spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncel1 Mayıs 2022: Yine geleceğiz, daha güçlü geleceğiz

1 Mayıs 2022: Yine geleceğiz, daha güçlü geleceğiz

2022 1 Mayıs’ı ücretlerin günden güne eridiği, her gün bir yenisinin eklendiği zamlarla daha da yoksullaşan emekçi halkın öfkesinin giderek büyüdüğü, uzun süredir işçiler arasındaki hoşnutsuzlukların fiilen de ortaya konduğu Ocak-Şubat aylarındaki direniş günlerinin ertesinde gerçekleşti. İşçiler, geleneksel sendikal merkezlerin hiçbir dahlinin olmadığı bu direniş günlerinde patron, sarı-bürokratik sendika ablukası ve muhafazakâr siyasal hegemonyaya rağmen ayağa kalkma cüretini göstermiş, kritik bir direniş pratiği sergilemiştir.

Kapitalist devletin sendikal örgütlenmeyi, direnişi ve grevi neredeyse imkânsız hale getirdiği, fiili ve hukuki yollarla sınırladığı, hâkim sendikal merkezlerin ise sermaye sınıfı tarafından kuşatıldığı ve bulundukları şirketlerin insan kaynakları departmanları gibi çalıştığı koşullarda, işçiler ayağa kalkarak yurdun dört bir yanında fiili grevler ve doğrudan eylemlerle sermaye sınıfının saldırılarına karşı ekmeği ve haysiyeti için mücadeleye atılmıştır.

Bu koşullarda gidilen 1 Mayıs’ın tarihsel anlamına işaret ederek haftalar öncesinden tutumumuzu açıklamıştık. Tüm yasaklamalara rağmen, herhangi bir yasal zemini olmadan onlarca direniş, doğrudan eylem ve devlet ağzıyla ifade edersek “yasadışı grev” gerçekleştiren işçilerin gerisinde bir tutum alınamayacağını, TÜSİAD ağır topu Tuncay Özilhan’ın köşkünün önünde kaymakamlık yasağı dinlemeden toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyen işçinin gerisinde kalmanın gelecek dönem eylemlerini de geriye götüreceğini, Taksim’e dönük simgesel siyasi yasağın tanınmaması ve başta Taksim olmak üzere tüm yurtta her kentin en önemli meydanlarına çıkmak gerektiğini ifade ettik. 1 Mayıs seçenekleri açıktı; ya sınıf düşmanının işçileri sıkıştırmak istediği yasallık sınırları kabul edilecek ve Ocak-Şubat ayına damga vuran eylemlilik sürecinin gerisinde kalınacak ya da işçi hareketinin bu yasal deli gömleğine sığmayacağı sembolik de olsa ifade edilecekti. 1 Mayıs’ta İstanbul Maltepe’ye gidenlerin yaptıkları değerlendirmelerde farklı biçimlerde de olsa coşkusuzluk, heyecansızlık tespitlerinde bulunmalarını tam da bu yüzden yadırgamıyoruz. Onlar işçi hareketinin yeni yöneliminin gerisindedir; direnme eğilimi olan işçiye yasal süreci işaret edip son dönemde çeşitli trajik örneklerini gördüğümüz gibi, egemen sınıfın izin vermediği işyeri ve coğrafyalarda örgütlenme iradesini sakatlamaya devam edeceklerdir. Bu, stratejik bir hata değil önümüzdeki seçimlerde etkilerini daha sarih biçimde göreceğimiz ve uzun süredir üretilen ideolojik-politik bir eğilimdir, iradidir. İşçiyle, emekçiyle neredeyse hiçbir somut bağı bulunmayan, buna dönük en ufak bir çaba göstermediği gibi bundan yüksünen, sınıf mücadelesini büyütmek adına hiçbir değer üretmeyen kimi kesimlerin Umut-Sen’i değersizleştirmekle meşgul olması manidardır ama şaşırtıcı değildir. Maltepe manipülasyonu tam da bu yaklaşımı yönetmek üzere geliştirilmiştir. Böylesi bir resmin olduğu uğrakta Taksim ısrarı sadece tarihsel bir anlama değil güncel politik bir değere de sahiptir.

1 Mayıs günü üç ayrı noktadan Taksim hedefimize yürüdük. PTT-Sen, Bağımsız Emek Sendikası, DGD-Sen, Nakliyat-İş üyeleri, Uzel direnişçileri, metal işçileri, belediye işçileri Saraçhane’ye yürüdü. Saraçhane taktiğini biz bulmadık, tarihsel anlamının yanı sıra 2004’de DİSK ve KESK Çağlayan cenderesini kırmak ve meşum katliamın otuzuncu yılında Taksim’e çıkabilmek için bu taktiği uyguladı. 2010’da uzun mücadeleler sonrasında ve kuşkusuz başka etmenlerle birlikte bir sonuca ulaşıldı. Saraçhane bu bakımdan yakın tarihteki en önemli sembolik Taksim ısrarını da ifade eder.

Saraçhane yürüyüşü daha başlamadan genç arkadaşlarımız Beşiktaş’ta 40 kişilik kortejle ilk barikatı aşsalar da ikincisinde işkenceyle gözaltına alındılar. Sembolik bir ısrarla yetinmemek ve fiili inisiyatif göstermek için öğlen saatlerinde 50 kişiyle Beşiktaş’tan Taksim’e yürüyüşe geçtik, 30 arkadaşımız işkenceyle gözaltına alındı. Kısacası, üç ayrı noktadan yasak tanımama ve Taksim’i kazanma iddiamızın arkasında durmaya çalıştık. Şimdiye kadarki eylemlerimizi belirleyen strateji, emekçileri boyunduruk altına alan sermaye ve onun devletine karşı sınıfın bağımsız gücünü inşa etmek yönünde oldu. Saraçhane ve Taksim hattı bu stratejinin uygulanmasından başka bir şey değildir. Bizi tanımak ya da eleştirmek, hareket tarzımızı anlamak isteyenler bunda samimi ve tutarlı olacaklarsa tarihimize bakabilirler. Ürettiğimiz deneyimler, değerler, ilişki tarzımız, yaklaşımımız ortadadır; gerçekliğimizle örtüşen tüm eleştirilere açıktır. Bize eleştiri ya da tartışmayla değil de sataşma ya da yergiyle yaklaşmaya çalışanlar bizim gerçekliğimizi değil sadece ve sadece kendi gerçekliklerini dışavurmuş olurlar.   

Biz buradan çeşitli dersler çıkarıyoruz; daha çoğunu, daha doğrusunu, daha etkilisini yapabilecek güçte olduğumuzu gördük. Daha çok çalışıp etkin bir propaganda çalışmasıyla Taksim’i zorlayan diğer dost kurumlarla bir koordinasyon geliştirmenin olanaklarının mümkün olabileceğinin de farkındayız. İstanbul gibi dev bir metropolde elli bini bulmayan bir kalabalıkla “kitlesel” 1 Mayıs düzenlenince okların Umut-Sen’e ve Taksim’i zorlayanlara döndüğünü görüyoruz. Bunları okuyanlar Maltepe çayırında elli bini bile bulamamanın sorumlusu Umut-Sen zannedebilir. Dünden bugüne sarı-bürokrat sendikalarla hoş karşılanmayacak büyük ya da küçük ilişkiler kurmuş ve böyle pratiklerin içinde yer almış çevrelerin üyelerinin ve dostlarının bu tutumlardan giderek rahatsız olduğunu ve bu rahatsızlığı ifade ederken de Umut-Sen pratiğine işaret ettiklerini biliyoruz. Anlaşılan son 1 Mayıs’taki yasağa boyun eğen tutumlar bu eleştirilerin ve rahatsızlığın boyutunu büyütmüştür. Böylelikle eleştiri oklarını kendilerinden başka yöne çevirmek ve özeleştiriden kaçınmak çabasıyla Umut-Sen faaliyetine dönük anlamsız ve yersiz, Umut-Sen faaliyetinden haberdar olmayan ancak “tvitır” dünyasında gördüğünü faaliyetin kendisi sanan bir yerme, itibarsızlaştırma çabası baş göstermiştir. Biz ayrımları sıfatlarla, söylemle değil fiille, varoluş tarzıyla tayin etmeye çalışırız. Yaptığımız işlere böbürlenerek değil daha güçlüsünü, daha kuşatıcısını nasıl yapabiliriz diye bakmaya gayret ederiz. Bunu yaparken nesnel gerçeklikle ve sorunlarla olduğu gibi karşı karşıya gelmeyi ve bu gerçeklikten hareketle yürümeyi benimseriz. Bu açıdan Taksim çağrısı kritiktir, kuşkusuz ki yeterli değildir. Yolu kapatanlar ve yolu kapatanlarla birlikte yürüyenler bir tarafta, az ya da çok demeden, sahip olduğu gücü dahilinde barikatı zorlayanlar diğer taraftadır. Taksim yolunu açacak gücün inşası sorunuysa kimin daha sert, daha afili, daha çok sıfatlı cümleler kuracağına göre değil kimin ne yaptığına ve ne yapacağına göre belirlenecek, taraflar da buna göre netleşecektir.

Bizim sorunumuz, mesela, DİSK Basın-İş genel başkanlığı dahil önemli görevler üstlenmiş saygın bir ismin dile getirdiği gibi, hep bir ağızdan 1 Mayıs Marşı okunduğu bir anda Canan Kaftancıoğlu’nun alana girmesini, sahneden marşı keserek anons etme rezaleti iddiasıdır. Orada olmadığımız için iddia diyoruz; miting tertip komitesinden bu rezaletin aslına dair açıklama yapabilecek, iş Umut-Sen’i karalamaya çalışmak olunca öne çıkanlardan bu konuda bir şey söyleyebilecek olan var mıdır? Yoksa “kitlesel” 1 Mayısları zaten Millet İttifakı’nın genel propaganda faaliyetinin herhangi bir “event”i midir! İsabetli bir davranış olarak sosyalist çevreler, kalabalık kortejleri oluşturanlar dahil, Maltepe’yi övmemişlerdir. Çünkü övülecek bir şey yoktur. Tertip komitesi demişken Ankara ve İzmir’de alana girerken ismimizin okunmamasına neden olan kibirden bahsetmeye değer olmasa gerek.

Umut-Sen, yaklaşımını ve hareket tarzını işçi sınıfının bağımsız mücadelesini büyütmek üzerinden belirler. İşçiyle birlikte, işçiyle yan yana yürüyerek bugünlere gelmiştir. Biz, pandemi yasakları sırasında İzmir Valisi’nin 1 Mayıs yasağını tanımayarak Kıbrıs Şehitleri caddesinde gözaltına alınan madencilerin önderi yoldaşımız Tahir Çetin’in izinden yürüyerek ilerlemeye gayret ettik, edeceğiz. Biz, geçen yıl temmuz ayında Ankara eylemi dönüşü trafik kazasında kaybettiğimiz Umut-Sen önderi yoldaşımız Ali Faik İnter’in 2021 1 Mayıs’ıyla ilgili Komite Dergisi’ne yaptığı açıklamadaki irade beyanının arkasında durduk, duracağız. Ali Faik şöyle demişti: “İşçiler vermiş oldukları mücadelenin barikatlar arkasında kalmadığını, tomanın müdahalesi sonucu eriyip yok olmadığını, gözaltılarla görünmezliğe mahkûm edilemediğini gördükçe daha çok cesaretlenecekler ve daha çok mücadeleci olacaklardır. 1 Mayıs, güçlü sermayedarlara karşı en büyük meydan okuma ve gövde gösterisi arenasıdır, bütün işçiler bu arenada tek yürek olmalı, birbirlerine mücadele ve kararlılık konusunda ant içmeli ve patronlara gerekli gözdağını vermelidir!

Onların işaret ettiği yol ve iz şudur; 12 Eylül’den bugüne sermaye sınıfı, devlet ve onun diğer aygıtlarıyla birlikte önce zorla sonra yasa yoluyla işçi sınıfının elindeki hakları kesintisiz ve peyderpey gasp etmiştir. Yasa yoluyla yapılacak gaspa sınıftan gelecek olası tepkileri massetmek için iki politika güdülmüştür: satın almak ve yasaklamak. Sarı sendikalar bu satın alma politikasının başarılı olduğunu göstermiştir. Karşısında duran olmazsa yasaklama politikası da başarılı olacaktır. İşte bizim çizgimiz, işçi sınıfının tepkilerini, taleplerini sınırlayacak hiçbir yasağı tanımamak, yeni yasalar yaratan işçi emekçi mücadeleleri örgütlemek, yasaklar karşısında aleni ve tavizsiz direnmektir. Bu çizgiyi benimseyen herkesle yol yürümeye hazırız. Taksim yasağını tanımayan tüm işçilere, emekçilere, devrimcilere selam olsun.

Yaşasın 1 Mayıs!

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler