spot_img
spot_img
Ana SayfaEkolojiAgroekolojiyle ne yapmalı? - Umut Kocagöz

Agroekolojiyle ne yapmalı? – Umut Kocagöz

Umut-Sen Ekoloji Kolektifi “Agroekolojiyle Ne Yapmalı? Emeğin Ekolojisi Perspektifinden Tarım-Gıda Sistemini Düşünmek” başlıklı etkinlik düzenlemektedir. 24 Mart 2022, Perşembe günü 21:00’da Zoom üzerinden düzenlenecek olan etkinlikte yapılacak tartışmayı kolaylaştırmak üzere aşağıdaki metni paylaşıyoruz. Etkinliğe katılmak için buraya tıklayarak katılım formunu doldurabilirsiniz.

Sermaye Sınıfının Endüstriyel/Şirket Tarım-Gıda Sistemi

Türkiye’de tarımın ciddi bir kriz yaşadığını gıda enflasyonu üzerinden deneyimliyoruz. Tarımsal alanların sermaye birikimi için şirketler tarafından maden, ulaşım ve enerji projeleri için talan edilmesi; 80’lerden beri uygulanan neoliberal politikalarla tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi; uluslararası ticaret anlaşmaları ve IMF ve Dünya Bankası tasarımıyla 2000’lerin başından itibaren uygulanan “tarımsal reform projesi” yoluyla tarımsal yapının dönüşüme uğraması, günümüz krizinin sebepleridir.

Daha açık ifade edecek olursak, neoliberal politikalarla birlikte, geleneksel köylülüğün tasfiyesi hızlanmış; ayakta kalamayanlar topraklarını terk ederek kentlere işçi olarak göçmüş, ayakta kalabilenlerse şirket tarımıyla uzlaşmış veya onun boyunduruğu altına girmiştir. Kendi emeğiyle hayatta kalan, doğayla dost tarım yapan, küçük ölçekli, emektar geleneksel köylülük hâlâ mevcut olsa bile, büyük ölçüde marjinal kalmış, ve denilebilir ki, son yaşlı kuşaklar olarak sahneyi terk etmeye hazırlanmaktadır.

Tohum, gübre ve ilaç şirketlerinin hâkim olduğu üretim; bankalar ve kredi kooperatiflerinin hakim olduğu finans; küçük esnafın giderek tasfiye olarak süpermarket ve zincir mağazaların hakim hale geldiği ulaşım, depo ve dağıtım alanları günümüz tarım-gıda ilişkilerini belirlemektedir. Bu ilişkiler, kapitalist kâr mantığı çerçevesinde yapılandırılmış olup, şirketlerin kontrolündedir.

Bu şirketler, sermaye sınıfının tarım ve gıda yoluyla birikim sağlamasını mümkün kılan yapılardır. Bu yapıların hükümette temsilcileri bulunur, bazılarının termik santral girişimleri vardır, pek çoğu maden ve enerji sektöründe faaliyet gösterir, uluslararası ortaklıkları vardır. Bu yapı, çiftçileri kendisine bağımlı kılan tohumların, ilaçların, gübrelerin kullanılmasını sağlar; çiftçileri borçlandırarak sistem dışına çıkmayı zorlaştırır; çiftçilerin az para kazanmalarına sebep olarak tarım işçilerinin emek gücünün daha çok sömürülmesine vesile olur; çiftçileri bir tedarikçiye indirgeyerek emeğe ve ekolojiye yabancılaştırır; halka sağlıksız ve pahalı gıda sunar; petrol ve enerji kullanımı yoğun üretim, dağıtım, tüketim ilişkileriyle, ekolojik tahribatı ve sömürüyü besler, hayvan refahını göz ardı eden uygulamalarla türcülüğü pekiştirir… Çıkar ve ilişki ağları, doğanın ve emeğin eşanlı sömürüsüne işaret eder. Sistem oturdukça, sömürü derinleşir.

Bu sistemi, en geniş hatlarıyla endüstriyel/şirket gıda-tarım sistemi olarak ifade edebiliriz.

Burada, endüstriyel tarım ifadesinin vurgusu, doğayla dost yöntemlerin dışında olan yöntemlere vurgu yapmaktadır. Yoğun kimyasallara, hibrit tohumlara, yapay gübrelere, hayvanların kafeslerde hapsedilmesine, hatta GDO’ya dayanan yöntemler, genel olarak endüstriyel ifadesi altında toplanır. Kâr amacı ve bağımlılık üreten bu yöntemler, tarihsel olarak emeğin ve doğanın köleleştirilmesini beraberinde getirmiştir.

Tarım, insanın doğaya bir müdahalesidir; ancak, bu müdahaleyi düşünürken, insanı özünde “kötü”, doğayı özünde “iyi” varlıklar gibi düşünüp, “her müdahale kötüdür” gibi özcü bir yerden kuramayız. Tarım, insanın doğaya müdahalesi yoluyla etkinliğidir, ve pekâlâ, bu etkinlik, doğaya (yani insanın kendi varlık koşulları olarak, kendine, emeğin ekolojisine) zarar vermeden (ya da, en asgari ölçüde zarar vererek, hatta bazı tarım pratiklerinin iddia ettiği üzere, onu iyileştirerek, onararak) yapılabilir. Bu mümkündür.

Devrimci bakış açısından, bir şeyin üretimi kadar onun “nasıl üretildiği” de eş öneme sahiptir. Agroekoloji, tarımsal üretimin “nasıl” olacağı sorusuyla ilgilenir. Dahası, agroekoloji, bir tekniği onu uygulayanları bir kâr sistemine bağımlı kılmayacak yönleri açısından değerlendirir. Üretimin ekolojik olması, orada teknoloji kullanılmayacağı anlamına gelmez; aksine, teknoloji kullanımıyla son derece gelişkin ve ekolojik pratikler geliştirilebilir. Yahut, mesela daha “ilkel” görünen karasaban, çift, ve başkaca insan ve hayvan emeğine dayanan pratikler de aslında bir teknolojidir. Agroekoloji, üretim sürecinde bulunan çiftliği (yani kişi, grup, aile, kolektif olarak insan, hayvan ve bitkileri bir arada bulunduran bir organizma) ve bu çiftliğin içinde yer aldığı köyü, havzayı, sermayenin boyunduruğuna bağımlı kılmayan (ilaç, enerji, tohum, gübre, petrol vs.) metodların geliştirilmesini destekleyen, özgürlükçü bir sistemin hem teknik, hem felsefi, hem politik boyutlarını kapsar.

Burada şirket tarımı ifadesi, tarımsal ilişkilerde hâkim olan sermaye biçimi olarak şirket komplekslerini ifade etmektedir. Ayrıca, tarımsal yapının asli aktörleri olan çiftçilerin birer şirkete dönüşme eğilimini; kamunun da kendini bir şirket gibi yapılandırmasını ve yönetmesini de betimler. Buna göre, tarımsal desteklemeler, ihracat-ithalat, kredi, toprakların kullanımı gibi hususlar, sermaye sınıfının istek ve arzularına göre kullanılır, yönetilir. Üretim, finans, lojistik, dağıtım alanlarını kontrol eden şirketler, tarımsal yapının ve gıda sisteminin sermaye sınıfının çıkarlarına bağlı olarak düzenlenmesini sağlarlar.

Kırda kendi emeğiyle geçinen küçük çiftçilerin, topraksız tarım işçilerinin, yarıcıların, gündelikçilerin, mevsimlik tarım işçilerinin sermaye sınıfı karşısında kendi çıkarlarını koruyacakları bağımsız örgütlenme pratiklerine ihtiyaç var. Sermaye sınıfı karşısında bu kesimleri güçlendirecek pratikler, sermaye sınıfının ideolojisini ve ona bağımlılığı yeniden üreten bu şirket tarım sistemi karşısında, bu kesimleri güçlendirecek bir zihinsel ve pratik kopuşu gerekli kılar. Bu zihinsel ve pratik kopuş, bir bilim, uygulama ve hareket olarak ifade edilen agroekolojide ve onu bütünleyen, halkın kendi gıda sistemi olan gıda egemenliğinde ifadesini bulur.

Emekçi kırsal kesimlerin tarım pratiği olarak agroekoloji

Agroekoloji, 3 temel şeyi ifade etmektedir.

Birincisi, ekoloji ve tarım üzerine yapılan, çok disiplinli çalışmaların bütünü, yani, bilim olarak agroekoloji.

İkincisi, ekolojik tarım, doğayla dost tarım, pratikleri, yani, uygulama olarak agroekoloji.

Üçüncüsü, çiftçilerin kendi aralarında bilgilerini paylaştıkları bir örgütlenme pratiği olarak, ayrıca, bu pratiğin farklı ölçeklerde savunusu ve yaygınlaştırılması olarak, politik ve sosyal bir hareket olarak agroekoloji.

Bizim tartışmamız açısından esas olan şey, emeğiyle üretim yapan kırsal sınıfların sermaye ve devletten bağımsız olarak örgütlenebilecekleri zemini güçlendirecek bir zemin olarak agroekolojidir.

Agroekoloji ile ne yapmalı? Onu, kırsal sınıfların örgütlenebileceği bir zemin olarak nasıl kullanmalı?

Birtakım önermeler geliştirebiliriz:

  1. İç içe geçmiş bir sınıf formasyonu olarak tohum, toprak, finans, gübre, dağıtım, lojistik şirketleri karşısında, agroekoloji çiftçilerin bağımsız olabilmesi imkanını, kapasitesini geliştirir. Ekolojik tarım yoluyla doğaya zarar vermezken, doğanın sunduğu imkanlar yoluyla da tarım şirketlerine bağımlı olmayan bir yapı kurulabilir. Böylece, direnme ve mücadele etme kapasiteleri artar.
  2. Agroekoloji, ancak ve ancak küçük çiftçilerin çıkar birliği ve dayanışmasıyla kurulabilir. Latin Amerika’da campesino a campesino (çiftçiden çiftçiye) metodu bunun güçlü bir örneğidir. Dolayısıyla, agroekolojinin gelişmesi için çiftçilerin örgütlenmesi, çiftçilerin sermayeden kurtulmak için örgütlenmesi için de agroekoloji pratiklerini benimsemesi, birbirini belirleyen zorunluluktur.
  3. Kentte yaşayan emekçilerin sağlıklı gıdaya ulaşması için, agroekoloji bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınmalı, kır ve kentli emekçilerin dayanışması ve ittifakı için birleştirici bir dinamik olarak görülmelidir. Bu amaçla, başta kentteki örgütlü kesimler olmak üzere, agroekoloji pratikleri uygulayan çiftçilerin desteklenmesi, teşvik edilmesi, sağlıklı gıda üretiminin yaygınlaşmasına vesile olur. Sağlıklı üretim arttıkça, kentte yaşayan işçilerin, emekçilerin sağlıklı gıdaya erişimi mümkün hale gelir.
  4. Şirket tarımının yanında, agroekoloji toprak gaspına, mülksüzleşmeye, karşı mücadele için tehlike altındaki küçük köylülerin, aynı zamanda gündelik, mevsimlik, yarıcılık şeklinde çalışan topraksız tarım işçilerinin de güçlenmesi için destekleyici bir faktördür.
  5. Agroekoloji, tarım işçilerinin ve küçük çiftçilerin bağımsız, özerk, sürekliliği olan, kapsayıcı bir örgütlenmesiyle hayata geçebilir. Bu kesimlerin kendi çıkarlarını sermayeden ve devletten bağımsız olarak örgütleyebilmeleri için, sürekliliği olan, odaklanmış bir örgütlenme pratiğine ihtiyaç vardır.
  6. Belediyelerin, sivil toplum örgütlerinin, hükümet politikalarının agroekolojiyi desteklemesi kıymetlidir. Ancak, bu kesimlerin hangi sınıfların çıkarlarına hizmet ettikleri çözümlenmediği taktirde, agroekolojinin sermaye sınıfı tarafından içerimlenmesi söz konusu olacaktır. Başka deyişle, küçük çiftçileri, tarım işçilerini sermayeden, devletten ve bunların siyasi partilerinden bağımsızlaştırmayan bir agroekoloji, kırsal yapının hakim patronaj ilişkilerini yeniden üreterek ehlileşecektir.
  7. Agroekoloji, halkın gıda sistemi olarak gıda egemenliğinin ayrılmaz yapı taşı, vazgeçilmez unsuru, tamamlayıcısıdır. Halkın kendi özörgütlenmesi ile gıda üretim, dağıtım ve tüketim alanlarını örgütlemesi anlamına gelen gıda egemenliği, bu egemenliği destekleyecek agroekolojiyle hayata geçebilir. Çünkü, şirket tarımının olduğu bir yerde, gıda egemenliği, yani halkın özyönetimi mümkün olamaz.
  8. Gıda egemenliğini örgütlemek için, kırsal emekçi sınıfların örgütlenmesi yanında, kentlerde de gıda tedariği ve tüketim mekânlarının nasıl olacağını düşünmek, inisiyatifler geliştirmek zorunludur.

Okuma Önerileri:

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler