spot_img
spot_img
Ana SayfaHaberİşçilerin Ertelenen Hayatları; Türkiye’de İşçi Sağlığı ve Güvenliği – Ferdi Cihan

İşçilerin Ertelenen Hayatları; Türkiye’de İşçi Sağlığı ve Güvenliği – Ferdi Cihan

İş kazaları ve meslek hastalıklarını engellenmesine yönelik olarak çıkarıldığı söylense de esas olarak Avrupa birliği uyum sürecinin bir gerekliliği olarak karşımıza çıkan iş sağlığı ve güvenliği yasası şu veya bu düzlemiyle hayatımıza girdi. Haliyle yeni bir sektör oluştu. Büyük balığı siyasi iktidar ve çevreleri yakalarken geri kalanları daha aza tamah etmek durumunda kaldı. Bu yasa; işverenler açısından kâğıda yatırım yapmak, hayatlarını bu yolla kazanan uzmanlar için her sonuç alamadıkları işyerlerinde hüsran, işçiler açısından hayati önemde uygulanması gereken kurallar bütünü demek.

Yasa ilk aşamada çalışan sayısına bakılmaksızın çok tehlikeli ve tehlikeli işyerlerinin yanı sıra 50’den fazla çalışanı olan az tehlikeli iş yerlerini kapsam içine aldı. Kademeli geçiş öngörülmesine rağmen bu kademeler bir türlü atlanamadı. İşçi hayatı sürekli ertelendi. Az tehlikeli işyerleri 2016 yılı Temmuz ayında yasa dâhilinde olacakken AKP tarafından bir yıllık erteleme uygun görüldü, 2017 Temmuz ayında yasa yürürlüğe girecekti. Geçtiğimiz günlerde yine AKP tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden kademeli geçiş 2020 yılına ertelendi. Sanıyoruz ki işçilerin 3 yıl daha iş güvenliği olmadan çalışabileceklerini bu ertelemeyle görmüş olacaklar! Biz de şimdiden bir öngörüde bulunalım hedef 2023!

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB)’ nın sloganlarından biri ‘’İş kazası diye bir şey yoktur’’ bir diğeri de ‘’Hedef sıfır kaza’’. Ancak bunlar sloganla olacak işler değil. Yeterli denetleme yapılmadığından iş kazaları ve hatta iş cinayetleri bildirilmediğinden Bakanlık sağlıklı istatistik bile tutmaktan yoksun. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) aracılığıyla bu verilerin maksimumu tutuluyor ancak kamuoyuyla paylaşılan rakamlarda en az ibaresi kullanılıyor.

Bizim bakacağımız kısım son üç yıl içerisinde meydana gelen cinayetler. 2014 yılında en az 1886, 2015 yılında en az 1730 işçi, 2016 yılında en az 1970 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 2017 yılı ilk beş ayında en az 741 işçinin, 2016 ilk 5 ayında en az 707 işçinin, 2015 ilk 5 ayda 646 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğini göz önünde bulunduracak olursak bu sayının daha da artacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok.

13 Mayıs 2017 tarihinde çalışma hayatında milli seferberlik programının 2. dört aylık teması iş sağlığı ve güvenliği olarak belirlendi. İlk dört aylık temanın iflas ettiği göz önünde bulundurulacak olursa; özellikle 2017 Temmuz ayında yürürlüğe girecek yasanın 2020 yılına ertelenmesi ve seferberliğin ilan edildiği Mayıs ayı içerisinde (146) bir önce ki yılın Mayıs ayına (117) oranla 27’den fazla işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirmesi bu seferberliğin suni bir durum olduğunu açığa çıkarıyor.* Kiralık işçi bürolarının yasayla mantar gibi çoğaltılması, kuralsız/güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması iş cinayetlerinin yıllar içinde artacağının göstergesi.

Diğer taraftan, sermayenin işçileri kıdem ve ihbar tazminatlarını vermeden keyfi olarak işten çıkarmada kullandığı yeni bir silah haline getirilen işçi sağlığı ve güvenliği, her fırsatta patronlar tarafından kullanılmaya başlandı. Bunun sebebi 6331 sayılı kanunun İSG kural ve talimatlarına uymuyorsa personel işten çıkarılabilir demesi. Baretsiz, emniyet kemersiz 10. katta çalışan taşeron inşaat işçisinden ancak düşüp de öldüğü zaman haberdar olan devlet, sermayeye böylesi jestler sunmakta bir beis görmüyor.

Bakanlık iş müfettişleri yoluyla denetleme yaptığını söylüyor. Yeterli sayıda müfettiş olmaması cezaların caydırıcı nitelikte olmaması ve genelde uygulanmaması sermayenin elini kuvvetlendiren diğer etkenler olarak karşımıza çıkıyor. Allah sermayeye zeval vermesin işçinin canı 3 kuruş nihayetinde! Aslında çözüm düşünüldüğü kadar zor değil. İş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri ve işyeri hemşirelerine maaşları bakanlık tarafından Ortak Sağlık Güvenlik Birimi (OSGB)’ lerden alınarak ödense, uzman hemşire ve hekimlerin işverenlerle maddi bir bağlantıları kalmasa ve yetkileri müfettişlerle eş değer tutulsa çok fazla yol kat edileceği aşikâr. Hali hazırdaki uygulamada İSG personeli maaşlı şirket çalışanı muamelesi görülüyor ve yaptırım güçleri bulunmuyor. Hal böyle olunca işverenler İSG hizmetlerini kağıda yatırım olarak görüyor, devletin zorunlu kıldığı vergi misali bir hizmet algısı oluşuyor. İşçiler açısından ise ayda bir uğrayan, tavsiyelerde bulunan ancak patronlar hiçbir tavsiyeye kulak asmadığı için beyhude çaba sarf eden insanlar olarak gözüküyorlar.

Emek sömürüsünün alabildiğince vahşileştiği, bundan daha kötü ne olabilir dediğimiz taşeron sisteminin de beteri kiralık işçi büroları, arabuluculuk süreçleri, kıdem tazminatına yapılan saldırılar gibi katmerli ve insanlık dışı çalışma şartlarıyla insan emeğine sınırsız ve kuralsız saldırıların olduğu günleri yaşıyoruz. Sendikalı olmak patronlarca hırsızlıktan, insan öldürmekten daha büyük bir suç olarak görülüyor. Devletin yasa ile tanımlı işçi haklarını daha da geriye çekmesiyle kimin tarafında olduğu apaçık ortada. İstihdam seferberliği memleketteki işsizlik meselesini çözmeye yönelik bir hamle değil sermayeye ucuz iş gücü sağlamak için. Hal böyle olunca İSG pek kimsenin umurunda değil.

Velhasıl; Her şey sermaye için sevgilim.**

*İstatistiki veriler www.guvenlicalisma.org adresinde alınmıştır.

**Şarkı sözü

 

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler