spot_img
spot_img
Ana SayfaDepremFelaket fay yasasıyla değil uygun yönetmeliklerle önlenebilir - Damla Kılıç

Felaket fay yasasıyla değil uygun yönetmeliklerle önlenebilir – Damla Kılıç

Son günlerde literatüre giren “fay yasası” adlı düzenleme, usulsüz uygulanan deprem yönetmeliği sorumluluğunu temelsizce büyütmeye yönelik bilinçli bir adımdır. Muhalefet tarafından üç yıl önce meclise tasarı olarak sunulmasının ardından, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un ikinci maddesine ek olarak hazırlanan “fay yasası” teklif edilmiştir. Jeoloji Mühendisleri Odası “bu teklifin temel hedefi, yüzeyde görülen ve aktif olan fayların her iki tarafına oluşturulacak ‘sakınım bandı içinde’ kalan alanda bina ve bina türü yapılaşmaya sınırlama getirilerek yerleşim yerlerindeki afet riskinin, can ve mal kaybının azaltılarak afetlere karşı dayanıklılığın artırılması sürecine katkı vermektir,” diyerek durumu özetlemiştir. Bir başka ifadeyle, “fay yasası ile fay hatları üzerinde gerçekleşen yapılaşmaların önüne geçilmesi, mevcutta var olanların ise kentsel dönüşümle yıkılarak vatandaşların daha güvenli bölgelere taşınması planlanmaktadır.”

Ancak sadece fay hattı ve çevresinde yıkım olacağına dair sunulan ve destek gören tanımlamalar odağı değiştirmenin yanı sıra bilimsel gerçekliği de tersyüz etmeye başlıyor. İzmir depreminde yıkımı etkileyen asıl tektonik hareket 75 km ötedeydi. Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen depremlerde etkilenen 10 ilde, sadece fay hattı ve 500-600 metreyle kapsama alanına alınan bölgelerin etkisinin dışına taşıldığını gösteriyor. Etkilenmenin gerçekleşmesi için bölgelerin aktif fay üzerinde olmasına gerek yok. Kaldı ki, tüm aktif fay hatlarının yeri bilinmiyor. Bu noktada riskli görünebilen ancak kayıtlı olmayan birçok alan varken artakalan bölgeler üzerine güvencesiz bir tasarı yürütülüyor. Deprem rezonansı sebebiyle maruz kalınacak yıkımlar için öncesinde bir faaliyet yürütülmediği, yasalar doğru uygulanmadığı sürece bölgeleri bu şekilde işlenebilir/yıkılabilir formatına almak siyasi iradeye can güvenliğimizi teslim etmekten öteye gitmiyor. Ayrıca depremler sonucu yıkımlar sadece tektonik hareketlere bağlı değil. Çökme, sıvılaşma sonucunda da depremlerin etki alanı genişleyebiliyor, bunun sadece fay hattından kaynaklanmadığını biliyoruz. Kentler depreme dayanıklı bir şekilde inşa edilmediği sürece de bu korkunç süreci yaşamaya mahkûm bırakılıyoruz.

Tanımlama ve yasa düzenlemesi doğrultusunda muhalefet ve iktidarın korkunç fikir birliğiyle deprem sonrası enkaza kocaman meşru bir alan açılıyor, aynı zamanda siyasi aktörlerin ellerini ovuşturarak tahsis ettiği alanların da kapsamını genişliyor. Bu bağlamda eli kanlı yetkililer sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor ve keyfi bir yapılaşma alanı kuruyorlar. Sanki eksik yalnızca yasal bir düzenlemeden kaynaklanıyormuş gibi koşar adımlarla gelinmiş olan büyük yıkım sürecini bir çırpıda bertaraf etmeye çalışıyorlar. Depremler hâlâ devam ederken ve uzmanlar artçıların bir yıl daha devam edeceğini söylerken acele bir yapılaşmaya odaklanılması da başka teknik sorunları doğuruyor, riskin devam etmesine zemin hazırlıyor. Çünkü bu süreçte inşasına başlanan yapılarda betonarmede bulunan demirlerin betonu tutmaması riski de söz konusu. Tehlikenin sorumluluğunu fayla aklamaya çalışana kadar konuşacağımız birçok mesele var. Örneğin imar aflarıyla imara aykırı yapıların inşasının meşrulaştırılması, mülksüzleştirmeyle hak sahibinin kentin farklı noktalarına sürülmesi ve barınma hakkının gasp edilmesi, hatta deprem sonrası yağmurlu hava koşullarına dahi hazırlıksız olan geçici barınma alanları dururken koşa koşa hafriyatlarını alana yığan sermayedarları, hasar tespiti bile ivedilikle yapılmadan, yaşanan artçılar sonucu yıkılmaya devam eden binaları konuşalım.

Bu süreç adım adım örüldü. Fay yasasıyla sorumluluk atma kaygısı, imara açılan tarım ve orman arazilerini es geçiyor. İmar aflarıyla hayata geçirilen kentleşme anlayışı devam ediyor. Yönetmeliğe uygun yapılmayan dayanıksız yapıların altındaki ticari birimler göz ardı ediliyor, özelleştirilmiş denetimlerde usulsüzlük sürüyor.

Sermaye hırsıyla ablukaya alınan kentte söz sahibi olması gereken halk ise kent başına yıkılırken de kent yeniden yapılırken de, sosyokültürel geçmişlerinin yok sayılmasının dışında, figürana dönüştürülüyor. Bizim de söz hakkımız var, bu kentleri biz emeklerimizle kurduk. Ellerimizle inşa ettiğimiz ve koyduğumuz her bir tuğlada sömürülerek, yok sayılarak, iş cinayetlerine kurban giderek kurduğumuz kentlerin her bir karışı bize ait. Bu enkazı kendi ellerimizle kaldırdık, yine yaparız, bu kentleri yeniden kurarız. Hükümetin yasa ekle-çıkar formülüyle sorumluluklarından arınması, yapılaşma sürecindeki sermayedar aktörlerin görevlerini yerine getirmemesi, deprem yönetmeliğine uymaktan bile kaçınması bu yıkıma neden oldu. Deprem yönetmeliğinin revizyonuyla çözülebilecek bir süreci kendilerine alan yaratabilmek adına genişletmeye çalışıyorlar. Temeli çürük tüm argümanların karşısında durup gerekçelerini soracağımızı, gerekeni alana kadar mücadelemizin süreceğini de bilmeliler.

Peki, deprem geçmişine dönüp bakarsak gerçekten tek sorumluluk yasal mevzuattaki fay zonu çevresine yerleşimin riskine dair eksiklik midir?

Dünya tarihinde deprem yönetmeliklerine dair çalışmalar 1906’daki Sri Lanka depreminden sonra başlamıştır. Türkiye’de de benzer bir şekilde 1939’da 33 bine yakın can kaybının yaşandığı Erzincan depremi sonucunda hazırlanan yönetmelikle gündeme gelmiştir. Bundan 84 yıl önce gerçekleşen bu depremde de destek ekiplerinin bölgeye erişimi kış şartları ve iletişim kopukluğu sebebiyle uzunca bir süre gerçekleştirilememiştir.

1943 Tosya-Ladik depremi sonrası da dahil olmak üzere, yıllar içinde birçok deprem yönetmeliği çıkarılmıştır. 1999 Kocaeli ve Düzce depremleri sonrası 4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu çıkarılmış, kamunun denetimi özelleştirilmiş ve güvenli barınma mekânlarının kontrolü dahi mesleki yeterliliği olmayan paralı kişilere bırakılmıştır. 2011’de gerçekleşen Van Depremi’nden bir yıl sonra 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yürürlüğe sokulmuştur. 2016’da bu kanunun kapsamı genişletilmiş, rant odaklı dönüşümler ağırlık kazanmıştır. 

Mevzuatın eğilip bükülmesiyle gelinen süreçte deprem yönetmeliklerinin yetersizliği ve yetersiz uygulanması sonucu dikkat edilmesi gereken asıl başlıklar olan yapı taşıyıcılık kuvvetleri, bilgisayar destekli sistemlerle tespiti sağlanan ivme spektrumları, zemin etüdü için kullanılan elektrik rezistivite yöntemleri ve sismik yöntemler varken ve zeminin yapılaşmaya elverişli olma durumunun tespit edilebileceği birçok parametre yok sayılarak sadece fay hattı ve çevresinde yıkım olabileceğine dair altı boş söylemler üretilmiştir

Bu sürecin Erzincan depremini hatırlatıyor olması da ayrı bir tezattır. Kurumların bile yerle yeksan olduğu bir depremden bahsediyoruz. Bir kentin böylesine yok olması gerçekten kader olabilir mi? Cevabı hepimiz biliyoruz. Halktan toplanan deprem vergilerinin yollar, havalimanları, sağlık harcamaları için kullanıldığı söylenirken Hatay havalimanının işlevsiz hâle gelmesi, hastanelerin yıkılması dolayısıyla yoğun bakım ünitelerinin hiçbir şekilde kullanılamaması, ekipman yetersizliğini de beraberinde getiren sorunlara yol açması diğer bir tezattır. Hâl böyleyken apar topar onaylanan son yasal düzenlemenin temel hedefi, asıl hedefi şaşırtmaktan ileri gitmemektedir.

Hatay havalimanın inşa edildiği zemin de Amik Gölü’nün kurutulmasıyla oluşturulmuş bir zemindir. Bu sebeple kullanılamaz duruma gelen havalimanı gelebilecek yardımlara karşı işlevsiz durumda kalmıştır. Karayollarından yürütülmeye çalışılan destekler kış şartları sebebiyle gecikmeye neden olmuştur. Halkın gelirine vergilerle el koyan ve kendi çıkarları için kullananlar, güvenli alanlarından hâlâ “güçlüyüz” mesajları vermektedir. İnşa edilecek yapıların konumları gereği orada olmaması gerektiği dile getirildiği hâlde, sonuç rant endeksli çalışmalardan ve şovenizmden ileri gitmemektedir.

Bölgede inşa edilecek yapıların ivme spektrumları gözetilmeli, yerine göre faylanma tipi, çalışma alanının faya olan mesafesi, yırtılma yönü ve yine yerel zemin koşulları bu kapsamda değerlendirmeye tabi olmalıdır. Fakat her şeyden önce bu koşullar doğru bir şekilde denetlenmeli ve raporlanmalıdır. Yine bölgenin geçmiş deprem kayıtları gözetilerek yapının sağlamlığı denetlenmeli, yapı inşa edilmeden saha çalışmaları yapılmalı ve diğer araçlarla kontrol edilebilmelidir.

Depreme bağlı hasarın önlenmesini amaçlayan vergiler doğru kullanıldı mı, kullanılıyor mu?

Enkazı kaldırmakta bile yetersiz kalmış bir hükümetten söz ediyoruz. Kayıpları için tırnaklarıyla enkazı kazımaya çalışan halkın önünü kesmeye çalıştılar. Depreme yatırım amacıyla halktan toplanan vergiler, halkın güvenli bir şekilde barınabileceği yapıların inşası için kullanılmadı. Deprem olması her zaman muhtemel bir afetken bunca hazırlıksızlık neden? Bu durum, aslında doğal afet kapsamının da ötesinde çarkları sermaye yararına çevirenlerin sorumlu olduğu bir insanlık suçudur. Bütün sermayedarlar, imar aflarına sığınarak kaçmaya çalıştıkları ve hükümetin desteğiyle bunu rahatça sağladıkları durumdan korkmuyorlar, kendilerini güvenceye aldıklarını biliyorlar. Tüm yasal adımları takip ediyoruz, nereye sığındıklarını ve neyi öne sürdüklerini gözlemliyoruz.

Bilimsel yaklaşım ve ülkemizde yaşanan gerçeklik böyleyken söz konusu yasayla “aktif olduğu tespit edilen fay zonları heyelan, kaya düşmesi, çığ, su baskını gibi afetlere uğramış veya uğrayabilir alanlar” gibi geniş tanımlı bir ifadeyle, mevcut yapı stokları da dikkate alındığında çok geniş bir alan bir kanun maddesiyle yapılaşmaya kapatılarak ya da yeni başka alanlar yapılaşmaya açılarak tüm yetki siyasi iradeye teslim edilmektedir.” Bu teslimiyeti reddediyoruz. Bu kapsamın genişliğinin yeni kent sorunlarının önünü açacağından da kuşkumuz yok.

Deprem bölgelerinde yapılacak binalar hakkında yönetmeliklerin geliştirilmesi gereken süreç de, duruma göre deprem yönetmeliği revizyonu da yine çıkarlarını güdenler tarafından bugün sorumluklarından kaçacakları bir duruma evriliyor. Mevcut yönetmelik uygun bir şekilde güncellendiğinde bu yıkıcı sonuçların önlenmesi muhtemel. Kamu tarafından ücretsiz bir şekilde 2023 öncesinde yapılan tüm yapılar ivedilikle ve usulüne uygun olarak denetlenmelidir. Neoliberal politikalara teslim edilen ve özelleşen bir ülke yönetimi altında şunu çok iyi biliyoruz ki bu kader değil, kendi elleriyle inşa ettikleri sürecin sonuçlarıdır. Halka yıkılmaya çalışılan tüm bedellerin hesabı sorumlulardan elbet sorulacaktır.

Edit: Cüneyt Bender

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler