spot_img
spot_img
Ana SayfaSeçtiklerimizSimurg’u Arayan Proletarya – Volkan Yaraşır

Simurg’u Arayan Proletarya – Volkan Yaraşır

Salgın Politik ve Sınıfsaldır

Salgın ve küresel krizin sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirmesi, salgın öncesi neo-liberal kapitalizme karşı küresel toplumsal hareketlerin yarattığı birikim önümüzdeki dönemde her şeyi olanaklı kılıyor.

Covid-19 pandemisi küresel bir tehdit olarak yayılmasını sürdürüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün vakaya pandemi tanısı koymasıyla birlikte dünya hızla bir karantina toplumuna dönüştü. Gerçek manada bir büyük kapatılma yaşanıyor. Foucault’nun iktidarın sürekliliğini ve kapatılmanın toplumsallığını vurgulayarak kavramsallaştırdığı “büyük kapatılma”* halinden farklı olan “yeni” kapitalizmin yapacak bir şeyinin olmaması, aczinin ortaya çıkması ve kapatılmanın gönüllülük üzerinden ve küresel boyutta gerçekleşmesidir. Etkili bir ilaç ya da aşının kısa vadede bulunmaması durumunda bu kapanma/kapatılma halinin uzun bir süre daha devam etmesi yüksek bir olasılıktır. Salgının seyri, duraklamalar ve yeni dalgalanmalar halinde gerçekleşirse bu süre daha da uzayabilir. Yapılan bazı simülasyonlar bir yıllık periyotta salgının ancak kontrol altına alınabileceğini ileri sürüyor.

Her şeyin normal göründüğü, yeni kapitalizmin steril yaşam ve kimlikler sunduğu bir ortamdan hızla ve alt üst edici bir tarzda olağanüstü bir sürecin içine girilmesi, neo-liberal kapitalizmin, kapitalist devletin, finans kapitalin aslında ne derece irin içinde, kırılgan, kof ve acımasız bir niteliğe sahip olduğunu gözler önüne seriyor. Salgın, kapitalizmin birikmiş tüm çelişkilerini açığa çıkarıyor. Çürümüşlüğünü ortaya koyuyor. Bir hastalık olarak doğal/biyolojik bir vaka; alınan her düzeydeki tedbirler, tedbirlerin niteliği, tedbirlerin alınma zamanı, yasaklar, tercihler, uygulamalar, hastalığın salgına dönüşmesiyle sağlık sisteminin hali, toplumsal yaşama yansıma biçimi, ekonomik boyutuyla hızla politik ve sınıfsal bir içeriğe büründü. Artık salgın politik ve sınıfsal bir vakadır. Ve sınıfsal karakter taşımaktadır. Tarih boyunca yaşanan kara humma, çiçek, İspanyol gribi salgınlarında olduğu gibi… Yıkıcı etkilerini yoksullar, topraksız köylüler, işçiler, işsizler, emekçiler ve kent yoksulları yaşar. Ölümü hisseden ve yaşayanlar onlardır.

Bu salgında da ölümcül döngünün içine ağırlıkla proletaryanın her katmanı ve emekçi yığınlar girdi. Son derece olağanüstü gelişmelere gebe yüksek konjonktürün içinden geçiyoruz. Sınıfsal antagonizmanın şiddetlendiği, alenileştiği, sermayenin ve kapitalizmin çıplak ve gerçek yüzüyle karşı karşıyayız.

Kapitalist sistem gerçek manada ölüm demektir

Marx, sermayenin tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik akıtarak dünyaya geldiğinden söz eder. Bu durum sadece doğumuna has bir özellik değildir, kapitalizm aslında varlığını da benzer şekilde sürdürür. Kan, irin ve ölüm onun kendini idame ettirme halidir. Kapitalizmin tarihini kısaca ölümün tarihi olarak tanımlayabiliriz.

Son 40 yıllık neo-liberal dönem, kapitalizmin yıkıcılığının en şiddetli ve en çıplak yaşandığı konjonktür oldu. Çok boyutlu ve çok yönlü olağanüstü metalaşma süreci, doğanın, emeğin ve kadının sömürgeleştirilmesi, aşırı finanslaşma, sermayenin en parazit ve asalak olma hali bu dönemin birbirini besleyen faklı veçheleriydi. Kapitalizmin en güçlü, en hakim gözüktüğü noktada sürdürülmezliği alenileşti. Özellikle 2007-2008’de kapitalizmin yapısal krizi bu manada bir kırılmayı işaretledi.

2007-2008’de bir sistemik-organik kriz olarak kendini dışa vuran kapitalist kriz, yüksek bir konjonktürün, olağanüstü momentumun önünü açtı. Kriz, kendini multi kriz biçiminde dışa vurdu. Yani kriz sadece bir ekonomik kriz olarak gelişmedi, bunun yanında sosyal ve siyasal kriz, ekolojik kriz, emperyal özneler arası hegemonya krizi, uygarlık ve etik krizi olarak biçimlendi ve derinleşti. Bugün yaşadığımız salgın, sistemle özdeşleşmiş bir uygarlığın (ya da makineyle özdeşleşmiş, makinenin tahakkümü olan bir uygarlığın) krizini ve etik çöküşünü/ krizini bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Salgın bir yandan başlı başına bir kriz mahiyeti taşırken, öte yandan kapitalist sistemin içine girdiği çoklu krizi şiddetlendirdi ve derinleştiriyor. Salgının küresel bir mahiyete bürünmesiyle birlikte küresel meta dolaşımında ciddi sorunlar yaşanmaya başlandı, petrol fiyatları şiddetli düşüş trendine girdi ve dünya borsalarında çöküşler göründü. Ayrıca talep krizi/ çöküşü piyasaları sarsıyor. Ani, beklenmedik ve ters bir kriz dinamiğini ifade eden bu durumun salgının kısa vadede kontrolünün sağlanmaması durumunda yıkıcı sonuçlar yaratması kaçınılmaz. 2020 yılı içinde yeni ve yıkıcı küresel finans krizi ya da yıkıcı depresyonun yaşanma olasılığı artıyor. Kısacası salgın başlı başına küresel krizi derinleştirirken, kapitalist sistemin yaşadığı çoklu krizi şiddetlendiriyor. Sistemi bloke edici sonuçlar doğuruyor.

Proletarya neo-liberal kapitalizme karşı ayakta

Covid-19 pandemisinin bütün gündemi işgal etmesinden dolayı, salgının hemen öncesinde dünyayı saran neo-liberal kapitalizme karşı gerçekleşen direnişler ve ayaklanmalar üzerinde pek fazla durulmuyor. Aslında salgın bu büyük dalganın içinde başladı. Salgının ve ayaklanmaların ortaya çıkış koşulları aynı: kapitalizmin yıkıcılığı ve yok ediciliği… Önümüzdeki süreçte proletaryanın hem bu dalganın, hem de kapitalist kriz sonrası ortaya çıkan benzer ayaklanmaların birikimleri ve tecrübelerine ihtiyacı olacak. Çünkü her dalga muazzam birikimler oluşturdu ve sınıfın farklı segmentleri ve kesimlerini mobilize etti. Zengin mücadele ve örgütlenme pratikleri yarattı. İlk bakışta “özgün” ve parçalı bir görünüm veren tablonun arkasında proletaryanın yeni kompozisyonu ve profili var. Bugün açısından proletarya tek tek ülkelerde ve küresel düzeyde organik bir bütünlük sağlamamış olsa da içine girdiğimiz süreç ya da dünyanın bundan sonraki seyri bu birliğin yaratılmasını zorunlu kılacak. Proletarya için bunun anlamı felaket kapitalizmi karşısında örgütlü olmak ve örgütlü davranmanın yaşamsallaşmasıdır.

Finans kapital, kapitalist devlet ve siyasi iktidarlar tarafından değersizleştirilen, bir hiç veya sosyal atık muamelesi gören proletaryanın yeni öfke patlamalarıyla toplumsal yaşama müdahalesinin kaçınılmaz olduğu bir döneme giriyoruz. Ve sınıfsal öfke her yerde birikiyor. Neo-liberal kapitalizme karşı gelişen küresel isyan dalgaları proletaryanın farklı kesimlerini harekete geçirdi. Otonomisini besledi. Son 40 yıllık muazzam proleterleşme dalgasının yarattığı yeni proleter yığınlar sokakları ve alanları doldurdu. 2011-2013 arasında yaşanan farklı mahiyetteki kent isyanlarının eksenini bu kesimler oluşturdu. Ağırlıkta sınıfın yeni fraksiyonu harekete geçti. 2016 ve 2018 arasında ise sınıfın ana gövdesini oluşturan güvencesiz kesimleri, yoksullaşma ve yeni çalışma/emek rejimlerine karşı mobilize oldu. Metropollerde Sarı Yelekliler, Hindistan’da tarihin en büyük genel grevleri, Çin’de yaygın spontane direniş ve grevler, Türkiye’de üçüncü havalimanı işçilerinin öfke patlaması yaşandı. Aynı dönemde “son sömürge” kadınlar, küresel feminist genel grevlerle patriyarka ve neo-liberal kapitalizme karşı ayağa kalktı. 2019’un son ayları ve 2020 başı, senkronize bir şekilde 44 ülkede işçi sınıfının geniş kesimlerinin ve yoksulların neo-liberalizme karşı ayağa kalkışına sahne oldu. Dalganın sürdüğü dönemde pandemi vakası gerçekleşti.

Vasıfsız ve marjinal kesimlerin stratejik rolü

Salgının küresel vakaya dönüşmesiyle birlikte kapitalist devletler ve siyasi iktidarlar son derece soğukkanlı ortak sınıfsal refleks gösterdi. Sadece birkaç ülke sokağa çıkma yasağı ilan etti. Kapitalist devletlerin evde kalma şeklinde karantina uygulamaları ve bu konuda ısrarlı bir tutum sergilemeleri, sınıfsal bir tercihi yansıttı. Bu tavırla ölüm riskine rağmen proletaryanın çalışması ve kapitalist işleyişin sürekliliğinin sağlanması amaçlanıyor. Çünkü proletaryanın evde kalma gibi bir lüksü yok, hayatını sürdürebilmek için çalışmak zorunda.

Proletarya salgının ilk evresi ve zirve yaptığı evrelere kadar çalışmayı sürdürdü hatta daha yoğun çalışmaya başladı. Metropoller dahil içinde Türkiye’nin bulunduğu çevre ülkelerde kapitalizmin çarklarının her şart altında dönmesi için kapitalist devlet ve siyasal iktidarlar olağanüstü gayret gösteriyor. Bu “aygıtlar” sermayenin kâr arzusunun çıplak bir hizmetkârı olarak hareket ediyor. Hiçbir meşruiyet kaygısı gütmeden, bir kök devlet olarak kesintisiz sermayenin dolaşımının ve yeniden üretimin gereklerini agresif bir şekilde hazırlıyor. Hindistan, Bangladeş, Endonezya gibi dünyanın atölyelerinde durum daha vahim bir tabloya dönüşüyor. Salgının önümüzdeki aylarda bu ülkelerde kitlesel ölümlere yol açması yüksek bir olasılık.

Salgın ‘pandemi/felaket kapitalizmi’ diye tanımlayabileceğimiz bir konjonktürü araladı. Ve çok net bir olguyu gözler önüne serdi. Gerçek manada hayatı yaratanın proletarya olduğunu çok geniş kitlelere gösterdi. İnsanların gündelik rutin içinde farkına bile varmadıkları şeylerin bir yandan ne kadar kritik ve hayati olabileceği ve bunları sağlayanların, karşılayanların, yaratanların da yanı başlarında, hiç göze çarpmayan “düşük becerili” olarak değerlendirdikleri kimseler olduğunu gördüler. Hatta bunlar olmadığında her şeyin duracağını hissettiler.

Salgın süreci robotik teknolojilere ulaşmış, endüstri 4.0 ve yapay zekanın tartışıldığı, olağanüstü teknolojik yeniliklerin yapıldığı ve uzayın “fethine” çıkmış kapitalizmin ne derece kırılgan olduğunu ve insanlığa karantinadan başka bir seçenek üretemediğini gösterdi. Salgının gösterdiği başka bir şey de proletaryanın gerçekten hayatı yarattığı ve hayatı durdurabilecek tek güç olduğuydu. Pandemi süreci proletaryanın en “vasıfsız”, marjinal kabul edilen hatta sol tarafından da çok önemsenmeyen, bazı anlayışlarca proleter  bile görülmeyen kesimlerinin ne derece stratejik rol oynayabileceği ve hayatı gerçek manada durdurabileceklerini net bir şekilde gösterdi. Salgın atmosferinde market, şarküteri, perakende, fırın, eczane, ev işlerinde (ev işleri ve temizliği yapan, hasta ya da yaşlı ve çocuk bakımı yapan işçilerin) kargo, paket ve su servisi işlerinde çalışanların başta olmak üzere hayatın akışındaki çok hissedilmeyen/fark edilmeyen rollerini en somut bir şekilde ortaya koydu.  Bu sektörlere gaz, su, elektrik, telekomünikasyon, posta, sağlık, temizlik işçilerini ekleyebiliriz.

Küresel salgın yeni bir döneme geçişi simgeliyor. Kapitalizmin yeni momentinde artık yeni salgınlar ve katastrofik gelişmelerin artması beklenmelidir. Neo-liberal kapitalizmin yıkıcılığının, burjuvazinin sınıf kibrinin, toplumsal kültürel ötekileştirmenin, kompleks tahakküm ve iktidar biçimlerinin alenileştiği bir dönemin içine giriyoruz. Bugün açısından sınıfın farklı fraksiyonları ve kesimleri arasında bir organik birliğin olmaması, genel bir örgütsüzlük havasının hakim olması bizi tereddüte düşürmemelidir.

Hayat ve sınıflar mücadelesinin çıplak gerçekliği salgın günlerinde sınıfa her saat, her dakika şunu gösteriyor: kapitalizm gerçek manada işçi sınıfının varlığına saldırıyor. Onu ölüme terk ediyor. Marx’ın ifadesiyle bir vampir gibi kanını emiyor. “Sermaye vampir misali, canlı emeği emerek ve ancak daha da fazla emerek hayatta (kalıyor)”. “Vampir, (bugün yaşandığı gibi) kullanılacak tek bir kas, kas teli veya tek bir damla kan kaldıkça onu rahat bırakmayacaktır.”**

Buna proletaryanın ontolojik bir yanıt vermesi gerekiyor. Proletaryanın hayatın nabzını tuttuğunu hissetmesi ve içinde biriken öfkeye kulak vermesi lazım. Ve hayat sınıfın bütün fraksiyon ve kesimlerinin kaderini ve kederlerini şiddetle ortaklaştırıyor. Ama proletarya sınıflar mücadelesi tarihi içinde yine çıplak bir yalnızlık yaşıyor.

Simurg’u aramak

Sınıfla hemhal olması gereken yapılar ya konformizmin batağına saplanmış durumdalar ya da çürüme içindeler. Sınıfla ontolojik ilişki kurmaya çalışan bir iki yapının dışında, sola orta sınıf refleksi ve konformist eğilimler hakim. Dünyada da durum pek farklı değil.

Sendikal alan, tam anlamıyla sefil bir görünümde ve çürüyor. Bu çürümenin aynı zamanda ahlaki bir boyutu var. Sendikalar kapitalist devletin ve siyasal iktidarın sınıfın içindeki ajanı gibi hareket ediyor. Devletin organı olmasa da fiilen kapitalist devletin bir organına dönüşmüş durumdalar. Çürüme ve “dönüşüm” neo-korporatizmin kaçınılmaz bir sonucu. Bu çürüme hali ve içinden geçtiğimiz yüksek konjonktür sendikal örgütlenmelerin tarihsel misyonunu tamamladığını ortaya koyuyor.

Proletaryanın sınıflar mücadelesi içinden çıkacak, kolektif inisiyatifini yansıtacak, sınıfsal öfkeyi örgütleyecek  yeni emek odaklarına ihtiyacı var. Taban örgütlenmeleri üzerinden şekillenen ve sınıfın yıkıcı enerjisini kristalize edecek yeni emek odaklarına…

Kapitalist kriz ve salgın bu ihtiyacı yaşamsallaştırdı. Salgın süreci ve kapitalist krizin yeni bir finansal krize ya da depresyona dönüşmesi halinde önümüzdeki sürecin proletarya ve emekçi yığınlar açısından tehlikelerle dolu olduğunu gösteriyor. Olağanüstü rejimlere geçiş, yeni faşizm uygulamaları, savaşlar, yoğun işsizlik, yoksulluk, sefalet, toplumsal çürümenin yayılması gibi…

Her şeye karşın proletarya, otonomisinden beslenerek yaşadığı olağanüstü sürece yanıtlar üretmeye çalışıyor. Proletarya finans kapital, kapitalist devletin ve siyasi iktidarların taammüden saldırısına ve bir hiç muamelesi görmesine ve ölümle yüz yüze bırakılmasına karşı küresel düzeyde zengin eylem ve direniş biçimleri gerçekleştiriyor. İlk akla gelen eylemler kısaca şöyle: ABD’de Instacart, Amazon, Whole Foods, posta işçileri fiili grevlerle işyerlerinin kapatılmasını talep ettiler. Farklı sektördeki işçiler çeşitli biçimde salgın sonrası çalışma koşullarını protesto ettiler. İtalya’da da işçiler fabrikaların kapatılması için grevler yaptı. Belçika ve Güney Fransa’da Carrefour çalışanları salgına karşı yeterli önlem alınmamasına ve düşük ücrete karşı iş bıraktı. Belçika’da eylemler sonrası Carrefour marketler zinciri kapatıldı. İngiltere Royal Mail işçileri salgına karşı ciddi bir önlem alınmadığı için iş bıraktı. Kamboçya’da tekstil işçileri ücretlerinin ödenmemesi ve salgın sonrası ödemelerde yaşanan aksamaya karşı greve çıktı. Yeni Zelanda’da plastik fabrikasında çalışan işçiler salgına karşı koruyucu tedbirler alınması talebiyle grev gerçekleştirdi. Türkiye’de Eskişehir’de Sarar Giyim, Gebze Sarkuysan, Galataport şantiyesi, AKM şantiyesi, Sanel Elektronik, Hatay’da filtre fabrikası, Muş Alpaslan 2 barajında, İzmir Akar Tekstil’de çalışan işçiler salgına karşı önlemler alınmadığından dolayı iş bırakma ve çalışmaktan kaçınma hakkını kullandılar. Bundan sonra her gün proletaryanın bu ve benzeri hatta daha radikal eylemlilik içine gireceğini söylemek abartı olmayacaktır. Proletarya yalnızlığını daha çok hissedeceği bir sürecin içine giriyor. Ancak ülke içinde ve küresel düzeyde gerçekleşecek eylemler ve direnişler ona yol gösterebilir ve ruhunu besler. Proletaryanın pratiklere, zengin ve yaratıcı pratiklere ihtiyacı var. Bir anlamda yaşayarak ve yaparak ve kolektif hafızasına dayanarak öğrenecek.

Yeni Zelanda’da Sistema plastik işçileri covid-19 salgınına karşı yeterli sağlık önlemleri alınmadığı için greve çıkmışlardı. Grev sonucunda ücretsiz izin haklarını kazandılar. 26 Mart 2020, Kaynak: E tū Sendikası

En başta hayatı, gerçek manada kendisinin yarattığını fark etmesi muazzam bir sıçrama olacaktır. Öfkeyi biriktirdiği kadar, muktedir olma duygusunun saklı olduğu yer burasıdır. Bugünün sınıf devrimcileri, sınıf önderleri, önder işçilerinin en önemli görevi sınıfa bunu göstermek, hissettirmektir. Salgın atmosferi bunu anlatmak için inanılmaz olanaklar sunuyor. İşçi sınıfının varlığının önemi ve hayata müdahalesi o kadar ortada ki ısrarla yapılacak vurgular ve anlatımlar önemli sonuçlar doğuracaktır. Bütün örgütlenme ve dayanışma çabaları bu olguyu beslemelidir. Ve işçi sınıfı böylesi konjonktürde (yani örgütsüz, dağınık ve parçalı bir görünüm içendeyken) ve katastrofik koşullarda refleksel olarak Simurg’u*** “30 kuşu”, bir “kurtarıcıyı” arayabilir.

Bu yolculuğun, eylemlilik ve direniş içinde ve şartların olağanüstülüğünde 30 kuşun, Simurg’un kendileri olduğunu, proletaryaya göstermesi çok uzun sürmeyecektir. “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi ellerindedir.” sözü Simurg’u anlamanın ifadesi olacaktır. O andan sonra artık Simurg kolektif aksiyondur. Anti-kapitalist kopuştur.

Salgın ve küresel krizin sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirmesi, salgın öncesi neo-liberal kapitalizme karşı küresel toplumsal hareketlerin yarattığı birikim önümüzdeki dönemde her şeyi olanaklı kılıyor. 2020 yılı küresel düzeyde senkronize ayaklanmalar yılı olabilir. Kapitalist sistemin bütün pespayeliğinin,  asalaklığının,  vampirliğinin, soysuzluğunun açığa çıktığı koşullarda bu ayaklanma ve isyanların son derece sarsıcı olacağı bilinmelidir. Şili işçi sınıfı salgının başlamasından sonra grev ve sokak hareketlerine ara verdi. Fakat her hafta cuma günü evlerden kitleler boş tava ve tencerelere vurarak hatırlatma yapıyor : “Geri geleceğiz”.

Evet, proletaryanın kapitalist sistem içinde tüm fraksiyon ve katmanlarıyla ne kadar stratejik bir konumda olduğunu hayat gösterdi. Yine hayat proletaryanın kolektif aksiyonun gücünü açığa çıkaracaktır. Olağanüstü zamanların içine girdik… Ve öfke birikiyor!


* Michel Foucault: Büyük Kapatılma, Ayrıntı Yayınları, 2015.

** (Alıntılar) K. Marx: Kapital, I. Cilt, Yordam Kitap, 2012.

*** Simurg, Pers mitolojisi kaynaklıdır. Farsça 30 kuş demektir ve diğer ismiyle Zümrüdü Anka’dır. Yunan mitolojisinde Phoenix’tir. 12. yüzyılın sonu, 13. yüzyılın başlarında yaşayan şair ve mutasavvıf Feridüddin Attar, Mantık Al-Tayr (Kuşların Dili) adlı mesnevisinde/çalışmasında hikayeyi son derece iyi anlatır; F. Attar: Mantık Al -Tayr, İş Bankası Kültür Yay., 2015.

 

* Bu yazı Karşı Mahalle internet sitesinden derlenmiştir. 

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler