spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetÖzgürlük Anayasa Mahkemesi kararları ile gelir mi?

Özgürlük Anayasa Mahkemesi kararları ile gelir mi?

Sevda Karataş, Burcu Arıkan

Bu yazıda DİSK’in 15 Aralık 2023 tarihinde “Disk’in iradesi ve işçi sınıfının haklı mücadelesi mahkeme kararlarında tescillenmiştir” diye duyurduğu AYM kararını değerlendireceğiz. Öncelikle bu kararın ve başvurunun da genel olarak 1 Mayıs ile ilgili olmadığını, 2014 senesine özel olduğunu belirtmekte fayda var. Burada DİSK’in iradesi eğer ki 2014’ten 2023’e bir AYM kararını beklemek ve bu kararı da büyüterek ve çarpıtarak duyurmak ise; evet, tescillenmiş olabilir. Ancak işçi sınıfının haklı mücadelesinin tescillendiğine dair bir iz bulmak pek mümkün değildir. 1 Mayıs 1977’de yaşanan kayıpların öneminden bahseden ve anmayı hak olarak gören iki paragrafı bir mücadele tescili olarak görmek için oldukça fazla niyet okumak gerekir. Zira bu kararda senelerdir bu hakkı fiilen kullanan mücadeleci kurum ve sendikalar yoktur, olmaları da pek mümkün değildir.

Şimdi neden böyle düşündüğümüzü madde madde konuşalım:

15/12/2023 tarihinde yayımlanan, 12/10/2023 Tarihli Anayasa Mahkemesi kararı; basın duyurusu ile kamuoyuna yansıdığı itibariyle DİSKin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri çerçevesinde Taksim Meydanı’nda yapılmak istenen gösteri yürüyüşünün engellenmesi, müdahale sırasında kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanması ve bu olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın etkili olmamasının, başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağını ihlal ettiğine ilişkin bir başvurudur.

Netice olarak; kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle Kabul Edilemez Olduğuna Oybirliğiyle, Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İhlal Edildiğine ise oy çokluğuyla karar verilmiştir.

Direnme eğiliminde ivme alan işçiye, yasaları devinimleriyle göstererek egemen sınıfın izin vermediği “kategorik” mekânlarda örgütlenme iradesini sakatlamaya devam edenlerin yakından takip ettikleri yegâne hususlara biz de yakından bakalım.

1 Mayıs 2014’te neler olmuştu?

Başvuru konusu olayı özetlemek gerekirse; DİSK, KESK ile TMMOB ve TTB 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı Taksim Meydanı’nda kutlamak maksadıyla Valiliğe hitaben yazdıkları dilekçe ile 1 Mayıs 2014 Perşembe günü saat 13.00’te Taksim Anıtı’na çelenk ve Kazancı Yokuşu başına karanfil bırakılarak saygı duruşunda bulunulacağını ve kutlama gerçekleştirileceğini bildirmiştir. DİSK 2014 1 Mayıs’ı için kutlamaların yapılacağı alanın belirlenmesi amacıyla İstanbul Valisi ile görüşmüş, Valilik tarafından Taksim harici etkinlik alanları bildirilmiş sonrasında ise hükümet yetkilileri, 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda kutlama yapılmasına izin verilmeyeceği yönünde açıklamalarda bulunmuştur. 1 Mayıs günü ise Taksim’e çıkarken kolluk kuvveti tarafından gruba orantısız bir şekilde müdahale edilmiş yoğun gaz ve tazyikli suya maruz kalmışlardır. Topluluğun dağılarak DİSK Genel Merkezine sığındıktan sonra da devam eden polisin müdahalesi neticesinde bina içindeki birçok kişinin gaz fişekleri ve plastik mermilerle yaralanmış ve atılan gazlardan olumsuz etkilenmişlerdir.

Her ne kadar Anayasa’nın 34.maddesinde açıkça düzenlenen Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı bakımından “önceden izin almadan” güvencesi getirilmekte ise de 2911 sayılı Kanun ile bu hakkın kullanımına yönelik olarak düzenlenen bildirim usulü ile müdahale edilmektedir. 

Anayasa’da açıkça düzenlenen Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı varken egemenler tarafından yasa yoluyla gasp edilmesine, sınırlar belirlenmesine ses etmeyip yaratılan şartları yani bildirim ve izin usullerini bilfiil uygulayıp sonrasında yine aynı düzenin Anayasa Mahkemesi kararını kazanım olarak işçi sınıfına sunmak işine geldiği gibi davranmak niteliğindedir. Mücadelede esas olan Anayasa ve Mahkemesi ise, başvurucuların 7 yıl karar beklemesini gerektirmeyecek o düzenleme Anayasa’da da mevcuttur.

Kararın neticeten bir ihlal olmasının yanında; Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirme ve gerekçelerinin de kritik olduğu kanaatindeyiz.

İlgili kararın 13. Maddesinde başvurucuların Valilikçe uygun görülmeyen talebine ilişkin ilk yaptığı değerlendirme; Başvurucular, idarenin bu kararına karşı idari yargı yoluna başvurduklarına dair herhangi bilgi ve belge sunmamıştır.” şeklindedir. Siyasal iktidarın bir aygıtı hâline gelmiş hukukun tarafı olanların bu gerekçelere rast gelmesi tesadüf değildir.

Kararın 14. Maddesinde değinildiği üzere ilgili ihlale konu Valilik kararında; 17/3/1981 tarihli ve 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatilleri Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca konfederasyonlar ve bağlı sendikaların, siyasi partilerin, meslek odaları ile çeşitli sivil toplum kuruluşlarının bayram kutlaması amacıyla Taksim Meydanı’na çelenk bırakma, basın açıklaması yapma ve anma etkinliğinin sembolik katılımla yapılabileceğini” belirtmiştir. Tıpkı “başvurucular” tarafından yıllardır yapıldığı gibi.

Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin değerlendirme ve netice

Karar birçok yönden eleştirilebilecek olmakla beraber; en vahim olanı, Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine dair başvurunun kabul edilemez olduğuna ilişkin sonucudur. Senelerdir gaz ile müdahalenin geçici ve kalıcı pek çok sonucu ile uğraşan, sağlık sorunları ve hatta can kayıpları yaşayan bizler için bu madde çok kritik önemdedir; ancak DİSK buna dair bir kelime dahi etmemiştir.

Kararın 41. maddesine her ne kadar lehe olabilecek şekilde; “…ifade etmek gerekir ki biber gazının kimyasal tesiri yüzünden oluşan acı -meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olması durumunda bile- kişilerde ilave bir korku ve elem duygusuna yol açabilecek mahiyettedir. Bu sebeple güvenlik güçlerinin haksız yere bireylerin yüzüne biber gazı sıkarak yoğun fiziksel ve ruhsal acı çekmesine neden olmaları kötü muamele yasağını ihlal edebilir.” başlansa da hemen ardından 42. maddede başvuru formunda başvurucular, kimyasal içerikli gaz ile tazyikli suya maruz kaldıklarını ileri sürmüş ancak ne şekilde etkilendiklerini açıklamamış; polisin yüze doğrudan ve hedef gözeterek gaz sıktığını iddia etmemiştir. Ayrıca başvuru dosyasında, başvurucuların polisin kullandığı biber gazına doğrudan maruz kaldığına ve/veya biber gazı nedeniyle yoğun fiziksel ve ruhsal acı çektiğine dair herhangi bir delil de bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucular kolluk güçlerinin müdahalesi nedeniyle vücutlarında bir yaralanma meydana geldiğine ilişkin herhangi bir rapor sunmamıştır.” denmiş ve kriterlere bağlı hale getirilerek ihlalin kapsamı daraltılmıştır.

Halbuki daha önce AİHM tarafından verilen hükümlerde; yalnızca biber gazına dair rapor veya iddialara bağlı kalınmamış, hatta başvurucunun iddialarının soruşturulmamış olmasından ötürü AİHS Madde 3’ün (Kötü Muameleye ilişkin madde) ihlaline dahi karar verilmiştir.

İlgili kısımda AYM’nin kararında ısrarla yöntem olarak tercih ettiği; salt başvurucu yönünden aranan normatif standartlar, kolluk görevlilerinin sağlaması gerekenler bakımından aranmamıştır. Günümüzde kolluk görevlileri tarafından sıklıkla başvurulan bir güç kullanma aracı hâline gelmesi, gereklilik ve orantılılık hususuna, kolluk görevlileri biber gazı kullanmaya yalnızca gerekli olduğunda (daha hafif araçlarla bir çözüme ulaşamadıklarında) başvurabileceklerine, bir toplantı ya da gösteri yürüyüşünün yasal olup olmamasının kolluk görevlilerinin güç kullanmaktan kaçınması ilkesini uygulamadan kaldırmayacağına ve son olarak biber gazına başvurulduğu durumlarda ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarına tıbbi müdahalede bulunabilecek sağlık görevlilerinin bulundurulması gerektiğine Anayasa Mahkemesi hiçbir kısımda değinmemiş ve elbette ki açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin değerlendirme ve netice

DİSK tarafından DİSKin iradesi ve işçi sınıfının haklı mücadelesi mahkeme kararlarında da tescillenmiştir” zemininde servis edilen AYM kararında bir tescil olmamasını bir kenara koyalım, şu anda direnen işçilere ve sendikalara iş yerine yaklaşma yasakları verilen, canı pahasına çatıya çıkan işçilere gürültü yaptığı gerekçesiyle para cezası kesilen ve hatta direnen işçiye camiye girme yasakları olan bir evredeyiz. Böyle bir ablukada Anayasa Mahkemesi kararları özgürlüğü getirecek mi?

İktidar tarafından rıza üretmek için kullanılan, tanımadığı ve yok saydığı Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere, salt liberal hukukun tarafı olduğunuzda kararın 66. Maddesinde anılan ilgili valilik kararı işaret edilerek verilenkararın iptali için idare mahkemesinde dava açıldığına dair bir bilgi veya belge dosyaya sunulmamıştır.” ve 68’deancak somut olayda başvurucular bu hukuk yolunu kullanmamış, idari işlemin iptali için çaba göstermemiştir. İdari bir kararın iptaline yönelik başvuru yolları tüketilmeden, bir hakkın kullanıldığından bahisle anılan karara uyulmaması hukuk devletinde kabul edilemez.” şeklinde gerekçelerle karşılaşmanız da kaçınılmazdır.

Devamında kararın 67. Maddesinde ise kamu düzeninin sağlanmasından bahsedilmiş, kamu otoritelerinin -somut olayın koşullarına göre- katılımcılar tarafından tercih edilen toplantı veya gösteri yapılmak istenen bir alan veya güzergâhı yasaklaması veya alternatif mekân önermesi anılan hakka yönelik açık müdahale olmakla birlikte tek başına ve otomatik olarak bu hakkın ihlalini doğurmaz.” denmiştir.

“Somut olayın koşulları”nın çerçevesi elbette hukuku hakkını arayana sopa gibi kullananların takdirindedir. Bu tanım yalnızca 1 Mayıs’ta Taksim’e çelenk bırakmayı mı yoksa haftada 73 saat, izinsiz, çalışırken bayılan Özak Tekstil işçilerinin 23 gündür devam eden meşru direnişi de kapsayacak mıdır?

Kamu otoriteleri denen zaten; patronun yönettiği Urfa’da yasaklar ilan eden valilik, Agrobay’ı jandarmasıyla, iktidarıyla ve muhalefetiyle müdafaa edenlerdir.

Madde 68’in devamında ise Bu nedenle somut olayda olduğu gibi kanuna aykırı böyle hâllerde toplantının düzenleyicilerine orantılı şekilde yaptırım uygulanabilir veya kamu düzeninin sağlanması ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin ihlal edileceğine dair somut gerekçeler varsa toplantıya müdahale de edilebilir.” deniyor. Hakların koşullara bağlandığı, sınırların belirlendiği, devlete müdahale hakkını defaatle hatırlatan bu karara tescil denebilir mi? Ya da mücadeleci bir hat için bu cümleler kurulur mu, elbette hayır.

Sınırlara dair bununla yetinilmemiş madde 78’de detaylara da değinilmiştir. kamu gücünü kullanan organlar; anayasal haklara, somut olayda olduğu gibi temel hakka yönelik bir sınırlama ve bu sınırlamayı gerekçe göstererek toplantıya bir müdahalede bulunduklarında şu değerlendirmeleri yapmalıdır: i. Düzenlenecek toplantı ve gösterinin kamu düzenini bozacak nitelikte somut bir tehlike veya açık ve yakın bir tehdit oluşturup oluşturmadığını irdelemelidir.”

Yine madde 82’de hedeflenen amaçlara ulaşılabilmesi için mekânın önemi gözetildiğinde mekân seçme serbestîsinin kategorik olarak yasaklanması Anayasa bakımından kabul edilemez.” denerek AYM’nin Taksim’in hafızasını ve değerini kabul ediyor oluşunu meselemiz olarak kabul etsek (!) dahi devamında mekân yasağına ilişkin bir karar verilebilmesi ancak somut ve haklı gerekçelerin ortaya konulmasıyla mümkündür.” denerek yasakları ve izinleri bir muğlak sınırlamaya tabi kılmıştır. Hâlihazırda pratikte aksi ile karşılaştığımız oldu mu?

Sınıf mücadelesinin hafızasına kim, nasıl sahip çıkar?

AYM kararında 1 Mayıs 1977’ye atıfla Taksim’in hafızasından bahsedilmesini olumlu ve hatta şaşırtıcı bulanlar elbet olacaktır. Ancak egemenlerin hukukunda mücadelenin hafızasına olumlu bir bakışın şaşırılacak bir yanı yoktur. Onlar ister ki mücadelemiz bir müze olsun, bir hafıza mekânı olsun. Anmalar önemsiz değildir; ama mücadelenin durmadan devam ettiği bir durum yoksa bu noktada bizlerin tarihi egemenlerin işine gelmeye bile başlayabilir. Direnen işçileri görmeyen ve görmemekle kalmayıp yarı yolda bırakan bir DİSK’in temsilen çıkacağı bir Taksim Meydanı’nın mücadelemiz açısından tek bir anlamı olabilir, bu da bize ait olanın düzen tarafından içerilmesi…

Bu noktada tekrar düşünmek iyi olabilir: Taksim ısrarı neydi? Pek çokları “mekân fetişizmi” gibi söylemesi kulağa hoş gelen tariflerle irrasyonel gösterip itibarsızlaştırmaya ve yalnızlaştırmaya yeltenmiş olsa da Taksim diyenleri, bu ısrar hiçbir zaman bir tür fetişizm ya da takıntı değildi. 

Bu ısrar devletin ve sermayenin işaret ettiği yerde durmaya karşı bir tavırdır. Belki bugün Taksim yasal olsa 1 Mayıs’ı bütün OSB’lere yayacağız da denebilirdi örneğin. Devlet Taksim’e giremezsin, Maltepe’ye git dediğinde koşa koşa gitmek ve bütün solu da buna örgütlemek, bir yere adım atmak için AYM kararı beklemek ise devrimci bir tavır olmadı hiçbir zaman.

Türlü yolla mülksüzleştirilen insanlar evleri yıkılırken, işçiler hakları gasp edilirken kollukla hiç geri adım atmadan mücadele ettiler bunca sene boyunca. Taksim ısrarına itiraz olarak “işçiler gelmez” diyenler işçilerin en ön saflarda verdiği mücadeleler için sosyal medyadan bir cümle destek yazmayı bile göze alamadı egemenlerle kurdukları ilişkiler bozulur diye.

İşte Taksim’de el ayak çekilmesinin sebebi de korunmak istenen bu konumlardı. Bütün sene direnen mücadeleci sendikalar, kurumlar senenin o günü de direnmeyi bırakmadı. Taksim’i 1 Mayıs alanı olarak tescilleyen onların ısrarıdır, AYM kararı değil. Bize Taksim’in tarihsel önemini anlatan, barışçıl anma ve kutlama yapılmasından bahseden, mücadelemizi dondurup bir hatıraya çevirmek isteyen egemenlerin cümleleriyle avunmak gibi bir niyetimiz olmadı, olamaz.

AYM kararı işçi sınıfına tarihinizi anmanızı anlıyoruz demiş; ama tarih yazabilirsiniz dememiş ve asla demeyecektir.

Daha genel bir çerçeveden bakarsak bir sabah evimizin başımıza yıkılabileceği ihtimali ile Taksim’in bize kapatılması ya da direnen işçiye işyerine yaklaşmama kararı verilmesi ve bunlara razı gelmek aynı şeydir. Egemenler nerede bulunmamız onları tehdit ediyorsa orayı bize yasaklayacaktır. Her sene verilen “son yasaklı 1 Mayıs” sözlerini ciddiye almayanların bildiği hakikat budur. O yasağı kabul etmekle başlar mekânı kaybetmek ve ancak örgütlü mücadele ile terk etmeyerek sahip çıkılır. Aynı şekilde bir mekânın tarihsel önemi de orada ödenen bedelleri boşa düşürmeyecek bir mücadele hattını sürdürmekle anlaşılır ve anlatılır, iki paragraflık mahkeme karar maddesiyle değil.

Dolayısıyla bizzat yasağa boyun eğen tutumların başvuru devamı ve neticesi olan AYM kararları ile değil, mücadele ile var olan Taksim’in ve aslında bütün hayatın, ancak mücadele ile kazanılabileceğini ve özgürlüğün direnen işçilerle geleceğini biliyoruz. Taksim meydanı olsun, patronun evinin önü olsun, fabrika girişi olsun, depo içi olsun, hiç fark etmeksizin nerede olmamız gerekiyorsa orada olarak, işçi sınıfının her direnişte yürüttüğü kavganın hizasından geri düşmeyerek bizim olan her şeyi alacak bir mücadele yürütebiliriz.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler