spot_img
spot_img
Ana SayfaDepremŞirketlerin konteyner kentleri: Geleceğin coğrafyasını şekillendirecek bir eşik - Burcu Arıkan

Şirketlerin konteyner kentleri: Geleceğin coğrafyasını şekillendirecek bir eşik – Burcu Arıkan

19 Mart 2023 tarihinde, Hatay Valiliği’nin yayımladığı genelgeyle OHAL kanunları gerekçe gösterilerek çok sayıda depremzedenin özel mülküne el koyulacağı duyuruldu. Duyuru yayımlanmadan önce, 13 Mart’ta Samandağ’ın Sutaşı Mahallesi’nde bir depremzede sosyal medyada kendi arsasına inşaat araçlarının girdiğini ve beton dökmeye başladığını duyurmuştu. Kendisinden aldığımız bilgilere göre, bu işlemlere tebligat, izin ya da imza olmadan başlanmıştı. Depremzedelerin kendi arsalarına girmelerine izin verilmiyor, olan bitene dair hiçbir kurumdan doğru düzgün bilgi alınamıyordu. Bu esnada arsanın karşısında, otoyolunun kenarına çadır kurmak zorunda kaldılar. İnşaat makineleri arsalarına beton dökerken onlar yağmur nedeniyle su basan çadırlarda yaşadılar günlerce. Kendi arsalarına yapılacak konteyner kentten paylarına bir konteyner düşecek mi sorusuna bile cevap alamadılar[1].

Valilik eliyle alınan bu kararla konteyner kent yapımı için hazine arazisi bulunmadığı söylenerek halkın mülkü gasp edilmiş oluyor. Hazine arazisi olmadığı inandırıcı değil, kaldı ki halkın asıl talebi kendi arsalarındaki enkazın kaldırılıp konteynerlerin yerinde kurulması yönünde. Bu sayede hem alıştıkları sokaklardan, komşularından, bahçelerinden ayrılmayacaklar hem de uygun zamanda kendi yerlerinde yeniden inşaat yapabilecekler. Samandağ’da çadırkent gündeme geldiğinde de benzer bir durum yaşanmış, halk çadırları kendi bahçelerine istediklerini söyleyerek irade göstermiş, çadırların kendi bahçelerine gelmesini sağlamıştı. Bu sayede yıkıma rağmen gündelik hayatın yeniden oluşması bir nebze kolaylaşmıştı. Ayrıca 126 sayılı kararname ve öncesinde mülkiyet hakkını akıl almaz biçimde gasp eden 6306 sayılı kanun karşısında da kendi topraklarını terk etmemiş oldukları için bu talep daha makuldü. Depremin ilk günleri geçtikçe de kendi alanlarında konteyner kurarak imara dair gelişmeleri yine kendi sokaklarında, topraklarında beklemeyi talep ediyorlardı.

Hatay özelinde neden bu tür bir uygulama tercih edildiği sorusunun ucu açık ve üzerine düşünmeye değer. Depremin ilk haftasından beri binlerce konteyner içeren pek çok konteyner kent yapıldı. Bu esnada tarlaların da gasp edildiklerini duyduk. Buralarda hazine arazilerinin kullanıldığı söylendi ama bazı yerlerde insanlardan kendi arsaları için imza alındığını da duyduk. Hatay için konteyner kent gündemi de geç oluştu. Hatay’ın, özellikle de Samandağ’ın konteynerle yaşamaya uygun bir yapısı var, ama depremzedeler kamp mantığında işleyen çadırkentlere ya konteyner kentlere gitmek istemiyor. Böyle bir durumda “sizin için” kisvesi altında insanların arsalarını gasp etmenin, yasanın kendi deyimiyle, işgal ederek barınma alanı yapmanın gerekçesi yok. Arsasına beton dökülen, kendisi otoyol kenarında yağmur çamur içinde çadıra mahkûm edilen insanlara ne hakları olduğuna dair bilgi verilmiyor. Hayatları altüst olmuş insanların karşısına her gün yeni bir güvencesizlik çıkıyor.

Bu konteyner kentler bildiğiniz konteyner kentlerden değil

Doğal olarak depremin ilk gününden beri geçici barınma en yakıcı olan ihtiyaç. Çadırkent ya da konteyner kent bu ihtiyacın en bilindik çözümleri, devletin de bir kamu hizmeti olarak bunu yapması gerekiyor. Bu işler için alınan vergiler bir yana gösterisi yapılan akıl almaz bağışların buraya akması bekleniyor. Fakat alanda farklı bir durum var. Sutaşı Mahallesi’nde AFAD görevlisinden bilgi istendiğinde “devlet yapmıyor bunu, bir şirket yapıyor” diyor. Evet, doğru söylüyor, gerçekten de çadırkentler ve konteyner kentler çoğunlukla Kalyon, Cengiz, İGA, Baykar, Rönesans, LİMAK gibi şirketler tarafından yapılıyor. Aynı zamanda belediyeler ve başka illerdeki OSB’ler bu işlere dört koldan sarılmış durumda. Bu konteyner kentlerin tanıtımları sosyal medyada yoğun bir şekilde yapılıyor. Depremzedelere geçici barınma sağlamak bir kamu göreviyken neden, hele de rantla adı ayyuka çıkmış özel şirketlerin tanıtım alanlarına dönüşüyor depremzedelerin dağılmış hayatları? İşte bu soru ilk günden beri sorulan “devlet nerede?” sorusu ile yan yana yürüyor. Bu şirketler aynı zamanda psikososyal destek sunmak, kişisel gelişim atölyeleri düzenlemek gibi işler de yapıyorlar. Bu konteyner kentlere yalnızca konteyner kent olarak bakamayız. Depremin ilk haftalarındaki OSB’lerin çevresine “yaşam alanı” kurma çağrısı[2] gibi, bu türden alanlar da ideolojik bir çizgiye işaret ediyor. Devlet tam da bu alanlarda ve yayınlanan el koyma kararlarında kendini gösteriyor. Depremzedelerin parselleri “kamu kullanımına” açılırken şirketler hazine arazilerinde hayır işi görünümünde kendilerine alan açıyorlar. İşin kötüsü kimse bunun ne kadar süreceğini, bu işin geleceğinin ne olacağını bilmiyor. Örneğin, pek çok konteynerin Katar’dan alındığı açıklanıyor ya da adını sanını duymadığımız yüzlerce STK kendi konteyner mahallelerini kuruyor. Şirketler ile STK’ların birbirlerinden bağımsız olmadığı da anlaşılıyor. Bu bölgeler yerleşimin ardından kimin girip çıkabileceğinin kontrol edildiği alanlar olabilir diye düşünmek, ihtiyatlı olmak gerek. Hiçbir şey olmasa bile halkın mekânsal bağlarını, ilişkilerini bozup bir tür kamp hayatına hapsedeceğini öngörmek zor değil.

Bu mülkiyet işgaline karşı eli kolu bağlı kalan depremzede bu arsadan kendi payına bir konteyner düşecek mi sorusuna dahi cevap bulamıyor. Ayrıca herkesin endişe ettiği yerinden etme uygulamalarının önüne geçebilecek en somut pratik insanların kendi arsalarında yeniden inşaat yapmaları olacakken bu arsaların belirsiz sürelerle konteyner kent olarak tutulması yerinde yeniden inşa imkânlarını da baltalıyor. İzmir, Elazığ, Van ve başka yerlerde senelerdir kaldırılmayan, insanların neredeyse kalıcı konutu olmaya yakın konteyner alanları var. Devletin barınmaya dair biz çözüm önerisi olarak konteyner sunması depreme özgü değil. Konteynerler maden işçileri, inşaat işçileri, tarım işçileri için zaten daimî bir hayat biçimine dönüşmüş durumda, hatta konteynerler bazı durumlarda “lüks” kalabiliyor. Bu düzen geçicilik veya göçmenlik bahanesiyle meşrulaştırılıyor, konut üretme görevi de geçiştirilmiş oluyor. Bu meşrulaştırmanın geldiği noktada ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir yöntemle konteyneri bir nimet gibi pazarlama aşamasına geçiyor[3]. Geçici barınma ve mülk gaspı meselesinin bu dönemde böyle bir yanı da var. Örneğin ABD’de yoksulluğun yaşandığı karavan mahallelerin temsiliyle ilgili Nomadland filmi ekseninde şekillenen tartışmalar da mecbur kalınan bir yaşam biçiminin her şeye rağmen hayatta kalmak ya da göçebe olmak gibi yorumlanması eleştirilmişti[4]. Ekoloji hareketi içerisinde de konteyner hayatını öven eğilimler son birkaç senedir görünür olmuştu, tabi ki sermaye bunu da ıskalamadı. Kalyon Holding depremzedeler için yaptığı konteyner kentleri “Kalyon konteyner kent ekolojik şehre dönüşüyor” diyerek pazarladı[5].

Deprem sonrasında yayımlanan 126 sayılı kararnameyle bakanlığın elde ettiği nokta atışı alan seçip imara açma ve inşaat ruhsatı verme yetkileri ile bu dağınık konteyner oluşumlarını “şehre dönüşüyor” diye sunma arasında da önemli bir ilişki var. AKP’li bir vekil “şuraya yapacağız, buraya yapacağız” diyerek bir video çektiğinde[6] hepimize gülünç gelen mekânsal planlamanın yasal metni 126 sayılı kararname oldu. Kaldı ki, uzun zamandır kapitalizmin mekânsal planlama stratejisi değişmişti. Bunu kent çalışanlar plansızlık diye yorumlayabilir ama planın tam olarak bu dağıtma hâli olduğunu da düşünmek gerekir. Vekilin seçtiği noktalar rastgele midir, yoksa lojistik akslara mı denk düşmektedir? Bu strateji açısından kalem kâğıtla konut alanı işaretlemek, tüm inşaat faaliyetini plan süreçlerini devredışı bırakıp şantiyelere indirgemek de olağan. Tabii ki tebliğ, askı, itiraz süreçlerinin devredışı bırakılması da hiç çelişmiyor bu çerçeveyle. Karavan kentler, TOKİ’ler, kendiliğinden şehre dönüşen konteyner kentler kapitalist uluslararası sanayi, lojistik, ticaret, tedarik koridoru projeleri arasında serpiştirilirken bizim yaşadığımız sokağın bir anlamı kalmıyor[7].

Önce yapıp sonra yasallaştırmak şeklinde ilerleyen süreçte depremzedeler hasar tespitlere itiraz edilebilecek yollarda oradan oraya savrulurken bakan bir açıklamayla orta hasarlı yapıları da yıkacağız diyebiliyor örneğin. Bu açıklama dışında bir resmi tebliğ bulunamıyor ama herkes bu söylendiyse uygulanır diye düşünüyor, çünkü işler artık böyle yürüyor. Samandağ, Sutaşı’nda arsasına beton dökülen depremzede neden kendi yerine adım atamadığını müdahaleden 8 gün sonra sosyal medyada görüp öğreniyor. Defne’de bir depremzede halkıma faydam olur diyerek parselinde konteyner kent yapılması için imza verdikten sonra sürece dair bilgi sorduğunda “imzadan sonrası seni ilgilendirmez” cevabını alabiliyor.

Yerinde, insanlık onuruna yakışır bir barınmayı savunmanın kritik eşiği

Depremin ilk gününden beri insanlar topraklarının başını işte bu türden bir muğlaklık ikliminin sisteme dönüşmesinden ötürü bekliyor. Çadır istiyorlar, konteyner istiyorlar. Cumhurbaşkanı konuşmalarında “konteyner üretiminde günde üç vardiyaya çıktık,” diyor. Halkın talebi yerinde kalmak iken bu konteynerler insanların özel mülkü gasp edilerek yapılan konteyner kentlere gidiyor. Konteyner kentlerin çoğunluğu zaten sermayenin başını tutan şirketler tarafından yapılıyor. Tonlarca bağış toplanıyor, resmî gazetede afet fonu duyuruluyor, çoğu bu sermayelerle de ilişkili yüzlerce STK ilk günden beri ilmek ilmek kazıyor deprem bölgesini, projeler yazılıyor, bir yandan konteyner kent yapan firma bir yandan TOKİ ihalesi alıyor, o esnada “kamu kaynağı olmadığı” gerekçesiyle süresi belirsiz şekilde depremzedenin elinde kalan yegâne şeye, toprağına el koyuluyor. Sutaşı’nda otoyolun dibinde yaşayan depremzedeler kendi arsalarına giremezken ülkenin dört bir yanında altın için, enerji için toprak gaspı devam ediyor. Deprem oldu diye bunlar durmadığı gibi depremle birlikte deprem illerinde yürüyen mekânsal strateji de hızlanıyor[8]. Devlet yardım, çadır, konteyner sıralamasında önceliği dahi bu planı dâhilinde şekillendiriyor, süreci bir mülksüzleştirme ve proleterleştirme niyeti çerçevesinde ilerletiyor[9]. Depremzedenin aldığı “devlet yapmıyor şirketler yapıyor” cevabıyla millet ittifakının dahi yerinden etme siyasetine dümdüz karşı çıkan bir söz söyleyememesinin de bir nedeni var.

Acele kamulaştırma, kamulaştırmasız el atma ve buna benzer tüm araçlar bizi elimizde avucumuzda olan birkaç şeyden de etmek üzerine çalışıyor. Bu esnada sermaye tüm deprem coğrafyasında çadır kentler, konteyner kentler üzerinden örgütleniyor, yayılıyor, insanların gündelik hayatını şekillendiren bir forma bürünüyor. Kalyon Holding “üreterek iyileşiyorum” gibi programlarla geleceğin işçilerini yetiştirmek istiyor. Bahçesine beton dökülen halka “bunu devlet yapmıyor, bir şirket yapıyor” diye bilgi veriliyor. Tabii ki bunu devlet yapıyor. Belki bütün bu süreçte devletin güncel durumunu, kamu hizmeti denilen şeyin geldiği hâli de görüyoruz açıklıkla. Bu belirsizliğin içerisinde keskin şekilde belirli olan şey bu ideolojik hat ve onun kendi coğrafyasını titizlikle kurguluyor olması. Bu kritik eşiklerde hakiki bariyerler örmedikçe deprem sürecinde verilen emeklerin de hayırseverlikten öteye taşınma ihtimali giderek azalıyor.

Hatay Valiliği’nin açıklaması doğrultusunda yayımlanan listedeki tüm mülkler gasp edildiğinde binlerce konteynerle kendi mahallelerini kurmuş olacak yukarıda saydığımız şirketler. Bu türden bir gidişatın önüne geçecek hukuki yollar da itinayla kısıtlanmış durumda. Bu noktada nasıl bir gelecek olacağına dair dikkatli düşünmek, verilen emekleri de bu doğrultuda şekillendirmek gerek. Bu konteynerler üretilmişse her biri insanların istediği yere getirilebilir. Bu şirket mahallelerinin oluşumunun önüne geçmeyi denemek şu anda çoğu şeyden daha hayati görünüyor. Hem 6306 uygulamaları hem de acele kamulaştırmalardan öğrendiğimiz şeyler var. İşgal gerçekleştikten ve mekânlar dönüştükten sonra bunları geriye çevirmek zorlu bir iş. Artık yeni bir şey yapmak, son dakikaya ertelemeden tam da bu “daha dur bakalım” demeye alışık olduğumuz eşikte insanlık onuruna uygun bir yaşam için sermayeye karşı bir hamle düşünmek gerekiyordur belki.


[1] https://twitter.com/Umut_Sendikasi/status/1638265973651263504?s=20

[2] https://umutsen.org/index.php/organize-sanayi-bolgelerinin-yeniden-insasi-sermayenin-deprem-firsati-burcu-cira/

[3] https://www.kayserihaber.com.tr/haber/tarim_annelerine_konteyner_ev-58874.html

[4] https://vesaire.org/nomadland-sermayenin-sinif-sinemasi/

[5] https://www.yeniasir.com.tr/ekonomi/2023/02/23/kalyon-konteyner-kent-ekolojik-sehire-donusuyor

[6] https://twitter.com/gazeteemek/status/1627663539878916097?s=20

[7] https://umutsen.org/index.php/projeci-kapitalizm-turkiyenin-kuzey-ve-guneyindeki-sermaye-koridorlari/

[8] https://umutsen.org/index.php/deprem-sonrasi-yeniden-insa-ve-anadoludaki-kuresel-fabrika-burcu-arikan-ve-m-onur-kocer/

[9] https://umutsen.org/index.php/deprem-gozlem-raporu/

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler