spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetSermaye/devlet güdümünde sendikacılık ya da halk düşmanlığı - Mahmut Yılmaz

Sermaye/devlet güdümünde sendikacılık ya da halk düşmanlığı – Mahmut Yılmaz

Rus davranış bilimci ve hekim Ivan Pavlovun klasik refleksolojisine uygun biçimde patronların her toplu sözleşme döneminde uzattıkları metni otomatik olarak imzalayan her dönemin sarı/işbirlikçi sendikaların yöneticileri adeta birer CEO (Chief Executive Officer) marifetiyle sermaye ve siyasal iktidarlar için bir gasp aparatı olarak çalışıyorlar. İşçileri satmanın” yanında, 13 Mayıs 2014 Soma işçi katliamında görüldüğü gibi katliamın, cinayetlerin suç ortağı olduğu durumlar mevcuttur.

Umut-Sen Koordinatörü Başaran Aksu bıkmadan bir gerçeği her fırsatta hatırlatıyor. Sendikacıların maaşları, makam arabaları, şirketleri, çocukları ve sendikalara bağlı işletmelerin yönetici yakınlarına peşkeş çekilmesi gibi durumların ısrarla altını çiziyor. 2 Ağustos 2018da “Üç lider Üç Sendika” başlıklı yazısında, sanılanın aksine Türk-İş ya da Hak-İş’te değil DİSKe bağlı Genel-İş gibi sendikalarda da benzer durumları hatırlatıyor. 2019’da Hak-İş Genel Sekreteri 90 bin TL maaş alıyor, Türk-İş Genel Sekreteri 73 bin TL maaş alıyor, DİSK Genel Sekreteri 22 bin TL maaş alıyor. İftira desinler, dava açsınlar bekliyorum.” diye defalarca açık hesaplaşma davetleri de oldu.

Bu iddialara DİSK Genel Sekreteri Cafer Konca Umut-Senin bir tabela sendikası olduğunu ve Türkiyede hiç üyesinin olmadığını biliyorum” diye başlayan bir yanıt verdi. Ardından DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlunun DİSKten tek kuruş maaş almadığını ve masraflarını da kendi cebinden karşıladığını söyledi. Aksu bu yanıta AKP düzeninin kendini ayakta tuttuğu sağlam kolon işçi sınıfına taktığı sarı ve bürokrat sendika boyunduruğu üzerinden yükseliyor. İşçi sınıfının hareket etme kabiliyeti en yüksek kesimlerini bu yolla kapatıyor. Üstelik karşılığında her ay aidat kesiyor. Sol ise suspus ve ortak. Arzu Çerkezoğlunun maaş almadığını biliyorum. Genel-İş, Lastik-İş, Tekstil-İş yöneticilerinin maaşlarını sordum. DİSK Genel Sekreterinin maaşını sordum. O paraları alanlar ve bu duruma sessiz kalıp DİSKin yıpranmasını izleyenler mi? İnsaf.” yanıtı verdi. Çerkezoğlunun geçmişte kalan devrimci kimliğinden bir iz görmek elbette anlık tebessümle karşılanabilecek ve somut durum ekseninde önemsiz bir detaydır. Kimse Çerkezoğlunun maaşı ile ilgili bir iddiada bulunmuyor, Aksu, Caferin banka hesabında Konca” açan maaşını soruyor: Genel-İş yöneticisi olarak 22 bin TL maaş alıyor. Bordosunu paylaşsın. İki ayda bir çift maaş alıyor. Harcırahlar hariç.”

Bu iddialardan daha fazlasını elbette devlet ve sermaye biliyor: Hangi otellerde tatil yaptıklarını, çocuklarının eğitimini, Kıbrıs kumarhanelerinde görülüp görülmediklerini, lüks arabalarını, sendika seçimleri yaklaşırken sözü geçen işçileri ve delegeleri pavyonlara, eğlence” mekânlarına götürüp götürmediklerini, rüşvet teklif edip etmediklerini, kişisel çıkarları için işçi sınıfını satıp satmayacaklarını (…) biliyor. Bu işbirlikçi yapıların devlet ve sermaye ile organik ilişkileri siyasal İslamcı ve faşist partiler ile bağlarıyla etle tırnak” gibi perçinlenmektedir.  Öte yandan Genel-İş örneğinde CHP ve HDP ile ya da BMİS örneğinde TKP ilişkiler de işin bir başka boyutudur. Bir başka ilginç ilişki de bu sendikalardaki” uzmanların kim oldukları ve kimlerden nasıl seçildikleridir. Bu da bambaşka bir tartışma konusudur.

Sermaye örgütleri ve fraksiyonlarının kendi aralarında çatışma durumlarında dahi birleştikleri tek şey çıkarlarına uygun siyasal iktidarları destekleme ve işçi sınıfı karşısında ortak hareket etme becerisi göstermeleridir. Bunun için yeni kapitalist birikim rejiminin yapısına en uygun islamcı hükümetle ufak tefek krizler dışında gayet uyumlu çalışıyorlar. Sınıfın örgütsüz kılınması ya da güdümlü hale getirilmesi de süreci dikensiz gül bahçesi kılmanın çabasıydı. Özelleştirmeler ve genel olarak neoliberal saldırı bu nedenle sendikasızlaştırma, örgütsüzleştirme olarak yaşanmalıydı, yaşandı. Sınıf hareketi, örgütsüzlüğün ve “örgütlerinin” sermaye ve devlet güdümünde olması, olmayanların ise bürokratik ilişkilerden kurtulamaması, yeni sendikal stratejiler geliştirmekte maharetli olamamalarının krizini iliklerine kadar yaşadı. Bu ortamda işçi sınıfının fiili eylemleri ortaya çıktı. Emek rejiminin köleleştirici özü ve baskı yasalarıyla şekillenen toplumsal, siyasal hayatımızda yeni kapitalizmin cehennemi, yeni Türkiyede sendikal hak ihlallerinin olağanlaşması”, grevin fiili ve meşru mücadeleler ile yeniden kazanılması gereken bir hak” olarak emek ve demokrasi mücadelesinin hattına yerleşmesi gerekmektedir. Artık grev yasağına karşı mücadele demokrasi mücadelesinin konusudur, demokrasi mücadelesi ise siyasal, toplumsal mücadelelerin.

Peki, bu sendika ağalarından, işbirlikçilerden nasıl kurtulacağız?

Elbette bağımsız, fiili, meşru, militan bir mücadele hattında ısrar ederek; işyerlerini (Singer metal örneği ve yüzlercesi), binaların çatılarını (Farplas örneği), yolları (Soma maden işçileri direnişi), tarlaları, reyonları (Migros direnişi örneği), statları (Migros direnişi örneği) eylem alanlarına çevirerek; gerici yaftasını sınıfa değil sendika ağalarına, teslimiyet yaftasını sınıfa değil sendika bürokratlarına yönlendirerek; direniş yaşanan kasabalarda, bölgelerde hemen genel seçim istatistiklerine sarılan tayfaya ağzının payını vererek; devrimci gençleri sendika seçimlerinde kolluk olarak kullanan kaçkınları teşhir etmeyi sürdürerek; işçi sınıfı ve halkın gönlünü kazanarak adım adım ilerleyerek; işçilerin sendikaları ve ülkeyi yöneteceğini göstererek… Ve elbette böyle böyle “Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız”, iddia değil pratik haline gelecektir.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler