spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelRaconcu Devlet, Mafyacı Sendika, Kimsesiz İşçi - Başaran Aksu

Raconcu Devlet, Mafyacı Sendika, Kimsesiz İşçi – Başaran Aksu

Sendikacı Değil Mafya, Aidat Değil Haraç – 2

Başaran Aksu’nun Sendikacı Değil Mafya, Aidat Değil Haraç yazı dizisinin ilk bölümü 9 Eylül 2017 tarihinde vegaste.com sitesinde yayınlamış; yazısına sitemizde de yer vermiştik. Yazı dizisinin ikinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

Kayıt içinde yani SGK’lı olarak çalışan yaklaşık olarak 15 milyon işçi var.  Ve bunların ancak yüzde onu yani bir milyon dörtyüzbini sendikalara üye. Sendika üyesi işçilerin sadece 800 bin civarı toplu sözleşmelerden yararlanıyor. Yani 600 bin civarında işçi öylesine üye. Toplu sözleşmeden yararlanan işçilerin yaklaşık 650 bini sarı sendikalara üye yani işe başlangıç yaparken başvurduğu şirketin insan kaynakları departmanının başka bir birimine üye. Büyük bir nimet olarak sunulan e-devlet sisteminin zaman geçtikçe işverenler, devlet ve AKP’ce işçilere kurulmuş bir tuzak olduğu açığa çıktı. Sarı sendikaların eski tabirle Lenin’in ifade ettiği anlamda “gerici sendikalar” olmaktan da uzaklaştığı doğrudan holding-şirket denetimine girdiği bir dönemdeyiz. Bu konu da M. Görkem Doğan sarı sendika Liman İş’in pratiğine atfen oldukça önemli bir yazı yazdı. E-devlet sistemi üzerinden üye yapılan işçi kazara eli ayağı düzgün bir sendikaya üye olduğu vakit bakanlık içinden birileri o iş kolundaki bir sarı sendikaya bildirimde bulunuyor. Gelen bildirim üzerine sarı sendikanın gönderdiği “kızıl” uzmanlar aracılığıyla oradaki olası örgütlenmeyi ya işlemez kılıyor ya da sarı sendikanın örgütlenmesini sağlıyor. Son zamanlarda sık görülen uygulama işveren, bakanlıkla ve sarı sendika arasında mutlaka komisyon akçelerinin de işlediği bir tarzda iş kolunun değiştirilmesi olarak gerçekleşiyor. Eğer iş yeri örgütlü ve grev kararı varsa derhal şirket bakanlıkta etkili lobiciler bulup grevin ülkenin ulu menfaatlerine aykırı olduğunu “uygun biçimlerde” anlatıyor. Ve göklerden gelen bir güzellik olarak OHAL devreye sokularak grev yasaklanıyor. Greve çıkacak sendika sarı ise zaten bu sürecin böyle şekillenmesini garanti edecek biçimde işverene danışmanlık, bakanlıkta lobicilik görevini kendi üstleniyor. Çünkü grev demek harcama demek harcama demek sarı sendikacının cebindeki paranın işçinin hakkının aranmasına gitmesi demek. Takdir edersiniz ki bu kabul edilebilir bir şey değil.

Şimdi işçi kardeşlerim, gözünüzde Türk-Metal Başkanı Pevrul Kavlak’ı, Türk-İş Başkanı Ergun Atalay’ı, Hak-İş Başkanı Mahmut Arslan’ı, Yol-İş Başkanı Ramazan Ağar’ı, Liman-İş Başkanı Önder Avcı’yı, Petrol-İş Başkanı Ali Ufuk Yaşar’ı, Disk-Tekstil Başkanı Kazım Doğan’ı ya da üç işçi konfederasyonundan benzer özelliklere sahip yöneticileri canlandırın. Aşağıdaki satırları öyle okuyun…

Sendikal örgütlenmelerin önünde her türlü engel dururken, grevler uyduruk sebeplerle ertelenirken, sendika değiştirmeye çalışan işçiler Reno örneğinde görüldüğü gibi devletin tüm gücü, şiddeti kullanılarak engellenirken, iş cinayetlerinde her ay yüzlerce işçi ölür ya da yaranırken, meslek hastalıklarına yakalanan işçi sayısı milyonlarla ifade edilirken, mobbing, taciz hatta tecavüz iş yerlerinde sistematik hale getirilmişken, iş yerlerinde adeta askeri bir hiyerarşi uygulanıp işçiler inletilerek çalıştırılırken, şirketlerin muhasebe ve insan kaynakları departmanları gece gündüz işçilerinin kıdeminden, ihbarından, mesaisinden, izinlerinden çalmak üzere çalışırken, işten atılan işçilerin büyük çoğunluğunun kıdemleri ve ihbarları gasp edilip patronun cebine akıtılıyorken sömürü ve baskının binlerce seyreltilmiş biçimine işçiler mahkumken işçinin aidatlarına çökmüş bu mafyöz sendika şebekeleri mutlaka sessizdirler. Onlar sessizken ayakta kalmalarını garanti eden, sürdürdükleri şatafatlı hayatı görmezden gelen AKP bu arada neler yaptı dersiniz. İşveren lehine yönetmelikler ve yasalarla kölelik koşularını yasalaşmasına çalıştı. Yetmedi 15 Temmuz sonrası OHAL’i patronlar için Allah’ın verdiği bir lütuf olarak değerlendirip işvereni işçiye saldırı konusunda özgürleştirdi. OHAL kanunlarında bile yasak olmasına rağmen geçtiğimiz bir yıl içinde yüzbinlerce işçi işinden edildi. Kölelik Yasası olarak da anılan Kiralık İşçilik Yasasını meclisten güle oynaya geçirdi (İşçi kardeşlerim yasanın geçişini kutlayan AKP’li vekillerin aşağıdaki fotosuna bir daha dikkatle baksınlar.)

ANKARA. TURKIYE CUMHURIYETE ANAYASASINDA DEGISIKLIK YAPILMASINA DAIR KANUN TEKLIFI VE ANAYASA KOMISYONU RAPORU 1. TUR GORUSMELERI. TBMM DE DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASIYLA ILGILI GENEL KURUL TOPLANTISI. BASBAKAN AHMET DAVUTOGLU IKINCI OYLAMAYA DA GELEREK OYUNU KULLANDI, DAVUTOGLUNA MILLETVEKILLERININ ILGISIZLIGI DIKKATI CEKTI. (FOTOGRAF: UMIT KOZAN/ DHA)

Bu yasayla zaten fiili olarak işyerlerinde uygulamada olan asıl işte taşeron işçi çalıştırılması yasalaştırılmış oldu. Yetmedi, işçilerinin birikimlerin özel sigorta patronlarının cebine indirilmesi için büyük bir tezgah olan Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi devreye sokuldu. Yetmedi, arabuluculuk denen bir tezgah işçilere kolaylık sağlıyoruz, işten atılanlar mahkeme koridorlarında sürünmeden paralarını hızlıca alacak biçimindeki sahtekarca ve aşağılık bir propagandayla devreye sokuldu. Yetmedi, zaten fiilen uygulama da olan hafta sonu çalışma mecburiyeti getirildi. Yetmedi, Soma Katliamı sonrası şahsen küçücük de olsa katkım olan yüzlerce irili ufaklı eylem ve direnişle elde edilen haklardan bazıları zaman içerisinde budanmaya başlandı. Haftalık tatil süresi tekrar fiilen bir güne indirildi. Yetmedi, İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken işçi katkılarından işçilerin kendilerinin yararlanması zorlaştırılırken bu fonun işverenlere aktarmanın yolları daha da genişletildi. Yetmedi, Kıdem Tazminatı Fonuna göz dikildi. Eğer işçileri sarı sendikacıların da yardımlarıyla kandırabilirlerse uygun bir anda onu da devreye sokarlar. Ancak şimdiye kadar bu konudaki işçilerin uyanıklığı ve hassasiyeti kıdemi midelerine indirmelerini engelliyor. Yukarıda sadece birkaç yönünü yazdığımız bilançoya bakınca ülke de işçiler ne yapmalı?

Yurttaşlar partilerinde örgütlü sağcısı, solcusu, İslamcısı, Türk’ü, Çerkes’i, Laz’ı, Kürd’üyle. Sünniler; diyaneti, tarikati, cemaati, camisiyle örgütlü. Aleviler; cem evleri, dergah, dernek, vakıflarıyla örgütlü. Çevreciler örgütlü. Kadınlar örgütlü. İşverenler devlete, yargıya, polise, orduya, meclise hakim. Yetmemiş sanayi odaları, ticaret odaları, Tüsiad, Müsiad, Usiad, Tuskon gibi merkezi yapılara ayrıca yurdun her tarafına il il, ilçe ilçe yayılmış genç iş adamları dernekleri, kadın girişimcileri dernekleri, vakıflar, birlikleri, odaları biçiminde yüzbinlerce kuruluşa sahipler.

Kamu emekçilerinin en azından KESK gibi eski şaşası ve dinamizmini yitirmiş olsa da sermaye güdümündeki memur tezgâhları karşısında haklarını ne pahasına olursa olsun savunacak bir yapıları var.

İşçiler iliklerine kadar örgütsüz, sahipsiz ve kimsesiz konumdalar.

Mesela taşeron karayolları işçilerinin militanca mücadelelerle kamuda kapatılmış olan kadro engelini fiilen yıkarak elde ettikleri ilk ve tek iş kolunun büyük sendikası olan Türk-İş/Yol-İş Sendikasıyla ilgili geçenler de bir sendika uzmanı abi, orada çalışan bir arkadaşı aracılığıyla öğrendiği maaş düzenini anlattı.  İbret verici ve aynı zamanda akılcı bu tabloyu dinleyelim hep birlikte…

Adana Kozan’lı olan Yol-İş Sendikası Genel Başkanı Ramazan Ağar ve yönetimi 20.000 TL ücret alıyor. 2 ayda bir çift maaş. Her yöneticinin altında yakıt sıkıntısı olmayan lüks araçlar var. Şube yönetimleri 15.000 TL ücret alıyor. Örgütlenme, eğitim vb. daire başkanları 12.500 TL ücret alıyor. Uzmanlar 10.000 TL ücret alıyor. Büro çalışanlar 7-8 binTL ücret alıyor. Çaycı, temizlikçi olarak çalışanlar 4-5 bin TL ücret alıyor. Genel merkez ve şubelerde toplam 180 çalışan var. Çalışanların önemli bir kesimi başkan ve yöneticilerin akrabalarından oluşuyor. Ancak Ağar akıllı. Aşağıdan gelecek mızmızlanmayı kesmek için bir yöntem bulmuş. İş yeri temsilcilerine iş yerlerinden aldıkları maaşa ek olarak 2000 TL ek maaş veriyor. Orada da durmuyor olası muhalefet olasılığını düşünerek Amatör Temsilciler mekanizması oluşturup onlara da maaşlarına ek olarak 1500 TL ödüyor. Toplamda 1600 civarında insan bu havuzun içine girmiş oluyor. Yaklaşık olarak 45 bin işçinin aidat ödediği Yol-İş Sendikası böylelikle sendikanın tüm üyelerinin çıkarlarını düşünen değil, zıplamak isteyen “akıllı”, “uyanık” işçilerin birbiriyle o havuza girmek için yarıştığı bir arenaya dönüştürülmüş oluyor. Bu ahlaksız çarka itiraz eden birkaç deli işçi çıkarsa şayet onların başına başkandan önce kimlerin neler getireceğini tahmin etmek zor değil. Dolayısıyla içeriden mücadele ile bu “sendikaları” dönüştürmek mümkün değil.

Yukarıdaki örnek yaşanan tablonun “masum” boyutunu içeriyor yalnızca.

Evet. İşçiler örgütsüz, bölünmüş, dağınık. 1980 darbesi işçilerin örgütlü sendikal, siyasal güçlerini dağıtmak üzere yapıldı, başarılı oldu. Sonraki tüm darbeler ise işçilerin bir daha örgütlü hale gelmemesi, sendikalarının sermaye güdümünden çıkmaması mantığı üzerinden şekillendi. Sonuncusunu hep birlikte yaşıyoruz. Neler yaptığının kısa bir dökümünü yukarı da sundum.

Evet işçilerin sendikalardan başka araçları yok. Çok doğru. Ancak ortada sendika olarak sayabileceğimiz oldukça sınırlı yapı var. Ve bundan iyimser rakamla 150 bin işçi yararlanabiliyor. Evet, şeklen var kabul etsek bile sendikalar on milyonlarca maaş almak ya da sosyal sermaye biriktirip bir yerlere zıplamak için kullanan şebekelerce ele geçirmiş. Devlet, işverenler ve AKP tarafından korunuyorlar ve yöneticileri sağcı, milliyetçi, İslamcı, sosyal demokrat, “sosyalist” olsa da durum değişmiyor. Muhalif olanların büyük bölümü rantı o değil ben alayım derdinde…

İşçileri sınıf olarak sahiplenmesi gereken sosyalist yapıların bir kısmının sendikal alanın bu kirli departmanlarıyla pragmatist ilişkileri söz konusu. Yine sosyalistler ülkedeki yaygın proleterleşmeye dair güzide analizler yapsalar bile proleterlerin yalnızlıklarına ortak olmak yerine kültür ve kimliğin buğulu dünyasıyla hasbıhal etmeyi, ilericilik-gericilik analizinin sonucu olarak türeyen yüzde elli onlar yüzde elli biz saflaşmasında yüzde ellilik bir gücün emek, mücadele, bedel gerektirmeyen konforlu hayatıyla hemhal olmayı şimdilik daha muteber uğraş olarak görüyor olmalılar. Hak-İş’i, Türk-İş’i rezil durumda. Peki ya adında mana olan DİSK;

İşçileri adına ara sıra konuşma, görünme derneği tadındaki DİSK üzerine bir süredir yazmama kararı aldım. DİSK yeniden işçilerin öz örgütlenmelerine dayanan öz yönetimci güçlü, militan kitlesel bir yapı olsun, yapalım yönündeki her eleştiri DİSK düşmanlığı olarak değerlendiriliyor ne yazık ki. Deeevvrimcii işşşçiii seeenndikaallarııı geeenneelllll baaaaşşkanıııı yaa daa yööönneeetiiiccisii saaayınnn bilmem kim o sıfatı bu vurguyla kullanarak sınıf ve devrimcilik adına konuşunca senin ne dediğin önemli olmuyor. Ya da o senin için DİSK düşmanı deyince bir grup koro halinde çıkar ilişkileri gereği DİSK düşmanı diyor. Oysa Rıza Kuas’ların, Kemal Türkler’lerin, Kenan Budak’ların bir lokma, bir hırka, bir fırka yaşayan önderlerin DİSK’ini arıyor milyonlarca işçi. TİP’i kurup sosyalistleri partiye çağıran gerçek işçi önderlerinin DİSK’ini arıyor işçiler. Elbette işçileri ilgilendiren her konu da basın açıklamaları yapıyorlar. Bakanlar, belediye başkanları, vekiller, parti yöneticilerini ziyaret edip bunları görmemizi sağlıyorlar. Bu kadar. Temsil mabedleri gibiler. Düzce’de dün yasal grevi devlet valisi, polisi, jandarmasıyla işçileri döverek, gözaltına alarak kırdı ikinci kez. İlki yaşandıktan sonra insan tüm DİSK yöneticilerini ikinci grev kırıcılığını engellemek üzere fabrika önünde yatarken, gözaltına alınırken ve bu nedenle tutuklanmayı göze alırken görmek istiyor. Gören yok. Duyan yok.

Evet tablo bu. Evet işçilerin sendikalar dışında “yasal” örgütlenme aracı neredeyse yok. Evet sendikaları eleştirmek işçiler dünyasında lanet olsun bu sendikalara hiç bulaşmamak daha iyi gibi atalet ve teslimiyet içeren düzen ideolojisinin ekmeğine yağ sürüyor denilebilir. Ancak kendini bu pisliklerden arındırmayan sendikal mücadelenin sermaye çıkarlarına hizmet etmek dışında bir sonucu da yoktur. İşçiler komiteler, konseyler, meclisler gibi öz örgütlenmelerle bu aşağılık mafyöz, rantiyeci sendika şebekelerinin başlarını kırmadıkça, hayatlarını karartmadıkça bunlar düzenin sağ-sol siyasetleri tarafından el üstünde tutulmaya devam edilecek. Üçüncü yazı işçilerin bu yapılardan kurtuluş yoluna dair önerilerden oluşacak.

Başaran Aksu

 

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler