spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriBakımın Cinsiyetten Arındırılması: Bakım Krizine Esas Çözüm - The Care Collective

Bakımın Cinsiyetten Arındırılması: Bakım Krizine Esas Çözüm – The Care Collective

Türkiye’de kadınların ücretsiz ev içi ve bakım emeği yükü, COVID-19’un da etkisiyle katlanarak artıyor. Göçmen ve Türkiyeli kadınların ücretli emeği de eski ve yeni sömürü biçimleriyle devam ediyor.[1] Aynı zamanda ev dışında işçilik yapan kadınlar ise büyüyen işçi direnişlerinde ön saflarda yer alıyor. Emek mücadelesi ve feminist hareketin cinsiyetten arındırılmış, “ayrım gözetmeyen bakım” pratikleri ve altyapısı yaratma yolundaki girişimlerine katkı sunması umuduyla 2017’de Londra’da kurulan Bakım Kolektifi’nin yazısını paylaşıyoruz. Bu yazı, Türkçesi Dipnot Yayınları tarafından yayımlanan Bakım Manifestosu’nun[2] kısmi bir özeti niteliğinde.

Yaşlıların yetersiz bakımından maço politikacıların cinsiyet eşitliği yasalarını parça pinçik etmelerine, fosil yakıtların yasaklanması konusundaki küresel başarısızlığa, yapısal özensizliğin farklı biçimleriyle kuşatılmış haldeyiz. Bunların her biri birer politik konu; ama aynı zamanda bakımla da ilgililer. Bakım, hiçbir zaman radikal solun odak noktası olmadı. Yine de günümüzün problemlerine bu açıdan bakmanın kazandırabileceklerini dikkate almalıyız.

Bakım, tarihsel olarak kadın işi olarak cinsiyetlendirildi ve önemsizleştirildi. Özellikle de kendileri yeterli bakım almamışken bakım işinin asli yükünü taşımak zorunda kalan işçi sınıfından ve beyaz olmayan insanların işi olarak görülürken. Bunu pandemi boyunca gördük; pandemiyle savaşın ön safındaki bakım emekçileri, berbat koşullar altında çalıştılar ve tabii ki finansal olarak da sömürülmeye devam ettiler.

Durumun böyle olmasının asıl nedeni, cinsiyet ve bakım arasındaki tarihsel dinamikte, patriyarkal kapitalizm ve emperyalizm tarafından biçimlendirilmiş geleneksel toplumsal yeniden üretim modellerinde kökleniyor. Halihazırda, bu işe yaramaz ve sömürgen tarihsel modeli ortadan kaldırmaya ihtiyaç var. Bakım modellerimizi cinsiyetten arındırmalıyız, bunu yaparken bakımı hayatın her ölçeğine yaymalı ve toplumsallaştırmalıyız; piyasalaştırmaya ve yapısal umursamazlığın neoliberal modellerine direnmeliyiz ve bunun yerine “evrensel bakım” ve “ayrım gözetmeyen bakım” olarak adlandırdığımız biçimler geliştirmeliyiz.

Daha iyi bakım veren, cinsiyet meselesine daha iyi çözümler bulmuş ve daha eşitlikçi kültürlere ve toplumlara ilişkin ilham verici pek çok örnek var; hem geçmişte, hem günümüzde. Nasıl daha iyi bakım verileceğine dair örnekleri, Latin Amerika’nın Ni Una Menos[3] Hareketinden Küresel Kadın Grevine[4] [Global Women’s Strike], Yunanlıların krize verdikleri tepkilerden Amerika Birleşik Devletleri’nde AIDS[5] aktivizminin tarihine, bütün dünyada bakım emekçilerinin koalisyonlarına kadar, pek çok yerde bulabiliyoruz. Bu enerjilerin altını çizmek ve onları ön plana çıkarıp seslerini yükseltmek—ve bakım anlayışımızı derinleştirmek—bakım krizinin çözümünde kilit nokta.

Zoran Svilar

Toplumsal Cinsiyet ve Bakım

Bakım her zaman değersizleştirildi çünkü büyük ölçüde kadın işi olarak görüldü, geleneksel olarak ücretsiz bir işti. Hatta iş olarak bile görülmedi; üretken değil denilerek önemsizleştirildi. Ama sol bakıma hak ettiği önceliği vermekte epey yavaş olsa da pek çok feministin de vurguladığı gibi bakım, toplumsal yeniden üretimin köşe taşıdır, insanların hayatta kalmaları ve kendilerini yeniden üretmeleri bu sayede olur. Bu yüzden de bakım, ekonominin temel bir bileşenidir.

Bakım vermek, sembolik olarak cinsiyetlidir ama hem kadınların hem erkeklerin uzun saatler ücretli çalıştıkları günümüz dünyasında—özellikle de Küresel Kuzeyde—devasa bir bakım açığı var. Bu açık, zengin ülkelerdeki bakım işinin büyük bölümünü üstlenmiş olan beyaz olmayan, yoksul ve göçmen kadınların küresel bakım zinciri tarafından karşılanıyor. Buna bağlı olarak, geleneksel cinsiyetçilik ve küresel eşitsizliklerle birleşmiş ırkçılık, bakım işini daha da değersiz hale getiriyor.

Bakım işi, “bağımlılık” diye adlandırılan şeyin yaygın biçimde değersizleştirilmesi ve küçümsenmesi sebebiyle de değersizleşiyor; hatta reddediliyor. “Erkeklik,” sembolik olarak her zaman kendini bağımlılığın tam aksi olarak sunar. Bu zamanlar üstü cinsiyet klişesi, bireysel dayanıklılığı, özerkliği ve üretkenliği yücelten son kırk yılın neoliberal yaklaşımlarıyla büsbütün güçlendi; bu yaklaşımlar insan kırılganlığını ve bağımlılığını temelden inkâr ederler. Neoliberal perspektiften, ideal yurttaşlar, kadın olsun erkek olsun, dirençli ve girişimci olmalıdır. Her zaman kendine yeterli olmaya ama aynı zamanda kendilerini her an pürüzsüz ve pazarlanabilir halde tutabilmek için kişisel gelişimi bağırlarına basmaya da teşvik edilirler.

Bağımlılığın böyle hastalık muamelesi görmesi, refah politikalarının çözülmesini ve sosyal harcamalara ayrılan kamu kaynaklarının kesilmesini meşrulaştırmaya da yardım eder. Birleşik Krallıkta, sosyal yardıma başvuran aileler sürekli bir aşağılamayla karşılaşıyorlar, oysa kaçırılan vergilerin oranı, sosyal yardım sahtekârlığına giden harcamaların on iki kat üstünde. Amerika Birleşik Devletleri’nde de egemen kültürün, yoksulları ve siyahları tarif ederken kullandığı “refah kraliçesi” figürü benzer bir rol oynuyor; devlet yardımı alan beyazların sayısının siyahların çok üstünde olmasına rağmen. Annelikle ilgili çelişkiler hakkında söylenecek çok şey var. Bu çelişkiler, sınıf ve “ırk” ile daha da karmaşık hale geliyor: Anneler hâlâ asli bakıcılar ve ebedi günah keçileri oldukları için, anneliğin bir bakım ve fedakârlık durumu olarak tehlikeli biçimde idealize edilmesi, kolayca annelerin suçlanmasına dönüşebiliyor.

Şunu anlamalıyız ki, “bakım” nosyonunun kendisi, çelişkiler ve ikilemlerle dolup taşar ve genellikle görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz çelişkili duygular yaratır.

Birinin bütün ihtiyaçlarıyla ilgilenmek, genellikle kırılganlıkla ve kaçınılmaz ölümlülükle yüzleşmek demektir. Bu da bakım işini altından kalkılması çok güç hale getirir ama aynı zamanda bu işin değersizleştirilmesinin ve önemsizleştirilmesinin, geleneksel olarak kadınlara yahut düşük ücretli hizmetlilere, günümüzde her türden bakım yardımcılarına havale edilmesinin de nedenidir. Bakım verenler tam da varkalmanın bu yaşamsal, elle tutulur, ilksel işini yaptıkları için aşağı görülürler.

Bakım işinden kaçınmak, ona sırt çevirenlerin kendi kaçınılmaz kırılganlıklarıyla ve ölümlülükleriyle ilgili düşünceleri inkâr etmelerini sağlayabilir. Yine de bakımın yapabileceğimiz en anlamlı ve önemli işlerden biri olduğunu biliyoruz. Şunu da biliyoruz ki, doğrudan bakım işini ancak işimizi kolaylaştıracak zaman ve kaynaklara sahipsek, bu işe şefkatli ve sürdürülebilir bir dünyanın kalbi olarak gerçekten değer verildiğini bildiğimizde ideal biçimde gerçekleştirebiliriz. Ancak bakım pratiklerimizi ve dilimizi genişlettiğimizde, tüm canlılar ve gezegenin kendisi için gerçekten sürdürülebilir bir gelecek yaratmaya başlayabiliriz.

Bakım, herkesin yapabileceği bir şey olarak anlaşılmalı. Oğlanlara, küçük yaştan itibaren uygulamalı bakım öğretilmeli ve çocuk bakımının yalnızca kadınların sorumluluğunda olmadığı anlatılmalı. Kapsamlı babalık izninin yanı sıra, doğum izni de bir hak olmalı. Bakıma artık, düşük ücretle veya ücretsiz çalışan kadınlara has, yalıtılmış, özel bir faaliyet olarak değil; tüm etkileşimlerimizi değiştirme ve çevremizdeki dünyayı dönüştürme potansiyeline sahip çok sayıda pratiğin oluşturduğu bir bütün olarak muamele edilmesi gerekiyor.

Ayrım Gözetmeyen Bakım

Mevcut bakım repertuvarımızı cinsiyetten arındırarak ve çekirdek aileden dışarıya doğru genişleterek yaymak, “ayrım gözetmeyen bakım” dediğimiz şeydir. İlham alabileceğimiz birçok tarihsel ve çağdaş örnek var. Bunlardan biri, 1980’lerde ABD’deki AIDS krizinin başlangıcı ve bu krize tepki olarak ortaya çıkan bakım girişimleri.

AIDS krizi “resmi olarak” 1981’de, ABD’de 121 kişinin açıklanamaz bir şekilde nadir görülen zatürre ve kanser hastalıklarıyla ölmesi ile başladı. İlk etkili HIV ilaçlarının kullanıma sunulduğu 1995 yılına gelindiğinde, bu sayı toplam 300.000’e yükselmişti. Rakamların bu kadar artmasının nedeni tam olarak Amerikan hükümetinin, tıp kurumlarının, ilaç endüstrisinin ve aslında halkın geniş kesimlerinin de HIV/AIDS’le yaşayan insanlara bakım sağlamaya öncelik vermemesiydi. Bunların çoğu eşcinsel erkekler, trans kadınlar, göçmenler ve damar yoluyla uyuşturucu kullanan kişiler gibi ötekileştirilmiş sosyal gruplardandı. Böylece bu dönemde kaynaklar, HIV/AIDS’le yaşayan insanların bakım ihtiyaçlarını karşılamak üzere hızla harekete geçirilmedi ve sonuç olarak bu insanların pek çoğu gereksiz yere, çoğu zaman da korkunç şekillerde öldüler.

Bu feci bakım başarısızlığıyla başa çıkmak için, dünya çapında çeşitli farklı taban inisiyatifleri ortaya çıktı. Bunların en bilinenlerinden biri, kendilerini “öfkeyle bir araya gelmiş ve AIDS krizini bitirmek üzere doğrudan eyleme geçmeyi taahhüt eden, partizanlıktan uzak, çeşitli bir grup insan” olarak tanımlayan ACT UP Koalisyonuydu [The AIDS Coalition to Unleash Power (Gücü Ortaya Çıkarmak İçin AIDS Koalisyonu)].[6] ACT UP, birbirlerinden farklı bu sosyal grupları (eşcinsel erkekler, lezbiyenler, translar, ikinci dalga feministler, beyaz olmayan insanlar, damar yoluyla uyuşturucu kullanan kişiler) birleştirerek maruz kaldıkları bu bakım sağlama başarısızlığının üstesinden gelmek üzere çok yönlü bir stratejiye öncülük etti.

