaretleri bulamadılar. Tek başına bizimle ilgili değil bu durum, bugün kadının toplumsal yeriyle alakalı bir şey. Yani, son 11 yıllık AKP iktidarı döneminde daha da gericileşen bir atmosfer var. Dolayısıyla, kadınlar ve kadın işçiler geriye doğru gitmeye başladı ve haklarını savunma noktasında bugün çok eksikler. Biz buna cesaret vermeye çalıştık. Biri sormuştu, ”Neden direnişe başladınız?” diye. Bugün kadın işçilerin yaşadığı şeyleri ortaya koymak gerekiyordu. Bizim amacımız buydu. Bizim içeriye, direnişle katabileceklerimiz sınırlıydı fakat buradan bir kamuoyu yaratarak kadın işçilerin günümüz Türkiyesi’nde ne yaşadığını ve ne talep ettiğini söylemek zorundaydık. Biz bu misyonla hareket ettik ve ”Bütün kadın işçiler adına direniyoruz” dedik.

Kardelen Yoğungan: Davalarımız sürüyor. Hakaret davası ve işe iade davası sürüyor.

”Kadın işçilerin sorunlarının can yakıcılığını ve somutluluğunu gördük”

-Evet, dava süreçleri nasıl ilerliyor; ne durumdasınız?

S.T: 2 dava açtık, biri sendikal tazminat ve işe iade, diğeri de işten çıkarılırken müdür Zeki Özmen’in beni darp etmesi ve bana hakaret etmesi üzerinden bir hakaret davası açtık. Bu davalar biraz sembolik açıkçası, biliyoruz ki önemli bir şekilde cezalandırılmayacaklar. Sessiz kalmamak adına böyle bir şeyi yaptık.

K.Y:  Bizden önce ve sonra sendikalaştığı için çıkarılan arkadaşlarımız vardı, onların davası sürüyor. Birbirimize şahitlik yapıyoruz, davalarda süreçleri

tekrar anlatıyoruz. Birbirimizi savunuyoruz. Birbirimizin sendikalaşma mücadelesini destekliyoruz. Bu davalar uzun sürecek gibi, hemen sonuçlanmıyor ne yazık ki. Söz konusu işçiyse, işçiden yana olmaksa, işçinin haklılığıyla

hemen sonuçlanmıyor. Onun dışında da, ikimizin de mücadelesi sürüyor. Bunun yanında kadınların mücadelesi de sürüyor ve yükseliyor aslında. Polonya’daki kürtaj yasasını geri çektiren kadınlar, Türkiye’deki tecavüz yasasını geri çektiren yine kadınların mücadelesi oldu. Birçok fabrikada kadın işçiler öne çıkıyor, Gürsan Elektrik’te direnen kadınlar mesela.

S.T: O günden bu yana değişen tek şey aslında, bizim bu sorunları çok daha cesur bir dille ve daha büyük bir özgüvenle dile getirmemiz. Bize, katkısı bu biraz da. Direnişe geçtiğinde insanların tepkisini ölçmen de çok daha kolay oluyor, biz orada direnirken tekstil işçisi kadınlar yine bize sahip çıkmıştı. Sadece İzmir’de de değil, İstanbul’dan, Ankara’dan milletvekilleri aradı. Bu konuya yönelik bir çaba var, kadınlar bir şeyler değiştirmek istiyor. Bunun bir ihtiyaç olduğunu da görebiliyoruz ve bu çok daha hissedilir oldu.

K.Y: Biz kadın işçilerin sorunlarını biliyorduk ama bu kadar yakıcılığını ve somutluğunu göremiyorduk. Sorunların nasıl derinlikli olduğunu da daha iyi görmüş olduk. O yüzden de yaklaşımımız ve çözümümüz daha farklı oldu. O kadınların kendi durumlarını kabüllenmişliği gibi bir sürü şeyi gördük.

”Tecavüz yasasına verilen tepki, bizim de işaret ettiğimiz yerin devamıydı”

-Bu süreçte şöyle yapsaydık daha iyi olurdu ya da şu konuda hata yaptık dediğiniz şeyler var mı?

S.T: Aslında bildiriye taciz meselesini yazıp yazmamayı çok tartıştık. Öncesinde de sonrasında da çok tartıştık. Çünkü hassas bir mesele. İnsanların bildiride itiraz ettikleri tek şey taciz oldu. Toplumda da böyledir, tacize, tecavüze uğradığında bunu dile getirmemen söylenir. Bu kabül edilmiş bir şey. Bu hassasiyeti gözetebilirdik ama bu ikiyüzlüce bir şey olurdu, samimi bir şey olmazdı. Çünkü bugün, her şeyden çok can yakıcı şey taciz meselesinin kendisiydi. Oradaki kadın işçilerin yaşadığı çifte sömürüydü.

K.Y: Zaten bu kadar konuşulması ve tepki alması da taciz meselesinin gerçekliğinden kaynaklıydı. Bildiride bir sürü şey yazıyordu ama taciz kısmına bu kadar takılmaları, bu gerçeklikten kaynaklıydı, herkesin bir ucundan bu meseleden etkilenmesinden kaynaklıydı.Onu çok tartışmıştık, direniş boyuncada işçilerin taciz meselesini öne çıkarmayı da konuştuk. Eşitsiz ücret, çalışma koşullarını da öne çıkarabilirdik. Biraz dengelemeye çalıştık açıkçası.

S.T: Dengeyi de başarılı bir şekilde kurduk. Ama taciz meselesini atlayamazdık, zaten sendikal çalışmada da tıkandığımız nokta kadınların tacize uğraması veya tacize uğrama durumunu inkar etmesi, ötelemesi, görmezden gelmesi meselesiydi. Bunu atlayamayacağımıza karar verip yazmıştık. Sonuçta da doğru yaptığımızı düşünüyoruz, bunu gündemleştirmek gerekiyordu. Son çıkan tecavüzü meşrulaştırma ya da tecavüzcüleri aklama yasası da, aslında bizim fabrikalarda yaşadığımızdan farklı bir şey değil. Bugün yaşanan şeyler bunlar. Akar Tekstil’de bir işçi formeni tarafından tecavüze uğruyor ve ailesinin zorunluyla evlendirildi, direnişe çıktığımızda bir işçi anlatmıştı. Bu durumdaydık zaten.

Bu kamuoyuna intikal etmemiş bir durumdu ama yaşanıyordu böyle şeyler. Yaşanan tepki de görünen şeylere duyulan öfkenin bir ifadesiydi. Dolayısıyla bu, eylemler ve yasanın geri çekilmesi önemli bir yerde duruyor. Bizim de işaret ettiğimiz bir noktanın devamıydı aslında, öyle diyebiliriz. Mücadele sürüyor, kadınlar artık çok daha dirayetli ve çok daha cesurca davranmaya başladı. Bu açıdan kadın mücadelesi büyüyerek gelişiyor diye düşünüyoruz.

-Tam bıraktığınız yerden devam edelim, Avon İşçilerinin günlerce süren direnişi oldu, değindiğiniz gibi artık direnişlerde kadın işçiler öne çıkmaya başladı. Bütün bunlar, umudumuzu diri tutan nüveler aslında. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında doğrudan, organik bağları olmasa da eylemler birbirlerinden etkileşerek büyüyor. Bizimle aynı Süreçte, Manisa’da Zuhal Abla taciz davası açmıştı, o da orada direnişe geçmişti. Bunun ardından Avon direnişi gerçekleşti. Aslında bunlar arasında hiçbir organik bağ yok. Fakat, insanlar birinin direnişini görünce ondan etkilenerek onu büyütmeye çabalıyor.  Kastaş direnişiyle kadın işçilerin yaşadığı sorunlar görünür oldu ve insanlar artık itiraz etmeye başladı. Doğrudan itirazları Kastaş’a maal edemeyiz ama toplumsal koşullarla birlikte bu şekilde bir etkileşim oldu.İlerde de devamını göreceğiz. Gürsan işçilerinin fotopraflarına baktığında mesela, ilk kadın işçileri görüyorsun. Onların oradadaki duruşlarını, iradelerini görüyorsun. Bir şeylerin değişmeye başladığını söyleyebiliriz bu açıdan.

K.Y: Ankara’da açığa alınan öğretmen Nuriye Gülmen günlerdir tek başına direniyor mesela, bu da son zamanlarda öne çıkan kadın direnişlerinden biri.

”Tek çare: Örgütlü bir işçi sınıfı!”

-Peki.. Sizde de aynı şey yaşandı, diğer direnişlerde de böyle oluyor. Herhangi bir direniş hemen, polis, özel güvenlik bazen bizzat müdür, formen saldırısıyla kriminalize edilmeye, terörize edilmeye çalışılıyor. Buna dair ne söylemek istersiniz?

Bir ötekileştirme, marjinalleştirme çabası var gerçekten ve bunu patronlar çok iyi kullanıyor. Özellikle patronlar. Biz daha atılmadan bahçeye çıkarıldık, polis çağırdıklarını söylediler, polis geldi ve patronla konuştu.Biz darp edilmiştik, şikayetlerimizi anlatırken polis bize dönüp ”Biz sizin için gelmedik ki” diyebiliyor rahatlıkla. Ardından zaten ilk çadırı açtığımızda polis bize saldırırken formen uzaktan gülüyordu. Çok bilinçli bir şekilde polis getiriliyor

ve orada sen terörize ediliyorsun. Sendikalaşma çaban, direnişin tüm çalışılan işçilere karşı terörize ediliyor. Polislerin kimin tarafında olduğu çok açık. Biz daha polis saldırmadan, ”Eğer suçlu arıyorsanız, eğer birini gözaltına almaya geldiyseniz o kişi içeride.Tacizci, baskıcı, mobbing uygulayan formen ve patron içeride” diye ajitasyon çektik. Devlet, bu fırsatı elbette kullanacak. Her zaman yaptıkları şey. Yanyana çalışan iki işçiyi ayırmak için bugün terör demagojisi geçerli oluyor gerçekten. Emek için bir araya gelmiş olsan bu tip ötekileştirme çabalarıyla senin örgütlülüğünü, iyi veya kötü yapacağın sözleşmenin kaderini bile belirliyor. Bunun tek çaresi gerçekten işçinin işçiye güvenmesi ve örgütlü bir işçi sınıfı.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler