spot_img
spot_img
Ana SayfaYazıGerici Sendikalar, Game of Oportünizm - M. Görkem Doğan

Gerici Sendikalar, Game of Oportünizm – M. Görkem Doğan

Olur olmadık yerde evrensel ilkeler icat etmek ondan sonra da dogmatik bir biçimde bunlara uymak gibi kötü bir huyumuz var biz sosyalistlerin. Bir tartışma bağlamında somut bir duruma karşılık ustaların yaptığı tespitler o bağlam hiç düşünülmeden tüm yer ve zamanlar için geçerli dogmalara çevrilebiliyor. Referans gösterilen tartışmada temelde söylenen kafanızdan ilke ve örgüt biçimi uydurmayın olsa da. Bağlamından koparılan saptamalar anlamsız evrensel ilkelere dönüşüyor. Gerici sendikalarda çalışmak meselesinin de bugün ülkemizdeki durumu bu.

Lenin Sol Komünizm’de Almanya’da sadece Sovyet sistemini ve proletarya diktatörlüğü kabul eden işçilerin üye olacağı yepyeni işçi birlikleri dışındaki sendikaları terk etmeyi vaaz eden kof radikalliğin ilkesel tutumunu yerden yere vururken en gerici sendikalarda bile çalışırız diyor. Çünkü yığınlar sendikalardadır, sendikalar zaten genelde tutucu kurumlardır ve bu kurumların başını tutmuş gericiler zaten devrimcileri burada istemez ve bu sendikaları terk ederek onlara kolay bir zafer hediye etmemek gerekir. Söylenen temelde bu ve Lenin dönemin bilinen sendikal liderlerinin (Samuel Gompers ya da Leon Jouhaux gibi) temsil ettiği mesleki bencillik, yurttaşı oldukları sermaye devletleriyle özdeşleşme ve şovenizm gibi gerici özelliklerle o sendikaların içinde bulunarak mücadele edilmesinin önemini anlatıyor, bol bol Menşeviklerin sendikalardaki etkisini nasıl kırdıklarını örnekleyerek.

1920’lere gelirken Kuzey Amerika ve Avrupa sendikalarında Lenin’in bahsettiğimiz metninde de zikredilen çeşitli gericilik türleri vardı. Birinci Dünya savaşında ulusal hükümetlerinin savaş çabasını desteklemeleri bu zaafların doğal sonucu oldu. Aslında ilk tartışma başlığı vasıfsız işçileri örgütlemeye karşı net bir tutumu olan sendikacılık eğilimiydi. 19. Yüzyılın son çeyreğine kadar özellikle Anglo-Amerikan dünyasında sendikalar zanaat birlikleriydi (trade union). Engels’in hayatının son döneminde bahsettiği yeni sendikacılık vasıfsız işçileri de bu birliklere katmak isteyen bir eğilimdi. Sosyalistler bu eğilimi destekliyordu, nitekim emek birlikleri (labour union) kuruldukça bu tutuculuk da kırılmıştır. Fakat özellikle Amerika’da Samuel Gompers’in başını çektiği AFL vasıfsız işçileri sendikalara kabul etmiyordu. Dolayısıyla bugün taşeron örgütlemeyi reddeden tutuma (gerçi son iki üç yılda göstermelik de olsa bu tutum zayıfladı) benzer bir bencil dar grupçulukla o gün de bugün de mücadelenin yolu bizzat o sendikalarda bulunmak bunlara işçilerin bütününü örgütlemek için çalışmak denebilir. Lenin metninden kendinize destek de bulabilirsiniz. Peki o sendikalarda bu ayrıcalıklı konumu korumaya devam eden tutumla barışık bir oportünizmle var olmaya yığınlar orada diye devam etmenin mazereti Lenin’in metninden çıkar mı? Gompers ve Jouhaux ile kol kola bir sendikacılık Lenin’in tahayyül bile edemediği bir tutumdur.

O dönem ortaya çıkan ve Yirminci Yüzyıl boyunca Kuzey Amerika ve Avrupa sendikalarının önemli bir kısmına sirayet edecek bir gericilik türü de sosyal şovenizmdi. Aslında düzen sendikalarıyla sınıf sendikalarını ayıran temel parametrelerden biri de ulusal sermaye devletine bağlılıktı. Özellikle Amerikan sendikaları Soğuk Savaş boyunca emperyalist merkezin hem Avrupa’daki hem de sömürgelikten kurtulan ülkelerdeki işçi sınıfı içindeki en önemli volan kayışıydı. İlginç biçimde demin bahsettiğimiz zanaatçı tutuculuğu kırmaya çalıştıkları için AFL içinden atılan vasıfsız işçileri de örgütleyen CIO sendikaları işçiler adına önemli kazanımlar elde ettikleri otuzların sonunda Demokrat Partiyle çok yakın ilişkiler kurmuşlardı. İkinci Dünya Savaşında da partiyi koşulsuz desteklediler, öyle ki Nazi Almanya’sıyla savaşma fikrine karşı çıkan liderleri John L. Lewis kendi yol arkadaşlarını Başkan Roosewelt’in politikasına ikna edemediği için kurduğu örgütten ayrılacaktı. CIO Demokrat Parti üzerinden sermaye devletinin bir kesimine iyice bağlanmıştı.

Sermaye devletinin dış politikasını destekleme noktasında İkinci Dünya Savaşında kuvvetlenen eğilim 1955’de iki örgüt yeniden birleşince sınıf sendikacılığıyla dünya çapında mücadele eden bir yapı ortaya çıkardı: AFL-CIO. Lenin açıkça söylüyor böyle sendikaların içinde bile çalışmak gerekir. Ne için Kolombiya’ya gidip faili meçhullerde katledilen sendikacıların cinayetlerinin örtbas edilmesi operasyonlarının mezesi olmak için mi? Tabi ki kastedilen bu değil, Lenin bu gerici tutumlara ortak olun demiyor, onlarla mücadele edin diyor, ilkeler icat edip kumda oynamanın yani bu sendikaların içinde savaşmamanın gerekçesi yapmayın diyor. Gericiliğe ortak olursanız Lenin’in tavsiyesine uyuyor olmuyorsunuzdur.

Burada başka bir noktayı da vurgulamak isterim bütün bu devletçi ve düzeni zorlamayı reddeden sendikal tavırlarına rağmen burada adı geçen yani neoliberal dönem öncesi sendika önderleriyle özellikle ülkemizdeki kimi “çağdaş” sendikacıları karşılaştırmak da biraz ayıp. Gompersler, Jouhauxlar, Lewisler kendi sermaye devletlerine bağlı da olsalar sonuçta işçi önderleriydi ve hepsi hiç değilse üyeleri için kazanımlar elde ettiler. Hatta onları da geçtim, Elia Kazan’ın Marlon Brando’lu Rıhtımlar Üzerinde’sine esin kaynağı olan gangster sendikacılığının poster çocuğu Anthony Anastasia bile işverenin karşısında önünü ilikleyen biri değildi. Açıkçası Brooklyn’deki limanlara mal boşaltan bütün şirketlere “ailesi” haracını almadığında kan kustururdu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Charles “Şanslı” Luciano serbest kalsın diye limanda İngiltere’ye asker taşımak için tahsis edilmiş bir yolcu gemisini yaktırdığı söylenir. Bunlar sendikalarına demokrasinin “d”sini uğratmaz, sınıf sendikacılığına karşı mücadele eder, sermaye devletinin çıkarını savunur olsa da sonuçta patronları sermaye devletinin kendisidir o ya da bu şirket değil.

Bugün Türkiye’de gördüğümüz bazı sendikalar işçi örgütlerinden ziyade taşeron insan kaynakları yönetimi şirketleri; fakat şirketler kanununa göre değil de 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi kanununa göre kurulmuşlar. Öyle ki bana sorarsanız insan kaynakları şirketleri bunları kendilerini sendika gibi gösterip haksız rekabete neden olduklarından Rekabet Kurumuna şikâyet edebilir. Bu insan kaynakları şirketleri yukarıda örneklediğimiz gerici sendikaların bütün ya da bazı sınıf düşmanı eğilimlerine sahip olabilir. Mesela işçi sınıfının genel çıkarlarını değil de sadece üyelerinin ya da kendi kurumsal varlıklarını düşünen bencil kurumlar olabilirler veya sermaye devletinin çıkarlarıyla kendi varlıklarını milliyetçilik adına özdeşleştiriyor olabilirler; mezhep ya da etnik aidiyetler üstünden işçileri bölen kurumlar olabilirler. Fakat bu türden suçlamalar onların esas karakterini ifade etmekte yetersiz kalır. Çünkü böylesine gerici eğilimleri olan sendikalar tüm dünyada sendikacılık tarihi boyunca epeyce vardır. Bunlar ise bütünüyle şirketlere belli bir hizmet sağlayan taşeron firmalar; dolayısıyla gerici sendika sıfatını bile hak etmiyorlar zira sendika adını hak etmiyorlar. O yüzden bitirirken yazıda değerlendirdiğimiz tartışmanın böylesi sendika görünümlü insan kaynakları şirketleri için geçerli olmadığını da ayrıca belirtmek isterim.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler