spot_img
spot_img
Ana SayfaManşet''Gücünü Kat Hareketi Yarat'' Konferansı sonuç metni

”Gücünü Kat Hareketi Yarat” Konferansı sonuç metni

28 Kasım 2021 günü Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde ‘Gücünü Kat Hareketi Yarat’ şiarıyla bir araya gelen Umut-Sen gönüllüleri ve her kesimden emekçiler; sermaye sınıfının gün geçtikçe yoğunlaşan “Türkiye’yi Çin Yapacağız” saldırısı karşısında doğamızı, toprağımızı, gıda güvenliğimizi, güvenli ve güvenceli çalışma hakkımızı, örgütlenme hakkımızı, kardeşliğimizi ve başka ülkelerden kardeşlerimizi, emeğimizi ve emeğimizin karşılığını ama en önemlisi haysiyetimizi nasıl savunacağımız konusunda kapsamlı ve coşkulu bir fikir alışverişinde bulundu. Tartışmamız sendikal, siyasal bir odağı yurt çapında aşkla, emekle, bedelle, ömürle inşa etmenin yollarını aramaya odaklandı. Tartışma, soyut bir devrimi beklemek değil; proleter kesimleri devrime hazırlanmak için cesaretlendirmek ve de bizzat hazırlanmak görevinin bilinciyle gerçekleştirildi.

İşçi sınıfı mücadelesi daima fazlaca katmanlı, programlı, ısrarlı ve vizyonu geniş mücadeleleri içermeyi gerektirir. Başta ortaya konması gereken ve uzlaşmaz sınıfsal çatışmayı ortaya koyan ekonomik projeksiyondur. Bugün emekçilerin ücretleri günden güne eriyor ve patronlar sermaye varlıklarına varlık katarken işçiler giderek daha büyük bir barbarlığın ağzına itiliyor. Öyle ki en son açıklanan Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na (2020) göre, gelirden en fazla pay alan yüzde 10’luk kesimin geliri, gelirden en düşük pay alan yüzde 10’luk kesimin gelirinin 15 katına çıkmış durumda. 2019 araştırmasına göre bu gelir farkı yüzde 12,7 kattı. Neoliberal kapitalist düzende insanların en temel ihtiyaçlarını karşılaması giderek zorlaşıyor, devletin bu başlıkların tümünde patron yanlısı tutumu giderek daha sert bir şekilde sürüyor. Özellikle pandemi süreci devletin bu ikilikteki tutumu açısından bir turnusol işlevi gördü. Bir sermaye aygıtı olarak devlet, sermayenin devamlılığı için büyük sorumluluklar altına girerken, gerçek refahı yaratanları, işçileri, görmezden geldi. Hatta son 1-2 yılda reel ücretler geriledi. Yani emekçilerin toplam üretimden aldıkları pay giderek azaldı. Birikmiş emek gücünü üretenlerin ondan aldığı pay günden güne azalırken kendilerinin olmayan parayı harcamaları sağlanarak çalışma şartlarında değişiklik talep edememe, işsiz kalma korkusu, çalışma zorunluluğu gibi başlıklar hayatlarına sokularak borçlandırıldılar. 2020 yılı boyunca kredi verilen kişilerin yüzde 25,7’si aylık 1.000 TL’nin altında geliri olanlarken, yüzde 27,1’i 5.000 TL’nin üstünde geliri olanlardır. Kişi başına düşen kredi miktarı aylık geliri 1.000 TL’nin altında olanlar için 25.727 TL olurken, aylık geliri 5.000 TL’nin üstünde olanlar için 40.639 TL’dir. Yani en düşük gelir gruplarının borçluluk oranları çok daha yüksektir; işte barbarlığın rakamlarla ifadesi budur. Bu barbarlık ki asla sonu gelmeyecek ve zulmü bitmeyecektir. Ancak ve ancak örgütlü bir karşı koyuşla üstesinden gelinebilecektir.

İşçi sınıfının ulusu yok derken Marx elbette tüm işçileri birleştirenin onların sermaye sınıfı tarafından sömürülmesi olduğunu kastediyordu. Ayrıca bu ezilişin uluslar fark etmeksizin her devlette korunan bir sınıf farkına denk düştüğüne işaret ediyordu. Bugünse işçiler somut anlamda ulussuz kalıyor. Vahşi kapitalist düzen ve onun para kazanma stratejisi olarak dizayn ettiği savaşlar, sömürü mekanizmaları ve emperyalist saldırganlık insanları göçmenleştiriyor. Genel bir toplamda 82,4 milyon insan yerinden yurdundan edilmiş durumda. Bu rakam tüm sermayedarlar açısından daha ucuz emek, tüm devletler açısından daha fazla hamaset fırsatı, tüm sivil toplum örgütleri açısındansa daha fazla fon anlamına geliyor. Düzenin savaş politikaları ve çevre üzerindeki tahribatı sürdüğü sürece yerinden edilen insan sayısı artacağını biliyoruz ve bu çerçevede örgütlenme ve birlikte mücadele hedefimizin göçmen işçileri de kapsadığının altını çiziyoruz. Kayıt dışı çalıştırılarak ve tehdit edilerek katmerli bir sömürüye maruz bırakılan tüm göçmen işçiler Türkiyeli işçilerin yoldaşlarıdır. Çünkü düşmanları ortaktır. Bugün hamaset diliyle ve manipüle edilmiş rakamlarla Türkiyeli işçiler için bir düşman haline getirilmeye çalışılan göçmen işçiler bu sınıfsal yarılma da karşımızda taraf değillerdir. Geri gönderme/sınır dışı edilme tehdidi/yasal statüden mahrum bırakarak örgütlemenin ve yasal hak aramanın önüne geçme yöntemleri ile göçmen işçiler patronlar karşısında çok daha güçsüz duruma getirilmektedir. Burada güçlenmenin yegâne yolu bir araya gelişleri arttırmak, işçi sınıfı içindeki suni düşmanlıkları ortadan kaldıracak dayanışmayı yaratmak ve işçilerin özgücüne dayanan temsiliyet mekanizmalarını kurmaktır. İşte Umut-Sen Göçmen İşçiler Sendikası Girişimi böyle bir hedef ve niyetle yola çıkıyor. Göçmen İşçi Sendikası, Türkiye-Avrupa Birliği arasındaki geri kabul anlaşmasının iptal edilmesinin, göçmenlere şayet isterlerse vatandaşlık hakkının sağlanmasının, göçmenlerin eşit, insanca yaşamalarının mücadelesini vermeyi amaçlıyor.  Göçmenlerin çalışma izninin patronlar aracılığıyla değil; kendi istekleri ve herhangi başvuru yapmaksızın almalarının koşullarını yaratmayı hedefliyor. Göçmenler sigortasız, sefalet ücretlerine, alçakça bir emek sömürüsü altında çalıştırılamasın, iş cinayetlerinde öldürülmesin diye örgütleniyor.

Tarihsel materyalizmin ustaları doğa ve insan arasındaki pozitivist ikiliği reddeder. Bu yüzden kapitalist sömürü düzeni yalnızca insana odaklanarak kavranılamayacağı gibi ona karşı mücadele de doğanın metalaşmasına karşı durmadan inşa edilemez. Bugün yaşanan ekolojik krizin failini doğru teşhis etmenin yolu da bu bakış açısından geçer. Zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki refah düzeyi farkı 1820’de 3 kat iken, 1950’de 35, 1973’te 44 ve tam da çevre duyarlılığının söylemsel düzlemde arttığı otuz yıllık bir süreçte 72 kat olmuştur. Bu esnada kapitalist sermaye düzeninden aldığı pay görece az olan ülkelerinin borçları sekiz kat artarken kişi başına düşen gelir hızla düşmeye devam etmektedir. Kapitalizmle birlikte kentlere yığılan nüfusun barınma sorunlarını çözemeyen düzen, bir milyar insanı gecekondularda yaşamaya mahkum etmektedir. En hızlı büyüyen 50 şehirden 40’ı deprem bölgesinde bulunuyor. 10 milyon insan ise sürekli sel tehdidiyle karşı karşıya olan bölgelerde yaşıyor. 1988’den bu yana, küresel karbon emisyonunun yüzde 71’ini 100 fosil yakıt şirketi gerçekleştirmiştir. 1883 gibi erken bir tarihte dahi küresel karbon salınımının yüzde 50’sinden fazlasından Britanya sorumludur. Günümüzde 28 AB ülkesi yüzde 20, ABD yüzde 26 ve Çin yüzde 13’lük oranlarla iklim krizinin önde giden failleridir. Türkiye özelinde ise Limak, Cengiz, Kolin, Kalyon, MNG gibi holdinglerin devletle işbirliği içinde doğa talanının başını çektiklerini biliyoruz. Şimdi ‘biz’ söylemiyle bu suçu onlarla paylaşmamızı istiyorlar. Paylaşmayacağız. Bugün ekolojik krizlerin boyutları giderek artarken halkın özgücüne dayanan dayanışma ağlarını kurmak, yeşil kapitalizm gibi bu sömürünün sonuçlarını dahi kara dönüştürmeye çalışan politikalara şüpheyle yaklaşmak, bunların ipliğini pazara çıkarmak ve söz konusu ekolojik krizin durdurulması için ‘karbon ayak izi’ gibi bireyci, başka türlü sermaye kaynaklarını besleyen ‘gönüllülüklerin’ işlevsizliğinin farkında olmak gerekir. Umut-Sen Ekoloji Kolektifi, doğa-insan ikiliğini reddederek bütün bu sömürü düzeninin temel çelişkisi yani emek-sermaye çelişkisi perspektinden hareketle örgütlenen ve politik bir gücün inşasını ekolojik mücadeleden bağımsız görmeyen bir yaklaşımla çalışmaktadır, çalışacaktır.

Umut-Sen onu var eden ön hazırlık çalışmalarının sonrasında ortaya çıktığı 2008 yılından bu yana işçi sınıfı hareketini, komite, konsey, meclis gibi öz örgütlenme pratikleri üzerinden mücadele içinde gelişim süreçleri içinde yer almak, müdahale etmek gibi bir misyonu dert edindi. Artık var olmayan ithal ikameci dönemin zihni ve kurumsal tehditleriyle sınırlanmış bir sendikal anlayışı reddederek, işçi sınıfı bileşimindeki değişim, dönüşüm, parçalanmaları dikkate alan iş kolu darlığına hapsolmayan, işçi sınıfı ve etrafındaki emekçi halk kesimlerinin taleplerini birleşmeye teşvik eden, birleştirmek için uğraşan mücadele pratiklerini ‘birleştirici, bütünleştirici bir sendikal odak’ mantığıyla kavrayan, fiili, meşru, militan hareket tarzıyla davranan bir sınıf mücadelesi merkezi olarak hareket etti. Bu doğrultudaki arayışımızı, yoğunlaşmalarımızı sürdürüyoruz. Taşeron çalışmayı bu topraklardan kazımaya, göçmen işçilerin uğradıkları her türlü saldırıya karşı kalkan olmaya, üretimden, tarıma, enerji havzalarına, organize sanayi bölgelerine, hizmet sektörünün mekânlarında Umut-Sen’i var olması anlamına gelecek örgütlülükleri siyasal, sınıfsal, birleşik bir güç olarak inşa edeceğiz. Örneğin her OSB için bir Umut-Sen Koordinasyon Merkezi kurulması orta vadeli somut pratik hedefimiz olacak. Doğanın metalaştırılmasına, yağmasına karşı gelişen emekçi halk tepkilerinin örgütlü mücadelelere dönüşmesine, güçlü iç dayanışma ilişkilerinin, ağlarının örülmesine, tarım işçilerinin sendikalaşmasına, ürünlerinin sermayece yağmasının önüne geçecek kooperatif pratiklerinin geliştirilmesine odaklanacağız.

Sermaye sınıfının siyasal programı bellidir ve doksanlardan beri şekillenmektedir. AKP iktidarı altında ise küresel kapitalizme, emperyalizme paralel biçimde kesintisiz, sorunsuz uygulanmaktadır. Türkiye’nin bugün bir ekonomik mucizeymiş gibi anlatılan yeni bin yılın ilk on yılı, Kemal Derviş gözetiminde hazırlanan bir iktisadi programın AKP hükümetinin sadakatle uygulanmasından başka bir şey değildir. Benzer programlar, küresel tedarik zincirlerine ucuz iş gücü ile düşük çevre ve çalışma standartları ile katılan, katma değeri düşük ürünler üreten her kapitalist ekonomide benzer sahte başarı öyküleriyle uygulanmıştır. Dönemin küresel iktisadi şartlarının sağladığı uluslararası para bolluğunda büyümeyi, çalışma acısıyla yoğrulan emekleri ve iş cinayetlerinde kurban edilen canlarıyla yaratan işçi ve emekçiler bu dönemde bir miktar alım gücüne ancak ucuz kredilerle borçlanarak sahip olabiliyordu. Buna karşın yükselen toplum kesimi doksanlarda neoliberal küreselleşmenin Türkiye’deki sonucu ile ortaya çıkan ‘Anadolu Kaplanları’ diye adlandırılan küresel tedarik zincirlerinin Anadolu coğrafyasının dört bir yanına yayılmış olmasının sonucu olan işletmelerdi. Bunlar dindarlık temelli kültürel simgelerle aynı taraftaymış gibi göründükleri emekçileri sömürü ve tahakküm mekanizmalarının cenderesinde tutarken yükselen borçluluk sayesinde sağlanan tüketim seviyesi emekçilerin bu cendereyi bir nebze daha az hissetmesine yol açtı. Son altı yedi yılda burada çatlama emareleri görülmektedir ve Anadolu’nun dört bir yanındaki sanayi ve maden havzaları direnişlerle örgütlenme çabalarıyla tanışmaktadır. Fakat buralarda yerleşerek mücadeleyi harlamaya gönül indiren yaygın bir siyasal-sendikal yönelim yoktur. Umut-Sen ve kuruluşuna katkı sağladığı bağımsız sendikalar bu durumun istisnasıdır.

Sıra artık çoban ateşleri gibi Anadolu’nun dört bir yanında boy veren bu mücadele iradesini politik bir programa ve kolektif bir direnişe dönüştürecek inisiyatifin alınmasına gelmiştir. Yer altında köstebek, yeryüzünde kaplan, gökyüzünde kartal olacak, sermaye sınıfını titretecek bir proletarya hareketinin inşası için gereken adanmışlık ve cüretle işe koyulmanın zamanı gelmiştir. Tam da sermaye sınıfı ve onun devleti bir dönüşümün sancılarını yaşarken harekete geçmek, bu dönüşüm tamamlanmadan bazı kurucu hamleleri yapmış olmak gerekir. Aksi halde tıpkı AKP dönemi boyunca olduğu gibi işçi hareketi de, çevre hareketi de ve diğer toplumsal mücadele başlıkları da egemenlerin iç çatışmasının kenar süsü olmaktan ileri gitmeyecekleri bir dönem daha yaşayacaktır. Buna göz yummayacağız.

Çağrımız proletaryanın fiziki coğrafyasında somut, ilişkisel biçimlerde yerleşerek, buralarda kökleşerek, geleceğe dair stratejik bir gerçeklik kazanmak, bütünleyici bir sınıf savaşı hazırlığını birlikte yapmak üzeredir. Yeni işçi hareketi eskimiş, çürümüş olan ne varsa onları geride bırakarak, ayak bağlarından kurtularak, tamamen öz gücüyle kurduğu bağımsız sendikalar, komiteler, meclisler aracılığıyla, “Türkiye’yi Çin Yaptırmayacağız” şiarıyla mücadeleyi yükseltmelidir. Madencilerin yiğit önderi Tahir Çetin ve Ali Faik İnter’in hayatlarını ortaya koyarak çıktıkları bu yolda, onların ışığında yürüme görevimiz var. Bizimle birlikte, sınıfsal, sendikal, siyasal bir odağı yurt çapında aşkla, emekle, bedelle, ömürle inşa etmeye aday herkesi yanımızda sınıf kavgasına bekliyoruz.

BİRLEŞEN İŞÇİLER YENİLMEZLER!

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler