spot_img
spot_img
Ana SayfaEkolojiSermayenin “yeşil” projesine karşı emeğin ekolojisi - Umut Kocagöz

Sermayenin “yeşil” projesine karşı emeğin ekolojisi – Umut Kocagöz

Ekolojik sorunlar toplumsal üretim tarzından ve dolayısıyla sınıf mücadelesinden bağımsız düşünülebilir değildir. Burada sorunların sınıfsal karakterinden bahsederken bir durum betimlemesi yapmıyoruz. Sermayenin hareketini belirleyen ekolojik talan politikalarının itici gücünün sermayenin -yapısal- büyüme eğilimi ve bu eğilimi belirleyen tarihsel süreç ve olgular olduğunu vurguluyoruz. 

Gezegen üzerinde yaşayan tüm canlıların ekolojik yıkımdan etkilendiği muhakkak ve elbette ki “tüm canlılar” sınıf-dışı ya da sınıf-ötesi bir kategori. Ama bu kapsamın ekoloji kuramlarını ve hareketlerini belirleyen yanıltıcı bir tarafı olabiliyor: Mademki tüm canlıları etkileyen bir ekolojik bozulma var o zaman küresel sorun da temelde ekolojik muhtevadadır ve yine bu nedenle ekolojik mücadele asaldır. Soyutlama düzeyinde doğruymuş gibi kurulan bu neden-sonuç ilişkisi tarih-dışı bir argümandır ve tam da buna bağlı olarak sınıf-dışıdır. Neden hatalı olduğu için sonuç da hatalıdır.  

Günümüzde mevcut çevre (veya ekoloji) hareketi kültürel, entelektüel ve iktisadi olarak ağırlıklı küçük burjuva ideolojileri ile belirleniyor. Bu kesimlerin söylemleri, yaşam tarzları, perspektifleri ve en önemlisi örgütlenme biçimleri çevre hareketlerini domine ediyor. Bu alan, çevre hareketinin bir güç siyaseti olarak örgütlenmesinden ziyade gösteri siyasetine entegre olan, bir takım ayrıcalıklı hallerin konuşmasına vesile olan bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Ekolojik sorunların tarihsel karekteri göz ardı edildiği sürece de mücadelenin öznesi de öznel ya da tarih-dışı yollarla tayin ediliyor. Bu, öznenin durağan, homojen yapıda olduğu yönünde değil tarihsel oluşum koşulları içinde anlaşılması gerektiğine dönük bir hatırlatmadır. Şayet sorunları ve bu sorunlarla mücadeleyi nesnel yolla ele alma niyetindeysek önce gerçeklikle olduğu gibi karşı karşıya gelmeyi başarmak zorundayız.  Gerçeklik ise bize ekolojik sorunların temelde toplumsal üretim tarzından ileri geldiğini ve toplumların tarihinin devindirici gücünün de insan-doğa çelişkisi değil, (cinsiyetler, ırklar, kültürler, sermayeler ya da işçiler arası vb.) birçok farklı çelişki ve çatışmayı da üreten emek-sermaye çelişkisi olduğunu gösteriyor. 

Sermayenin “yeşil” projesi

Bilhassa son yüzyıl içerisinde emeğin, doğanın, kültürlerin, tarihin, bilimin sömürüsüyle devasa bir yıkım, yağma ve talan üzerinden birikimini yoğunlaştıran sermaye sınıfı, yeni projelerini hayata geçirmek için örgütlenmeye devam ediyor. Bu projelerin ekolojik tezahürü olarak doğanın yağması, elbette çeşitli biçimlerde gerçekleşiyor. Doğanın temellükü olarak maden, taş ocağı, HES, JES, RES, GES, baraj, otoyol, millet bahçesi, inşaat vd. projeleri, kırsal kesimlerin mülksüzleşmesine, tarihi-kültürel-doğal müştereklerin yağmasına, tarımın tasfiyesine, göçlere yol açıyor. Mezopotamya’da savaş koşulları da bu yağmaya eşlik etmiştir.

Neoliberalleşmeyle birlikte Anadolu’da küresel fabrikanın inşası, mülksüzleşen kitlelerin proleterleşmesiyle sonuçlandı. Geçmişin kır ve kent yoksulları, mevsimlik tarım işçiliği, inşaat, depo, tersane, maden, metal, hizmet, enerji vb. pek çok alanın yeni işçileri olarak tahakküm altına alındı. Pek çoğu sefalet koşullarında, kölelik biçiminde, işçi sağlığı ve iş güvenliğinden yoksun, sigortasız, güvencesiz çalışmakta. Dolayısıyla, “ekolojik yıkım” olarak ifade edilen sermaye birikim sürecinin temel sonuçlarından biri proleterleşmedir. 

İşçilerin işyerlerinde ciddi meslek hastalıklarına yol açan çalışma koşulları, emeğin ve bedenin eş anlı sömürüsünün göstergesidir. Farklı sektörlerde mezotelyoma, silikozis vb. pek çok meslek hastalığı, çalışmanın insan sağlığı üzerinde yarattığı tahribatı gösteriyor. Zaten gezegene zararlı maddeler içeren üretimler ekolojik bir tahribata tekabül ederken, bunların üretim, işleme vb. süreçlerinde çalışan emekçiler de kendi çevreleri ve bedenlerinin tahribini yaşıyor. Bu koşullar yoğun emek sömürüsü dışında, aynı zamanda emeğin ekolojisi olarak çevrenin tahribatına da dayanmaktadır. 

Bunun temel bir örneği, tarımsal yapının geçirdiği dönüşümle birlikte şirketlerin hakim olduğu tarım-gıda sisteminin yarattığı beslenme sorunlarıdır. Sağlıklı beslenme liberal hukukta temel bir hak olarak tanımlanmış olsa da, şirket gıda rejimi bu hakkın endüstriyel tarım yöntemleri, hibrit tohum, kimyasal gübre ve ilaç kullanımı yoluyla gasp edilmesine vesile olmakta, besleyici gıdaların yerini beslenirken bedene zarar veren maddeler almaktadır. Doğayla dost, ekolojik tarım yöntemlerinin tahribatına ve biyoçeşitliliğin gaspına dayanan bu şirket tarımı, ekolojik tahribatın ve bedenin sömürüsünün bir örneği olarak toplumu gıda krizine sürüklemiştir. 

Sermaye sınıfı bu kölelik düzenine hakim olabilmek için siyasal alanı kendi otoriter pratikleriyle tahkim etmekte, kendi sınıfının siyasal biçimlenişi dışında siyasal alanın kitlelerin belirleyeciliğinde müşterekleşmesine imkan tanıyan yolları kapamakta, siyaseti bu açıdan “profesyonelleştirmekte”, kazançlı bir mesleğe indirgemektedir. 

Tüm bunlar karşısında, 40 yıldır tabandan mücadele pratiği geliştiren çevre hareketlerinin en nihayetinde Gezi’de doruğa çıkan isyanı, Gezi sonrası siyasal alanın tahakküm altına alınmasıyla birlikte ciddi bir başkalaşım geçirmiş, taban hareketi olmanın politik sınıfsallığı yerini sivil toplumculuğa, orta sınıflığa, bir kültürel sekt olarak ekolojistliğe evrilmiştir. Bu açıdan bazı sembollere yaslanarak da olsa emek ve doğanın birlikte mücadelesine dair 2009-2015 yıllarında Anadolu Grubu’na karşı yürütülmüş Gerze direnişiyle 2022’de Migros depo işçilerinin mücadelesini birlikte hatırlamak; 2011’de Metin Lokumcu’nun öldürüldüğü Hopa halkının doğasına ve emeğine sahip çıkma direnişiyle 2021’de çay üreticilerinin eylemliliklerini birlikte düşünmek ufuk açıcı olabilir. Sermaye sınıfı, şirketleri ve devleti yoluyla emeğin ve doğanın temellüğüne dayanırken, bunlara karşı kırsal ve kentsel emekçi sınıfların mücadelesi de karşı ortaklığın kurulmasına dayanabilir.

Zinciri kırmak

Günümüzde iklim krizi, orman yangınları, denizlerin kirlenmesi, içme suyu rezervinin talanı, sağlıklı gıdaya erişimde yaşanan sorunlar gibi pek çok duruma hızlıca cevap vermek pek mümkün olmayabilir. Bunların bazıları uzun erimli ve küresel ölçekli müdahaleleri gerektiriyor. Bir yandan da hala pek çok farklı alandaki direnme eğilimlerini güçlendirmek, bu eğilimleri bir araya getirebilecek örgütlenme ve siyasallaşma hatları aramak dışında ezbere bir çözüm önerisi bulunmuyor. 

Siyasal alanın tahakküm altına alınması karşısında, işçilerin, emekçilerin sendikaları, kooperatifleri, platformları, belediyeleri ve ülkeyi yönetebilecekleri bir siyasallaşma hattını tabandan, doğrudan demokratik biçimde inşa etmek gerekir. Bu amaçla, çevre direnişlerinden kentsel dönüşüme, işyeri örgütlenmelerinden tüketim kooperatiflerine, her yerde komite ve meclisler kurarak farklı emekçi kesimlerin birliklerini oluşturmak, güçlendirmek ve kendini yönetir kılma deneyimlerini inşa etmek gerekiyor. Doğanın ve emeğin talanına karşı direnme eğilimlerini örgütlü bir güç haline getirmek, emekçilerin böylece kendi hesaplarına konuşabilecekleri güç siyaseti kurmak, çeşitli yerlerde durdurulan talanlar, meslek hastalıkları ve otoriter pratikler karşısında kalıcı kazanımlar yaratmanın temeli olarak düşünülmelidir. Hak tanımlayan, hak alan, hak kazanan sendika, kooperatif, kolektif ve toplulukları da bu minvalde örgütleyerek, bürokratik ve sarı pratiklerin önüne geçebiliriz.

Çevre hareketinin içinde bulunduğu girdabı aşmak için, politik perspektifi sınıf mücadelesinin kapsayıcı, birleşik, devrimci ufkuyla donanmış; proletaryanın ana gövdesini oluşturan en alttakilerin politik birliği etrafında kenetlenmiş emekçi kesimlerin uzlaşmasız müşterek hattı, mevcuttaki profesyonelleşmiş, sivil toplumculaşmış, toplumsal örgütlenmeden uzak ve dolayısıyla sermaye sınıfının düzenine entegre olan çevreciliği aşmanın arayışçı perspektifi olabilir.

Zincir, daha fazla direnişle, daha fazla zaferle kırılabilir. Zincir, kapitalist birikimle parçalanmış ve toplumsallığı tahrip olmuş emekçilerin birleşik gücüyle, dayanışma ve direniş ağlarını örgütlemesiyle kırılabilir.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler