spot_img
spot_img
Ana SayfaSeçtiklerimizKatliamın politik ekonomisi: Deprem, devlet, sermaye - Özgür Orhangazi

Katliamın politik ekonomisi: Deprem, devlet, sermaye – Özgür Orhangazi

AFAD’ın 2019 raporunda “Tarihsel dönemde, Antakya ve çevresinde yıkıcı etki yapan birçok deprem meydana gelmiştir. Ancak son yüz otuz beş yıldan beri bölgede gerilimi boşaltacak bir depremin olmayışı, gelecekte deprem olma riskini her gün artırmaktadır. Çok uzun süren durgunluk döneminden dolayı, halk olası bir deprem tehlikesinden habersizdir. Bu durum tehlikenin boyutunu daha da artırmaktadır” (vurgu bana ait) dediği, deprem uzmanlarının çok uzun süredir uyarılarda bulunduğu bir ortamda sadece bir doğal afetten değil açık bir katliamdan söz etmemiz gerekir. Bu gerçeklik ortadayken depremin Türkiye ekonomisine etkisi, ortaya çıkacak maliyetlerden önce bu katliamın politik ekonomisine dair birkaç şeyi not etmemiz, konuşmamız, akılda tutmamız gerekiyor.

1. İNŞAAT ODAKLI BÜYÜME: Türkiye ekonomisi 2000’lerin başından bu yana inşaat odaklı büyüyen bir ekonomiydi. TÜİK’in 1998’den başlayan GSYH istatistikleriyle yaptığım hesaplamalar inşaat ve gayrimenkul faaliyetlerinin son birkaç senede düşüşe geçmiş olsa da uzunca süre milli gelirin yüzde 15’inden fazlasını oluşturduğunu gösteriyor. Dahası, Dünya Bankası’nın nominal verilerini kullanarak 1998’den bu yana inşaat ve gayrimenkul faaliyetlerine ayrılan kaynağı topladığımızda 1998-2021 yılları arasında 2.2 trilyon doların bu faaliyetlere gittiğini görüyoruz. 2.2 trilyon dolar!

Böylesine inşaat odaklı bir büyüme modelinin sonunda en azından binaların çoğunun yenilenmesini ve depreme dayanıklı olmasını beklerdik. Halbuki gördük ki birçok yeni bina çöktü gitti.

2. KAMU-ÖZEL İŞBİRLİĞİ: Türkiye’nin her tarafının kamu-özel işbirliği projeleriyle dolduğu bir dönemden söz ediyoruz aynı zamanda. Otoyollar, köprüler, havalimanları, şehir hastaneleri vs. Dünya Bankası’na göre tüm bu projelerin toplam yatırım miktarı 150 milyar doları aşıyor. Bunca yıldır en çok övünülen şeylerden birinin de bunlar olduğunu düşündüğümüzde ve deprem bölgesinde ne havaalanının ne de yolların sağlam yahut doğru yerde yapılmış olması kim bilir kaç kişinin enkazdan sağ çıkarılmasına engel oldu. 150 milyar dolarlık yatırım ve bu yatırımlara verilen garantilerle neler yapılabilirdi sorusunu da buraya bırakalım.

Kaynak: Dünya Bankası.

3. KAMU BÜTÇESİ: Kamu bütçesine baktığımız zaman ise AFAD’a ayrılan kaynağın ne kadar düşük olduğunu görüyoruz. Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz’dan aktarırsak:

“AFAD’ın 2022 yılı bütçe ödenek teklifi 2,4 milyar TL olarak belirlenmişti. Haziran ayında ek bütçe çıkarıldığı için bu ödenek teklifi yaklaşık %80 oranında arttırıldı. AFAD bütçesinin 2022’de %30’u personel harcamalarına, %5’i mal ve hizmet alım giderlerine, %30’u da yatırım giderlerine ayrıldı. 2022 yılı ek bütçeyle beraber ilk 9 ayda AFAD’ın gerçekleştirdiği harcama tutarı 6,3 milyar TL olarak gerçekleşti. Bu tutar 2022 bütçesinin binde 32’sidir. 2021 bütçesinin binde 7’sidir.”

Dahası,

“AFAD’ın 2023 bütçesi 6,8 milyar TL olarak öngörülüyor. Bu bütçenin %26’sı personel harcamalarına, %4,4’ü mal ve hizmet giderlerine ve %25’i de yatırım giderlerine ayrılmış durumda. 2023 bütçesinde personel, mal ve hizmet ile yatırım giderlerine ayrılan pay, 2022’den daha düşük. AFAD 2023 bütçesinden binde 5’lik pay almış durumda. Diyanet İşleri Başkanlığının payı ise yaklaşık %1. AFAD’ın geçmiş yıl bütçelerine de kısaca bakmak gerekirse; 2013 yılı bütçesinden aldığı pay binde 26, 2015’de ise binde 23. AFAD’ın bütçesi 2021’den 2022 yılına %16,1 oranında arttırılırken, Göç idaresi Genel Müdürlüğünün bütçesi bir önceki yıla göre %50,6 ve Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi de %24 oranında arttırıldı.”

Bunun bir kaynak sorunu olmadığı çok açık. Üstüne daha depremden birkaç hafta önce 12 Ocak’ta Hazine ABD doları cinsinden 2.75 milyar dolar borçlanmıştı, hem de tefeci faizi olarak nitelendirilebilecek yüzde 9.75 oranından. Yani kaynak her zaman vardı, var. Bu kaynakların ne için kullanılacağı politik tercihlerle belirlenir. Nitekim ödenen vergilerin en hızlı karşılığını veren kurum da Diyanet oldu, kurtarma ekiplerinin birçoğu bölgeye ulaşamadan camilerden sela okunmasını sağladı. Sırf bunlar geleceğini çok iyi bildiğimiz depreme hazırlanmak, hatta neredeyse tüm deprem bölgelerini baştan kuracak kadar kaynağın Türkiye ekonomisinde varolduğunu ama ekonomik ve politik nedenlerle yapılmadığını gösteriyor.

4. DEPREM VE SERMAYE: Devletin yeterli deprem hazırlığı yapmadığı açık. Peki, kâr amaçlı konut üreten sermaye, hem de konut fiyatları bu kadar hızlı artarken ne yaptı? Depremde yıkılmayacak binalar yapmanın maliyetleri o kadar da artırmayacağı bir durumda inşaatçı, kapkaççı, ucuzcu sermaye kârlarından taviz vermemeyi tercih etmiş, politikacılar, denetçiler ise buna göz yummakla kalmamış bunu teşvik etmişler. Ve şu resimden bağımsız değil olan biten:

Kaynak: Öner Günçavdı, Twitter.

Sermaye demişken, depreme karşı ilk örgütlenenler emekçiler, çalışanlar, hâlden en iyi anlayanlar oldu. İş makinalarından önce madenciler, taşımacılar, sağlık emekçileri, motorsikletli kuryeler ve daha niceleri ya bölgeye doğru yola çıkmış ya da çıkmaya hazırdı. Onbinlerce gönüllü Türkiye’de binlerce yardım toplama merkezinde kolileri hazır etmek için canhıraş çalışıyordu. Sermaye kesimleri ise ancak ve ancak sosyal medyada görünür isimler tarafından baskı kurulunca ve bunu PR’a çevirebileceklerini fark ettiklerinde ufak tefek bağışlarda bulunmaya başladı.

Aslında tüm bunların özeti bir kuryenin şefiyle yaptığı yazışmada açık bir biçimde görülüyor:

Kaynak: sendika.org

5. DEPREM VE DEVLET: En nihayetinde neoliberal güvenlikçi devleti bir kez daha bütün çıplaklığıyla gördük. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki deprem şehirlerinde işçiler sokağa çıkmış olsaydı, bir grev yahut bir protesto organize ediliyor olsaydı devlet bütün gücü ve kurumlarıyla hemen orada olacaktı.

Dahası deprem olmasaydı ,bugünlerde Meclis’te yeni bir “imar affı” tartışılıyor olacaktı. Hatta bazı yazlık bölgelerde olası imar affından yararlanabilmek için çok hızlı biçimde kaçak yapılar dikilmeye başlamıştı bile. Hatta sırf uydudan yapıymış gibi görünsün diye kurulan çadırlarla “imar affına” hazırlanılıyordu.

6. DEVLET VE SERMAYE: Bakanlardan birisinin ilk açıklaması bunları çok güzel yan yana koyuyordu: “Kayıplarımıza Allah’tan rahmet diliyoruz ama üreterek büyüyen bir Türkiye olma yolunda hükümet olarak destek vereceğiz.” “Çarklar dönsün” yeter ki… ve ekliyordu “üretime zarar verecek yıkım yok.” Öte yandan, finansal sermaye borsada depreme rağmen işlemlerine son hız devam ederken borsayı kapatmak yine halkın ve sosyal medyanın tepkisiyle, ancak depremin üçüncü gününde akıllara geldi.

Kısacası tüm bunları yan yana koyduğumuzda her şeye rağmen halkın, insanların büyük bir kısmının doğal ve sıradan tepkisinin “dayanışmacı” ve “paylaşımcı” olduğunu bir kez daha gösterdi. Muhakkak ki buna istisnalar bulunacaktır, ama bunun üzerinde bir düşünmeli. Bu doğal ve sıradan dayanışmacı ve paylaşımcı birlikteliğin sosyal medya provokasyonlarıyla, “yağma” iddialarıyla, sığınmacı düşmanlığıyla nasıl bozulmaya çalışıldığını da gördük. En kötü şartlarda çalıştırılan, canları hiçe sayılan madencilerin en özveriyle en önde kurtarma çalışmalarına katıldıklarını gördük. Bağımsız Maden-İş’in başkanının geç kaldık diye özür dilemesini gördük. Pandemide birkaç gece pencerelerden alkışlandıktan sonra unutulan, ülkeyi terk etmeye zorlanan sağlıkçıların tüm ekipmanlardan önce bölgeye kendiliklerinden ulaştıklarını gördük. Masa başı emekçilerin, tercümanların, yazılımcıların, nasıl emeklerini kendiliğinden buraya sevk ettiğini gördük. Bu kadar kötülenen gençliğin en önde yardıma koştuğunu gördük. Solda yer alan irili ufaklı tüm oluşumların ilk andan itibaren nasıl dayanışmaya koştuğunu gördük.

Uzunca bir süre görmediklerimizse devlet, sermaye ve devlet olanaklarıyla büyümüş “sivil toplum”du. Şimdi de depremzedelerin borçları erteleniyor, elektrik, su, doğalgaz faturaları donduruluyor. Yaşamda kalıp kalmadığı bile bilinmeyen bir dolu insanın borçlarını silmeye dahi tenezzül etmiyor devlet ve sermaye.

Kendi hâline bıraktığınızda, gölge etmediğinizde, halkın nasıl kendi kendini yönettiğini gördük. Twitter yavaşlatıldığında bir kullanıcının dediği gibi Ekskavatör bulduk biz ya. Biz, halk olarak ekskavatör ayarladık. Vinç bulduk. Baya böyle vinç getirttik HALK olarak. Loder lazımmış dediler, neymiş loder demeden aradık bulduk. Biz bulduk bak, halk buldu. Operatörler zaten halktan gönüllülerdi. Çöken yollara, havaalanına, GSM operatörlerine rağmen devam ettik…”

Sosyalist ve kamucu fikirlerin en marjinalleştirildiği dönemlerden birinde bu fikirlere ve bu fikirlerin hayata geçirilmesine ne kadar ihtiyacımız olduğunu gördük. Halkın kendiliğinden örgütlenebilmesinin ve dayanışabilmesinin gücünü gördük.

Türkiye ekonomisi konuşacaksak biraz da bunlardan konuşmamız gerektiğini gördük. Sığ para politikası tartışmalarını bırakıp (hele hele bir deprem coğrafyasında) kamuculuğun ve planlamanın öyle utana sıkıla değil yeniden güçlü bir biçimde savunulmaya ve tartışmaya açılmasının gerekliliğini gördük.Kelimenin tam anlamıyla hayatımızın doğru düzgün bir kamuya ve planlamaya bağlı olduğunu gördük. Kamunun planlama gücü zayıflatıldığında geriye kalanın güvenlikçi politikalar dışında koordine olamayan bir devlet olduğunu gördük. Son üç yılda ikinci kez gördük. Pandemide bir türlü dağıtımı becerilemeyen maskeler yüzünden kaç kişiyi kaybettiğimizi bile bilmediğimiz bir ülkede gördük.


*Bu yazı ilk olarak Özgür Orhangazi’nin kişisel web sitesinde yayımlanmıştır.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler