spot_img
spot_img
Ana SayfaYazıSadece Sarı Sendikalar Mı Sorun? - Başaran Aksu

Sadece Sarı Sendikalar Mı Sorun? – Başaran Aksu

Metal işçileri beklenmedik bir şekilde ayağa kalktı. Devlet  ve sermaye nizamının bu alana yerleştirdiği bir dizi kuralı sarstı ve sendikalar yeniden konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Gerçi bu konuda sarısı-bürokratı tüm sendikalar oldukça şerbetlenmiş bir haldeler. Yani bu tarz eleştiriler böylesi olaylarla gündeme gelir, sonra süreç geçer, eski nizam aynen devam eder gibi bir deneyime sahipler. Oysa milyonlarca kayıt dışı çalışanın olduğu ve sayısı 13 milyonu bulan sigortalı işçinin sadece yüzde onu sendikalara üyeyken, sendikalara üye olanların yarısından azı toplu sözleşmelerden yararlanabiliyorken, toplu sözleşmelerinin de neredeyse üçte ikisinin tıpkı metal sektöründe olduğu gibi patron çıkarları doğrultusunda bağıtlandığı da dikkate alınırsa sendikal hareketin bu eleştiriye muhtaç olduğu görülür. Dolayısıyla, şimdiye kadar böyle gitti. Bundan sonra gider mi, göreceğiz hep birlikte.

Kuşkusuz Türk Metal, sarı sendikacılığın da çok ötesine geçtiği için herkesin kolayca eleştirebileceği bir konumda.  Ancak mesela Hava-İş’in aynı kişi tarafından 25 yıl yönetilmesine dair tek bir eleştiri var mıdır? Ya da yakın zamanda AKP kontrolüne geçeceği konuşulan Petrol-İş’in var olan pratiği hakkında. Ya da en rezil sendikal pratiklerle kendini var etmiş Haber-İş ve onun yönetimine ortak olma havucuyla bu rezilliğe uzun yıllar ortak olabilmiş sol siyasetçilik hakkında… Soma’da katliam ortağı olan Türkiye Maden İş Sendikası’nın arkasında katliam sonrasında bile soldan duruşu haklılaştırma çabaları hakkında… Tekstil iş kolunun her konfederasyondan sendikalarındaki kamuoyumuzun yakından tanıdığı kişiliklerin satış pratikleri hakkında… Liman-İş’in Türk-İş’ten Hak-İş’e satışını bir gecede yapan o heyet hakkında bir eleştiri… Tez-Koop-İş’in eski genel merkez yöneticisinin Migros’a çalışan en büyük taşeron şirketin sahibi haline gelişinin öyküsündeki ibretlik hikâyeyi gündeme getirip eleştiren…

Sendika işini baştan konuşmamız gerekiyor. Sendika şube yöneticiliği, şube sekreterliği, şube başkanlığı, genel merkez yöneticiliği, genel başkanlığı, konfederasyon yöneticiliği, konfederasyon başkanlığı derken emeklilikte yüksek hizmet ödeneği (hizmet ödeneği Türk-iş-Hak-İş Konfederasyonlarında uygulanır. Yöneticiler dört yılda bir şubelerde 200 bin-400 bin, genel merkezlerde 800 bin-1 milyon civarında ücret alır) ve sendika danışmanlığı ya da uzmanlık biçimlerindeki süper emeklilik pratikleri gibi rezilliklerden başlayarak. Türkiye işçi sınıfı güvencesizlik politikalarıyla inim inim inletilerek dönüştürülürken sarısı, bürokratıyla sendikacılık ve etrafındaki “iş”ler memleketin en güvenceli konforlu mesleği haline getirildi. Bu da solun dışında olmadı. Soldan ya da sağdan uzun yıllar sendika yöneticiliği yapılmasının meşrulaştırılması çabasında, söz konusu şahısların engin mücadele deneyimi ve tecrübelerine vurgularla ikna edici gerekçeler üretildi.

Sendikacılık çok zor bir işmiş, çetin bir işmiş, buralarda yönetici olanlar çok büyük fedakârlıklarla işçiler için gecelerini gündüzlerini hatta ömürlerini veriyorlarmış gibi edalarla o büyük kurumlarında hindiler gibi şişinerek yaşanan bir meslek bu. İşçiler kendi işi ve hakkı konusunda komite, konsey, meclis, kurul gibi doğal organlarıyla araya aracılar sokmadan doğrudan kendi demokrasileriyle akıl yürütemezlermiş, kararlar alamazmış, aldıkları kararların arkasında duramazlarmış gibi bir ideolojik bilinç doğrudan ve en yakından solcusu sağcısı bizzat önemli kısmı eskiden kendileri de işçi olan bürokratlarca taşınır işçilere. Bu bilinç de mesleği sendikacılık olanın güvencesidir. Öyle ki madencilik gibi dünyanın en zor, en ağır, en dikkat edilmesi gereken ve doğayla başa çıkabilecek bilgi isteyen işini, ölümü göze alarak yapan bir işçinin kendi hakları, geleceği için üye olduğu, aidat ödediği sendikasını yönetmesi doğal ve basit bir mantık durumu iken bugün bu imkânsız hale gelmiştir. Burada yapılmaya çalışılan tarz eleştirilere ilk refleks yanıt ‘Evet bu insanların sırtında yük yok tabi, örgütsüzlüğü öneriyorlar, sorumsuz tutumlar bunlar, sermaye ve devlet bu kadar azgınca saldırırken “işçinin” elindeki araçlara bu kadar eleştiri çok marjinal filan ya da ütopik gibi sözler’ olur. İkinci yanıt ise yasalar ve onların engelleri olur.

İşçi bir sendikaya üye olmak için gider. Önce bir uzman onu karşılar, sendikaya üye olmanın ne kadar ileri bir adım olduğunu anlatır, sonra bu işlerin çok zor işler olduğunu anlatır. Kendilerinin bu işe çok hakim olduklarını anlatır. Kontrolün kendilerine bırakılmasını ister. Sonra  “yüzde elli artı biri bulun gelin” der. Sonra genelde o yüzde elli artı bir bulunamadan o ilk giden heyet işten atılır. Henüz sendikaya bile üye yapılmadıkları için, girdikleri risk karşısında güvenceye alınmaları anlamına gelen sendikal tazminat hakkına bile sahip olamadan, genelde uzun bir işsizlik süreci yaşayıp, sendikalara küfredip, bir daha bu işlere bulaşmama kararı alır o işçiler.

Sendikal örgütlenme başarılı olur da şayet işyerine sendika girerse; işe öncülük edip ancak adeta bir kurul olarak işten atılmış öncü işçi bölüğünün işe geri dönmesi genel olarak mümkün olmaz. İki etmen burada işler. Birincisi öncü işçi, farkındalık sahibi işçi işyerinde patron açısından, sendikada ise var olan yöneticiler açısından tehlikeli bulunur. Patron açısından işçilerin toplu sözleşme sürecinde içeriden bir bilinçli önderlik istenmez. Sendika açısından ise uzun yıllar yöneticilik yapmak isteyen yöneticilerin doğal rakibi gibi görünen bu öncü işlerin, hele de diş geçirilemeyecek özellikler taşıyorlarsa, onların işe geri dönmeleri için istekli hiç bir çaba sergilenmez. Mesleği “sendikacılık” olanlar konumlarını riske atacağı için bir kez yetki alınınca bu işçileri tercih etmez. İşçilerin tümü bu sürecin işleyişini bilirler, gözlemler, deneyimlerler, birbirlerine aktarırlar. Sonuçta işçiler hep birlikte Harranlı olup İtalyan İşçi Komiteleri ya da Yeraltı Maden-iş örneğindeki sendikanın doğrudan komite, konsey ve meclislerle yönetilmesindeki örnekleri sezgisel-içgüdüsel bilinçleriyle bulabilirler. Metal Fırtına’da tam da bu oldu.

Kuşkusuz ülkemizde az sayıda da olsa doğrudan sendikalarının tüm karar süreçlerini ve işleyişlerini işçilerin belirlediği, biçimsel olarak değil sahiden böyle olan sendikalar ve sendikal örgütlenmelerde geçici olarak sendikacılık yapıp sonra işçiliğe geri dönen örnekler de var. Ne yazık ki neredeyse parmakla sayılabilecek kadar az örnek. Onlar bu yazının konusunun dışında ve burada yapılan eleştirinin yanındadırlar. Ve onların çoğaltılmasıdır esas çıkış yolu Harranlıların…

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler