spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetKonfederasyon sendikacılığı barikatını teşhir eden Harb-İş'in fiilî meşru mücadelesi

Konfederasyon sendikacılığı barikatını teşhir eden Harb-İş’in fiilî meşru mücadelesi

Sinem Doğan & Ege Demirel

Türkiye sermayesi tıpkı bağlı olduğu uluslararası/uluslaraşırı burjuvazi gibi krizdeki kapitalizme çare olarak askerî-endüstriyel komplekse odaklanmaya başladı. Bu bağlamda gerek Suriye’nin işgal edilmesinde gerekse NATO’nun Ukrayna üzerinden Rusya ile gerçekleştirdiği savaşta Türkiye’ye önemli roller düştü. Emperyalizm halkların yaşam alanlarını işgal ederek onların sistematik olarak katledilmesine ve hatta Gazze’de olduğu gibi İsrail’e arka çıkarak soykırıma dahi neden oluyor. Böylece bir yandan savaşlarla milliyetçiliğin beslenip büyütülerek faşizme giden yol aralanırken diğer yandan kendini yeniden üretmekte sorun yaşayan ve zaman-mekân mefhumunu aşacak yeni sermaye birikimi yöntemlerini bulmakta zorlanan burjuvazi, çareyi askerî-endüstriyel kompleksi sistemin ana sektörü hâline getirmekte buldu. Türkiye de bir NATO üyesi ve kapitalist bir devlet olarak bu düzenin dışında değil. Özel sektörde olduğu gibi kamuda da işçilerin hem yoğun iş yüküne maruz kaldıkları hem de düşük ücretlerle baskılanarak açlık dayatmasına maruz kaldıkları görülüyor. Türkiye savunma sanayisinin en önemli unsurlarından biri olan savunma sanayisi işçileri de bu nedenle gasp edilen hakları için mücadele etmeye başladılar. Savunma sanayisinde milyar dolarlık cirolar söz konusuyken üretimden gelen güçlerini istismar etmek için işçilerin “Vatan, Millet, Sakarya” edebiyatı ile açlığa ve sefalete rıza göstermeleri isteniyor. İşçiler bu düzene karşı çıkıp haklarını istediğinde ise elbette karşılaştıkları suçlama “terörizm” ve “anarşizm” oluyor.

Uluslararası/uluslaraşırı sermaye ve yerli iş birlikçileri olan TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, TİSK, MESS ve bu yazının konusu olan bir kamu işveren sendikası TÜHİS bu kapsamda Türkiye’de de emek hırsızlığı rejiminin bekasını kollayan sermaye devletinin ve onun sağladığı kolluk gücünün her geçen gün tahakkümünü ve şiddetini artırarak emekçileri ya açlık/sefalet ücretlerine mahkûm ediyor ya da işsizlikle ölüme terk ediyor. Sıklıkla, emeklilerin ve özel sektördeki işçilerin eylemleri ve tepkileri bu bağlamda gündem oluyor. Ancak bürokratik ve sarı sendikal yapılanmayı sorgulayan, taşeron yoluyla asıl işin maliyetinin düşürülerek yaptırılmasıyla hepten güvencesizleştirilen, kamu işi yaptırılıp kamu işçisinin dahi özlük hakları verilmeyen işçilerin seslerini de kamu işçisi olup şube olarak sendika merkezine ve konfederasyona karşı mücadele veren işçileri de görüyoruz. Tüm emekçilerin açlıkla, sefaletle, iş cinayetleriyle ve işsizlikle inşa edilen despotik emek rejimine karşı öz örgütlenme ile birleşmesi ve sarı sendikal düzeni reddederek hak mücadelelerine başlaması oldukça önemli. Zira emekçiler açısından artık bu durum bir varoluş meselesi hâlini aldı. Dolayısıyla her kesimden işçilerin mücadeleye katılımı kritik bir role sahip olmaktadır. Zira “tekelci sermayeye”, “örgütlü sermayeye” karşı tüm kesimlerdeki işçilerin ortaya koyacağı mücadeleyle ancak kazanım elde edebilir.

Bu düzen içerisinde kamu işçilerinin daha önceki dönemlere göre enflasyon nedeniyle maaşlarının ciddi derecede erimeye başladığı ve buna rağmen ısrarla düşük zam oranlarına maruz kaldıkları görülüyor. Bağrında beslediği sarı sendikalar aracılığıyla Türk-İş ve Hak-İş gibi konfederasyonların kamu işçileri üzerinde kurduğu hegemonya ise söz konusu çalışma şartlarına karşı işçilerin mücadelesini engelliyor. Sendikaları bir zenginleşme aracı olarak gören, siyasi iktidarın ve sermayenin çizdiği sınırları aşmayan ve işçilerin hak mücadelelerini engelleyen sarı sendikalar da en az sermaye ve siyasi iktidar kadar kamu işçilerinin açlık ücretlerine talim ettirilmesinde, her sene mevcut haklarda bile geriye düşmesinde etkili olmuştur. İşte bu düzeni reddeden Harb-İş üyesi işçiler haklarını almak için sendikal bürokrasiye karşı mücadele etmenin, kazanım elde etmenin ilk aşaması olduğu düşüncesi ve fiiliyle kuşanıyor diyebilecek miyiz, bu hikâyenin peşindeyiz.

Harb-İş üyesi işçilerin eylemliliği ‘vatan sınırlarını koruma’ edebiyatının turnusolu olabilir mi?

Bağlı olduğu konfederasyona rağmen mücadeleci sendika pratiğiyle sınıf sendikacılığına yakışır eylemlilik perspektifine sahip olup olmama sınavı veriyor Harb-İş, Eskişehir ve İstanbul şubeleri ile.

Aynı anda Millî Savunma Bakanlığına ‘hizmet eden’ Harb-İş üyesi işçiler de vatan bekçiliğinden kamu işçiliğine doğru bir sınıf bilincinin uyanışının eşiğinde sınanıyor.

Ne olmuştu?

Kamu işçilerinin 2023-2025 yılları arasındaki haklarını belirleyen Kamu Çerçeve Toplu İş Sözleşmesini imzalayanların; enflasyona, vergi dilimine ezdirdiği işçinin avaz avaz bağırdığı ek protokol ve eylemlilik gündemini yönetebilmek amacıyla 18 Ocak’ta Ankara’da acil kamu koordinasyon kurulu toplantısı düzenleyen Türk-İş, 29 Ocak’ta bir eylem planı açıklayacağını duyurdu. Böylece ilk amaç hasıl oldu, emir demiri kesti ve Harb-İş Genel Merkezi 29 Ocak Ankara mitingini iptal etti. Aynı gün, 18 Ocak’a tarihlenen Harb-İş Eskişehir Şube yönetimi ve üyelerinin Eskişehir Ulus Anıtı basın açıklaması çağrısı üzerine işçilerin yoğun katılımlı yürüyüşünün gölgesinde kalan Türk-İş ‘eylem planı’ bir oyalama ve hedef saptırma hamlesi olsa da konfederasyonun eylem planı duyurusuna istinaden 29 Ocak’ta açıklanacak bir eylem kararı olsa gerek(ti).

29 Ocak’ta haliyle eylem kararı bekleyen kamu işçileri Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın, Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile oturduğu masadan kamu işçileri için %32,57’lik bir zamma imza attığını dinledi. Sosyal medyada ‘işçi masada satıldı’ diyerek tepki gösteren kamu işçileri imzalanan %32,57’lik sözde zamma karşı sosyal medya üzerinden basınç hedefi belirsiz olan müzakereci çalışmalarına devam ederken masada satılan işçiyi 29 Ocak eylem planı vaadiyle ketenpereye getiren Türk-İş yönetimine karşı Harb-İş Eskişehir ve İstanbul şubeleri eylem takviminden taviz vermedi. 29 Ocak mitingi iptal edildikten sonra işçilerin ve işçi temsilcilerinin katılımcısı olmadığı dayatmacı ek protokol görüşmesi sonrası Harb-İş Eskişehir ve İstanbul şubelerinden 10 Şubat’ta Ankara’da Ulus Meydanı’nda toplanma çağrısı yapıldı.

Konfederasyonun oyununa karşı sendikal bürokrasi ile içerilmeye direnen bu iki şube, Harb-İş Genel Başkanı Alaattin Soydan’ın, Eskişehir Şube Başkanı Hasan Atak ve İstanbul Şube Başkanı Murat Yalçınkaya nezdinde Harb-İş üyesi işçileri kriminalize ederek Ankara buluşmasını sabote ettiği endişeli bir güç gösterisine evrildi. Ancak Valilik ve emniyet güçlerinin iş birliği ile engellenebilecek bu buluşmadan korkanlar işçiler bir araya gelip hakkını istemesin, masada satılmanın hesabını soramasın, ek protokolde revize talebi bastırılsın diye vatan bekçisi yerine vatan haini ilan edildi. Nihayetinde Ulus Meydanı’na varabilenler meydanda söyledi sözünü, İstanbul şube üyeleri Akıncılar Gişesi’nde; Eskişehir şube üyeleri de Polatlı girişinde.

Kahramanın kaçınılmaz yolculuğu

Sermaye düzeninin bekçilerinden sarı sendikalar özel sektörde olduğu gibi kamuda da işçilerin hak mücadelesini temsil etmek, işçiyi korumak kollamak bir yana mücadelelerine engel olmaya ve sermaye düzeninin açlık ve sefalet dayatmalarının sürmesini sağlamaya yönelik işlevlerini canla başla yerine getiriyor. İşçiler ne zaman ücret zammı istese, vergiden söz etse, kötü çalışma koşullarına değinse, sendikal örgütlenme ve temsil hakkına sahip çıksa hep karşılarında sermayeyi, sermayenin kontrolündeki siyasi iktidarı ve bunların kullanışlı aparatları sarı sendikaları buldu. Bugün sıklıkla iktidar tarafından övünülen savunma sanayisinin de işçilerin emeğinin gasp edilmesiyle ve onların kötü çalışma koşullarına mahkûm edilmesiyle gerçekleştiği bir kez daha gözler önüne serildi.

Başta savunma sanayisi işçileri olmak üzere tüm kamu işçileri bu tip manipülasyonlara ve kara propagandalara boyun eğmeyecek ve hakları için kararlılıkla mücadele etmeye devam edecektir.İşçiler örgütlenip bir araya gelerek seslerini yükselttikçe kazanımlar elde edecektir. Önemli olan, kamu işçilerinin durumun farkında olarak mücadeleye başlamasıdır. Bu ilk adımın arkası gelecektir. Kamu işçileri sermaye düzeninin dayattığı açlık ve sefalet ücretlerini de sarı sendikal düzeni de ortadan kaldıracaktır. Bundan sonra işçilere düşen görev, asla geri adım atmadan birlikleriyle ve üretimden gelen güçleriyle kararlılıkla mücadeleyi sürdürmek ve hatta mücadeleyi büyütmektir.

Aidatta affetmedikleri işçinin savunma sanayi neferi, vatan bekçisi sıfatları aracılığıyla sınıfından ayrıştırıldığı yeri sorgulamadan hak talep edeceği, koparıp alacağı bir yere konuşlanması mümkün değil. Küresel savaş teknolojisi endüstrisine mal üreten fabrikalar ile hizmet üreten kurumlarda emeğini satarak geçinmeye çalışan uçak mühendisi ile temizlik işçisini iş kolları ayırsa bile birleştiren kaçınılmaz bir şey var ki o da ancak işçi sınıfının neferi olabileceğinin bilinciyle mücadeleye yön vermek. Kendisine sosyal statü bahşedenlerin karşısında bir ağır sanayi işçisi olarak işçilik üzerine düşünme ve eyleme gücünü manipüle eden sarı sendikanın, bağlı olduğu konfederasyonun, TÜHİS’in, Çalışma Bakanlığı’nın, ihracat yapılan Siyonist İsrail’in maskelerini düşürmek, Harb-İş üyesi işçilerin meşru mücadelesinin kazanımını getirecektir.

Kısa bir süre önce Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) üyesi işverenler karşısında metal işçilerini kendisine bağlı sarı sendikaları aracılığıyla %32 zamma satan Türk-İş ve Hak-İş aynı marifeti Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) karşısında da gösterdi. Bu benzer hikâye metal işçileri ile savunma sanayisi işçilerini özel ve kamuda çalışan olarak ayrıştıran; fakat sınıfta birleştiren bir mücadele farkındalığı uyandırmalı, üreten işçiler birleşmeli ve kazanmalı.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler