spot_img
spot_img
Ana SayfaEkolojiKüresel Ekolojik Yıkımı Durdurmak: Yeşil Kapitalizm mi Emeğin Ekolojisi mi? - İlker...

Küresel Ekolojik Yıkımı Durdurmak: Yeşil Kapitalizm mi Emeğin Ekolojisi mi? – İlker İnmez

Dünya üzerindeki yaşamın, dinozorların yeryüzünden silinmesinin ardından yaşanan en büyük yok oluş aşamasına şahit oluyoruz. Üstelik Birleşmiş Milletler’in 1970’lerden beri bunu engelleme çabasına rağmen bugün daha kötü bir noktadayız. Son 50 yılda, insanları eve hapsedecek pandemiler kadar, sıklığı ve şiddeti giderek artan kasırgalar, seller, depremler, asit yağmurları, yok olan ormanlar, soyu tükenen hayvanlar, okyanuslardaki ölü bölgeler, atmosferdeki delikler ve küresel sıcaklık artışı yeni “normal”imiz oldu. Tüm bunları tanımlamak için ekosistemdeki yıkım kavramını kullanıyoruz. Ortalama sıcaklık artışını 1.5℃’de sınırlamak, dünyadaki yaşamı (en makul kayıpla) kurtarmak için bilimsel çalışmaların önerdiği tek seçenek. Eğer bugün ekonomik sistemin işleyişinde köklü bir devrim olmazsa bu hedefi yakalamak ise çok olası değil. Daha düşük ısı artışları ise, böyle bir devrim olsa bile fazla mümkün görünmüyor.

Kitlesel yok oluş tehdidine karşı mevcut uluslararası çaba BM’nin liberal örgütü aracılığıyla yürütüldüğü için, Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin sunduğu veriler ve yürüttüğü tartışmalar yakından takip ediliyor. IPCC’nin 900 bilim insanı ile 2021’de yayınladığı 6. rapor, ekosistemdeki bu yıkımın “insan faaliyetleri” nedeniyle (ekonomik faaliyetler olarak okuyun) olduğu konusunda bilimsel kanıtlar sunmaktadır. Rapora göre, atmosferin, okyanusun ve toprağın, insan etkisiyle ısındığı artık kesin olarak bilinmektedir. 1970’lerden beri okyanusların ısınması ve oksijen seviyesinin azalması büyük olasılıkla insan faaliyetleri nedeniyle oluşmuştur. Buzul denizi kalınlığı 2011-2020 arasında en düşük seviyeye gerilemiştir. Her iki yarıkürede iklim bölgeleri kutuplara doğru genişlemektedir. Atmosferdeki CO₂ yoğunluğu 2 milyon yıllık sürecin en yükseğine ulaşmıştır. Son 2 bin yılda, küresel ortalama sıcaklık artışı 1970’lerden beri en hızlı seviyede gerçekleşmektedir. Sanayi devriminin başından (1750) beri, sera gazı konsantrasyonlarındaki artışlar kesin olarak insan faaliyetleri nedeniyle gerçekleşmiştir. 2011-2021 arası küresel sıcaklık artışı, 1850-1900 arasına göre 1.09°C’dir (okyanuslarda ortalama 0.88°C ve karada 1.59°C). Yani bu yıl itibariyle ortalama sıcaklık artışı 1 dereceyi geçmiş durumda.

Kasım 2021’de dev şirketlerin desteğiyle gerçekleştirilen COP26, kapitalizmi ekolojiye adapte etme çabasının son toplantısıydı. Toplantıda hedeflenen, 2030’a kadar karbon hedeflerini yenilemek ve kömür kullanımını sona erdirmek konusunda yaptığı girişim ise sonuçlanmadı. Toplantının sonucunda yeşil bir kapitalizme geçiş için milyarlarca dolarlık yeşil finansman konusunda anlaşmaya varıldı. Bununla beraber öngörülen hedeflere ulaşılırsa, küresel ısınma sadece 2.4°C’de ile sınırlanacak. Yani kötü senaryo devrede. COP26’nın başarısızlığı, atılan önemli adımları alkışlayalım sesleriyle bastırıldı.

COP26’nın başarısızlığı BM’yi uzun zamandır takip edenler için şaşırtıcı olmadı. BM’nin, ne fosil yakıt ve çeşitli hammaddelerin kullanımını eleştiren 1972’deki “Büyümenin Sınırları” raporu ne de üretim ve tüketim sisteminde köklü değişiklikler öneren 1987’deki “sürdürülebilir kalkınma”nın gereklerini kapitalist sistem yerine getirmemişti. Küresel kapitalizmin, ozon tabakasının delinmesini durdurmak gibi bazı başarıları bulunsa da bunlar belirli kimyasalların kullanımını engellemekten ibaretti. Bu, şirketlerin yarattığı ekolojik yıkımı sürdürmesini engellemedi.

Kapitalizmden bahsederken, soyut bir öcü masalını kastetmediğimiz için ifade ettiğimizi tarif etmek önemli. Kapitalizm, doğa, insan ve diğer hayvanlar dahil gezegendeki her şeyi metalaştırarak piyasada satılabilir hale dönüştürmeyi, böylece sonsuz sermaye birikimine ulaşmayı hedefleyen ekonomik sistemin adıdır. Bunu en “verimli” şekilde devlet ve diğer üstyapı kurumları ile desteklenen özel mülkiyet sahiplerinin gerçekleştireceğini savunur.

Ekolojik yıkım tarihin en büyük piyasa başarısızlığıdır. Belli bir grubun çıkarı için, insan ve diğer hayvanların metalaştırmaya konu olması, yaşamlarının sermaye birikimine göre tasarlanması korkunç eziyetlere sebep olmuştur. İnsan ve hayvan haklarına dair burjuva hukuku tarafından kurulan sistem ise soruna çözüm olmaktan çok, sömürü ilişkilerini sürdürmeye odaklanmıştır. Özgürlük sorunu böylece kapitalist üretimin dinamiklerine zarar vermeyecek şekilde yeniden tanımlanmıştır. Aynısı toprak, nehir, orman, deniz gibi diğer ekosistemler için de geçerlidir. Piyasa sistemi, farklı ekosistemlerin kendini tekrar üretmesine -farklı şekillerde ama aynı amaçla- müdahale ederek, ekolojik yıkımın arkasındaki itici güç olmuştur.

Ekolojik yıkım sadece küresel ısınma tehdidinden ibaret değildir. Bugün iklim kriziyle iç içe geçmiştir ama gezegenin iklimsel değişimini yaratan şey kapitalist sermaye birikiminin tarihsel süreçte sömürerek ortaya çıkardığı irili ufaklı ekolojik sorunların toplamıdır. Bu toplamın ortaya çıkışını göz ardı edildiğinde karşımıza çözüm için, sorunun kökenini değil semptomları tedavi etmeye yönelik projeler çıkarır. Petrol endüstrisinin ucuz yan ürünü olan plastik üretimini poşet kullanımını sınırlayarak çözmek veya denizlerdeki plastik atıkların %50’sini balıkçılık ağları oluşturmasına rağmen, pipet kullanımını bırakmak gibi sıfır atık yaklaşımları yeşil kapitalizmin ekolojik çözümleri olarak sunulur. Sorun bu şekilde ele alındığında, dünyadaki canlıların %0.01’ini oluşturan insan nüfusunun, vahşi memelilerin %83’ünü nasıl yok ettiğini anlamaktan uzaklaşırız.

Ekolojik yıkım söz konusu olduğunda, doğadaki tüm yaşam türlerinin karşı karşıya bulunduğu tehditten insan veya insan dışındaki diğer hayvanlar arasında ayrım yapmadan bahsedilmesi şarttır. Sermaye odaklı üretim sistemi, hem insanların hem de diğer hayvanların kendi yaşamlarının özneleri olma imkanını ellerinden alarak özgürlüklerini gasp etmektedir. Böylelikle insan emeğini sömürdüğü gibi diğer hayvanların yaşamlarını da metalaştırarak sömürmekte ve sermaye birikimi için kullanmaktadır. Ekosistemdeki bozulmalar sonucu artan, ormansızlaşma, deniz kirliliği veya küresel ısınma gibi felaketler tüm türlerin yaşamını tehdit ederken; bu felaketlerin büyük sebebi yine sermayenin çıkarı doğrultusunda hayvanların yaşamlarına müdahale etmesidir. Bunları örtbas etmek için ise sermaye, türcü söylem ve politikaları öne çıkarmaktadır.

BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre (2019) her yıl 77 milyar kara hayvanı sadece eti için öldürülmektedir. Yani günde 291 bin hayvan eti için öldürülmektedir. Aynı soykırım insanlara uygulansa, 8 milyarlık tüm insan nüfusu 38 gün içinde yok olurdu. Üstelik bu sayıya ne deniz hayvanları, ne derisi, yumurtası, sütü için öldürülenler ne de deneylerde, avcılıkta, sirklerde, kumar veya giyim sektöründe öldürülenler dahil değildir. Günümüzde çiftliklerde yaşayan hayvanların sayısı insan nüfusunun üç katını aşmaktadır. Son 50 yılda insan nüfusu ikiye katlanırken, eti için öldürülen hayvanların sayısı üçe katlanmıştır. Et, kültür balıkçılığı, yumurta ve süt üretimi dünyadaki tarım alanlarının %83’ünü oluştururken, proteinin sadece %37’sini ve kalorilerin 18%’ini üretebilmektedir. Ekoloji üzerine en az etki yaratan “biftek” üretimi bile bezelye üretiminden 6 kat fazla sera gazı salımına ve 36 kat fazla toprak kullanımına neden olmaktadır. Küresel gıda temini nedeniyle bunun gerekli olduğunu öne süren hayvancılık lobisinin iddialarına rağmen yaklaşık 1,5 milyar insan açlık sınırında ve yetersiz beslenme ile karşı karşıyadır.

Hayvancılık sektörünün sera gazı salımına katkısı %18 ile toplam ulaşım sektörünün (havayolu, karayolu, demiryolları ve deniz taşımacılığı) katkısına eşittir. Dünyadaki toplam tarım alanlarının üçte ikisi yine hayvancılık faaliyetleri için kullanılmaktadır. Denizlerdeki plastik atıkların %50’sini balık ağları oluşturmaktadır. Karada yaşayan memelilerin %60’ını çiftliklerde yaşayan hayvanlar, %36’sını insanlar oluştururken sadece %4’ünü ise yaban hayvanları oluşturmaktadır. Kanatlı hayvanların da %70’ini yine hayvancılık sektöründe kullanılanlar oluştururken, sadece %30’unu yaban kuşları oluşturmaktadır. Bugün artık çoğunluğu tavuklardan oluşan kümes hayvanları, yaban kuşlarının 3 katıdır. İnsan nüfusu, tüm canlıların %0.01’ini oluştururken vahşi memelilerin %83’ünün yok olmasına neden olmuştur. İnsan dışındaki diğer hayvanlar üzerinde bu kadar acı yaratan kapitalist üretim tarzının ekosistemle uyumlu olmadığı ve insanlığın yararına olmadığı açıktır. Üstelik hayvancılık faaliyetleri, ekosistemde büyük zararlar yaratıp hayvanların hayatını yok ederken insanlar için de sağlık riskleri yaratmaktadır. Bilimsel çalışmalar, son 30 yılda ortaya çıkan kuş gribi, sars, mers, Covid19 gibi salgınların nedeni olarak hayvancılık sektörünü işaret etmektedir. “İnsanlar evrilen ihtiyaçlarını karşılamak için doğayla etkileşim halinde toplum ve üretim ilişkileri dolayımıyla kendilerini yapar ve yeniden yapar.”

Kapitalizmi devam ettirmeye odaklı devlet ve şirket oligarşisi, yeşil bir dönüşümü sağlayacak özneler olarak sunulmaktadır. Oysa daha 1970’lerde Total, Exxon, Shell gibi devlerin küresel ısınmayı tahmin ettiğini ancak 1980’lerde bilime saldırarak, gerçekleri inkar ve örtbas ettiğini biliyoruz. İklim değişimini veya sigara kullanımının zararlarını örtbas edecek “bilimsel” çalışmaları fonlayan şirketlere bu kez güvenebilir miyiz? Ucuz işgücü ve “çevresel maliyetler” nedeniyle, üretimi üçüncü dünya ülkelerine kaydıran ve bu coğrafyaları kirliliğe boğan şirketler ekosistemi korumaya ne kadar istekli? Dünyanın en büyük petrol tüketicisi ve seragazı yayıcısı olan ABD ordusunun akıbeti ne olacak? Amazon ormanlarının tahribatının birinci sebebi olan ve sera gazı salımının %18’ini gerçekleştirerek en az küresel ulaşım sistemi kadar iklim değişimine katkı yapan hayvancılık sektörü, laboratuvar eti üretimine geçince daha yeşil bir üretime mi ulaşacak? Yeşil işlerin artışı artı değer sorununu ortadan kaldıracak mı? Tüm bu dönüşümler yerel toplulukların demokratik karar mekanizmasına dahil olmasıyla mı gerçekleşecek? COP26’nın taahhüt ettiği milyarca dolarlık finansman, ekolojik kaygılarını dindirdiği için mi şirketlerin ve devletlerin gözlerini ışıldatıyor?

Marx toprağın mülkiyetine sahip olmanın, bir insanın köle sahibi olması kadar absürt olduğunu söylemişti. Mülkiyet ve sınıf ilişkilerini değiştirmeden ekonomik dinamiklerin devlet ve şirket oligarşisini beslemeye devam edeceği açıktır. Ekolojik yıkımı durdurmak için daha yeşil bir kapitalizme değil, gezegenin geleceğini tehdit eden sömürü ilişkilerini tekrar kurmayacak, hem ekolojik hem de ekonomik işleyişi ortak çıkarda birleştirecek toplumsal bir sisteme ihtiyacımız var.

**Yukarıda kaleme alınan çerçeve metin ekseninde gerçekleştireceğimiz etkinliğe tüm dostlarımız davetlidir. Formu doldurarak katılım gösterebilirsiniz.

📆4 Ocak Salı ⏰20:30 📌 Zoom

 

 

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler