Bu yazıda Türkiye işçi sınıfının tarihindeki özyönetim deneyimlerini de özetleyecek, kimi önemli derslerini ele alacağız. Bu özyönetim deneyimlerinin önemli bir kısmı maden işçilerinin özyönetim deneyimi ve bu deneyimlerin, işçi sınıfı için bugün başka anlamları da var. Soma’daki gibi 301 maden işçisinin iş cinayetinde katledildiği, iş güvenliğinin üretim için yok sayıldığı, işgüvencesiz çalıştırmanın arttığı bir dönemde, işçilerin kendi tarihlerinde bu koşullara karşı mücadele etme ve daha da ötesi üretenin yönetebileceğini de gösterme başarısından öğrenecekleri çok şey var. Bütün maden işgallerinde, işçiler civar köylerde yaşayan ve çalışmak için madenden başka, toprak, tarım gibi olanağı olmayan, bu olanakları ellerinden alınan işçilerden oluşuyorlar. Alpagut’ta, Suluova Yeni Çeltek’teki işçiler kendilerini esir eden bu topraksızlaştırarak işçileştirme, kötü koşullarda çalışma cenderesinden çıktıkları gibi, birlik ve dayanışma içinde daha büyük başarılar elde ediyorlar. İflas eden, kötü yönetilen, işgüvencesi hiçe sayılan maden işletmesinin yönetimini ele aldıklarında, işgüvenliğini çalışma koşullarını düzeltip tüm sosyal haklarını kazanarak üretimi başarıyla yürütüyor, önemli bir mücadele deneyimi kazanıyorlar. Ekonomik kriz kadar toplumsal kriz koşullarında da, üretimin özyönetimi ve özörgütlenme canalıcı önemde bir sorun olarak ortaya çıkıyor. On yıllar öncesinden Alpagut’ta ya da Yeni Çeltek’te madencilerin Soma maden işçilerine gösterdikleri gerçek budur.
Diğer yandan yakında yaşadığımız Kazova özyönetim deneyimi ya da Greif gibi fabrika işgallerinin artması vesilesiyle özörgütlenme, işçi özyönetimi ve bunun yeni örgütlenme, haberleşme daha da ötesi sınıfsal dayanışma biçimlerini, tartışmak giderek güncelleşiyor. Gezi İsyanı’nın sınıfsal niteliği ve bu isyanla ortaya çıkan iletişim, dayanışma ve haberleşme biçimlerini salt bilgilenme değil sınıfsal eylem aracı olarak görmek hatta üretimin yeniden örgütlenmesini sınıfsal temele oturtmak önem kazanıyor.
Özörgütlenme, tüm aciliyetini koruyan siyasal öznenin oluşturulması, siyasal katılımın yeni araçları konusundaki tartışmaların alternatifi değil ama işçi sınıfının yeni bileşimlerinin yeni örgütlenme dinamiklerini anlamak için yaşamsal bir tartışma gündemidir. Söz konusu bu yeni bileşimler, gerçekte eski çalışma koşullarında değil, yeni güvencesiz çalışma koşullarında çalışan yeni işçi kuşaklarıdır. Farklı üretim dallarından, bir bütün olarak toplumsal üretimin farklı alanlarına kadar yayılan geniş bir yelpazeyi oluşturmaktalar. Üretimden, taşımacılığa, tezgâhtarlıktan, yazılımcılığa ve bankacılığa kadar pek çok farklı alanda çalışan bu yeni işçi kuşaklarının kendi çalışma koşullarına uygun, bu koşulların onlara kazandırdığı yeni teknolojiler ve yeni iletişim araçlarıyla özörgütlenme dinamikleri üzerine düşünmek, giderek önemli hale geliyor.
Özörgütlenme, Sovyet deneyimlerinden sonra yersiz biçimde hor görülen bir fikre dönüştü. Üretenlerin yönettiği özörgütlenmeler çeşitliliği olarak başlayan bir deneyim olan Sovyetler Birliği’nin dağılması, hem bir özörgütlenme hem de özyönetim organları olarak Sovyetlerin, İşçi Konseyleri deneyimlerinin, hak etmediği biçimde gözden düşmesine neden oldu. Üstelik bu özörgütlenmelerin tam da can alıcı önemdeki olumlu yanları, yeni kuşaklar tarafından tamamen tarihte kalan tozlu ve sıkıcı sayfalar ya da geçmişin hayaleti gibi bir yana bırakıldığı gibi, konuyu sahiplenmesi gerekenler tarafından da kapsamlı ve eleştirel bir değerlendirmesi yapılmadı. Hâlbuki, 21. Yüzyılın yeni isyanlarında ortaya çıkan alternatif toplumsal ilişkiler kurma arayışları, bu önemli deneyimlerden öğrenme, geçmişle eleştirerek bağ kurma olanağını da yaratıyor. Aslında özörgütlenme fikri 20. yüzyıl boyunca farklı şekillerde varlığını sürdürdü: kimi zaman fabrika işgalleri, halk komiteleri, yerel yönetim denemeleri biçimine büründü. Kimi zaman alternatif bir yaşamın üretilmesi için arayışlarda (ekolojik bir yaşam ya da parasız bir ekonomi arayışı gibi), toplumsal mücadelenin içindeyken daha sonra dışında kalan adacıklar haline büründü. Farklı tarihsel dönemlerde özörgütlenme ve özyönetim farklı özgül biçimler alsa da kapitalist üretime karşı gelişen mücadelelerde “başka bir toplumsal üretim ilişkisi mümkün mü?” sorusu yeniden ve yeniden ortaya çıktı.
Türkiye işçi sınıfı tarihi de özyönetim açısından önemli bir birikim taşıyor. 1900 ve 1923 Mürettipler grevi, 1969 Alpagut ve 1980 Yeni Çeltek deneyimleri bu açılardan önemli dersler sunuyor.[1]
Türkiye Tarihinde İşçi Özyönetimleri:
İstanbul Dizgicileri
İlginçtir, işçi sınıfı tarihine dair belgelerde bu topraklardaki ilk özyönetim deneyimi 1923 Mürettipler grevi olarak geçer, ancak bizzat Mürettiplerin bu grevleri sırasında kendi çıkardıkları gazetelerinde bir başka özyönetim deneyiminden bahsedilir. 20. yüzyılın başındaki bu özyönetim deneyimini yine mürettipler gerçekleştirmiştir. Yazar, belleğine dayandığı için gazetedeki anlatımından tam tarihi kestirmek güç, ama ona göre, 1900 ya da 1901 yılı içinde İstanbul’daki basın emekçileri, mürettipler, muhabirler, yazarlar, gazete sahiplerine karşı birleşerek kötü çalışma koşulları ve ücretlerin ödenmemesi nedenleriyle greve giderler. Dizgi işçileri grevle sonuç alamayınca, Abdülhamid’in baskıcı yönetimine rağmen, matbaaya el koyarak kendi gazetelerini (Saadet) çıkarırlar.[2]
Bugüne kadar ilk diye bildiğimiz özyönetim deneyimi ise bundan sonra 1923’te gerçekleşir. Matbaalarda gazete, dergi, kitap vb. dizgisini yapan dizgi işçilerinin yani Mürettiplerin grevi İstanbul’da 6 Eylül 1923’te başlayıp, 20 Eylül 1923’te biter.[3] İşgününün uzunluğu ve çalışma koşulları yüzünden başlayan bu grev sırasında dizgi işçileri, kendi yönetimlerinde iki gazete basarlar. Bunlardan ilki Dizgiciler cemiyetinin gazetesi olan Haber’dir; ikincisi ise Adil’dir.[4] İşçiler, bu gazeteler aracılığıyla greve gidiş nedenlerini kamuoyuna duyurmaya çalışırlar. Gazetenin basımı ve işyerinin yönetimi tümüyle grevci işçilerdedir. Ne yazık ki, günümüzde konuyla ilgili kaynak sınırlıdır; Mete Tunçay’ın verilerine göre, 1923’ün Temmuz-Eylül ayı arasında toplam 100 dizgi işçisi grev yapmıştır; ancak bunların ne kadarının özyönetim deneyimine katıldığına dair bilgi elimizde yok. İşçilerin yönettiği matbaalar, patron gazetelerini basmadığı için, patronlar Tanin matbaasında bastırılan Müşterek adında ortak bir gazete çıkarır; greve kara çalan yazılar yayımlatırlar. Bunun üzerine 12 Eylül 1923 sabahı işçiler bu matbaayı basarlar.
Toplumsal hareketin yükseldiği bir dönem olan 1922-1923 yıllarında işçi hareketi ikiye bölünmüştür. Bunun izleri dizgiciler grevi öncesinde 1 Mayıs 1923’te görülür. Daha uzlaşmacı bir çizgide olan Umum Amele Birliği 1 Mayıs’ı Sultanahmet’te kutlar. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ise Dizgiciler Derneği’nde (Mürettibin Cemiyeti) dizgiciler ve diğer işçilerle bayramlaşır. Görülen o ki, daha sonra işyerinde üretime el koyacak olan dizgiciler, 1 Mayıs’ı sosyalistlerle kutlamışlardır. Bu da grevin ve özyönetimin siyasal hareketlerden etkilenmiş olabileceğini göstermektedir. Dizgicilerin özyönetimi, 20 Eylül 1923’te hükümetin aldığı önlemler sonucunda sona erdirilmiştir.[5] Dizgi işçilerinin özyönetim deneyimi hakkında bilgiler şimdilik bunlarla sınırlıdır. Ama Cumhuriyet’in ilk özyönetim deneyimi olan Alpagut Madencilerinin işgal ve özyönetimine dair bilgiler daha geniştir.
1969 Alpagut İşçi Özyönetimi
1969 yılında Çorum’a bağlı Alpagut Linyit İşletmeleri’nde çalışan 786 işçi bir forum düzenler. Haklarını aramak için aylardır yaptıkları eylemlere ve greve yanıt alamayınca, forumda alınan karar doğrultusunda 13 Haziran 1969’da kötü işletilen işletmenin yönetimini ele geçirirler.
Alpagut Linyit İşletmeleri, Çimento Sanayii’ne ve bölgeye linyit kömürü üreten, Özel İdare’ye bağlı maden işletmesidir. İşletmede kimi zaman siyasal torpil ve şişirmeyle 900’ü aşan işçi çalışmakta; 1969’da ise bu sayı 786 işçi ve buna eklenen memur ile yöneticilerden oluşmaktadır. İşgale kadar, işçilerin iki aydan fazla süredir ücretleri ödenmemiştir. Ocaklarda iş güvenliğini sağlayan tek bir mühendis vardır; o da rapor vb. nedenlerle aylardır işyerine uğramamıştır.[6] Maaş aldığı halde ocağa gelmeyen personel vardır, bunlar siyasal kadrolaşmaya göre yüksek maaşlarla işe alınmıştır. Siyasal rüşvetlerle yönetici konumuna getirilen insanlar, madene bile uğramadan para almakta, özel idare ücretleri ödemezken, siyasal kayırmacılıkla kimi özel işletmelere ya da yine devlet işletmelerine veresiye kömür vermektedirler.
İşçiler, Çorum ve Havalisi, Birleşik Maden İşçileri Sendikası’nın örgütlediği eylemler ve grevler yaparlar. Sonuç alamayınca sendikalı işçilerin de öncülük etmesiyle işletmeyi işgal ederek, kendileri üretim yapmaya başlarlar. Ücret alacaklarının verilmesi, torpil ve yolsuzluğun sona erdirilmesi, iş güvenliğinin sağlanması, ocakların daha iyi yönetim için Türkiye Kömür İşletmeleri’ne devredilmesi gibi talepler, işçilerin ilk talepleridir. Sendika başkanı ve genel olarak sendika özyönetime mesafeli dursa da, Alpagut şubesindeki sendikalı işçiler, işgal ve özyönetimde başı çekerler. İlk yapılan, vardiyası biten işçilerin yönetim bürosunda ve kömür depolarında denetimi sağlayarak nöbet tutması, vardiyası gelenlerin ise ocaklara inerek üretimi sürdürmeleridir.
Özyönetimin temel organları, tüm işçilerin oluşturduğu genel işçi kurulu ile onların seçtiği işçi konseyidir. İşgale ve üretime katılan tüm işçiler, üretimi yönetmek, satışı düzenlemek ve kontrol etmek gibi yürütme işlerini üstlenen bir İşçi Konseyi seçerler. İşçi Konseyi, tüm işçileri temsil etmektedir, ona karşı sorumludur ve haftalık raporlar verir. Bu raporlar, satış miktarı ve satışlardan elde edilen gelirlerin olduğu kadar üretimin devam etmesi için gerekli harcamaların da açık bir dökümünü yapar. Gerektiğinde gazetelere bu dökümler verilerek, patronların kara çalmalarına yanıt verilir. Muhasebecilerden bir kısmı işgale katılmasa da, katılanlar gelir ve gider hesaplarını yaparlar; işçi konseyinin satış kurulu bu hesabı denetler. Bu işçi kuruluna, işçi konseyinin mali sekreteri başkanlık yapmaktadır.
İşçi Konseyi, üretilen kömürün satışını daha önceki yönetimin aksine peşin yapma kararı alır ve bunu sıkı biçimde uygular. Peşin satışlardan elde edilen gelir artar. Bu gelirden, üretimin sürmesi için gerekli harcamalar (maden direği, akaryakıt gibi) çıkarıldıktan sonra kalan para, işçiler arasında dağıtılır.
Üretimden elde edilen net gelirin, nasıl bölüşüleceği de tüm işçiler arasında tartışılır. Genel karar, alacakların öncelikle ödenmesi üzerinedir.[7] İşgalin 27. gününde ücretler düzenli ödendiği gibi işçilerin nisan ayı alacakları da kapanmıştır. Henüz işgalin ikinci gününde yapılan genel işçi kurulu toplantısıyla, işletmeye uğramayan müdürün, muhasebe müdürünün ve işçilerin ikna çabalarına rağmen rapor almaya devam eden mühendisin işine son verilir. Çorum Valisi’nin temsilcilerle makamında görüşme talebine, görüşmenin tüm işçilerin gözü önünde, işletmede yapılması gerektiğine karar verilerek red yanıtı verilir.
İşçi Konseyi, çalışmayı ve üretimi düzenler. Üretim artar; üretim kapasitesi de artar. İşgüvenliği sağlanır, ODTÜ’den gelen duyarlı mühendisler denetimlerde bulunurlar. İşçiler, artık muhasebeyi şeffaf yapmakta, kontrol etmektedirler; üretilenden elde edilen gelirin bilgisine sahiptirler. Bu gelir arttıkça, ücretlerini ve eski yönetimden kalan borçlarını hızla karşılamaktadırlar. Bu yüzden İşçi Konseyi’nden bir işçinin dediği gibi “işçiler işlerine dört elle sarılırlar”. “Artık işçi ocağı kendi malı gibi değerlendiriyor, bu emeği de para olarak değerlendirildiğinden durumundan memnun”dur.[8]
İşçi yönetiminde üretim henüz iki hafta içinde yaklaşık %50 artmıştır. Üretimden gelen gelirle alacakların ve ücretlerin düzenli ödenmeye başlanması işçilerde büyük bir özgüven gelişmesine yol açmıştır. Civar köylerde oturan aileleri ve yakınlarının özyönetime desteği giderek artmıştır. İşçi yönetiminin kökleşmesi, bu yönetimi sona erdirme çabalarını da artırır. Daha önce işçilerin beceremeyeceğini düşünerek atıl kalan yetkililer, harekete geçerler. İl Genel Meclisi toplanır. Vali, İçişleri Bakanlığı’na giderek Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün madeni devralması için incelemelerde bulunmasını talep eder.
İşgalin ilk günlerinde eski yönetim yanlısı kimi işçiler, üretimi sabote eder; kartvizitle işe alınmış bazı işçiler, işe uğramazlar; uğrayanlar ise ortak belirlenen çalışma düzenine uymazlar. 40’a yakın böylesi eski işçi, tüm işçilerin kararıyla işten çıkarılır.
İşçilerin kurduğu işçi satış kurulu, işçilerin inisiyatifini işyerinden satış alanlarına genişletir. İşçi özyönetimi eski yönetimin uygulamalarını ortadan kaldırır. Alpagut’ta üretilen kömür, daha önce patronlar tarafından devlet işletmelerinden özel işletmelere doğru torpil ve yandaşlıkla dağıtılır; sıra köy halkına hatta köy okullarına hiç gelmez. Oysa İşçi Yönetimi ile birlikte köy okullarına öncelik verilmesi, köy halkına danışılması, özyönetimin toplumsal meşruiyetini de hızla yayar. Yolsuzluğun, karaborsanın ve fahiş fiyatın kaldırılması da halk içinde meşruiyeti büyütür. Satışlar sırasında yolsuzlukların önü alındığı gibi, kömürün köylere dağıtılması sırasında fahiş fiyatın da önüne geçilir; bu şekilde karaborsacılık engellenmiş olur. Zaten babası, kardeşi, eşi madende çalışan köylüler tüm gözünü madene dikmişken, işçi özyönetiminin bu olumlu sonuçları herkesi etkiler. Kararların oluşumuna katılmak özyönetime verilen desteği de güçlendirir. Ta ki, 16 Temmuz 1969 akşamı, Ankara’dan getirilen Jandarma Birliği ocakları ve kuvvet santralini ele geçirip, işçi yönetimini sona erdirene dek.
Devletin müdahalesi ile birlikte sendikalı olan ve başı çeken işçiler işten atılır. Ama Alpagut işçilerinin, ücretler ve işten çıkarılanlar için eylemi devam eder. 34 günlük özyönetim, işçi tarihine önemli bir deneyim bırakır. Alpagut işçilerinin deneyiminin etkisi hızla yayılır.
Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından diğer önemli bir özyönetim deneyimi ise 1980’de başlayıp 33 gün süren Yeni Çeltek Maden İşletmesi’ndekidir.
Maden İşçisinin Özyönetimi
Amasya’nın Suluova ilçesinde bulunan Yeni Çeltek Maden İşletmesi, kömür üretmektedir ve üretimi büyük oranda Şeker Fabrikalarına enerji için gerekli kömür üretimine dayanmaktadır. Dolayısıyla bölgedeki önemli bir üretim zincirini birbirine bağlar. Şeker üretimi, şeker pancarı üretimine bağlıdır. Kömür üretimi, şeker üretimine enerji sağlamaktadır. Böylelikle Maden İşletmesi ve Şeker Fabrikası, hem madencinin hem köylünün küspe, pancar gibi yükü kamyona yükleyen yabacıların, kamyoncuların ve bölge halkının tüm kaderini belirliyordu. Bölgede yerleşik olan sendikanın yöneticisi aynı zamanda kömür nakliye filosunun da sahibi olan Satışoğlu lakaplı Mehmet Yılmaz idi ve işverenlerle birlikte işçileri, kimi zaman silahlı çatışmalara varacak biçimde çete usulü tahakküm altına almıştı. İşçi ücretlerini ve çalışma koşullarını Satışoğlu’nun sendikası saptıyordu.[9] Tam da bu kötü koşullara karşı Yeraltı Maden İş Sendikası, Yeni Çeltek’te hızla örgütlenmeye başladı. Kurulduktan sonra DİSK’e katılan bu genç sendika, Satışoğlu’nun çete sendikasıyla kısa zamanda karşı karşıya gelir. Yeraltı Maden İş bu mücadelenin içinde sendikalaşır ve bölgedeki çete egemenliğini kırar; toplu sözleşmelerde hak sahibi olur. Bu sadece madenciler için değil, yabacılar, şeker pancarı üreticisi köylüler için de önemli bir gelişmedir; çünkü böylelikle pancar fiyatları, pancar ve kömür nakliye fiyatları, yabacıların ücretleri gibi pek çok konuya işverenle birlikte hâkim olan Satışoğlu’nun işçi simsarlığı ve tüccarlığının etkisi kırılmıştır. Madenciler, Yer altı Maden İş sendikasında örgütlenerek, kötü çalışma koşullarına karşı 1976’dan sonra defalarca grev yaparlar; bu grevler yükselen işçi hareketinin de etkisiyle sadece ekonomik talepleri değil siyasal talepleri de gündemine alır.
1980’e gelindiğinde Yeni Çeltek işletmesinde uyuşmazlıkla sonuçlanan toplusözleşmeler karşısında yönetimin tutumu bu sefer daha farklı olur. Henüz toplusözleşme uzlaştırma toplantıları devam etmekteyken, işçilerin grev kararına karşılık ocakların zarar ettiği gerekçesiyle şirket yönetimi ocakları kapattığını açıklar. Bunun üzerine grevin yetmeyeceğini görerek, 26 Nisan 1980’de işletmeyi işgal eden işçiler üretimi sürdürürler.
890 işçi, 33 gün boyunca işçi özyönetimini hayata geçirir. Sendikanın önerdiği toplu sözleşmede, işçilerin 20 kişilik komiteler kurarak yönetime katılması zaten yer almaktadır. Sendikanın öncülüğünde işçiler, bu komitelerden oluşan Konsey’le üretimi ve dağıtımı örgütlerler.
Her biri 20 işçiden oluşan, işçilerin söz ve karar haklarının olduğu komiteler, işletmeyi kâra geçirir. Müessesenin iddialarının tersine haftada 2.5 milyon kar sağlandığı açıklanır. İşçiler gerekirse hesapların tüm denetçilere açılabileceğini de açıkça belirtirler.
Komiteler üzerinden katılımcı ve üretimin, hesapların şeffafça planlandığı bu özyönetim deneyimi, üretimden dağıtıma ve satışa doğru genişledikçe, işletmenin dışını da etkiler. Kömürün satış ve pazarlaması, halkla birlikte yapılır. Kurulan komiteler aracılığıyla köylerde karaborsa ortadan kaldırılır. Köylerin yakacak sorunu çözülür. Kömür doğrudan işletmeden halka dağıtılır. Yükleme boşaltma işinden, kamyona kadar maden işçileri ile yabacılar dayanışma içinde davranırlar.
Özyönetimin kendi kendini yönetme ve katılım pratiği genişledikçe, toplumsal meşruiyeti artar. Dahası kendi özgüveni ve özgücüne sahip çıkması; maden dışındaki köy komiteleri ve işçi derneklerine de örnek olur. Böylece özyönetim devam ettikçe madendeki komiteler ile köy komiteleri, yaba işçilerinin dernekleri, öğretmen örgütleri (TÖBDER), köy dernekleri ile her alanda dayanışma ilişkisi genişler. Çetelerle mücadelede bu komiteler ve maden işçilerinin özyönetim komiteleri dayanışma içinde birlikte hareket ederler. Genel olarak toplumsal hareketi parçalamak, bölgede yükselen işçi hareketini bölmek için Çorum, Maraş, Amasya’da faşist provokasyonlar hazırlanırken, bunların erken örnekleri Yeni Çeltek’te gerçekleşir ancak özörgütlenmeler yüzünden etkili olamaz.
Hatta iş güvenliği ve maden verimi için önemli olan teknolojik bir değişim yine özyönetimin kendi çabasıyla yapılır. Başka madenlerde yabancı firmalarca yapılan skipdesandre (meyilli galeride skip nakliyesi) kurulumu özyönetim işçileri tarafından gerçekleştirilir.
Özyönetim komitelerinin önemli bir deneyimi de işçi işe alımlarıdır. İşçi ihtiyacı olduğunda özyönetim, köy komitelerine ve bölgedeki derneklere haber gönderir. Komite ve dernekler de işe en çok ihtiyacı olanı belirler. Hangi partiden olduğundan bağımsız, emekçi olması, direnişe sempatiyle bakması, işe ihtiyacı olması temel belirleyicilerdir. Çetin Uygur’un söylediğine göre, işçi ilanının yanı sıra iş talebi de madende bir panoda duyurulur.[10] Özyönetim komiteleri ve köy komiteleri birlikte karar verirler.
Sonuçta 890 kişiyle başlayan ve 33 gün süren özyönetim, tüm bölgedeki köylerde özörgütlenmeleri teşvik eder; bölge işçileri ve köylüleri de madendeki özyönetim etrafında birleşip gelişirler.
Özyönetimin son günlerinde, Valilik ve Bakanlık yetkilileri, işçi servis araçları ile kömür kamyonlarına el koyar; işletmenin telefonlarını keserler. Bu durum, üretimin yavaşlamasına ve bunun yol açabileceği yangın ya da grizu patlaması tehlikesi nedeniyle iş güvenliği sorunlarına neden olur. Sendika bu yüzden 29 Mayıs’ta üretimi ve işyerini terk etmeme eylemini bitirir ve greve başlar. Yeni Çeltek Maden İşletmesi’ndeki grev, 12 Eylül 1980 darbesiyle bastırılır.[11]
İşçi Özyönetimlerinin Bazı Temel Özellikleri
Bütün işçi özyönetimlerinin temel özelliği, yönetime katılımın, üretimin ve bölüşümün, yapma ve karar alma süreçlerinin ortaklaştırılmasıdır. Bu sürecin ortaklaştırılması; işçi hareketinin bizzat kendisine özgüven katar, üretimin yönetilmesi ve bölüşülmesi konusunda kendi çevresinden başlayarak tüm topluma özgüven ve özlemlerinin ete kemiğe bürünmesi anlamında gelecek güvencesi verir. Tüm bu ortaklaşmacı yaşamın sadece duyurulması değil, şeffaf biçimde tüm katılım süreçleriyle alenileştirilmesi, yani tüm toplumun bilgisine ve giderek katılımına açık hale getirilmesi, toplumsal hareket için eşsiz bir deneyimdir. Üstelik çoğu zaman hukuka ve yasalara aykırı ya da onların dışında yürüyen toplumsal hareket için bu tam bir meşruiyet zemini yaratır ve bu zemini genişletir. Üretime girdi sağlama, üretilenin satışı, dağıtımı, geliştirilmesi, bunların hesabının açıkça ve toplumla tartışılarak yapılması, hele de bu meclis, forum, komitelerin benzerlerinin yaşamın diğer alanlarında türemesi, bu meşruiyet zeminini hızla genişletir.
Böylelikle, kriz dönemlerinin yıkıntısı içerisinde işsiz ve güçsüz kalan işçi sınıfı yerine, özörgütlenmeye ve kendi yönetimine sahip işçilerin özgüveni oluşur. Bunun belli başlı sonuçları şöyle özetlenebilir:
- Üreten işçiler, yönetebileceklerini görürler.
- Üretimi bir bütün olarak görme olanağını yakalarlar. İşyerinde çalışan tüm kesimlerin ücretlerini gördükleri gibi, kendi ücretleri ile üretimden gelen gelir arasındaki farka patronun nasıl el koyduğunu da apaçık görür ve çıplak sömürünün bilincine varırlar.
- Üretilenden elde edilen gelirin tüm işçiler arasında bölüşülmesi, işçilerin fabrikayı sahiplenmesini sağladığı gibi, özel mülkiyet fikrini de sorgulamalarını sağlar.
- Bu ortaklaşma, sadece işçilere değil, çevrelerinde ilişkiye geçtikleri toplumsal gruplara da özgüven kazandırır. Özyönetimin şeffaf bir şekilde toplumun bilgisine sunulması sadece onun meşruiyetini artırmaz; aynı zamanda daha geniş kesimler tarafından sahiplenilmesini birlikte getirir. Böylelikle toplumsal dönüşüme bir kapı aralar.
- Üstelik çoğu zaman bu tür özyönetimler, hukukun dışında, kendisine yeni bir alan açarak yürüyen toplumsal hareketler biçiminde gelişirler. Bu özyönetimin diğer alanlarla birleşmesi tam bir meşruiyet zemini yaratır.
- Üretime girdi sağlama, ürünlerin satışı, dağıtımı, geliştirilmesi, hesapların şeffaf ve üreten işçilerden başlayarak diğer toplumsal kesimlerle tartışılarak yapılması bu meşruiyet zeminini hızla genişletir. Bu yönüyle, meclis, forum ve komite gibi özörgütlenme organlarının hayatın diğer alanlarında türemesine katkı sunabilir.
- Başarılı özyönetim deneyimleri üretimi, satışı ve bölüşümü örgütlerken toplum kesimlerinin desteğini ve dayanışmasını sadece tüketim alanında bulmamaktadır. Yeni Çeltek örneğindeki gibi yaba işçileri, pancar üreticileri gibi sınıfsal kesimlerin üretimden gelen kapasitelerini de harekete geçirmelerini sağladıkları için başarılı olmaktadır.
Özyönetim Deneyimlerinin Günümüzdeki Olanakları
Yakın zamanda gördüğümüz özyönetim ve işgal deneyimleri de bu özellikleri kısmen gösterdiler ve önemli olanaklara işaret ettiler. Geçtiğimiz yıl Kazova işçileri de fabrikayı işgal ederek üretime başladılar. İstanbul Bomonti’de bulunan, 1947 yılında kurulmuş Kazova tekstil şirketinde çalışan işçiler birden kapı dışına kondukları gibi, aylarca maaşlarını alamadılar; kıdem ve ihbar tazminatları da ödenmeden sokağa atıldılar. Bunun üzerine eylemlerle seslerini duyurmaya çalıştılar. Gezi Parkı isyanlarının verdiği güçle de, fabrikadan makinelerin çıkarılmasını engellemek için yine bir haziran günü fabrikayı işgal ettiler. İşgal ettikleri fabrikada üretime başlamaları ise daha sonra gerçekleşti. Gezi İsyanı sonucu ortaya çıkan forumlar, başta Tatavla Forumu, Şişli Forumu gibi pek çok forum da onlara destek verdi. Greif işçileri ise taşerona karşı mücadelede önemli bir deneyimi yansıttılar. Üretimde farklı farklı taşeronlardan işçileri birleştirdikleri gibi, bu mücadeleyi diğer fabrikalara sıçratmak için de önemli bir çaba gösterdiler, işçi sınıfı tarihi açısından deneyim biriktirdiler.
Günümüzde özyönetimin bir imkân ve gerçeklik haline gelmesi için bazı olanaklar var. Birincisi, normal şartlar altında işçi sınıfının kolektif bilinç ve eylemini sınırlandıran üretimin parçalanmış yapısının, bu parçalar arasında kurulacak mücadele bağları ve özyönetim ağları yaratmaya olanak tanımasıdır. Uzun zamandır üretim, geleneksel fabrikanın bünyesinde yapılan pek çok işin (pazarlama, satış, reklam, güvenlik, temizlik, lojistik) fabrikanın dışında yapıldığı bir nitelik kazanmış durumda. İşçi sınıfının farklı kesimlerinin bu farklı alanlara dağılması özyönetim deneyiminin farklı alanlardaki işçileri (“mavi yakalı”lardan “beyaz yakalı”lara) bir arada örgütlenmeye çağırmasını da gerektirir. Dahası özyönetim deneyimleri ile diğer türden özörgütlenmeler (forumlar, işçi meclisleri) arasında sınıf bağları kurulmasının olanakları da böylelikle açılır.
Haziran İsyanı’ndan bugüne, forumların, farklı özörgütlenme deneyimlerinin işlevlerinin zayıflamasına bakılarak bu olanaklar göz ardı edilmemelidir. Çünkü unutulmamalıdır ki, ekonomik krizler ve toplumsal bunalım dönemlerinde bu tür özörgütlenmeler kitlelerin belleklerinde canlanma potansiyeli taşırlar. Dahası can havliyle sarılınan temel olanaklar haline gelebilirler.
Haziran İsyanı’ndan sonra gelişen özörgütlenme nüveleri olarak park forumları ve bir işçi yönetimini düşünerek yeni işçi kuşaklarının özörgütlenme potansiyellerine örnek verebiliriz. Örneğin, işçi yönetiminin üretimde ihtiyaç duyduğu emeği hatta mühendislik ve teknik emeği kamuoyuna duyurması, forumlardan talep etmesi olanaklardan birisidir. İşsizliğin yoğunlaştığı dönemlerde bu, etkinliği ve meşruiyeti toplumsallaştıracaktır. Teknik emeği, mühendisliği de yani işçi sınıfının diğer kesimlerini de mücadeleye katacaktır. Bir mücadele deneyimi olarak belki daha da önemlisi ise, işgal ve üretime başlama sürecinin başında işyerini bu hale getiren, aylarca ücretleri, kıdem ve ihbar tazminatlarını ödemeden bırakan patrona ait finansal ve vergi bilgilerinin, bankacılık ya da gelirler idaresi alanında çalışan işçilerden elde edilmesine dair sendikalara, forumlara bir çağrı yapılması örneğidir. Bir başka örnek, üretim için gerekli girdileri uygun ve nitelikli biçimde elde edebilmek için tedarikçi bağları, iş ve ticaret ilişkileri yerine bu tedarikçi işletmelerde çalışan işçilerin bilgisine başvurmaktır. Bu başvuru, forumlar ve sendikalara yapılan çağrılarla olanaklıdır. Böylelikle, sadece forumlar ve diğer özörgütlenmeler, özyönetim sürecine destek olmayacaklar; aynı zamanda bu forumlarda, sendikalardaki işçi sınıfı kesimleri de üretimdeki güçleri ve kapasiteleriyle özyönetim deneyimine destek vermiş olacaklardır. Özyönetim, eylemli sınıf dayanışmasının olanaklarını açacaktır.
Özyönetim, işçi konseyi, meclisi gibi yönetim organları eliyle, karar alma süreçlerine tüm işçileri katmaya çalışarak yönetimi katılımcılaştırdıkça, şeffaflaştırdıkça pekişir. Özyönetimin mücadele ve üretim sürecinde yaşadığı sorunlar, ihtiyaçlar, özörgütlenmelerin sorunu, ihtiyacı haline geldikçe olanaklar yayılır ve artar.
Dolayısıyla özyönetim deneyiminin forumlarla, diğer özörgütlenmeler ve sendikalarla koordineli yürümesinin sınıfsal dayanışmayı güçlendirmesi beklenebilir. Gezi Parkı sonrası oluşan forumlardaki katılımcı süreçlerle fabrika işgallerindeki özyönetim pratikleri de bu bağlamda birbirinden öğrenebilir. Kazova işgaline Şişli ve Tatavla gibi forumlarının verdiği destek, dayanışmanın ötesine geçerek somut işbirliği mekanizmalarını zorlayabilirdi.
Kriz dönemlerinde, işsizlik, pahalılık, borçlanmaya karşı kurulacak özörgütlenmeler, şekilleri ne olursa olsun, iflas eden işletmeleri çalıştıran işçilerin özyönetim deneyimleriyle irtibata geçebilirler.
İkincisi teknolojik açıdan da üretimin altyapısı, farklı birimler arasındaki iletişimin sağlanmasına, farklı işçi gruplarının şeffaf katılımıyla kararlar alınmasına da müsait. İhtiyaçların tespiti, üretimin planlanması, finansal planlama, bölüşüm hesaplamaları, pazarlama, mühendislik ve bakım onarım hizmetleri gibi pek çok alanda katılımcı bir sistemin teknik donanımını gerçekleştirme şansı var. Gezi Parkı eylemlerinin işaret ettiği gibi kapitalist toplumsal yeniden üretim döngüsünün farklı aşamaları için üretilen ve elzem olan araçlar, mücadele anlarında birden tersyüz edilerek, toplumsal hareketler tarafından kullanılabiliyor. Kullanılabiliyor çünkü onları kullananların büyük bir kısmı, zaten bu tür bir teknoloji üretimi işiyle dolaylı ya da dolaysız ilgili yeni işçi kuşağı. Ya da bu yeni işçi kuşağı, “işgücü pazarı”na girebilmek için bu iletişim teknolojilerini kullanmaya yatkın olmak zorunda. Üretimin tedarik zincirini, envanter kontrolünü, bilgi akışını, finansal bilginin devrini hızlandıran, elektronik pazar alanını büyüten mobil telefon ve internet sistemleri, bu sistemlerin ağ uyarı ve ileti mekanizmaları, birden sosyal medya ağı, bilgi yayma ve mücadele etme araçlarına dönüyor. Neden benzer teknolojiler var olan özyönetim pratiğinin karar süreçlerini, ihtiyaçlarını duyurmasının bir aracı olmasın? Sadece satışın planlanması değil, bundan önce özyönetimin ihtiyaç duyduğu emeğin, girdilerin ortak planlanmasının aracı olmasın? Örneğin, ihtiyaç duyulan iplik ya da eş zamanlı gelişecek özyönetim pratikleri için de kullanılmasın? Neden bir üretimin bütün safhaları (hammaddeden tüketim anına kadar) katılımcı süreçlerle gerçekleştirilmesin? Haziran İsyanı ile daha da görünür olan olanaklara, yani yeni iletişim teknolojilerinin bilgiyi kamusallaştırma olanaklarına bakmak önemlidir. Özörgütlenmenin karar süreçlerinin ve üretim süreçlerinin kamuya açılması gözetildiğinde bu sadece “sosyal medya”yı kullanmak, internetten yararlanmak, eylemi duyurmak değil, özyönetimi yayılan halkalarla eşgüdümlemeye yarayacaktır.
Tek tek patronları alt etmek, bir ya da birkaç fabrikada patronsuz üretim yapmak, toplumsal üretim ilişkilerini dönüştürmese de, işçilerin kendilerinin katılımcı bir tarzda üretimi yönetmeleri, elde edilen değeri bölüşmeleri özyönetimin eşsiz kazanımlarından biridir. Bu kazanımın en can alıcı yönü, özellikle içinde yaşadığımız çağda, bir bütün olarak kâra dayanan, iş güvenliğini, iş güvencesini, insanların işsizliğini hiçe sayan sonuçları itibariyle ölümcül bir üretim sisteminin yerine toplumsal yeniden-üretimin tekrardan ve üretenlerce örgütlenebileceği olasılığını canlı olarak gündeme getirmesidir.
[1] Bunların dışında da özyönetim deneyimleri vardır. Örneğin 9 Haziran 1970’te Günterm Isı Sanayi fabrikasında çalışan 80 işçi maaşlarını, kıdem tazminatlarını alamadıkları için 40 gündür sürdürdükleri direnişi işgal ve özyönetime dönüştürürler. Fabrikanın patronları kayıplara karışmıştır. Bunun üzerine işçiler içerideki alacaklarını ve kıdem tazminatlarını karşılamak için üretim yaparlar. Mart-Nisan alacaklarını karşılamak için üretimden gelen geliri bölüşürler (Tevfik Çavdar, Türkiye İşçi Sınıfı Tarihinden Kesitler, Nazım Kitaplığı, 2005).Yine 1976’da İstanbul’da bir fırında çalışan işçiler, fırın sahibiyle anlaşamayınca kısa bir süreliğine de olsa fırını kendileri işletirler (Gökhan Akçura, “Alpagut Olayı”, 1976, DTCF Tiyatro Kürsüsüne verilen Tez).
[2] Bkz. Haber, 8 Eylül 1923, “Eski Bir Hatıra” başlıklı haber. Milli Kütüphane arşivindeki özgün nüshanın taramasından alınmıştır.
[3] Bkz. Şehmus Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketleri 1908-1984, Sosyalist Yayınları, 1993, İstanbul.
[4] Bkz. Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar I, 2009, İletişimYayınları, İstanbul.
[5] Bkz. Şehmus Güzel, a.g.e.
[6] Alpagut işçi özyönetimine dair temel bilgiler için bkz. Kurthan Fişek, “Alpagut Linyit İşletmesi İşgalinin Birinci Yıldönümünde”, Emek Dergisi, Temmuz 1970, Sayı: 2, s. 17–35 ve Özgür Narin, ‘Uzay Çağında Sosyal Adalet Savaşı’ 1969 “Alpagut Olayı”, Almanak 2009 Analizleri, SAV Yayınları, Aralık 2010. Fişek’in yazısı temel belgedir. Bu yazıya internet üzerinde, özyönetim belgelerini ve kaynakları yayınladığım ağ sayfasından da ulaşılabilir. http://isikdahacokisik.blogspot.de/2012/10/kurthan-fisek-1969da-alpagut-linyit.html
[7] Bkz. Gökhan Akçura, “Alpagut Olayı”, 1976, DTCF Tiyatro Kürsüsüne verilen Tez.
[8] Bkz. Özgür Narin, a.g.e.
[9] Bkz. Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, Cilt 3, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
[10] Bkz. Unutturulanlar 2 – Devrimci Yeraltı Maden İş Sendikası Yeni Çeltek Belgeseli, 2004, Açılım Araştırma Belgeleme Filmcilik.
[11] Bkz. Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, Cilt 3, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
(Bu yazı DİSK-AR dergisinin 3. sayısında yayınlanmıştır)