ACT UP, tıbbi bakım konusunda harekete geçerek güvenli seks paratikleriyle ilgili eğitim materyalleri geliştirdi ve bu materyallerin yaygınlaşmasını sağladı. Ayrıca ACT UP mensupları refakatçi olarak hastanelere de gitti. Bunun nedeni yalnızca krizin ilk günlerinde sağlık personelinin virüsün havadan bulaşmasından korkarak HIV/AIDS ile yaşayan insanlara el uzatmamaları değil; aynı zamanda birçok LGBTİ+’nın biyolojik aileleri tarafından reddedilmeleriydi. ACT UP, potansiyel HIV ilaçlarının onay süreçlerini hızlandırmak üzere harekete geçti ve bu ilaçlara ulaşamadıklarında da insanların piyasada olmayan ilaçları bulabilmeleri için “alıcı kulüpleri” kurulmasına ön ayak oldu. Ayrıca damar yoluyla uyuşturucu kullananların virüse yakalanma riskini azaltmak üzere, temiz iğne zincirleri kurdu.

ACT UP toplumun farklı kesimlerini AIDS krizini ön saflarda yaşayan insanları daha fazla önemsemeye ikna etmek amacıyla politik gösteriler yaratma konusunda dahice çözümler yarattı. ACT UP’ın sanat kanadı olan Gran Fury, ikonik “Sessizlik = Ölüm” posterleri de dahil olmak üzere bir dizi görsel medya üretti. Testing the Limits [Sınırları Zorlamak] Kolektifi, New York devlet televizyonunda yayınlanan eylem videoları yaptı. Bunların yanı sıra, krizin alametifarikası olan feci bakım eksikliğine dikkat çeken bir dizi doğrudan eylem de gerçekleştirdi. Örneğin; New York Menkul Kıymetler Borsasını işgal ettiler ve ilaç şirketi Burroughs Wellcome’ın HIV ilaçlarından aldığı fahiş fiyatı protesto etmek için ticaret katının üzerine “İyi Satışlar” yazılı bir pankart astılar. AIDS dolayısıyla ölen ve yakılan insanların küllerini Beyaz Saray’ın bahçesine saçtılar.

Eşcinsel topluluğu içinde, virüsün yayılmasında rastgele cinsel birlikteliğin oynadığı rol konusunda tartışmalar vardı. Bir yandan ana akım eşcinsel liderler, eşcinsel erkekler ne kadar çok seks yaparsa, HIV’nin yayılma olasılığının o kadar fazla olduğu konusunda sağduyuya uygun bir varsayımda bulundular. Öte yandan ACT UP üyesi Douglas Crimp, şu ünlü tezini ortaya attı: Stonewall sonrası eşcinsel kültürlerde cinsel pratikler, “ayrım gözetmeyen”, “katmanlı” ve “deneysel” pratiklerdi ve seksin HIV yayılımının en yaygın yollarından biri olan penetrasyonu içermeme ihtimali vardı. Bu bakışı takip ederek, ACT UP’ın geliştirdiği katmanlı ve çoklu bakım biçimlerine “ayrım gözetmeyen bakım” diyebiliriz. Bakım Manifestosu [The Care Manifesto[7]] adlı kitabımızda, bugün hegemonik olan işe yaramaz bakım biçimlerinin ötesine geçen yeni bakım tarzlarını çoğaltarak ve deneyerek, ayrım gözetmeyen bakımı uygulamamız ve geliştirmemiz gerektiğini savunuyoruz.

Ayrım gözetmeyen bakım, mevcut standartlara göre deneysel ve katmanlı biçimlerde ve daha fazla bakım anlamına gelir. Bu, kimi ve nasıl umursadığımızı çoğaltmak demektir. Artık daha kapsamlı bir bakım kavrayışı yaratmalıyız. Bunun için ACT UP’ın geliştirdiği alternatif bakım uygulamarı türünden tarihsel örnekleri kendimize dayanak yapabiliriz ve varsayılan farkların sınırlarını aşan ortaklıklar kurarak mikro ve makro ölçekte yeni bakım girişimleri yaratabiliriz. ACT UP’ı oluşturan grupların koalisyonu gibi ayrım gözetmeyen bakım bir etiği, hepimizin bakım sağlama kapasitesine sahip olduğumuzu teslim eder; yalnızca annelerin ya da kadınların değil. Bakım gördüğümüzde, bakım sağladığımızda, birbirimize ve dünyayı umursadığımızda hepimizin yaşamları iyileşir.

Bunun pratik anlamı, kimin kime ve hangi kaynakları kullanarak bakacağına ilişkin anlayışımızın değişmesi gerektiğidir. Bakım işinin dişileştirildiği, ırksallaştırıldığı ve aşırı sömürüldüğü model yerine, herkesin herkese baktığı eşitlikçi bir bakım modelini ve bu deneysel bakım düzenlemelerine yeterince kaynak sağlayacak radikal demokratik bir toplumu normalleştirmeliyiz. Çocuk bakımı, yaşlı bakımı ve palyatif (hafifletici) bakım ciddiye alınmalı ve neoliberal kapitalizmin gereği olarak kar elde etmeye yönelik metalar gibi görülmemelidir. Kuir hareketin hetero-patriyarkal ailenin kısıtlayıcı normalarına meydan okuyuşu gibi, ailelerimiz ve yurttaşlarımız olarak belirlenenlerin ötesine geçerek bakım çemberlerimizi çoğaltmalı ve genişletmeliyiz. Yükselen sınırları ve çevre krizlerini durdurmaya niyetimiz varsa, yabancıyı da (ya da “öteki”yi de) dünyanın insan dışı kısmını da akrabalarımız olarak tahayyül etmeye başlamalıyız. Ayrım gözetmeyen bakım, odağında evrensel bakım olan yeni bir toplum fikrini normalleştirmenin ve psişik/zihinsel altyapısını inşa etmenin ilk adımıdır.

Kriz Zamanlarında Bakım (Yunan Krizi)

Ayrım gözetmeyen ve daha az normatif bakım modellerinin örnekleri, AIDS krizinin ötesine uzanıyor. 2008 mali krizinin ardından Yunanistan örneği, özellikle yol gösterici. Troyka olarak adlandırılan kurumlar (Uluslararası Para Fonu, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası) tarafından aşırı neoliberal kemer sıkma önlemleri almaya zorlanan ülke, Gayri Safi Yurtiçi Hasılasının yüzde 30’undan fazlasını kaybetti. Beş yıldan biraz daha fazla bir süre içinde, ulusal borcu neredeyse iki katına çıktı. Sonuç olarak ülke, bakım altyapısının benzeri görülmemiş bir biçimde dağılışına tanık oldu. Bu dağılma, barınaklar ve hastaneler gibi temel sosyal yardım kurumlarının sürekli artan bakım ihtiyacına cevap veremez hale gelmesine yol açtı. Ulusal depresyon, intihar ve bağımlılık oranları gibi, yoksulluk sınırının altında yaşayan ve/veya evsiz kalan insanların yüzdesi de fırladı. Beklenebileceği üzere, bakım işinin merkezine aileler, yerel topluluklar ve taban hareketleri gibi diğer geleneksel bakım aktörleri geçti. Devlet ve/veya piyasa ile kurumsallaşmış ilişkiler, yerini gönüllü bakım, karşılıklılık ve karşılıklı bağımlılık ağlarına bıraktı. Örneğin; 2011 ve 2014 yılları arasında Yunanistan’da kendi kendini yöneten 47 gıda bankası; her hafta yüzlerce gıda kolisi dağıtan 21 dayanışma mutfağı; 92 dayanışma kliniği ve eczanesi; 5000 tondan fazla ürün dağıtan aracısız 45 dağıtım ağı; yaklaşık 30 dayanışma temelli eğitim yapısı ortaya çıktı. Erişimdeki sınırlılıklarına rağmen, bu tür dayanışma yapıları, en azından dikey veya paternalist bakım verme ve alma modellerinden ziyade yatay karşılıklı bağımlılık ve iş birliği modellerine dayandıkları için, çok daha etkili oldular. Daha da önemlisi, bu tür girişimler sadece refah devletinin çöküşünün bıraktığı boşlukları doldurmadı; aynı zamanda ayrımcı ve normatif olmayan yeni bakım ve dayanışma modellerine dayalı, toplumsal ve ekolojik olarak daha adil alternatifler de yarattı. Örneğin; krizden hemen önce Atina’nın radikal siyasetiyle tanınan bir mahallesi olan Exarcheia’da kurulan Skoros, insanların para kullanmadan gelip çeşitli ürünler alabilecekleri bir alan sağladı. Kolektif, ağır neoliberal şiddet koşulları altında bakım ve dayanışmayı, “bizim gibi insanlar”la sınırlamamak gerektiğinin de kesinlikle farkındaydı. Kolektifin bir üyesinin dediği gibi, “Burada yaptığımız, mecazi bir kucaklaşma; günlük pratikler yoluyla çeşitli korku, güç ve sosyal yalıtılma biçimlerine karşı koymaya yardımcı olan bir kucaklaşma.” Bu tür bakım uygulamaları, farklılıkları ve mesafeleri gün be gün aştı. Bunun yanı sıra, Yunan krizi sırasında gelişen hareketlerin çoğunda bakım, üstü kapalı da olsa, kademeli olarak cinsiyetsizleştirilmeye başlandı. Birçok yönden, gıda, sağlık, eğitim ve barınma ile ilgili gündelik toplumsal yeniden üretim ve bakım uygulamalarının ön plana çıkması, talebe dayalı ve sokak seferberliğiyle yürüyen geleneksel Yunan siyaset alanında radikal bir kaymaya işaret ediyordu. Sonuç olarak hem geleneksel cinsiyetçi iş bölümü hem de eril ve militan örgütlenme biçimleri ciddi biçimde sorgulanmaya başlandı. Örneğin; günlük görevleri adil ve paylaşılabilir hale getirme ihtiyacı, herkesin yemek pişirme ve alışverişten gösterilere katılmaya kadar her şeyle ilgilenmesi gerekmesinden doğmuştu. Bir kolektif katılımcısının ifadesiyle, “kadınlar ortalığı toplayıp tüm temizliği yaparken ciddi konuşmalar yapmak” erkekler için artık kabul edilemezdi. Aynı şekilde, üyeler gerçekten kolektivist olmayı, geleneksel olarak siyasi müttefikler olmayanları da kabul etmeyi ve onlarla birlikte çalışmayı, ortaklığın devam etmesini mümkün kılan birleştiriciler olarak ortak duygu ve duygulanımları ciddiye almayı öğrenmek zorundaydılar. 

Bakımın Ölçekleri

Bu iki örnek, patriyarkal neoliberal kapitalizmden farklı bakım modelleri sunan ve bakımın farklı yaşam “ölçeklerinde” nasıl işlev görebileceğini gösteren, farklı zaman ve mekânlarda işleyen iki “ayrım gözetmeyen bakım” örneğiydi. Bu, bakımın çağdaş krizini ve bunun farklı düzeylerde ve yaşamın tüm ölçeklerinde nasıl ele alınması gerektiğini ele alan Bakım Manifestosu‘nda[8] ayrıntılı olarak incelediğimiz bir özellikti: yakın akrabalık ilişkilerinden topluluklara, siyasete, devletlere, ekonomilerden gezegen ekosisteminin kendisine kadar. Bu farklı “bakım ölçeklerinin” nasıl katedilebileceğinin ve birleştirilebileceğinin iyi bir örneği Latin Amerika’daki çağdaş feminist aktivizmdir. 2015’te, Buenos Aires’te, 14 yaşında ve hamile olan Chiara Paez’in erkek arkadaşı tarafından dövülerek öldürülmesinin ardından, Ni Una Menos [Bir Kadın Daha Eksilmeyecek] sloganıyla erkek şiddetine karşı geniş çaplı protestolar patlak verdi. Uruguay, Peru ve Şili gibi komşu ülkelere hızla yayılan, Küresel Kadın Grevi ile kesişen ve sosyal medyanın da desteğiyle büyüyen protestolar kitlesel ölçeğe ulaştı. Örneğin; Peru tarihindeki en büyük halk gösterisi gerçekleşti. Kadın cinayetleriyle ilgili ilk gösteriler, cinsel taciz, kürtaj ve üreme hakları; ücret eşitsizliği, cinsiyet rolleri, transseksüellerin ve seks işçilerinin hakları; neoliberalizm ve borç gibi bir dizi temayla da yakından bağlantılıydı. Süreç içinde fiziksel, ekonomik ve politik şiddet biçimleri arasında ve farklı yaşam alanları ve ölçekleri arasında bağlantılar kuruldu. Ni Una Menos, cinsiyetçilik, toplumsal cinsiyete dayalı baskı ve hanenin geçiminin sürekli borçlanarak sürdürülmesini dayatan neoliberal kültür arasında canlı bağlantılar kurdu. ABD ve Kuzey Avrupa’nın büyük kısmı ile diğer neoliberalleşmiş ülkelerde olduğu gibi, Latin Amerika halklarının borçluluk düzeyleri de son yıllarda hızla yükseldi. Bu, New York’ta çalışan sosyal kuramcı ve aktivist Andrew Ross’un “krediokrasi” adını verdiği zorunlu bir yoksulluk durumu yarattı. Kadınların erkeklerden daha düşük ücret aldıkları ve daha önce ana hatlarıyla belirttiğimiz ev içi alanla tarihsel ilişkileri göz önüne alındığında, bu borçlanmanın etkisi, cinsiyete göre farklılık gösterdi. Bu nedenle hareket, “Borç bize borçlu!” (La deuda está con nosotras!) diye haykırmak yerine, senaryoyu kafasında biraz daha çevirerek feminist bir borç okuması geliştirdi. Harekete dahil bir akademisyen olan Verónica Gago’nun[9] belirttiği gibi, kadın cinayetlerine karşı ilk protesto hareketlerine katılanlar şöyle bir durup düşündüler ve “hayatta kalmak istiyoruz; ama aynı zamanda borçsuz da olmak istiyoruz” dediler. O halde Ni Una Menos, ayrım gözetmeyen bakımın bir başka önemli örneğiydi; bakımı geleneksel olarak cinsiyetlendirilmiş akrabalık ilişkilerinin ötesine taşıyarak geniş politik ve yapısal sistemlerden ortak bakım altyapıları talep etti. Farklı ölçeklerde ve farklı düzeylerde başka birçok örnek var. Bunlar arasında Barselona, Preston ya da Jackson’daki belediye hareketleri var. Bunların üçü de yerel toplulukları canlandırıp zenginliği paylaşan, bakım veren toplulukların ve ekonomilerin nasıl olabileceğini gösteren örnekler.

Zoran Svilar

Bakım Modellerimizi Cinsiyetten Arındırmak

COVID-19 salgını sırasında ön saflarda olan bakım çalışanlarının görünür hale gelmeleriyle birlikte, maruz kaldıkları yıkıcı çalışma koşulları, herkes için daha fazla ve daha iyi bakıma duyulan bariz ihtiyaç son derece belirgin hale geldi. Bugün COVID-19 sırasında bakımevlerinin koşullarına ilişkin geniş medya yayınları ve 2020’de Birleşik Krallık ve Belçika’daki özel bakım evi emekçilerinin grevleri gibi nedenlerle, bakım emekçilerinin içinde bulundukları sömürü koşullarının ele alınmasının gerekliliğine ilişkin artan bir farkındalık ve öfke var. Küresel Hemşireler Birliği [Global Nurses United] (29 ülkeden hemşire ve sağlık bakım çalışanlarının hem kendi hakları hem de herkes için daha iyi hasta bakımının sağlanması amacıyla kurdukları bir federasyon) gibi dayanışma inisiyatifleri haklı olarak genişliyor ve daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor. Bakım, hem “uygulamalı” bakım hem de bakım veren bir sosyal altyapı anlamına gelir. Eşitsizliğin can yaktığı, iklim krizinin şiddetlendiği ve neoliberal milliyetçi muktedir erkeklerin iktidarlarını sağlama almaya çalıştığı, hâlâ COVID-19 ile uğraşan bir dünyada, yapısal umursamazlığın baskın biçimlerinin yerine acilen evrensel ve ayrım gözetmeyen bakım biçimleri geliştirmemiz gerekiyor. Bakımın cinsiyetten arındırılması, maço bireyciliği teşvik etmek yerine ortak kırılganlığımızın farkında olmak, bununla başa çıkabilen bakım sistemlerini ve kaynakları yaratmak demektir. Bakım çalışanlarından Ni Una Menos’a AIDS aktivistlerine ve krizden etkilenen Yunanistan’daki dayanışma ekonomilerine kadar burada bahsettiğimiz bu çok farklı örnekler, bunun nasıl yapılacağına dair pratik ilham kaynakları. İnsanların hem bakım sistemlerine hem de bakım kaynaklarına (bu ister tıp olsun ister sosyal yardım ya da eğitim; ister kitaplar olsun ister su) ücretsiz ve borçlanmadan ulaşabildikleri evrensel, toplumsallaşmış bakım biçimlerine ne kadar ihtiyacımız olduğuna işaret ediyorlar. Başka bir deyişle, bakım modellerimizi hayatın her ölçeğinde toplumsallaştırmaya, yaygınlaştırmaya ve cinsiyetten arındırmaya ne kadar muhtaç olduğumuzu gösteriyorlar.

Çeviren: Aksu Bora

Edit: İrem Az

Özgün Metin: De-gendering Care: The Key to Address the Care Crisis

[1] Dinçer, Gizem Cemile ve Filiz Karakuş.  2022. “Ücretli Emek Piyasasında Suriyeli ve Türkiyeli Kadınlar: Lülüfer Korkmaz ile Söyleşi.” Çatlak Zemin, 16 Şubat. https://catlakzemin.com/ucretli-emek-piyasasinda-suriyeli-ve-turkiyeli-kadinlar-lulufer-korukmez-ile-soylesi/.

“Ev işi sermaye oluşumu için hala ücretsiz bir emek: Silvia Federici ile söyleşi.” 2022. Çatlak Zemin, 10 Ocak. Çeviren Nehir Kovar. URL: https://catlakzemin.com/ev-isi-hala-sermaye-olusumu-icin-ucretsiz-bir-emek-silvia-federici-ile-soylesi/.

[2] Bakım Kolektifi. 2020. Bakım Manifestosu: Karşılıklı Bağımlılık Politikası. Çeviren Gülnur Acar Savran. İstanbul: Dipnot Yayınları.

İngilizce orijinali için: The Care Collective. 2020. The Care Manifesto: The Politics of Interdependence. New York: Verso. URL: https://www.versobooks.com/books/3706-care-manifesto.

[3] Gago, Verónica. 2022[İngilizce olarak 10 Haziran 2019’da Viewpoint Mag’de yayımlanmıştır]. “Emeğin Bedeni: Feminist Grev Perspektifinden Üç Manzaranın Haritası.” umutsen.org, 7 Şubat. URL: https://umutsen.org/index.php/emegin-bedeni-feminist-grev-perspektifinden-uc-manzaranin-haritasi-veronica-gago/.

[4] Küresel Kadın Grevi’nin [Global Women’s Strike] websitesi: https://globalwomenstrike.net.

[5] HIV (İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü) ve AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu / HIV enfeksiyonunun ileri evresi) hakkında daha fazla bilgi için:

Karapınar, Arda. “Belirlenemeyen=Bulaştırmayan.” Kırmızı Kurdele Derneği Resmi Websitesi. URL: https://www.kirmizikurdele.org/besittirb.

Green, Ian. HIV now infects heterosexual people more than gay and bisexual men [Artık HIV, eşcinsel ve biseksüel erkeklere kıyasla heteroseksüel insanlar arasında daha çok yayılıyor]. The Guardian, 9 Şubat. https://www.theguardian.com/commentisfree/2022/feb/09/hiv-infects-heterosexual-gay-bisexual-men-uk-testing-virus.

“HIV+ Olmak Nedir? Korkmamız gereken HIV değil, sosyal damgalanma ve ötekileştirme” 2020. +90, 27 Kasım. URL: https://www.youtube.com/watch?v=ju3fpea9E9g.

[6] ACT UP’ın İngilizce tarihsel arşivi için bakınız: https://actupny.org/alert/names.html.

[7] Bakım Kolektifi. 2020. Bakım Manifestosu: Karşılıklı Bağımlılık Politikası. Çeviren Gülnur Acar Savran. İstanbul: Dipnot Yayınları.

İngilizce orijinali için: The Care Collective. 2020. The Care Manifesto: The Politics of Interdependence. New York: Verso. URL: https://www.versobooks.com/books/3706-care-manifesto.

[8] A.g.e.

[9] Verónica Gago Ni Una Menos Hareketinin/Kolektifinin [Bir Kadın Daha Eksilmeyecek] lider figürlerinden biri ve Buenos Aires Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler Profesörüdür. Duke Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Tabandan Neoliberalizm: Popüler Pragmatik ve Barok Ekonomiler (2017); Verso’dan çıkan Feminist Uluslararası: Her Şeyi Nasıl Değiştiririz (2020); ve Buenos Aires Üniversitesi’nde araştırmacı ve Ni Una Menos Kolektifi üyesi feminist bir aktivist olan Lucí Cavallero ile birlikte yazdığı Feminist Bir Borç Okuması (2021) gibi kitapların yazarıdır.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler