spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelEczacıbaşı neyle yaşar? Sömürü, hak gaspı, sendika düşmanlığı - Burcu Arıkan

Eczacıbaşı neyle yaşar? Sömürü, hak gaspı, sendika düşmanlığı – Burcu Arıkan

Eczacıbaşı’na ait olan ASEN madenciliğin sendikal örgütlenme düşmanlığı ile 243 maden işçisini işten atması üzerine Bağımsız Maden-İş’in başlattığı direniş vesilesiyle Eczacıbaşı sermayesine dair genel bir tartışma başlatma olanağı da oluşmuş oldu. Eş zamanlı olarak Polyak Madencilik’ten yine sendikal faaliyetleri sebebiyle atılan maden işçisi Erdoğan Çapaklı Kınık’tan kalkıp geldi, Özyeğin Üniversitesi önünde, AÇEV önünde eylemler yaptı.  Madenciler taleplerini dile getirirken “İstanbul’da krallığı başlarına yıkacağız!” diyorlar. Bununla kast ettikleri Eczacıbaşı’nın çeşitli sosyal ve kültürel işler vesilesiyle kendisine yarattığı dokunulmazlık imajı ve holding bu sayede madenciler iş cinayetinde öldüğünde bu katliamlara karşı tepkili olan insanların dahi gözünü boyayabiliyor. Madencilerin gözümüzden uzakta, yerin bin kat altında ilmek ilmek ördüğü Bağımsız Maden-iş mücadelesini sermayenin üretim alanlarından buralara, tüketim alanlarına, aklanma alanlarına taşıması hepimiz için gözlerimizi açacak bir eylem olmalı aslında.

Yine Eczacıbaşı Holdinge ait olan İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) 1973 senesinde “kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu” olarak kuruluyor. İstanbul Tasarım Bienali, İstanbul Bienali, Film Ekimi gibi pek çok organizasyon ile toplumsal muhalefet ile de önemli bir kesişim alanı yaratmayı başaran Eczacıbaşı örneğin 2009’da gerçekleşen “İnsan neyle yaşar?” başlıklı bienalde yoksulluğu, gelir eşitsizliğini anlatmaktan geri durmuyor.

O dönem bu başlık epey tartışma yaratıyor. Köşe yazılarında “Bienaller neyle yaşar?” sorusuna “sermaye” cevabını okuyoruz[1]. Sokakta Tuzla’daki işçi cinayetlerini işaret eden “İnsan neyle ölür?” işini, Express dergisinde kentsel dönüşüme işaret eden görsel çalışmayı görmüştük[2].

Bu tartışmalar esnasında etkinliğin kendisinin İstanbul Modern antreposu ayağında ki antreponun bir emek sömürüsü mekânından sergi alanına dönüşmesi de bu hikayenin bir parçasıdır, Hans-Peter Feldman’ın eseri olan içi boş kuru ekmek ile yoksulluğu anlattığı işini izliyoruz. Eczacıbaşı gibi dev bir sermaye bize “insan neyle yaşar?” diye soruyor ve galiba cevap olarak bir kuru ekmekle diyor.

Zaman içerisinde 2009’un tartışmaları güçleneceğine neredeyse unutuluyor diyebiliriz. Bunun neden ve nasıl olduğu başka bir yazının konusu olacak uzun bir tartışma ama sanırım o dönem sorulan sorulara dönmek lazım yeniden.

Bizzat İKSV’nin kendisinden başlarsak hepimizi kar, kış demeden bilet sıralarına sokmayı başarmış olan bu vakıf o filmleri, işleri önümüze bizzat bir emek sömürüsünden geçerek sunuyor. Proje bazlı çalışma rejiminin STK’larda zaten çok normalleşmiş olduğunu biliyoruz. Bugün karşı karşıya olduğumuz güvencesizlik cehenneminde bu kurumların normalleştirdi bu çalışma biçiminin önemli payı var ve İKSV bu konuda ipi en önde göğüsleyenlerden. Örneğin insanları bienal, festival hazırlığı için 2-3 aylık sürelerle işe almak İKSV’nin rutin işleyişi. Tamamen kısa süreli, ucuz ve güvencesiz emek kullanarak bu devasa işleri kotarmak. 1987’den bu yana düzenlenen, uluslararası bir organizasyonun iş yükünü kimlerin kotardığı doğrudan bizim meselemiz. “İnsan neyle yaşar?” sorusunun cevabının 2-3 aylık işlerle olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Kaldı ki proje, festival bazlı işlerin kısıtlı sürede büyük işleri yetiştirme amaçlı olduğunu ve bu tür işlerde mesai saati, izin gibi hakların zaten esamesinin okunmayacağını hepimiz biliyoruz. Biz senelik sözleşmelerle dayatılan güvencesizlikle mücadele etmeye çalışırken başımıza örülen bu dönemlik işçilik Eczacıbaşı kurumların can suyu oluyor. Eczacıbaşı neyle yaşar? İşte tam da bizi 3 ay sonra işsiz kalacağımızı bile bile mola vermeden, durup dinlenmeden çalışmaya mecbur bırakan bu düzenle yaşar.

Örneğin Erdoğan Çapaklı’yı sendikal faaliyet sebebiyle işten atan Özyeğin holdinge bakalım. Özyeğin Holding neyle yaşar? Sermayenin kendini akladığı tek araç kültür sanat değil tabi ki, sosyal sorumluluk projeleri de var. Özyeğinlerin AÇEV’i örneğin, internet sayfasında “Her çocuk hayata eşit başlamayı hak eder!” diyor ve çocukların geleceğini inşa ettiğini iddia ediyor. Peki, AÇEV’de çalışan emekçiler için durum bu vaatlerle örtüşüyor mu? Öncelikle çalışanlarına gönüllük manipülasyonu ile 4-5 kişilik iş yüklerini asgari ücretin biraz üstünde ücretlere yaptırdıklarını biliyoruz. Bir kişiden aynı anda beş farklı belediyeye gidip iş takip etmesi, orada saha çalışması yapması, aynı anda modül eğitimleri yapması, bir yandan gönüllülere verilecek eğitimleri organize etmesi gibi işler bekleniyor. Bir yandan işleri yaparken bir yandan 25’er gönüllüden oluşan 5 ayrı WhatsApp grubunu takip ediyor çalışanlar. Bu gönüllü grupları üniversite öğrencilerinden oluşuyor. Burada hem gönüllülük müessesi ile sağlanan ücretsiz emek söz konusu, hem de WhatsApp grubuna her saatte yazılabiliyor olması üzerinden çalışana bu sebepten mesaide esnek dayatması söz konusu. Bu işin yapısı böyle olduğu için mesai 17.30’da bitemez deniyor. Çalışanın biri Gaziosmanpaşa’da biri Sarıyer’de belediyelere, sahalara gitmeleri çalışma süresine dahil ve bunların yol paraları ödenmiyor, araç sağlanmıyor, yemek verilmiyor.

AÇEV bu itirazlara “biz fon almıyoruz, bağışla çalışıyoruz” diyerek savunma veriyor. STK alanında çalışan herkes bilir ki bu söylem denetlenebilirliği sıfırlar. Ne kadar bağış geliyor, bunlar nerelere harcanıyor, bunların yüzde kaçı çalışana düşüyor bilemezsin. Hem fon almıyorum diyerek kendini bazı ilişkilerin dışında gösterebildiğin hem de çalışana param yok diyebildiğin bir sistem olur, görünürde yüzün temiz kalır. Çok itiraz edersen de senin insanlığın sorgulanır, çocukların iyiliği için gereken fedakârlığı yapamamakla bu sorunun suçlusu sen olursun.

Peki, emekçi neyle yaşar? Bağışla yaşamadığı kesin. Maaşla yaşamaya çalışırken, varsa çocuğunun geleceğini nasıl inşa edebilir bu ücret rejimiyle ve bu çalışma saatleriyle? Desteklediği babalık programlarında babaların çocuklarıyla geçirdiği zamandan bahseden AÇEV’in bir çalışanı olsa bu baba, bu esnek mesai saatlerinde nasıl AÇEV’in istediği gibi bir baba olabilir? Belli ki sermayedar Özyeğinlerin AÇEV’i aslında her çocuğun hayata eşit başlamasını istememektedir. Bazı çocukları hayata yoksul başlamalı ki AÇEV onlara destek olabilmek için bağış toplayabilsin diye düşünmek gerekli belki de. Ve bütün iş yerlerinde Eczacıbaşı, Özyeğin gibi holdingler bazı çocukların hayat eşit başlayamaması için elinden geleni yapar.

“Babamızın omuzları yerine mezarlarında geçen çocukluğumuzun hesabını soracağız mutlaka.”

İş cinayetinde kaybettiği babasının hakkını ararken kendisi de madenci olan ve bu mücadele esnasında genç yaşta kaybettiğimiz Ali Faik İnter’in çocukluğu gibi çocukluklar hayata eşit başlamaz örneğin. Eczacıbaşı’na ait ASEN madencilikteki kötü çalışma koşullarına karşı örgütlenen, Bağımsız Maden-iş üyesi olan ve bu mücadeleden geri adım atmadığı için işten atılan 243 madencinin çocukları hayata eşit başlamaz. Özyeğin Holding’in Polyak Madencilik firmasında sendikal faaliyet yürttüğü, madencileri öldüren çalışma koşullarına karşı mücadele ettiği için işten atılan Erdoğan Çapaklı’nın biri 8, diğeri 10 yaşında çocukları hayata eşit başlayamaz. Madencilerin çocukları her sabah babalarını o akşam eve dönüp dönmeyeceğini bilmedikleri bir koşula uğurlarlar. İşte bu yüzden bir ekmek parası için dört bir yandan çalışmaya gelen madenciler sadece öldüklerinde değil, direnirken de görülmek istiyor. Her sabah ölme ihtimalli olan bir mesaiye gitmemek için direniyorlar ve anılmak değil, kazanmak için dayanışma istiyorlar.

Tabi bu görmek sadece bir direniş görmekten öte bir görmek olmalı. Eczacıbaşı gibi, Özyeğin gibi sermayelerin İKSV’de yarattığı güvencesizliği, AÇEV’de yarattığı sömürüyü, ASEN’de, Polyak Madencilikte yarattığı örgütlenme düşmanlığını bir arada görmek gerekiyor. Vitrinlerinin arkasındaki sömürüyü konuşmak, teşhir etmek ve kültür, sanat, sosyal sorumluluk gibi makyajlarla bizleri dolandırmalarına izin vermemek gerekiyor. Soma’da 301 madenci katledildiğinde üzülen, Amasra’da 42 işçi öldüğünde yas tutan insanların bir de vicdanlarını sömürmesine, hayat tarzlarından nemalanmasına izin vermemek gerekiyor. Bağımsız Maden iş üyesi maden işçileri göz göre gelen ölümleri yok etmek için mücadele ediyorlar. Eczacıbaşı ve Özyeğin madencilerin bu mücadelesini cezalandırıyor çünkü onlara ölümü, İKSV çalışanlarına güvencesizliği, AÇEV çalışanlarına yoksulluğu ve ağır iş yükünü reva görüyor. Bu çıplaklığıyla Eczacıbaşı ve buna benzer şirketleri görmek gerekiyor. Bize sundukları sanatın bizim olmadığını ve hatta bizim gibilerin emekleri sömürülerek var olduğunu, bize sundukları yardımların bizi yardım edilecek durumda tutmakla mümkün olduğunu görmek ve bizim olan her şey gerçekten bizim olacak demek gerekiyor. Ve bu ancak onlara karşı mücadeleyi dört koldan büyüterek mümkün…


[1] https://www.evrensel.net/haber/195185/bienaller-neyle-yasar

[2] http://ozgurgurbuz.blogspot.com/2009/09/insan-neyle-olur.html
EXPRESS-enternasyonel şalala-aylık dergi

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler