spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelTahir Çetin ile mülakat: “Her çıkan kömürün üstüne kan akıyor yani” –...

Tahir Çetin ile mülakat: “Her çıkan kömürün üstüne kan akıyor yani” – 15 Ekim 2018

Okuyacağınız metin, 13 Mayıs Soma Katliamı sonrasındaki mücadelelerle Soma emekçileri tarafından sorgulanmaya başlanmış sarı sendika-şirket-devlet ilişkilerine dayalı sömürü ve tahakküm oligarşisinin, 4 yıl bocalamanın ardından havzada ipleri tekrar eline aldığı, hakimiyetini yeniden tahkim ettiği zamandan bir kesit. Aynı zaman kesitinde Tahir Çetin ve madenci arkadaşları, Dev-Maden-Sen’in Soma madencilerine yaptığı büyük ihanetin şokunu atlatıp Dev-Maden-Sen bürokrasisiyle kongrede hesaplaşmış, malum nedenlerle kongreyi de kaybetmiş ve de kendi geleceğini kendi belirleme kararı almıştı. 2018’in Haziran ayında Tahir Çetin ve Gökay Çakır yedi arkadaşlarıyla birlikte Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’nın kuruluş başvurusunu yaptılar. Bu mülakatın tarihi, sendikanın Aralık 2018’in ortasındaki ilk olağan kongresinden 2 ay öncesine tekabül ediyor. Kongreden kısa bir süre sonra Bağımsız Maden İş, Soma madencilerinin tazminat mücadelelerinin öncülüğünü üstlendi. Aralıksız 2,5 yıllık bir süre boyunca sokaklarda, meydanlarda, yollarda, maden ocaklarında yürüyüşler, eylemler, açıklamalar, işgaller, yol kesmeler ile gözaltı süreçlerine ve yargılamalara rağmen nihayet yasayı değiştiren bir direniş yürüttüler. Bu mücadele esnasında Tahir Çetin’i önderleştiren bir atmosfer inşa ettiler. 2021’in Temmuz ayında, Uyar madencilerinin tazminat sorunu için mücadele ederken, polisin yoğun saldırıları altında 6 gün Ankara kapısında, betonun üzerinde, meclis koridorlarında, zalimlerle müzakerelerde biriken yorgunluğun da etkisiyle, Tahir ve ışığımız Ali Faik İnter, Soma’ya on kilometrelik bir mesafe kala geçirdikleri trafik kazasında bedenen aramızdan ayrıldılar. Sonraki tüm mücadelelerimiz onların yasını yaşayarak, onların öfkelerine, hayallerine, devrimcilik tarz ve iddialarına hayat vererek, onlar gibi adanarak, odaklanarak proleter bir siyasi gücü yaratmaya dairdir. “Gerçeklik tabandadır” kavrayışı Tahir’in devrimci önderliğinin kalkış noktasıdır. Sevgili İrem’in yaptığı bu mülakat, samimi bir kesitle bu kalkış noktasının dibacesini sunuyor. Ki samimiyet Tahir’in en güzel özelliklerinden biri.

Başaran Aksu


Soran: E. İrem Az

Tam olarak ne iş yapıyorsun madende Tahir Abi, aptala anlatır gibi anlatır mısın?

Ben madende üretim ustasıyım.

Nasıl bir iştir o?

Ben 14 yıllık bir madenciyim. 14 yıllık madencilik boyunca üçüncü sistem içersindeyiz. İki tane sistem atıldı. Birincisi tamamen kara düzen dediğimiz, kazma kürek, o düzenle yürüyordu. Şimdi ikinci düzeni de atlattık: Yarı mekanize. Yarı mekanize sistemiyle işledik. Şimdi tam mekanize. Baktığımız zaman, hani işçilerin arasında bile, şu anda en fazla, işçiler yönünden, yarı mekanizeyi daha çok benimsiyorlar yani. Tam mekanize dediğimiz şey, hemin iş sağlığı hemin iş güvencesi yönünden sağlıklı değil. Çünkü bir şey vardır, insanların göre göre… Hani gönlün rahat etmesi için bir şeyin göre göre yapılması insanlara daha çok güven verdi. Ama tam mekanize dediğimiz düzen: Ne arkadan kömürü görebiliyorsun, aynadaki kömürden çıkan toz oranı daha fazla, bir de işçilerin kendi arasındaki ilişkiler daha kopuk oluyor. İşçi arkadaşlarımızın ilişki bağları daha kopuk oluyor.

Neden, daha uzak mı çalışıyorlar?

Daha uzak çalışıyorlar, birbiriyle alakası olmadık bir sistemde çalışıyorlar. Daha önceki sistemde arkadaşlarımız dip dibe duruyordu, hani ‘nasıl olacak, nasıl yapılacak, nasıl yapılması lazım,’ işte böyle sorularla birbirine orda şey yapabiliyorlardı. Tam mekanize dediğimiz şeyde, arkadaşlarımız birbirinden kopmuş, şirketler tarafından, özel sektör dediğimiz şey üretimin daha fazla olması için böyle bir şeyin içerisinde bulunuyor. Biz bunu tabii arkadaşlarımızla da tartışıyoruz, bu doğru bir şey değil. Ama işverenler tabii ki daha fazla üretim olması için kendi söylediklerini yapıyor. Tam mekanizede daha fazla üretim oluyor ama çalışanların da iş sağlığı, iş güvencesi riske alınıyor. İş sağlığı, iş güvenliğinin garantisi yok.

Nasıl daha riskli oluyor, biraz daha anlatır mısın?

Kömürün iki çalışma alanı vardır. Birisi normalde ayna, bir tanesi göçük. Göçük de kömür işlemenin yeri. Kömür kotuna göre oradan kömür alınır. Şimdi tam mekanizede büyük bir kömür topanı düştüğü zaman, onun alınması zor oluyor. Alınmıyor daha doğrusu. Bu da su, oksijen, kömür. Bu üçü birleştiği zaman kömürün alev alması daha fazlalaşıyor. Buna karşılık da napılması lazım, arkanın sıkıştırılması için kül dediğimiz sistemden verilmesi lazım. Onu da tam sağlıklı vermen lazım. Tam mekanize dediğimizde bunu yapamıyorsun. Ama yarı mekanize dediğimiz şeyde bunu daha rahat yapabiliyorsun. Arkadan gelen büyük kömürü…

Ne alırsın abi?

Çay alayım.

İki çay alalım.

Arkadan alabileceğimiz kömürü daha fazla görebilirsin. Deminki ifade ettiğim gibi gözle gördüğün şeyi yapabiliyorsun. Gözle göremediğin şeyi yapamıyorsun. Yarı mekanizeyle tam mekanize arasındaki fark bu.

Anladım.

Biz kendi iş arkadaşlarımızla tartıştığımızda, yarı mekanize daha önemli. İzmir Maden Mühendisleri Odasıyla da görüştüm. Türkiye konjonktüründe bugün tam mekanizenin çalışmayacağını söylüyorlar. Riskli. Kömürlerin arkadan tam alınmadığını, arka göçükten, bu alevlenmenin daha öne çıkacağını söylüyorlar.

Sadece işçi göremediği için değil, teknik olarak da daha riskli?

Evet, teknik olarak daha riskli yani. Tabii bu bizim sendikal olsun, siyaset olsun, işverenle birebir kendileri görüşmediği için, sadece işveren kendisi karar verdiği için bunlara kendisi karar veriyor yani. Bu da üretimin daha çok olması için yani.

Sen ne zamandan beri çalışıyorsun?

14 yıldan beri.

Arada hiç boşluk oldu mu?

Olmadı.

Hiç çıkmadın?

Çıkmadım. 14 yıldır. 1999’da girdim ilk madene. O zaman askerden daha yeni geldim, 22 yaşındaydım. Geldim, zaten o zamanlar şirket de büyük bir çıkış veriyordu. Tarım üretimimiz de vardı. Kendi yerimizde tütün yapıyorduk, 300 tane keçi vardı. O zaman madene daha çok uzaktık. Buradaki özellikle yapı neydi, insanlar madeni geçici bir iş olarak görüyordu. Ama bir nevi de şöyle bir şey vardı: Erken emeklilik dediğimiz sistem vardı madende. Şimdi bizim burdaki özellikle, Ege bölgesinin insanları, sezonluk çalıştığı, kendi tarlasında kendisinin ürettiği bir sistemle yaşıyordu. 2002 sürecinde, pardon 1993’te burdaki tütünlere bir kota şeyi geldi. Pamuklara aynı şekilde. Pamuk zaten, alımını satımını durdurdu şey olarak. Tütünü de tüccarlara teslim ettiği için tamamen yok edilmiş bir tablo oldu. Burdaki eski insanlarımızın söylediği bir şey vardı. Bir 70’lik rakıyla 1 kilo tütünün fiyatı aynıydı. Şu anki bir 70’liğin fiyatı bir kilo tütünü aştı gitti. 15’e, 20’ye katladı yani. İnsanlar kendi tarlasından verim alamayınca mecburiyetten madenlere yöneldi. Zaten devletin kendi politikası…

1993 sonrası mı yoksa daha sonrası mı?

2000. 1993’ten sonra yavaş yavaş geldi yani. 1993’te madene fazla şey olmadı, içerilemedi. Ama 2002’ye kadar bu öyle devam etti. 2002’den sonra tarım bitirilmiş halde, keçi çoban olsun, tarlada eli tütün sakızı olan, sokakta gezen kim varsa işveren o esnada taşeron dediğimiz sistemle, dedi kimin eli ayağı tutuyorsa getirin madene alalım dedi. Erken sigortalı işi gören herkes de madene hücum etti.

Evet.

Madende herkes kapatılmış bir halde işe gidip geliyordu. Nasıl bir hayat, nasıl bir süreç bilemiyordu. Öyle bir şeyi yoktu. 13 Mayıs çıktı geldi. 13 Mayıs Katliamı orta yere çıktı. Bu geliş [“bu sefer” veya “o zaman” anlamlarında kullandığı ifade], 13 Mayıs Katliamı gerçekleşince burda insanlar kendilerinin ezildiğini, eşini göremediğini, yorulduğunu, iş yerinin sağlıksız olduğunu söylemeye başladılar. Daha önce böyle bir şey yoktu yani.

Nasıl bir şey yoktu?

Yorulduğunu bilmiyordu, nasıl bir ücret alması gerektiğini bilmiyordu, sendikal hakları bilmiyordu. Öyle bir şey inşa vardı. Bir nevi de o suskunluk aslında bir şeyleri biliyormuş yani sendikayı biliyormuş, yorulduğunu biliyormuş ama bir öfkenin orta yere çıkmasıyla bunlar meydana çıktı.

Anladım.

Bu öfke işte öyle meydana çıktı yani. Bu süreç içerisinde tabii arkadaşlarımız kendilerinin tamamen orta yerde ezildiğinin farkına varınca ‘biz bu ücretleri almalıyız, haklarımız bunlar’ diyerek bu geliş isyana başladı. Tabii bu süreç içerisinde, işverenler, devlet ve sendika, üçü birlik olarak kendi sistemleri içinde kalması için işçilere bazı şeyler vadettiler. İşte 2 gün hafta tatili vaadi verdiler, çift asgari ücret vaadi verdiler. İşte malulen, ocakta kaza geçiren arkadaşlarımıza çift maaş ödediler. Ama tabii bunlar suspus payıymış. Şu anda baktığımız zaman, çift asgari ücretin eritildiği ve mevcutta vermiş oldukları, bir sendikal hareket olmadığı için, çift olan hafta tatilini… Mecburi sen gelmezsen hani, hastalanıyorsun, düğün oluyor, bir mazeret dediğimiz iznin ihtiyacın olduğunda buna diyor ki ‘sen bugün gelmedin işe, bu hafta tatilinin bir tanesinde çalışmaya geleceksin.’ Biz de diyoruz ki ‘yasada böyle bir şey yok.’ Yasada böyle bir şey olmadığı halde, sen nasıl bunu uyguluyorsun? Şu anda madencilerin, hepsinin aynı günde değil tatili. İki gün tatil ama hepsinin aynı günler değil.

Rapor aldıysa da mı bunu yapıyorlar?

Tabii. Rapor aldıysa da ‘bunu yapacaksın, 37,5 saati dolduracaksın’ diyor. Ama yasaya baktığımız zaman, 4853 nolu kanunun 46. maddesine baktığımız zaman, burada diyor ki ‘işçinin bir günlük hafta süre içerisinde kalmak üzere, hekim tarafından verilen rapor da işveren tarafından verilen istirahat de çalışılmış günler gibi hesaba katılır’ dediği halde bunu nasıl sen?… Söylüyoruz şu anda işverene ama tabii korkaklık mı diyeyim, ne diyeyim, çok az bir insan bunu söyleyebiliyor yani.

Peki söyleyince noluyor, işe yarıyor mu?

Valla ben kendim bizzat bu işin içersine gittim. Aynı böyle, şey olarak, işe gitmedim. Rapor aldım. Ama telafi çalışmasına da gitmedim.

Söyledin mi?

Ben hastaydım, işe gelemedim diye raporumu verdim. Bunlar rapora bakmayarak benim 6 tanesinden [haftanın 6 iş gününden] bir tanesini kaldırdılar. Kaldırınca ben de bir alt personele gittim, ‘bunu hangi gerekçeyle kaldırıyorsunuz, ben sizden açıklama istiyorum’ dedim.

Hangi alt personele?

Puantör dediğimiz. Oradaki işçilerin çalışmış günlerini puantaj eden. O şeye söyledik. Onlar da ‘bize gelen talimat böyle, yasanın içersinde olduğunu söylediler, ondan dolayı sen telafi çalışmasına gelmediğin için bu senin bir günlük kesiliyor’ dedi.

Ve kesildi?

Ve kesildi. Kesilince ben de vardım, konuştum, bu gerekçesiz bir işlem, yasa bunu söylemiyor, ben bunu gidip meclise söyleyeceğim, bunlar kesiyor hafta tatilimizi diye beyanda bulunacağım, dedim.İki gün sonra iş yeri müdürü çağırdı, dedi ‘ne oldu Tahir, yine ortalığı velveleye vermişin, bir şey mi var dedi. Ben de söyledim. Bak şefim dedim, burda 4 tane maden ocağı var dedim.

İmbat’a ait?

Yok, işletme. Demir Export, Soma Kömürleri, Polyak, İmbat. Dedim ki diğer işletmeler bunu yapmıyor, siz yapıyorsunuz.

Diğer işletmelerde yapılmıyor mu?

Diğer işletmeler yapmıyor. Soma Kömürleri zaten kazadan sonra, hiç öyle bir şeyi yok yani, öyle bir şey yapmıyor. Bunlar yapmadığı halde, siz nasıl yapıyorsunuz dedim. Ya yaasalar açık, dedi. Yasalar açıksa açalım dedim, açtım telefonumdan yasayı, 4853 nolu kanunun C maddesini okudum. Bak dedim, burda dedim, bunu yazmıyor dedim. Bana dedim, burdan benim kesildiği yeri göster, ben çekip gideyim dedim. Ondan sonra bu, biraz böyle şey yaparak ayağa kalktı. Aslanım dedi, çok şeyler biliyorsun, takip ediyorsun, dedi. Ama bir şeyi takip etmiyorsun, dedi. Bak dedi, sen 6000 kişiyi burda tek başına temsil ediyorsun, dedi, 6000 kişiden senin arkanda kaç kişi var, dedi. Benim yaptığım insanlığa yakışan bir şey dedim, siz insanlığa yakışmayan bir şey yapıyorsun, sonuçta yasa bu. Bir de Dev-Maden-Sen’in kongre süreci vardı. Biz de o süreç içerisinde tabii, umudumuz DİSK Dev-Maden-Sen’di.

Ne zaman bu?

2014-2015 civarı sanırım. Biz kongrede aday olduk, kongrede allem ettiler kallem ettiler, bize üç oyla seçimi kaybettirdiler. Çünkü biz burdan Ankara’ya gittik, seçimde aday olduğumuz için, arkadaşlarımla birlikte.

Arkadaşlarım dediğin kimdir?

Madende birlikte kazma kürek salladığım arkadaşlarımla birlikte, orda dedik ki Dev-Maden-Sen’in mevcut yönetimi bizi aldatıyor, hiçbir sorunumuzu çözmüyor. Biz de bu yönetime karşılık kendi yönetimimizi oluşturalım dedik. Bunu İşçi Meclisimiz üzerinden yaptık, kendimiz tartıştık, birlikte karar aldık, yöneticileri birlikte çıkardık yani. Tamam dedik, vardık Ankara’ya. Ankara’da kongre salonunun kapısını kapatmışlar. Dediler, içinizde bazı provokatörler var, buraya giremezsiniz, sadece sendikanın üyesi olanlar girebilir. Biz de bunlar bizim arkadaşlarımız, dedik, provokatör değiller, sadece bize destek için geldiler ve işçiler olarak en doğal haklarıdır.

Arkadaşların üye değil miydi?

Bunu Kamil Abigil için söylüyorlar. Hani biz cahiliz, bir şey bilmiyoruz, o biliyor, o öyle şey yapacak yani… Her neyse biz bir tepik vurduk kapıya, kapıyı açtık.

Diğer işçi arkadaşlarla mı?

İşçiler yapıyor, Kamil Abiye sahip çıkıyoruz, o nasıl bize sahip çıkıyorsa biz de ona sahip çıkıyoruz. Biz içeri girdik, bize 60-70 yaşlarında insanları tanıttılar, bunlar maden işçisi diye, DİSK Dev-Maden-Sen’e bağlı. Onların hiçbirisi madenci değilmiş.

Neymişler?

Çünkü 60-70 yaşında insan madenci olamaz yani. Bizim de arkadaşlarımız yolda, otobüsle geliyorlar, arkadaşlarımız gelesiye kadar kongre süreci yürütülecektir diye açıklama yapıldı. Seçim başladı, o bahsedilen arkadaşlar gelmedi. Bir yalanmış. O 60-70 yaşındaki insanlar oy kullandı, biz üç oyla seçimi kaybettik. Kaybedince geldik buraya dedik ki arkadaşlar, işte görüyorsunuz vaziyeti: Bir tarafta devlet, bir tarafta sendika, bir tarafta patronlar. Bunlara karşı birlikte bir şey yapacaz mı? Yapacaz. Napalım? Kendi gücümüzü kendimiz ortaya koyalım. İşte Bağımsız Maden-İş Sendikası’nı bu şekilde meydana çıkardık. Şu anda alt tabanda iyiyiz. Bugün takip ediyor, süreci takip ediyor. Biz de takip ediyoruz. Şu anda devletin sarı sendikayla yaptığı faaliyetleri… Bir şey inşa edildi yani.

Sendikaya gelmek isteyenler var mı senin iş yerinden de?

Var.

Kaç kişi civarı şu an?

Geçen gün burda bir söyleşi yapıldı, video halinde paylaşıldı. 2900 kişiye yakın görüntüleme var. Facebook’ta paylaştık. Şu an direniş yapan arkadaşlarımız var, o arkadaşlarımız için ‘maden işçileri olarak haklı olduğunuzu biliyoruz, yanınızdayız’ diye bir video paylaşıldı. Tam 2900 tane görüntüleme var. Bugün burada madenle alakalı bir paylaşım yaptığımız zaman 70-80 tane… Ha beğenmiyorlar bazıları, korkuyorlar çünkü bazı arkadaşlarımızı işten attılar bu konudan dolayı. ‘Sen Tahir’in paylaşımını niçin beğendin?’ diye.

E seni niye atmıyorlar?

Bana dokunamıyorlar.

Neden?

Çünkü biraz korkuyorlar.

Senden?

Benden değil, Türkiye’de sol dediğimiz şeyden korkuyorlar.

Ha seni işten atarlarsa olabileceklerden korkuyorlar?

[Bu cevap, olayların akışının anlaşılması için ve kişileri riske atabilecek detaylar çıkarılarak minimum müdahale ile düzenlendi]

Çünkü bir süreç yaşadılar. 68 gün bizim çalıştığımız ocak ağzında eylem yapıldı. 2014-15 yıllarında. Katliamdan 1-2 yıl sonra.

Burada [Kınık’ta] Maden İşçileri Dayanışma Derneği diye bir şey kurdu bazı arkadaşlarımız. Onlar Dev-Maden-Sen’e ve diğer sendikalara karşı, tamamen işçilerin kendi haklarını araması için siyasi oluşumu ön plana koyan bir düşünceleri vardı. Bu bize çok zarar verdi, bölünük kıldı bizi. Biz de bunun için daha erken olduğunu söyledik. Sonuçta işçilerin bir yaşam düşüncesi, bir görme düşüncesi olduğunu; bunları görmedikten, yaşamadıktan sonra yanlış olduğunu söyledik.

Ne üzerine olmuştu bu eylem?

Biz şimdi orda örgütlüydük [Soma Katliamından sonra kurulan Soma Maden İşçileri Meclisini ve şahsen dahil olduğu Umut-Sen’i kastediyor]. Kongreye katıldığımız süreç içerisinde örgütlüydük.

O zaman 2015 civarı oldu yine bu?

Evet, o zaman örgütlüydük, birbirimize sahip çıkıyorduk.

‘Biz’ dediğin abi?

İşçiler.

İmbat’taki işçiler?

Evet, özellikle Kınık’taki işçiler. Biz o zaman daha güçlü bir şekildeydik. Bu gücü dağıtmak istediler: Acaba kime dokunsam bir şey yapar düşüncesiyle hareket ettiler. Dokundu 5 arkadaşımıza. Onlar da 68 gün bir direniş gerçekleştirdiler ve kazandılar.

İşlerine iade edildiler?

İşlerine iade oldular ve o süreç içinde iki tane madenci arkadaşımızı 11 ay cezaevine attılar.

O direnişi sebep göstererek?

O direniş yüzünden, bir de az önce söylediğim siyasi şeylerden dolayı.

Neden o iki kişi?

Çünkü onların burada dernekleri vardı. Maden İşçileri Dayanışma Derneği vardı.

Kınık’ta mıydı?

Kınık’taydı. Onun üzerinden faaliyet yürüttüler burda. Konserler yaptılar, yaz okulu yaptılar. Ondan dolayı burada devlet, bunlar örgütleniyor diyerek, tuttu 11 ay cezaevinde yatırdı.

Şimdi napıyor bu iki kişi? Çalışıyorlar mı?

Bir tanesi market işletiyor şurda. Bir tanesi de Star Rafineri’de çalışıyor, yeni rafineri kuruluyor Aliağa’da.

Madene giremediler?

Madene almadılar, zaten mahkemeleri hala devam ediyor.

Anladım.

Süreç böyle. Bazı şeyler oluştu. 13 Mayıs olduğundan 2-3 ay sonra Metin Keskin diye bir arkadaşımız vefat etti. Bizim sendikal örgütlenme sürecimizdi o zaman.

Nerde vefat etti?

İmbat Madencilik’te.

Nasıl bir kaza?

Aynadan kömür topanı düşmesiyle, sırtından vurunca iç kanamasından öldü. Öldükten sonra arkadaşımızın cenazesini çıkardılar şeyden, iş yerinden çıkardılar. Madencilik tarihinde ilk defa 5000 maden işçisi arkadaşını uğurladı. O da bizim burdaki örgütlenme aşamamızdaydı. 2014’te, hemen iki ay sonra olan bir olay. O zaman tabii DİSK’le örgütlenme çalışmalarımızı yapıyorduk. O süreçte 1800’e yakın üye yaptık DİSK’e. Yapınca Başaran ve Kamil Abinin potansiyeli daha fazlaydı, işçilerin kendilerinin söz-yetki-karar vereceği bir tablo yaratıyorlardı. Cenaze şeye gelince, hastaneye gelince, Başaran Abi orda bir konuşma yaptı. Yarın maden ocaklarını kapatıyoruz, herkes Metin arkadaşın cenazesi için İstasyon Mahallesindeyiz diye konuşma yapınca Tayfun Görgün’e [Dev-Maden-Sen’in başkanı] devlet sormuş: Kim bunlar?

Başaran kim olarak açıklama yaptı?

Buradaki maden işçilerinin örgütlenmesinde çalışma yapan biri olarak.

Kendisi örgütlü mü?

Evet, Umut-Sen’de. Ama burada bağımsız olarak örgütlenme çalışması yapıyor.

Polis Tayfun Görgün’e soruyor?

Evet, onlar da biz bilmiyoruz kim bunlar, bunlar gayrimeşru diyor. O zaman bunu duyan işveren ve sendikanın adamları, yarın bunlar sizin cenazenize gelecek, teröristler kızıl bayrak açacak diyor. Ordaki mahalledeki çocukları kışkırtıcı… Bunlar öyle deyince, almışlar 3-4 kasa da bira, bira içerken bunları doldurmuşlar. Doldurunca işte Kamil Abi’yi, Ayşegül Hoca’yı, Onur Uzun…

Şirketin adamları derken kimi kastediyorsun?

Güvenlik.

Güvenliği bu iş için salıyorlar?

Kullanıyor. Zaten güvenlik orda direkt patrona hizmet ediyor.

Güvenliği mahalleye mi salmışlar?

Evet evet, ama sivil olarak. Yarın işte bizim iş yerimize karşı çıkanlar, bunlar PKK’dır, kızıl bayrak açacaklar diye ifadede bulunuyorlar. O esnada bizim arkadaşlarımız da cenaze evine gidiyor. Cenaze evine gidince arkadaşlarımıza, Kamil Abi, Başaran Abigil’e ‘bunların bizim cenazemizde ne işi var?’ diye 300 kişi saldırıyor. Linç edilecekler yani. Polisin birebir gözünün önünde oluyor. Polis o gün silahını çıkarıp 2-3 el havaya ateş etmiş olsa veya o arkadaşları durdurmuş olsa Kamil Abiyle Başaran’a kimse dokunamazdı. Neyse kavga dövüş derken ordan sıyrılıyorlar. Hastaneye geliyorlar, ‘bizi burda darp ettiler, şöyle böyle oldu’ derken saat gece 5 oldu. Biz Kamil Abiyle Başaran’ı istirahat etmeleri için yatırdık. Ben evime geldim, Kınık’a. Kınık’a gelince, bizim Anadolu Erenler Derneği’ne geldik. Çağırdılar daha doğrusu, işçi arkadaşlarımız ‘dün Soma’da ne oldu?’ dediler. Anlattık. Kamil Abiyle Başaran Abiye, ‘bunlar yarın sizin cenazenizde kızıl bayrak açacaklar’ diye kötü söylemle ikisini linç ettiler. Biz burdan 18 tane araba olduk, işçiler olarak, doğru cenaze evine gittik.

Cenaze evi Soma’da, İstasyon Mahallesinde.

Biz oraya girmemizle, kimse kalmadı. Bizden korkuyorlar zaten, bunlar kavga gürültü edecek, diye.

Siz taziyeye gittiniz?

Taziyeye gittik, 18 araba olarak.

Kimse kalmadı, ailesi orda tabii?

Ailesi orada.

Onların size bir şeyi yok, zaten acılarını yaşıyorlar?

Onlar acılarını yaşıyorlar. Biz vardık, ‘kardeşimizdir bizim, beraber ekmek yediğimiz, su içtiğimiz, aynı mesaide çalıştığımız bir arkadaşımızdı, başınız sağ olsun’ diye annesine, babasına, ailesine ifade ettik. Ordan çıktık, saniyede çelik kuvvet geldi Soma genel merkeze. İşte bunlar kavga çıkaracak diye.

Mahalleye mi geldiler?

Evet, İstasyon’a geldiler. Biz Kamil Abiye, Başaran Abiye sorduk, ‘nerden başlıyoruz, kimi yok ediyoruz, söyle bize. Biz maden işçisi olarak yok edeceğiz. Sendikayı mı yok edeceğiz, işvereni mi, söyle bize.’ Kamil Abigil de dedi, hiç kimseyi yok etmeyeceksiniz. Daha burda örgütlenme çalışmaları devam ediyor, buna leke getirir dediler. Biz de kimseye dokunmadık. O süreç de öyle kapandı gitti yani. Tabii o korkular insanların içine çok güzel sindirildi. Hem sendika hem devlet hemin işveren tarafından. Şimdi işçiler pusuyor, şimdi bilinçli pusuyor yani.

Nasıl yani?

13 Mayıs olduğunda bilinç yoktu, naparız ne ederiz, noluyor diye düşünmüyordu. Şimdi yavaş yavaş ortada, gerçekçiliğiyle, herkes şu andaki sistemi tanımaya başladı. Onun için yarın olacak bir şeyde hangine öfke kusacağını daha iyi biliyor veya napacağını daha iyi biliyor. Öyle bir tablo var şu anda. Süreç bu.

Geriye döneceğim ama peki o 2002’de tarımın bitmesi hızlandı dedin ya, TEKEL’in adım adım özelleşmesiyle alakalı demiştin, di mi?

Evet, özelleşmesi ve satılması. İlk önce kota sistemi getirildi, ondan sonra 93’le 2000 arasında, ilk kotayla başladı, sonra kapatılmayla bitirildi. TEKEL direnişini biliyorsunuz, öyle bir süreçti.

Peki iş yerinden nasıl bir iş yaptığını bana tam olarak tarif edebilir misin abi?

Ben kömür ustasıyım, kömürün çıkması. Yanımda bir yedeğim var.

Sen tam olarak ne yapıyorsun?

Ben indiğimde 7,5 saat içerisinde ocağın kömür üretimi olan yerinde ilerleme yapıyorum, kazmayla birlikte. Yanımdaki yedek kürekçi, ben kendim kazmacıyım. Orda 1.20’lik ilerleme yapıyorum. O kömürü oradan çıkarıyorum, şirket üretim yapıyor. Benim yaptığım sistem o.

Nasıl bir iş bu, nasıl yapıyorsun?

Normalde tavan tahkimatı dediğimiz, tavan tahkimatıyla yer arasındaki şilt dediğimiz şeylerin arasını 1 metre açıyorum.

Kazma kürekle?

Kazma, kürek, dinamit, mortif dediğimiz tırtır. Çok hafif, yumuşak olan yerde tırtır kullanıyorum. Çok sert olan yerde dinamit kullanıyorum. Bazı yerler de kendiliğinden açılıyor zaten, o zaman da kazmayla onu işleyerek oradan alıyorum.

Açtığın yere tahkimat mı yerleştiriliyor?

Benim açtığım 1.20’lik yere tahkimat yapılıyor. İşte o mekanize dediğimiz şey, yürüyerek oraya geliyor. Onun direkleri var, direklerini vuruyorum…

Sen yerleştirmiyorsun ama di mi tahkimatı?

Ben yerleştiriyorum, hepsini ben yapıyorum.

Tek başına mı, yedeğinle beraber?

Yedekle beraber. Zaten piston direkleri var biliyorsun, şiltlerin arka tarafında düğmeler var. Düğmesine bastığın zaman ayna direği kalkıyor. Ayna direği kalkınca düğmesine basıyorsun, kızaklı şekilde o zaten, yürütüyorsun oraya. Orada son yere vardığı zaman, aynanın dibine yeniden piston direklerini basıyorsun. O aynayı sabit tutuyor yani.

Aynayı bilmiyorum, hangi parçaydı o?

Şöyle, şimdi burası şey olarak sürülür, karamürselde… [İrem kağıt-kalem çıkarıyor, Tahir çizmeye başlıyor] Burda normalde bu şekilde şey var. Bu anayol, burası bantın olduğu, insanların ocağa giriş çıkış yaptığı alan.

Kurşun kalemi kullanan Tahir Çetin, Çetin’in söylediklerini tükenmez kalemle harita üzerine not düşen İrem Az’dır.

Yürüdüğün yerde şilt var mı?

Yok, orda bir şey yok. Burdan sondajlamayla bakıyoruz kömür var mı. Bakıyoruz kömür var, burdan bir tane baca açıyoruz bu şekilde. Bir baca da burdan açıyoruz.

Nereye gidiyor bu bacalar?

İşte, onu diyeceğim sana. Bu bacalar, kömürün tam böyle, taşa dayanasıya kadar böyle kömür içerisinde gidiyorsun. Vardın mı buraya, bunu sınırlandırıyorsun, ikisini birleştiriyorsun: Burası ayak içi.

Bunu tavana doğru mu çizdin şimdi? Bu borular nereye gidiyor?

Bu boru değil, bu anayol. Burdan napıyoruz, burdan temiz hava giriyor. Burası ayak, kömürün çıktığı yer. Burda konveyör dediğimiz şey var. [Çizmeye devam ediyor] Burada bant var. Burda bir şey yok, burası boş, çünkü burdan pis hava çıkıp gidiyor. Ayrıyetten bir baca daha var, bütün galerinin pis havasının çıktığı şey. Temiz hava da burdan giriyor.

Bu ne?

Bu da baca, pis havanın çıktığı baca. Burası da üretim alanı, bant.

Evet, ne anlatacaktın bana burda?

Burası da ayna.

Tavan mı orası?

Yok, ayna dediğim şey şu, nasıl desem sana…

Sen kendi boyundan anlat bana, diyelim madendeyiz şimdi…

Şimdi iki metre boşluk, üzerinde kömür var. Bu boşluk yapılırken bu şekilde tavanı sabitliyoruz.

Tavanda şilt var.

Şu gördüğümüz şey gibi görüyoruz yani. Direkleri de var.

Pistonları yani?

Evet. Bunları kuruyoruz bu alana, araya, kömürle ayağımın altındaki taşın arasına. Buraya kuruyoruz, 2 metre yükseklikte pistonlu olan yer, buradan 1.20 ilerleme yapıyoruz.

Tamam ama o ileriye… Peki ayna nerde?

İşte aynanın içerisine ilerleme yapıyoruz.

Anladım ama aynanın ne olduğunu bana söylemedin daha.

Ayna da kömür, orası da kömür. Mesela duvar, duvarın içerisine giriyorsun.

Ha ayna dediğin o, ilerlediğin, kömürün durduğu yer. Şimdi öğrendim işte! [Gülüyorlar]

Oraya 1.20 giriyorsun işte bir şekilde. Girdikten sonra burası 1.20 göçük yapıyor. Burası boşalıyor artık. Yüksekten aşağı inince noluyor, gelen kömür konveyörün üzerine patır patır dökülüyor. Kazmacılar var işte, onu veren insanlar var. Kaç bin metre kot varsa, kömür onun üstüne doğru dökülüyor yani. Ordan o kömürü işleyerek alıyorlar yani.

Evet.

O bitiyor, aynı şekilde burdan da 1.20 gidiyoruz.

Tamaam.

Burdan da 1.20 gidiyoruz, aynı şekilde, bu şekilde galeriyi buraya kadar açıp bitiriyoruz.

Sonra başka yere geçiyorsunuz?

Başka yere geçiyoruz, mesela burdan giriyoruz. O şekilde devam ediyoruz.

Tamam, çok iyi anlaşıldı şimdi. [Kısa bir sessizlik]

Aslında ben, işçi şeyinde ona ayna diyoruz. Mühendisler, teknik adamlar, farklı bir şey söylüyor.

Ne diyorlar, biliyor musun?

Onu fazla bilmiyorum. Şimdi şeyde napılıyor, işte…

Sen devam et abi.

Şurdan tarif edicem de. [Çiziyor] Burası işlenmiş bir galeri. Burayı napıyoruz, hava girmemesi ve çıkmaması için, iki taraflı baraj yapıyoruz. Burdan artık hava girmemesi için ve kimsenin girmemesi için.

Evet, ben dinliyorum.

Burdan şimdi yeni bir galeri açılıyor. Bu arada bırakılan topuk, bu kömür topuğu, hani o topuk ellenmiyor fazla. Bu topuk çatlak yaparsa, şu işlenmiş galeriye hava girerse, o kömürün yanması, buradaki bacaya etki ediyor. İşte 301 işçinin ölme sebeplerinden bir tanesi de bu. Buraya güzel dolgu, kül dediğimiz dolguyu baraj yoluyla güzel doldurmadın mı bu işlenmiş galeriye, yarınki alacağın kömür sahasına zarar veriyor. Verdiğinde de ordan karbon monoksit gazı, metan gazı, diğerleri de çıkıyor yani.

Anladım.

Anlamadığın bir şey?

Yok. Peki gün içinde sen çalışırken kaç kişiyle yakın mesafede çalışıyorsun ortalama? Sadece sen ve yedeğin mi, yoksa diğerlerine de yakın oluyor musun?

Bu ayak içerisinde, şu arada ortalama 50 kişi oluyor.

Bunların hepsi işçi mi?

Evet, işçi. Mühendis de var ama o sadece senin yapmış olduğun tahkimata bakıyor, işte eksik, fazla…

Gelip gidiyor mu o?

Evet, o devamlı gezer yani. Burdaki ana yoldaki hava çıkışlarını kontrol eder.

Barajları?

Barajlar değil, üretimi. Baraj oldu mu oraya bir daha girilmez.

E çatlak olup olmadığı kontrol edilmiyor mu?

Mesela burda çatlak nasıl şey oluyor. Burdan hava giriyor, burdan çekip gidiyor, tam şurda sensörler var. Hem girişte var hem çıkışta var. Hani diyoruz ya Soma Kömürleri’ne sensörler nerdeydi diye soruyoruz, onlar da çalışmadığını ifade ediyorlardı. İşte bu giren sensörle bu çıkan sensör ne kadar gaz oranı, çıkıp çıkmadığını ölçüyorlar. Mesela burdan diyor ki 13 ppm hava giriyor, burdan kaç çıkıyor? 10. Bu hava nereye gidiyor? Demek ki burda bir çatlak var, sızıntı var.

Bunu kim kontrol ediyor?

İşte onu mühendisler kontrol ediyor. Orda zaten bir şey olduğunda kömür ısınıyor, içerdeki kömür. Hemen sondaj ekibini çağırıyorlar. Diyorlar ki burada yangın tehlikesi var, buraya hemen sondaj vurun. Ve o sondaj yapılan yerden külleme yapacağız, o çatlağın kapatılması için. Oraya direkt kül veriliyor yani.

Peki abi, gündelikte böyle küçük kazalara şahit oluyor musun?

Günlük, günlük. İşçi arkadaşlara da her gün söylüyorum: Biz burdaki çıkardığımız kömürden hak almıyoruz. Günlük en az 15-20 tane arkadaşımızın ya parmağı kırılıyor, ya kesiliyor, ya ayağı kopuyor…

Kaç arkadaşınızın?

20-25 tane her gün ocakta… İllaki kan akmadan şey olmuyor, her gün kan akıyor yani. Kendin bile şu anda, fazla kaza değil de ufacık şeyden kan akıyor yani. Kömür keskin bir şey, düştüğü zaman kesiyor seni bir taraftan, o kömürün üstüne günlük kan akıyor. Her çıkan kömürün üstüne kan akıyor yani, üç vardiyanın üçünde de aynı şey var yani. Kazalar günlük oluyor. Ufak tefek kazalar. Soma’da şu an baktığımız zaman, ele bak benim… Bu parmak kopuk, burdan böyle ameliyatlar oldum.

Ne oldu da ameliyat oldun?

İşte bu parmak koptu. Şurası bak.

Parmak koptu ve geri mi dikildi?

Evet, burdan kemik alındı, öyle dikildi. Bak şurdan…

Şimdi eklemin çalışıyor mu abi?

Yok, çalışmıyor. Bak şurası var, tavan dediğimiz boşluk yaptı ordan, ora delik delikken yukardan bir kömür topanı düştü. Şura parmaktan böyle derince bir şekilde aldı, bak burası aynı şekilde. Hani şu parmakların uçları artık, çatlamadık, kırılmadık bir zaman olmuyor. Her gün bu parmakların uçları çatlıyor, şuna bak. Görüyor musun, çizgi çizgi. Hep bunları kömür yapıyor.

Bu parmağın burdan mı koptu, ucundan mı koptu?

Bak şöyle koptu. Gama yerleştiriyordum. Yukarda boşluk da vardı. Gamayla topan arasında kalınca…

Ne zaman oldu bu?

2009’da. 13 Mayıs’tan önce oldu bu.

Şimdi eldivenle mi çalışıyorsunuz?

Eldivenle çalışamıyorsun ki! Eldiven eldiven değil zaten. O eldivenle diyelim çalışıyorsun, çıkardığın zaman, yemek yerken, leş kokuyor elin. Çünkü adi eldivenler kullanıyorlar. Ben de kullanmıyorum o eldivenleri. Normal, elim çıplak kullanıyorum yani. Kömür de kesiyor, öyle şeyler var yani.

Eldivenle rahat da çalışılmıyor?

Çalışılmıyor. Bir de mantar oluşturuyor elinde, koku oluşturuyor. Bunlar yaptığında da rahatsız ediyor seni. Ben de kullanmıyorum.

Peki diğer işçiler?

Kullanan var, çok var. Öyle yani. Madencilik bu.

Peki daha iyisi var mı? Kesin vardır da sen biliyor musun diye sorayım dedim.

Var. Çünkü günlük yaşamınla, senin dışardaki yaşamında iş yerindeki yaşamının bir farkı yok. Çünkü dışarda iyisi varsa, orda da olması lazım. İnsan üretiyor. Onun için iyisi var yani. İyisinden fazla, daha iyisini de üretme kapasiteleri var. İyisinin de iyisini üretme kapasiteleri var. Ama ‘masraf’ oldukları için onlara, işçiler de tabii bir şey bilmedikleri için, her şeyi kapat.

Peki işçiler çalışırken ne gibi sohbetler oluyor?

Farklı farklı sohbetler oluyor. Mesela bugünkü yaşamış olduğu, işte yarın napacağını… “Bugün hafta tatiline gidiyorum ben, yarın rakı içeceğim”, “Bayana gideceğim”… İşte “Ben çoluğumla çocuğumla gezmeye gideceğim.” Tabii bu daha önceydi. Şimdi farklı.

Nasıl farklı?

Şimdi yaşanan her gün süreci tartışıyoruz. Yaşanan süreci tartışıyoruz. Mesela amirler “siyaset yapmayın burda” diyor. Biz siyaset yapmayacağız da kim yapacak, bizim şeyimiz var burda, diye bazen öyle şeyimiz oluyor…

Siyaset konuşuluyor.

Siyaset konuşuluyor! AKP budur, CHP budur, işte MHP budur, HDP budur. Geçen gün oturduk…

Kaç kişi katılıyor mesela bu konuşmaya?

Beni istemiyor kimse. Herkes konuşuyor da beni istemiyor artık. İsteyen de çok. Bir gün işe gitmediğim zaman, “Tahir Abi biz seni emekli oldu biliyorduk?” Noldu oğlum, ben burdayım işte, daha hala sizin içinizdeyim, dediğim zaman, ya abi diyor, seni özlüyoruz bazen diyor. İşte biz gerçekleri söylüyoruz. Geçen gülüyorlardı bana. 5-6 tane arkadaşım var öyle, ben geldim, ben geldim mi hemen açılıyor siyaset muhabbeti. Konuştum konuştum biraz. Ondan sonra dedim ki biraz sonra ben burdan giderim, yine deli geldi dersiniz dedim. Yani bu saçmaladı dersiniz dedim, kendi aranızda gülersiniz dedim, ama benim söylediklerimde bir gerçek var dedim. Bunu hiçbir zaman için… Bir gün gelecek karşınıza çıkacak dedim. Deli dediğin, beğenmediğin insan bir gün senin… Yok abi diyor, seni beğeniyoruz ama korkuyoruz.

Mülakatın bir bölümünden kısa bir ses kaydı kesiti

Öyle açıkça söylüyorlar mı korktuklarını?

Söylüyorlar. Ben yarın öbür gün işten atılsam, çoluğumun çocuğumun başına bir iş gelse naparım diyor. Öyle bir şey oluyor yani.

Anladım, dürüstçe insanlar söylüyorlar yani.

Söylüyor, bunda hiç kimsenin tereddüdü yok yani. Ben de o zaman hak veriyorum yani, ne güzel kendini ifade edebiliyorsa.

Siyaset derken ne konuşuluyor abi?

Siyaset konuşulurken…

Hani sen kendi fikrini söylüyorsun, başkaları neler söylüyor?

Siyaset şöyle, normalde haber tartışıyorlar.

Mesela?

Mesela diyorlar ki CHP. CHP’den örnek vereyim. CHP’den işte… Bunu benim devamlı söylemem doğru da bir şey değil ama. Mesela seni CHP’li görüyor, onu başka bir partili görüyor, onu bir başka partili görüyor. Kendi arasındaki yanlışı söylüyor. Diyor ki senin partin bunu yapıyor, bak gördün mü, sen öyle diyordun ama bunu yapıyor, gördün mü? Özellikle şu iki günden beri AKP’nin, özellikle şeyi çok konuşuluyor, o bırakılan…

Brunson?

Brunson’un bırakılması için, bu adamın… İlk önce ben başlattım zaten. Arkadaşlar, şunu ifade ettim, 15 Temmuz’da 250 tane ölen arkadaşını kim serbest bıraktı? Sizin oy verdiğiniz adam serbest bıraktı.

Çok AKP’li var mı?

Dolu! Neler var. Çok kötü kötü kelimeler ağzına alanlar da var. Bir gün birisi bir kavga yaptı.

Sana mı hakaret etti?

Yoo kendisine.

Anlamadım?

Kendisine hakaret ediyor insan, kendisine! Kötü kelime kullanıyor kendisine.

Nasıl mesela?

Bugün Tayyip diyor… Bu ağza alınacak bir kelime değil, hanımımı isterse onu bile veririm, diyor.

Haa anladım.

Sen şerefsizsin oğlum diyorum. Çünkü onu diyen adam bir gün karşıma çıktı. Konveyör başındaydım. Bir hata yapmış. Bunu da mühendis görünce ceza yazacağım sana dedi. Bu geliş mühendise yalvarmaya başladı. Abi işte, çoluğum var çocuğum var, evim var, yapma etme, olmaz etmez diye yalvarıyor mühendise. Ben de vardım yanına, şefim dedim buna kaç tane ceza yazıyorsun dedim. Bir tane dedi. İki tane yaz dedim. Ya abi sen nasıl konuşuyorsun öyle diyor. Ulan şerefsiz dedim, dün hanımını başkasına teklif ederken şimdi çoluğun çocuğun mu oldu lan senin dedim. Ne diyordun sen dedim? Demek ki ne güzel çoluğun çocuğun varmış senin dedim. İşte sen dedim böyle bir karakterde bir insansın dedim, hak ediyorsun her şeyi.

Kavga ettiniz.

Kavga ettik yani. Bunları bil dedim yani. Sana kimden zarar geleceğini, sana kimden iyilik geleceğini iyi sezinle dedim. Seni dedim o kurtarmaz, kurtarırsan burda kendin kurtarırsın. Yaptığın her hatayı kendin kurtarabilirsin. Bununla bilincine…

Ne zaman oldu bu?

Bir yıllık muhabbet bu. Öyle şeyler de var yani. Ama şeyler güzel, şu andaki siyasi tartışmalar çok mükemmel.

Nasıl?

Mesela geçen gün, burdan senden ayrıldıktan, gittikten sonra benim videoyu seyretmişler. İşte videoyu seyrettik abi, güzel konuşmalar yapıyorsun, bizi savunuyorsun söylemiyle… Onlarla biraz sohbet ettik, şey yaptık. Bir tanesi, İsmail diye bir çocuk var, temsilci. Bir saat sonra o çıktı geldi.

Ne temsilcisi?

Türkiye Maden-İş Sendikası’nın temsilcisi. İşçinin bir tanesi, İsmail, dedi, bizim bayram paraları yatacak mı, dedi. O da, yatmayacak, dedi. O da arkasından, İsmail, dedi, bu kervan bu şekilde yürümez, dedi. Ben de dedim, çok doğru bir kelime konuştun, bunu yarın Facebook’tan paylaşacağım. Orda paylaştım zaten, “Soma, bu kervan böyle yürümez” diye. Abi diyor, öyle diyor, korkuyoruz, bazı arkadaşlarımız korkuyor. Aldıkları ücret…

Temsilci olan İsmail işçi mi?

Temsilci o, geziyor, ocak içerisinde geziyor.

Ne sıfatla?

İşçinin sorununu o an, lafa göre dinliyor. İşverenin ihbarcısı yani, kim konuşuyor.

Bayağı ihbarcı olarak?

İhbarcı! Ben onların yüzünden kaç defa işverene ifadeye çıktım yani.

Öyle geziyor sıfatsız?

Sıfatsız, geziyor. Kendi kafasına göre… Ben burda diyecekmişim ki yemek masası istiyorum, bu yemek masası olsun, o da yapmayacak. İşveren onu mu dinliyor yani? Seni ben seçtim lan diyor, sen kimsin diyor.

Parasını işverenden mi alıyor?

İşverenden de alıyor.

Sözde sendikadan alıyor?

Sendikadan da alıyor, şirketten de alıyor. İkisinden de alıyor.

Siz de bunu biliyorsunuz.

Biliyoruz canım.

Ama normal şartlarda ne münasebet yani, şirketten para almaması lazım, işçi değil çalışan değil.

Almaması lazım ama sonuçta alıyor.

Ve siz de bunu biliyorsunuz.

Biliyoruz. Ben değil, hepimiz biliyoruz. Diyoruz yani, sen bizi temsil etmiyorsun, sen işvereni temsil ediyorsun. Bunu resmen yüzlerine karşı, deniliyor yani, siz busunuz deniyor.

Tartışmalar şimdi mükemmel derken ne kastettin, ne zamandan beri?

13 Mayıs’tan sonra. Dedim ya işte, 13 Mayıs’tan önce kimse bir şey söylemiyordu, kimse bir şey konuşmuyordu. Ama şimdi 13 Mayıs’tan sonra… Neden diyorum, bak, işçi arkadaşlarımla muhabbet ettik. 13 Mayıs geçti, DİSK muhabbeti geçti. Bunlar barışçıl çocuklardı. Bunlar 29 kişiye yakın geçiş yapmışlardı bizim tarafa.

Nerden nereye geçiş?

Türkiye Maden-İş Sendikası’ndan DİSK’e. Geçiş yapınca bizi bir odaya kapattılar dedi. İş yerinde bir odaya kapatınca bize DİSK’in yapmış olduğu eylemleri gösterdiler dedi. MHP, milliyetçilik duygusuyla, işte bunlar vatan hainidir, görüyorsun bak camı kırıyor, arabaya zarar veriyor, bilmem ne yapıyor diyerek…

Nerde, yukarda mı madende?

Yukarda, bilgisayardan açmış.

Kim yapıyor, mühendis mi yapıyor, müdür mü?

Ya müdür de mühendis, hepsi mühendis.

Tamam, yani kim yapıyor?

İşveren, müdür. Mesela sen gazeteci olarak veya bir şey olarak gelmişsin buraya bu röportajı yapıyorsun.

İşçileri bir odaya kapatan kişi kim?

Mühendis. Mesela bu şişenin sorumlu mühendisi. Bu şişeyi üreten işçiyi topluyor odaya, buna DİSK’in faaliyetlerini gösteriyor ve istifa ettiriyor, DİSK’ten istifa ettiriyor. Ben dedim, hata yaptınız, yarın bir gün gerçekten vatan hainlerini göreceksiniz. Bir toplu sözleşme gerçekleşti 13 Mayıs’tan sonra ve %5 ile bir sözleşme yapıldı. İşçi %15-20 bekliyordu, %5 çıkınca, kimmiş PKK, kimmiş vatan haini? Kendi milletini, insanını sömürmeye ne denir, dedim. Daha siz bunları görmüyorsunuz, bilemiyorsunuz, dedim. Sonuçta senin bir gerçekliğin var. Vatancılık, milliyetçilik nedir? Bu kalem bile vatanın bir kalemidir, buna birini zarar verirken görürsen dur diyeceksin. Kim buna zarar veriyor? Bunu iyi bileceksin. Bunu bilmezsen hiçbir zaman için doğruları bulamazsın. Siz MHP’lisiniz dedim. Şu anda sen askerlik yapan birisisin dedim. Askerlikte komutanın karşısına geçtiğinde, komutan bir görev verdiğinde, hayır yapmam diyebiliyor musun, dedim. Diyemiyorsun. Komutan derse git şunu öldür, gidiyorsun öldürüyorsun. Ya, de bakalım, komutanım bunu niçin öldürüyorum de bakalım ya! Onu demezsen, o komutan seni her zaman için kullanmaya devam eder.

Orda da öyle bir hakkın yok zaten.

Yok. Peki orduyu yönlendiren kim? Şu andaki siyasi iktidar. Şu anki siyasi iktidar seni sana düşman yapar, sana birbirini, kalleşlik eder. Bunu iyi bil diye ifade ediyorum. Bugün dese, biz niye birbirimizi öldürüyoruz, bizim bu dünyada paylaşamadığımız ne dese? Diyebilir mi senin siyasi iktidarın bugün bunu? Desin! Bakalım bir tane şehit gelecek mi?! Gelmez, dedim.

Bunlar yakın zamanda mı oldu?

Ben de böyle değildim yani, gerçekten ben de böyle değildim. Bir tane çocukluk arkadaşım var, çocukluğumuz, her şeyimiz beraber geçti. Bundan ayrıldık, bu siyasi şeyden.

O nasıl, hükümet yanlısı mı?

Yoo hükümet yanlısı değil de… [Kişi adı çıkarıldı] aşırı şekilde olduğu için…

Ne, milliyetçi mi?

Değil, o da solcu, bir devrim düşüncesi var; ama şu andaki milleti gördü mü, bu milleti sen mi düzelteceksin, boşver mücadele etme diyordu. Ben de hayır, mücadele etmem gerekiyor diye ifadede de bulunduğumda, o zaman yollarımızı ayıracağız, dedi. Öyle bir şey oldu yani.

Peki Brunson’la ilgili neler konuşuldu? [Ezan okunmaya başlıyor] Ben tartışmalar mükemmelleşti deyince, krizle beraber mi diye düşündüm.

Yok, kriz olmadan önce de vardı, tartışmalar oluyordu. Bizim gibi örgütlenen arkadaşların da bilinç oluşması lazım. Ben o konuda da sana soracağım: Nasıl bir siyasi süreç inşa etmemiz lazım?

Bana mı soracaksın? Bana niye soruyorsun abi?

Biz sonuçta şimdi, kendi kendimize böyle olmadık. Sonuçta senin gibi akademisyen arkadaşlarımız çok geldi buraya. Bak ben özellikle Boğaziçi’ndeki bir öğretmenin söylediği bir söz oldu. Tahir dedi, sana bir şey soracağım dedi.

Adı neydi abi? Ben de Boğaziçiliyim ya, merak ettim.

Hakan Güneş, Boğaziçi’nde. Ayrıldı galiba şimdi. Onunla biz böyle şeye gittik, hatta güzel bir anımız oldu orda. Neden dersen, İstanbul’a gittik. Boğaziçi’nde dediler seminer var. Somalı işçiler olarak girdik salona, öğrenciler ders işliyor. Biz herhalde dedik seminer başladı, meğersem çocuklar ders işliyormuş.

Hoca başka hoca mı?

O da geldi, ben sizinle dağ başında rakı içmeye dedi… Bazen geliyor buraya, Sosyal Haklar Derneği’ne. Neyse oturduk işte, hoca ders anlatıyor, artı değer üzerine. İşte cari açık diye açıklama yaptı, sonra geldi Soma’daki maden kazalarıyla alakalı. Biz el kaldırdık. Dedik siz yanlış anlatıyorsunuz, hoca siz yanlış anlatıyorsunuz. Neden yanlış anlatıyorum dedi. Bak biz dedim, şu anda… Kamil Abi’yle o konuda, artı değer üzerinden bazen tartışıyorduk. Bak bunu bileceksiniz aslanım, derdi. Bir maden işçisi, derdi, bir usta bir yedek aynadan çıkardığı, 5 tane şilt yaptığı zaman, burdan 5 ton kömür çıkar, derdi. Bu 5 ton kömürü piyasada satmaya kalktığında kaç para yapar, 2,5 yapar, derdi. O zaman 3’er liradan 6 lira. Gerisi kime kalıyor. İşte cari açık… Artı değer açığı burdan patlıyor, derdi. Sen kendi emeğini 6 liraya satıyorsun, senin emeğin üzerinden 64 lira para kazanıyor, derdi. Bunu bil, derdi. Bunun için benim ürettiğim bu kadar yapmıyor dersin, daha fazla alırsın, derdi.

Bir gün oturduk, ders üzerine… Bir tane arkadaşım var yer altında, hangi partiye oy veriyorsun diye sordum. O da AKP’ye oy veriyorum diye söyledi. 13 Mayıs’tan önceki olay bu. Niçin AKP’ye oy veriyorsun, dedim. Biz dedi, benim 2,5 yaşında bir tane özürlü çocuğum var, özürlü çocuğuma 800 lira yardım yaptığı için veriyorum, dedi. Pekala sen kaç para maaş alıyorsun, dedim. 1200 lira maaş alıyorum. İkisini birleştirince ne yapıyor, 2000 lira yapıyor. Pekala kamuda [devletin işlettiği madenlerde] çalışan kaç para alıyor? 3000 lira. Senin 1000 liran nereye gidiyor? Onların ya gemilerine gidiyor ya uçaklarına gidiyor ya altındaki arabalara gidiyor. Sana aslında onu yapmıyor: Senden alıyor bir cebinden, öbür cebine koyuyor. Sen onu devletten yardım diye… Aslında senden çaldığını sana geri veriyor. Sen bunu işte bilmiyorsun, işte burda açık oluşuyor. Gerçekten senin hakkını vermiş olsa… Cari açık kapatılıyor işte. Napıyor devlet? Şu kadar özürlü çocuğa, kadına, erkeğe para ödüyorum, diye söylüyor. Aslında senden, benden çaldığını sana geri veriyor. İşte burdan da gerçek paralarla cari açığı oluşturuyorlar. Gerçek para nerde? Gerçek, işçinin emeğini işçiye gerisin geri veriyorsun, yarısını alıp… Çoğunluğunu götürüyor… Nereye gidiyor dedim yani.

Noldu sonra?

Hoca otur sen aşağı dedi. [Gülüyor] Konumuz başka şeyler deyince, öyle bir anımız da oldu yani. Biz dersi bilmeden dalmışık yani. Bu AKP için değil, hepsi için aynı. Bugün başkası da geçse, Cumartesi günü, Ergün Atalay mı Türk-İş’in Genel Başkanı? O kendisi söyledi. Bize bunu defalarca söylediler, biz buna inanmadık dedi. Gerçek üreten kendini mecliste yönetmedikten sonra bu süreç böyle devam eder dedi. Biz buna inanmıyorduk ama gerçekler buymuş dedi. Şu anda bak bakalım meclise, gerçekten işçi var mı dedi. Yok. Servetine servet katmak için hep dedi insanlar.

Kim bunu söyleyen?

Ergün Atalay, Atalay mıydı soy ismi? Türk-İş’in Genel Başkanı. O dedi. Fox’ta dinledim, oraya çağırmışlar. Dedim siz de sonradan anladınız bir şeyleri ama iş işten geçti. Sonuçta Türkiye’de sizden nefret eden insan da çok.

Brunson’la, serbest bırakılan adamla ilgili ne konuşuluyor?

AKP bizi aldattı diyor.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler