spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetEski Mısır Piramitleri İşçilerinden, Migros İşçilerine Toplu Eylem Hakkı - Av. Mürsel...

Eski Mısır Piramitleri İşçilerinden, Migros İşçilerine Toplu Eylem Hakkı – Av. Mürsel Ünder

2022 yılı TL’nin döviz karşısındaki değer kaybı, yüksek enflasyon, yeni dönem asgari ücret artış oranları emekçilerin yaşam koşullarını ve alım gücünü çok daha kötü hale getirince kaçınılmaz olarak birçok direniş ve eylemlerle başladı. Bu süreçte çok farklı iş kollarında yapılan eylemlerin daha militan olduğunu söyleyebiliriz. Bu militanlık kanaatimizce bir tercihten ziyade zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Devletin tüm imkanlarını sermaye için kullanmaktan çekinmediği, en küçük hak arama mücadelesine polisiyle, jandarmasıyla işçiye, emekçiye şiddet uygulamaktan çekinmediği, devletin ve sermayenin pervasızlığını göstermekten çekinmediği ve/veya ifşa olduğu/ifşa edildiği bir dönemdeyiz. İşçi örgütlenmelerinde işçi sendikalarının ezici bir çoğunluğu en hafifinden kayıtsız kalmayı tercih etmiştir. Bu sendikaların ana eksende öz örgütlülüklerin, direniş eğilimlerinin, işçi sınıfının ve üyelerinin taleplerinin bastırılması için devlet ve sermaye ile açık veya örtülü bir mutabakat içerisinde olduğu sefil bir dönemde, bu militanlığı anlayabilmek işçi sınıfının geleceği açısından çok önemlidir.

Binlerce yıl önce eski Mısır’da piramitlerin inşasında çalışan işçiler çalışmaları karşılığında kendilerine verilmesi gereken buğdayın verilmemesi üzerine “hepimiz açız” diyerek ilk yürüyüşü ve akabinde firavunların yönetim binalarının önünde ilk oturma eylemini yaptılar ve böylece insanlık tarihinin bilinen en eski grevini gerçekleştirdiler. Çok kısa süre içinde istediklerini aldılar. Gücünün farkına varan işçiler yıllarca bu yöntemle çok önemli sorunlarını bir çırpıda çözdüler. Böylece emeğiyle geçinen her insanın hafızasına örgütlü hareket etmenin ve üretimden gelen gücün muhteşem etkisini tüm insanlığın ortak hafızasına kazıdılar. Eski Roma’da, Antik Yunan’da, Anadolu topraklarında benzer şeyler yaşandı binlerce kez. Emekçilerin emek gücüne ihtiyaç duyan yöneticiler, soylular, hükümdarlar, emekçilere istediklerini istedikleri koşullarda yaptırabilmek için ve düzen istedikleri gibi devam etsin diye zorbalığın gücünü kullandılar her defasında. Emekçiler bu mücadelelerde çok şey öğrendi, çok şey kazandı, çok bedel ödedi. Ama asla vazgeçmedi bu hakkından.

Ortak hareket ve ortak eylem, kapitalist çağda isyan ve direniş hareketlerinin temel dinamiği iken her defasında yasaklamalar ve zorbalıkla bastırılmaya çalışılmıştır. Ancak 20. yüzyılda hem emek mücadelesinin bir kazanımı olarak, hem de gücün kontrol altına alınmak istenmesi nedeniyle, haklar yasal düzenlemelerin konusu olmaya başlamıştır. Makina kırıcılardan, işgal, grev, direniş hareketlerine, oturma eylemi, basın açıklaması, dilekçe yazmaktan, ortak faks çekmeye her tür enstrümanı elinde bulunduran emekçiler toplu eylemlerin yasaların konusu olmaya başlamasıyla radikal eylem biçimleri olarak değerlendirilebilecek, kendisini ezeni doğrudan muhatap alan ve çok kısa süre içinde sonuç alabildiği eylem biçimlerinden vazgeçmeleri şartıyla belirli ölçülerde toplu eylem biçimleri yasaların güvencesi altına alındı. Bu haliyle işçilerin toplu eylemleri emekçilerin ezilenlerin taleplerinin hizmetinde hukuksal bir araca dönüşüm süreci başladı.

Toplu eylem denildiğinde emekçilerin ve insanların nezdinde de hukuki tanım itibarı ile de akla önce grev gelmektedir. Genel olarak yapılan her tür toplu eylem grev olarak ifade edilir ve/veya tanımlanır. Toplu eylem esasında grev hakkını da kapsayan daha geniş bir kavramdır. Hukuk tekniği anlamında grev; toplu iş sözleşmesi sürecinde belirli aşamalar tamamlandığında, belirli şartlara bağlı olarak, belirli süreyle sınırlı olarak TİS sürecindeki ekonomik ve sosyal taleplere ilişkin oluşan tıkanıklıkların giderilmesi için işçinin kullanabileceği bir silahtır.

Özellikle ülkemizde işçi sınıfının güçsüzlüğü, neredeyse grev hakkının kullanılmasını imkansız kılan grev prosedürü ve tüm bunlara rağmen alınabilen grev kararlarında nihai olarak verilen grev yasakları düşünüldüğünde, esasında işçi sınıfının elinden grev silahının çoktan beridir alındığı çok net biçimde ortadadır. Grev bu haliyle dişleri çekilmiş, tırnakları sökülmüş bir yırtıcının sirk hayvanına dönüştürülmesine benzemektedir.

Oysa işçinin anladığı anlamda grev, hukuki alanda toplu eylem hakkı olarak tanımlanan şey devasa bir güce ve potansiyele sahiptir. Toplu eylem hakkı olarak literatürde kavramsallaştırılan şey çok daha geniş bir tanıma ve sınırlara sahiptir. Hatta sınırları belirsizdir. Emek sermaye çatışması içindeki güçler dengesine bağlı olarak emek cephesinde işçiler lehine bu belirsizliği geliştirmek tüm emekçilerin sorumluluğundadır, aynı zamanda yükümlülüğüdür. Devlet ve sermaye açısından ise önce hukuk alanında kabul edilmeyen ve açıkça tanınmayan toplu eylem hakkı işçi sınıfının tarihsel mücadeleleri sonrasında birçok yasal düzenlemenin konusu olmuştur. Mücadele kararlılıkla devam ettiği sürece kaçınılmaz olarak bu hak daha geniş şekilde yer bulacaktır.

Teknik anlamda grev hakkı yasalarla güvence altına alınmış olmasına rağmen iş yeri işgali, iş yavaşlatma, iş durdurma, siyasi amaçlı grev, dayanışma grevi, verim düşürme ve diğer direnişlere dair olumlu bir düzenleme hem ülke hukukunda hem uluslarası sözleşmelerde açıkça yer almaz. Çoğunlukla kısıtlayıcı hükümler yer alır. Bu kısıtlamalar emekçiler açısından haksızlık karşısında birlikte hareket etmenin ve bu eylemlere başvurmanın önünde engel olamamıştır hiçbir zaman.

“İşçi sınıfı Kapitalist sistemin kendisini nasıl ablukaya aldığını, nesneleştirdiğini, hiç olarak gördüğünü ve emekle sermaye arasındaki uzlaşmazlığı, uzlaşmaz çelişkiyi yaşayarak hissediyor. “ (Kollektif Aksiyon – Volkan Yaraşır)

Anlatılan nedenlerle grev hakkı dışında çeşitli toplu eylemlerin belirli ölçülerde yapılabileceği kabul edilerek kısmi güvenceler sağlanmıştır. En temel kriterler; demokratik ve barışçıl nitelikte olması gerektiğine dairdir. Buna ek olarak ancak ekonomik ve sosyal konularda, çalışma koşullarını olumsuz etkileyen kararlara ve uygulamalara karşı kullanılabilecek bir hak olduğu genel olarak kabul görmektedir. 

Tüm sözleşmelerde, yasal düzenlemelerde ve yargı kararlarında bu hak tanınmış olsa da, hakkın korunması veya genişletilmesinden ziyade fiiliyatta kullanılan hakların sınırlarının daraltılmasının temel amaç olduğu çok belirgin bir biçimde göze çarpmaktadır. Uluslararası sözleşmelerde, yargı kararlarında, işyerini tahrip edici, eyleme katılmayan işçilerin veya işverenlerin giriş çıkışını engelleyici hareketler barışçıl nitelikte görülmemekte, meşru bir eylem olarak kabul edilmemektedir. Aynı zamanda çalışma koşullarıyla ilgili olmayan eylemler de meşru olarak kabul edilmemektedir. Ancak bu sözleşmelerin, yargı kararlarının hiçbirisinde işverenlerin yasadışı davranışları, suç sayılır davranışları, işçilere fiili şiddet ve baskı da dahil olmak üzere her türlü hukuka aykırı davranışları hiçbir şekilde barışçıllık kriteri içinde değerlendirilmez, önemli olan işçinin barışçıl davranmasıdır. İşverenin barışçıl davranıp davranmadığının önemi yoktur. İşverenlerin işçiyi sindirmek için kullandığı yol ve yöntemlerin olup olmadığı, işverenin ihtilafa konu olan davranışının ölçülü olup olmadığı, işçiye ne tür manevi ve maddi zarar verdiği değerlendirilmez. Önemli olan çarkın her koşulda döndürülmesinin sağlanmasıdır. Kanun dışılıkla itham edilen işçinin yaşayacağı riskler, toplu eylem hakkını kullanırken karşı karşıya kaldığı riskler hiçbir kararın tartışma konusu olmaz. İşini ve işyerini terk etmek zorunda kalan işçinin çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, yaşam hakkı düşünülmez dahi. En önemlisi aynı yargı mekanizmalarında işçinin ücret ve tazminat hakları gibi maddi hakları dahi en çok kutsadıkları mülkiyet hakkı kapsamında dahi görülmez.

Kanuni sınırları benimseyip buna göre hareket eden, hatta yargısal içtihatları esas alarak hak arama mücadelesi yürütmek isteyen emekçilerin çevresi dikenli tellerle çevrilmiş bir mayın tarlası gibidir. Bu nedenle bu hakkın kullanılması çoğunlukla işçi için işten atılma, işsiz kalma, açlıkla terbiye edilme, kriminalize edilme, suçlu gösterilme, dayak yeme, ceza yargılanması riski gibi büyük riskler göze alınarak yapılan bir iştir. Bazen devlete, çoğunlukla patrona bazen işçinin kendi örgütlü olduğu sendikaya karşı/sendikaya rağmen mücadele yürütmek durumunda kalır işçi. Çimsataş, YemekSepeti, FarPlas, Migros, Trendyol, HepsiJet, Yurtiçi Kargo, Alpin Çorap, Sağlam Çorap ve daha birçok işyerinde yaşanan işyeri işgalleri, iş bırakma, iş durdurma, çalışmama hakkının kullanılması, basın açıklamaları vb şekilde yapılan birçok direnişteki işçiler ve özneler polis, jandarma sopası, gözaltı tehdidi, işten çıkarma tehditleri dışında yapılan eylemlerin hukuksuz olduğu, kanun dışı olduğu argümanı ile karşılaştı ve bu argümanlar işveren yanlısı herkesin en sık kullandığı argümanların başında geldi.

Tüm bunların yanında işverenler ve işveren yanlılarınca ifade edildiği gibi tüm hak arama mücadelelerinin, bu kapsamda yapılan eylemlerin hukuksuz olduğu hatta suç sayıldığı argümanlarına karşı işçilerin, emekçilerin mevcut haklarını ve risklerini bilmeleri önem arz etmektedir. Hakkı ilerletecek daha fazla işçi lehine yorum yaptıracak olan da bizzat işçi sınıfının kendisidir. İşçi sınıfının örgütlülüğü ne kadar yükselirse mevzuatta, yargı kararlarında ve doktriner tartışmalarda da kuşkusuz daha fazla işçi lehine yorumlar yapılacaktır. Sınıfın güçsüzlüğü, örgütlülüğün yetersiz olduğu her durumda sağlanan “özgürlükler” de ciddi tehlike altındadır.

Yoksulluğun bulunduğu her yerde, herkesin refahı da tehlikededir.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler