spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriEURO bölgesinde enflasyonun hızlanması - Prabhat Patnaik

EURO bölgesinde enflasyonun hızlanması – Prabhat Patnaik

Prabhat Patnaik bu yazısında, Avrupa’da enflasyonla mücadelede kullanılan faiz oranlarını artırma taktiğinin, ancak işsizlik artışı ile birlikte enflasyon artışına engel olabildiğini söylüyor. Dolayısıyla kapitalist ekonomide enflasyonla mücadele için tek yol gibi sunulan faiz artışlarının, işçilerin ücretleri ve alım güçleri pahasına uygulandığını ortaya koyuyor. Ekonomik açıdan çok açık olan bu bağlantının, söylem yoluyla gizlendiğini ve sosyalist veya planlama odaklı üçüncü dünya ekonomilerinde alternatiflerin mümkün olduğunu belirtiyor. Avrupa’da son dönemde derinleşen enflasyon artışının Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş ile ilişkisini açıklıyor. Umut-Sen Çeviri Kolektifi olarak, Türkiye’deki enflasyon artışının etkilerini anlamak konusunda fikir vermesini umduğumuz bu yazının çevirisini paylaşıyoruz.

EURO para biriminin kullanıldığı bölgede, Tüketici Fiyat Endeksi ile ölçülen yıllık enflasyon oranı ilk kez çift haneli rakamlara ulaştı: Ağustos ayında yüzde 9.1 iken Eylül 2022’de yüzde 10’u aştı. Enflasyondaki bu hızlı artışta elbette, sırasıyla yüzde 41 ve yüzde 13 oranında artan enerji ve gıda fiyatları etkili oldu. Ancak enflasyon artışına sebep olan tek kalem bunlar değildi. Enerji ve gıdayı dışarıda bıraksak bile, birlikte ele alındığında diğer tüm emtiadaki [emtia: “alınıp satılan mal” veya “meta”nın çoğulu] enflasyon oranı Ağustos’ta yüzde 5.5’ten Eylül’de yüzde 6.1’e yükseldi. Ağustos-Eylül döneminde enflasyon oranındaki artışın üçte ikisi enerji ve gıda dışı emtia kaynaklıydı. Enflasyonun hızlanmasının sadece Ukrayna savaşı dolayısıyla ortaya çıkan enerji ve gıda kıtlığından kaynaklandığı anlatısı bu nedenle doğru değil.

Bu anlatının doğru olmadığını kanıtlayan iki neden daha var. Birincisi, bu hızlanma Ukrayna savaşından önceye dayanıyor. Yıllık enflasyon oranı, 2017’de bir önceki yıla göre yüzde 1.3, 2018’de yüzde 1.5, 2019’da yüzde 1.3 ve 2020’de yüzde -0.3 olarak gerçekleşti. Ukrayna savaşı başlamadan çok önce, 2021’de yüzde 5’e yükseldi. İkincisi, Ukrayna savaşından önce meydana gelen hızlanma, herhangi bir fiili mal açığından değil; kapitalist dünya pandemi durgunluğundan kurtulmaya başladığında ortaya çıkacak açıkların (arzın talebe cevap verememesi dolayısıyla oluşan açık) beklentisiyle, kâr marjlarının ve dolayısıyla fiyatların yükselmesinden kaynaklandı. Enflasyonda şu anda meydana gelen hızlanma da savaşın yol açtığı açıklardan ve ardından Rusya’ya uygulanan yaptırımdan dolayı “piyasa takas fiyatlarında”[i] yaşanan artışın bir yansıması değil. Daha ziyade, açık beklentisiyle kâr marjlarında ve dolayısıyla fiyatlarda oluşan artıştan kaynaklanıyor.

Bu noktayı bir örnekle netleştirelim. 28 Eylül tarihli Financial Times‘a göre, artan elektrik maliyetleri nedeniyle ülke ekonomisinin çöküşün eşiğinde olduğunu duyuran Slovakya Başbakanı, ülkenin elektrik kaynaklarını millileştirme tehdidi savurdu. Bu tehdidin nedeni, ülkenin en büyük enerji sağlayıcısının yılın başında, üretilen fazla gücünü enerji tüccarlarına satmaya karar vermesi; şimdi ise bu tüccarların satın aldıkları enerjiyi ödedikleri fiyatın beş katı fiyatla Slovakya’ya geri satmayı teklif etmesi. Şu açık ki “piyasa takas fiyatı” bu ara dönemde beş kat artmadı. Bu teklifin nedeni enerji tüccarlarının, kâr marjlarını aşırı derecede artırmak için durumdan yararlanması.

Kış yaklaşırken enflasyondaki bu ivme devam edecek. Hatta bazı ekonomistler, Avrupa Birliği’nin enflasyon oranlarının önümüzdeki aylarda yüzde 20’ye kadar çıkacağını tahmin ediyor. Bu durum özellikle EURO para biriminin (pek çok üçüncü dünya ülkesi para birimi gibi) Amerikan Doları karşısında değer kaybetmesi dolayısıyla yaşanıyor: Uluslararası enerji fiyatları dolar bazında sabitlendiğinden bu durum Avrupa’da enerji fiyatlarında zaten devam eden artışı daha da derinleştiriyor. Pek çok kişinin ABD’nin marifeti olduğuna inandığı ve ABD’nin “muazzam bir fırsat” olarak gördüğü, Rusya’dan Batı Avrupa’ya uzanan doğal gaz boru hattı Kuzey Akım 1‘in havaya uçurulması, Rusya’dan gaz tedarikinin yeniden başlamasını muhtemelen geciktirecek. Bu tedariklerin yeniden başlatılması konusunda yakında çok taraflı bir anlaşmaya varılsa bile bu gecikme yaşanacak gibi görünüyor. Avrupa Merkez Bankası’nın 27 Ekim’deki toplantısında, işte bu arka plan ile enflasyona karşı faiz oranlarını artırması bekleniyor.

Ancak şunu sormakta fayda var: Faiz oranındaki artış enflasyonla mücadelede nasıl yardımcı oluyor? Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde, enflasyonist beklentileri kırmak için böyle bir yükselişin gerekli olduğundan bahsetti. Bu kesinlikle doğru, ancak şu soruyu akla getiriyor: Faiz oranındaki artış, enflasyonist beklentileri ancak enflasyona belli biçimlerde karşı koyarsa kırabileceğine göre, bu karşı koyma nasıl gerçekleşecek? Bu sorunun basit cevabı şu: İşsizlik üretimi yoluyla. İşsizlik hem enerji talebinde azalmaya neden olur hem de halihazırda devam eden talep azalmasına eşlik eder. İşsizlik enerji talebindeki azalmaya neden olur çünkü işsizlik, işçi sınıfının elindeki satın alma gücünü ve dolayısıyla her türlü mal ve hizmet talebini azalttığı gibi, enerji talebinde de azalmaya neden olur. İşsizlik enerji talebindeki azalmaya eşlik eder çünkü faiz oranındaki artış ekonomideki yatırımı ve dolayısıyla enerji talebini azaltırsa, işsizlik böyle bir azalmanın zorunlu yan ürünü olarak ortaya çıkar/artar. Dolayısıyla enerji talebindeki azalma, işsizlik artışının diğer yüzü: Christine Lagarde’ın da kabul ettiği gibi, enflasyonist beklentileri düşüren ve dolaylı olarak firmaların enflasyon beklentisiyle kâr marjlarını yükseltmelerini engelleyen faiz oranı artışı, işsizlik artışı ile birlikte ilerliyor.

İşsizliğin enflasyonu düşürmede ikinci bir etkisi daha var. Birinci etki, herhangi bir verili ücret oranında işçilerin elindeki satın alma gücünü azaltarak işliyor ise ikinci etki, satın alma gücünü ücret oranı düşürerek azaltıyor. Yani fiyatlar yükseldikçe işçilerin pazarlık gücü zayıflıyor; parasal ücretlerindeki artış, fiyatlardaki artışı karşılayamıyor.

Bu iki etki birlikte hareket eder ve net sonuç şu olur: Enflasyonist baskılar, işsizlikteki artış ve dolayısıyla satın alma gücünün azalması yoluyla karşılanır. Bu, kapitalizmin enflasyonla mücadele yöntemidir; zorunlu olarak işçi sınıfının zararınadır. Enflasyonla mücadelede kullanılan bu yol ne gizemli ne de kaçınılmazdır. Faiz oranı, reel ücret faturasıyla yüksek sesle ilişkilendirilmez. Faiz oranının enflasyon üzerinde bir şekilde doğrudan etkisi olduğu iddia edilerek sürece gizem kazandırılır. Sonuç olarak, tüm ekonomilerin enflasyonla mücadele için bu özel yöntemi kullanması gerektiği iddiasıyla bir kaçınılmazlık algısı yaratılır. Ancak bir kez gizem ortadan kalktığında ve faiz oranındaki artışın işleyiş biçiminin, işsizlik yaratma yeteneğinden oluştuğunu gördüğümüzde, işsizlik artışından kaçınmaya hevesli sosyalist bir ekonomide veya planlamadan yana bir üçüncü dünya ekonomisinde, malların karneyle verilmesi yöntemi ile fiyat kontrolleri kullanılarak enflasyonla mücadele edilebileceği açıkça ortaya çıkar.

Ciddi bir enflasyonun pençesinde olan Avrupa işte bu şekilde, kapitalist bir ekonominin enflasyonu kontrol etmesi için mümkün tek yolla, yani işçiler pahasına, işçi sınıfını sıkarak kontrol etmeye çalışıyor. Avrupa’da enflasyonun derinleşmesinin son dönemdeki nedeni, Ukrayna savaşının devamı olarak ABD’nin emriyle Rusya’ya uygulanan yaptırımlar olduğu için, ABD’nin Avrupa işçi sınıfını vergilendirerek Rusya’ya karşı bir savaş yürüttüğü ileri sürülebilir. Kısacası Avrupalı ​​işçiler, tek amacı ABD süper-emperyalizmini sürdürmek olan bir savaşın bedelini ödüyorlar. Ancak elbette Amerikan askeri-sanayi kompleksinin kâr hırsı ve yeni muhafazakârların ideolojisi, savaş için ek motivasyonlar sağlıyor. Henry Kissinger gibi bir adamın bile ABD’nin Ukrayna’nın NATO üyeliğini tartışmasının “akıllıca” olmadığını söylemesi dikkate değer.

Direniş yalnızca işçilerle sınırlı değil; ama işçi sınıfı Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde direnişi yükseltiyor. Almanya’da binlerce kişi, Rus birlikleri Ukrayna’ya girdiğinde faaliyetine izin verilmeyen Kuzey Akım 2 gaz borusu hattının açılmasını talep ederek yürüdü. Sadece Eylül ayında Çekya’nın başkenti Prag’da iki kez, on binlerce kişi ülkenin “askerî açıdan tarafsız” kalmasını talep ederek NATO’ya karşı yürüdü.

Ne yazık ki bu gösterilerin Almanya ve İngiltere gibi büyük ülkelerdeki yerleşik siyasi partiler üzerindeki etkisi çok az oldu. Ülke hükümetlerinin Amerikan politikasına agresif desteğini savunanlar sadece muhafazakâr partiler değil; sosyal demokratlar ve hatta bazı durumlarda eski Komünist partilerin geleneğinden gelenler. İngiliz İşçi Partisi’nin konferansında, Ukrayna hükümetine verilen destek aleyhinde konuşan tek delege, diğer delegeler tarafından sadece susturulmakla kalmadı, partiden de uzaklaştırıldı. Dolayısıyla Avrupa neo-faşizminin, yerleşik siyasi partilerin emekçilere yönelik ilgisizliğinden yararlanması hiç şaşırtıcı değil.

Çeviren:Neslihan Cangöz

Düzenleyen:İrem Az

Orjinal metin:Acceleration in Eurozone Inflation Rate


[i] Piyasa takas fiyatı, tüketicilerin bir mala olan talebinin, o fiyattan üretilebilecek mal miktarına eşit olduğu fiyattır. Bu fiyatta, arz ve talep tamamen eşittir: Satılmayı bekleyen kullanılmamış mal ve satın alamayan alıcı yoktur.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler