spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriUçuşlarınız Neden Sürekli İptal Oluyor? - Daniel Zamora

Uçuşlarınız Neden Sürekli İptal Oluyor? – Daniel Zamora

Umut-Sen Çeviri Kolektifi olarak Daniel Zamora’nın bu yazıdaki analizinin, Avrupa ülkelerinin ortaklaşan tarihsel ve güncel bağlamından çıktığını hatırlatmak isteriz. Türkiye’nin nesnel koşullarında pandemi sonrasında, asgari veya düşük ücretli işçiler için benzer bir “Büyük İstifa/Çıkış” durumu veya hizmet sektöründe emek gücü azlığı söz konusu değil. Brüksel Özgür Üniversite’de [Université Libre de Bruxelles] Sosyoloji alanında akademisyen olan Zamora bu metinde, 2022 yılıyla birlikte Avrupa’da (özellikle hizmet sektöründe) ayyuka çıkan emek gücü sıkıntısı hakkında yazıyor. Pandemi dolayısıyla yapılan işten çıkarmaların, kitlelerin gündelik hayatına yansıyan sonuçlarının bu yıl ön plana çıktığını ifade ediyor. Ulaşım dahil olmak üzere, işçilerin yoğun sömürü içeren hizmet sektörü alanlarına dönmek istemediklerini, bireyselleşmiş bir ‘direniş’ ve ‘kaçış’ arzusuyla hareket ettiklerini belirtiyor. Bu akımın, Soğuk Savaş sonrası dönemde örgütlü emeğin ve sınıf odaklı siyasetin, toplumsal mücadele alanının dışına itilişi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu değerlendirmenin Türkiye için de anlamlı, emek siyasetinin geleceği açısından dikkate değer bulunacağını umarak Zamora’nın metnini paylaşıyoruz.

İki yıllık karantina ve seyahat kısıtlamalarının ardından gelen 2022 yazının, havayollarının geri dönüş vakti olması bekleniyordu. Fakat sektör toplu iptallerle mücadele ediyor ve daha da fazla sorun bekleniyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2022’nin şimdiye kadarki kısmında, 2021 boyunca iptal edilenlerin tamamından daha fazla uçuş iptal edildi. Havayolu ve uçak şirketlerinde eşi benzeri görülmemiş bir kadro sıkıntısı var ve yolcular kaotik rötarlarla yüzleşiyor. Pilotlardan bagaj taşıyıcıları ve temizlik işçilerine kadar pandemi nedeniyle yapılan işten çıkarmaların sonuçları yaşanıyor. Yolcu ve yük taşıma hizmetlerinin önemli sağlayıcılarından Swissport, pandemi sırasında çalışanlarının üçte birini işten çıkardı; şimdi ise 15.000 çalışan almaya çalışıyor ama bu konuda pek başarılı sayılmaz. Mesele işçilerin, düşük ücretler, uzun vardiyalar ve zorlayıcı bir ortamla nitelendirilen bir sektöre geri dönmek istememeleri.

Bu durum, havayolları sektörüne has bir durum değil. Geçen yıldan bu yana yaşanan “Büyük İstifa/Çıkış,” iş gücü piyasasın önemli ölçüde aksatıyor. 2021 yılında bir rekor yaşandı ve 47 milyon Amerikalı işinden ayrıldı. Küresel olarak her beş çalışandan biri önümüzdeki aylarda iş değiştirmeyi planladığını söylüyor. Pandemi, özellikle 30-45 yaş arasındaki pek çok kişinin daha iyi bir yaşam-iş dengesi isteğiyle daha fazla ücret ve daha az stres arayışına girmesine neden oldu. Antropolog David Graeber’in “tırışkadan işler” olarak adlandırdığı işlerle sınırlı olmayan bu sürgün, özellikle sahada çalışanları etkiliyor. Sağlık, ulaştırma, perakende veya gıda endüstrisi gibi yoğun emek gerektiren sektörler, yüksek talebi karşılamak için eleman bulmakta zorlanıyor. Örneğin restoranlarda; düşük ücretler, yöneticilerin ve stresli müşterilerin kötü davranışları milyonlarca kişiyi sektörün dışına itti. Büyük İstifa/Çıkış, tırışkadan işlere karşı bir isyandan çok, yaşam kalitesinin artırılması arzusuyla ilgili; kolektif olarak sosyal açıdan faydalı işleri tanımlama çabasından ziyade bireylerle ilgili bir durum. Amazon, Starbucks, İngiliz Demiryolları ve yasal işçiler gibi birkaç istisna olmasına rağmen bu dönemde grevler artmadı, sendika üyeliği ve toplu sözleşme sayıları azalmaya devam etti. İşçilerin çoğu, işin kendisini dönüştürmek için eyleme geçmek yerine, topluca işten ayrılıyor.

Güncel durumumuz sıklıkla 1970’leri andırır gibi tasvir edilse de (tarihi düşüklükte işsizlik ve yüksek enflasyon), iki dönem arasındaki karşıtlık daha çarpıcı olamazdı. Elli yıl önce güçlü işçi sendikaları kitlesel bir şekilde çalışma saatlerini azaltmak için mücadele ederken bugün işçiler sadece kendi koşullarına uyan şekilde esneklik arıyor. 1970’lerdeki işçi ayaklanmalarını karakterize eden katılım, öz yönetim ve işçi kontrolü talepleri bugün neredeyse namevcut. İşçiler güç kazandı ve birçok sektörde ücretler artıyor; ancak bu durum, artan işçi huzursuzluğunun ya da sendikaların taleplerinin bir sonucu değil. Enflasyon artık toplu pazarlık yoluyla değil, merkez bankalarının eylemleriyle belirleniyor.

Eğer sanayi devrimi iş yerinin demokratikleşmesi için elzem koşulları yarattıysa, bugünkü üretim alanı, ciddi bir çatışma yaratmaktan büyük ölçüde aciz. İnsanlar iş yerinde daha fazla güç yerine, kendilerine daha fazla zaman ayırmak istiyorlar. Ekonomist Albert Hirschman’ın deyişiyle, grevlerin ve örgütlenmiş emeğin geleneksel “sesi” yerine genelleşmiş bir “çıkış” görüyoruz. İnsanlar direniyor, ancak bir sınıftan ziyade bireyler olarak. Yurttaş olarak artan vergileri veya fiyatları protesto ediyorlar; ama üretenler olarak neyi ve nasıl ürettikleri konusunda kitlesel biçimde hareket etmek konusunda bir istek yok gibi görünüyor. İş bölümünü siyasallaştıracak kolektif organlardan yoksun bir dünyada, geriye kalan tek seçenek tüketicinin seçeneğiymiş gibi: “Başka bir yere git, gerisini piyasa halleder.”

Bu durum, popülist dönemi karakterize eden gelişmelerden biri olan, toplumsal çatışmaların iş yeri dışına taşınmasının bir parçası. Savaş sonrası toplumları şekillendiren ve toplumsal çatışmaları endüstriyel ilişkilere bağlayan partiler, sendikalar ve kitle örgütlenmeleri gibi yapıların dağılmasıyla birlikte, huzursuzluk doğrudan siyasi sınıfın kendisine karşı ifade edilmeye başlandı. Savaş sonrası dönemde partiler, sadece iktidarı ele geçirme makineleri değildi; kurumlar ve yurttaşlar arasında arabuluculuk da yapıyorlardı. Soğuk Savaş’ın sonunu şekillendiren, toplumun ve siyasetin atomlaşması hali, sadece yurttaş ve kurumlar arasındaki uçurumu genişletmekle kalmadı; aynı zamanda ‘çalışma’nın/işin kendisini de siyasetin dışına itti. Wolfgang Streeck’in belirttiği gibi, “Etkileyici umumi bir talep geliştirmek için gereken sivil beceriler ve örgütleyici yapılar, telafi edilemeyecek şekilde zayıflamış olabilir.” Bu yeni atomlaşmış sivil toplumda, “çıkış” insanların siyasetle kurduğu ilişkinin genel modu hâline geldi. Artık bürokratik kitle partilerine ya da sendikalara “sadakat” ya da kolektif eylem yoluyla “söz hakkı” yok. Bu anlamda düşünürsek ‘tarihin sonu,’ kamusal alandan genelleştirilmiş bir çıkış oldu.

Örgütlü emeğin, son on yıla damgasını vuran ve giderek artan toplumsal çalkantılarda neredeyse yok denecek kadar az yer alması şaşırtıcı değil. Yirminci yüzyılın sınıf çatışmalarını sembolize eden iş yeri, siyasetten yalıtıldı. Hükümetler sürekli meydan okumaların hedefi olurken, milyonlarca çalışanın gündelik hayatını şekillendiren patronlar protestoların hedefi olmaktan görece uzak kaldı. Fransa’daki Sarı Yelekliler’de olduğu gibi, daha iyi servet dağılımı için çıkan çatışmalar artık iş yerinde gerçekleşmezken işin kendisinin demokratikleşmesi adına da çok az iddia içeriyor. Siyasi elitlere karşı isyan, patronlar tarafından sömürülmeye karşı mücadelenin yerini aldı. Ayrıca tutarlı bir ekonomik alternatif de eksik. Saygı, daha iyi bir ücret, temsiliyet ya da daha az yolsuzluk talep etmek, işçi hareketinin yüzyıl önce toplumsal örgütlenmenin temel ilkeleri üzerine başlattığı mücadeleden oldukça uzak. Sınıf çatışması geri döndü, ancak işçi sınıfı olmadan.

Sermaye ve emek siyasetinden bu uzaklaşma, sol için son birkaç on yılın en büyük zorluklardan birisini temsil ediyor. Jeremy Corbyn ve Bernie Sanders gibi sol popülistler, örgütlü emeğin düşüşte olduğu 2008 mali çöküşünden sonra öfkeyi yönlendirmek için cazip seçenekler haline geldi. Ancak yeni dijital katılım biçimlerinin gelişmesine rağmen, bu yeni tabanın katılımı tepkisel oldu ve platformlar tarafından oluşturulan geçici kalabalıkların dışında kalıcı siyasi katılıma dönüşmedi. Alex Hochuli, George Hoare ve Philip Cunliffe’in Tarihin Sonunun Sonu: 21. Yüzyılda Politika adlı kitaplarında belirttikleri gibi bu, “kitleler olmadan sosyalizm” yapmaya yönelik başarısız bir girişimdi. Planlama ve yeşil dönüşümle ilgili tüm tartışmalara rağmen, ihtiyaçlar ve yatırımlar hakkında kolektif olarak müzakere edebilecek kitle örgütlerinin eksikliği, üretim alanının gerçek anlamda siyasallaşmasını engelledi. Ancak sivil toplumda kapitalizm altında çalışma konusunda artan memnuniyetsizlik ilginç fırsatlar yarattı. Etkili olabilmeleri için, demokrasinin iş bölümüne doğru genişletilmesinden başka bir şeye ihtiyaçları yoktur. Ancak o zaman işin kolektif dönüşümü bir kez daha çıkış siyasetine alternatif bir başlangıç noktası haline gelebilir.

Çeviren: Bartu Şanlı

Düzenleyen: İrem Az


*Yazının orijinali 16 Kasım 2020 tarihinde Roarmag.org’da yayınlanmıştır; Yazının orijinali için: “Why your flights keep getting cancelled? (Uçuşlarınız Neden Sürekli İptal Oluyor?).” 2022. The New Statesmen UK Edition, July 14

-10 Ağustos 2022 tarihinde erişilmiştir.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler